Şampiy10
Magazin
Gündem

Hayalimin ilk gazetecisiyle yaşadığım en büyük hayal kırıklığım...

Hayallerimin "gazeteci"siydi o...

Bu mesleği seçmemin...

Bu meslekte ulaşmayı amaçladığım yerin...

Bu mesleğin onurunun...

Bu mesleğin gururu olarak gördüğüm mertebenin...

Uzun yıllar değişmez ismi...

Değiştirilemez rol modeliydi o...

***

İnsanlar bir hobiye, bir ilgiye, bir mesleğe yöneldiklerinde, "görselleştirdikleri bir rol modeli"ni benimserler...

O rol model onlara, yaptıkları işi sevdirir, ilham verir, cesaretini artırır, aidiyet hissiyle 'yalnız'lığını giderir...

***

Gazeteciliğe başlarken "benim iki rol modelimden biri oydu..."

Onu yakından tanıdığım ilk gün geliyor gözümün önüne...

Ne yapacağımı bilememiş; onunla konuşabilmek, onu yakından tanımak, mesleği nasıl yaptığını öğrenebilmek için, bir öğle yemeği ısmarlamayı teklif etmiştim...

***

O ise şatafatlı bir yemek yerine; "köfteciden köfte söyleyelim..." demişti...

-"İnegöl köftecisi var buralarda..." demiştim...

-"Ne iyi olur oradan ısmarla sen bize... Ben köfte yemeyi özledim..." demişti...

Söylediği her laftan sihirli anlamlar çıkartıyor; 'parıltılı'larla süslediğim konuşması bitmesin diye köfteleri yavaş yavaş yiyordum...

***

Yemekten sonra; "hayalimde onun gibi bir gazeteci olmanın rüyalarını görerek" mesleğime dört elle sarılmıştım...

Bir kendi başarılarıma seviniyordum...

Bir de onun başarılarına...

Bir kendi başıma kötü bir şey gelsin istemiyordum...

Bir de onun başına...

O kadar seviyor, o kadar içselleştiriyordum onu...

***

İlk hayal kırıklığını onu tanıdıktan birkaç yıl sonra yaşadım...

Milliyet gazetesi henüz 24

yaşında beni Atina'ya

göndermeye karar vermişti...

"Büyük ve çok zor" bir görevdi benim için...

Genç yaşımda, "Türkiye'nin o günlerde en büyük düşmanı görünen kapı komşusunda" Milliyet gibi bir gazetenin temsilcisi olma fikri bile beni heyecanlandırıyordu...

Gazetede benim Atina'ya gönderiliş fikrine karşı; büyük bir kampanya vardı...

Geniş bir lobi; benim oraya gitmemem için her türlü faaliyeti yürütüyordu...

***

Ben ise önce kendi içimde ve kafamda meseleyi çözmeye çalışıyordum...

Kalbimin pusulası onu gösteriyordu...

-"Onu bul..." diyordu kalbim;

-"Onunla konuş... O seni anlar... O sana ilham verir... O seni yüreklendirir..."

***

Bir süre sonra hayat karşıma çıkardı onu...

-"İşlerimi bitireyim... Akşam konuşacağım seninle..." dedi...

Gece bir araya geldik...

Ondan Atina görevimle ilgili sadece bir küçük destek, yüreklendirici bir sözcük, 'yapabileceğime inandığını söyleyen' bir tümce bekliyordum...

Hepsi o...

O ise, o gece beni yüreklendirici hiçbir konuşma yapmadı...

-"Başaramazsan hiç başka müsebbipler arama... Suçu kendinde bul... Bana da gelme... Beni anlamadılar... Haberimi koymadılar... Tuzak kurdular falan deme sakın..." dedi...

***

Sert konuşuyordu...

Ben ise onun her sözünden pırıltılı bir anlam çıkardığımdan;

Bu konuşmasını "beni

zorluklara karşı eğitme konuşması" olarak alıyordum...

Onu o kadar seviyordum ki, yaptığı şeylere uzun yıllar toz konduramadım...

Bir gazetecilik idolü, bu mesleğin onurunu kurtaran yılmaz bir savaşçı, bağımsız gazeteciliğin yürekli bir kahramanı olarak gördüm onu...

***

Etkili ve yetkili muktedirlerin o yıllarda üstüne gittiklerinde;

"bağımsız görünen duruşu" bana gazeteciliğin özgürlüğü ve cesareti olarak gelirdi...

Sonra yavaş yavaş, davranışlarındaki motivasyonun "çok başka nedenleri" olduğunu görmeye başladım...

"Bağımsız gazetecilik, özgür habercilik" şiarlarından çok daha başka saiklerle hareket ettiğini fark ettim...

Kırıldım ve kızdım...

Sanırım "benim onda bulduğum hayallerime sahip çıkmamasının, onları anlamamasının, beni kendisine rakip görmesinin" verdiği aşınmışlıklar; beni ona karşı sert ve uzak tutmaya başlamıştı...

***

Hayal kırıklığının esas nedeni bir insanla ilgili "hayaller"inizdir...

Hayallerinizin olmadığı kişiye karşı "hayal kırıklığı yaşamazsınız..."

Onunla ilgili "hayal"iniz yoksa, "kırılacak bir hayaliniz de kalmaz..."

Ona en büyük hayal kırıklığını duymamın nedeni; "onun benim gazetecilikte ilk rol modelim" olmasıydı...

"Gazetecilik tarifini bile onunla yapmaya" başlamamdı...

***

Tarifini üzerinden yaptığım "gazetecilik" rol modelimin; aslında bir gazeteciden çok daha başka bir şey olduğunu anladığımda, ondan soğumadım...

Gazetecilikten soğudum...

35 yıl boyunca yaptığım mesleğin bana ilham veren rol modelinin "rol"üyle benim uzaktan yakından

bir ilgim yoktu...

Hayatım boyunca da olmamıştı...

Sanırım; Atina'ya giderken

bana yaptığı konuşma; "zorluklara karşı beni eğitme konuşması değil", beni o görevden yıldırma ve

soğutma konuşmasıydı...

Emindim ki, sonraki yıllarda önüme koyduğu bütün mesleki blokajlar; ifa ettiği bir başka rolün hayat üzerindeki izdüşümleriydi...

İnsanın bilinçaltına bir sevgi girdi mi, kolay kolay çıkmıyor oradan...

Gazetecilikteki ilk rol modelimin hayatından çıkarttığım ibret; beni

ondan değil, gazetecilik diye yapılan şeyden soğuttu sonunda...

35 yıl...

Biraz geç oldu ama...

Çocuklarımı "gazetecilik gibi görünen uzaktan kumandalı bilgisayar oyunundan" uzak tutabilmek için hala vaktim var...

KİM BU KİŞİ?

Aslında çok ünlü bir kişiyi yazdım...

Ama kim olduğu anlaşılmasın diye, özellikle hiç kimsenin tanıyamayacağı bir şekilde yazdım... Amacım deşifre etmek değil çünkü; Hayattan aldığım aldığı ibretleri okuyucumla paylaşmak ve hayatın rezümesini çıkarabilmek...

Satırlarımdan anlaşılacağı gibi artık bir kavganın içinde değilim...

Ne ki hayatın kayıtlarını törpüleyerek, insanlara ibret olacak yönlerini açığa çıkartacak şekilde sunmanın "evrene ve insanlığa katkı olduğunu" düşünüyorum...

***

Deşifre etmeden portre yazma

tekniği ise bana ait değil...

İnceliklerini üstat Çetin Altan'dan öğrendim...

Uzun yıllar önce, yazdığı "Sınıf Arkadaşı" portresi beni derinden sarsmış, o kişinin kim olduğunu bulabilmek için yırtınmıştım...

Hiçbir ipucu beni o kişiye götürmüyordu...

Çetin Altan da kitaba benim ondan esinlenerek yazının başına koyduğum ibareyi koymuştu...

"Aslında çok ünlü bir kişiyi yazdım... Ama onu özellikle hiç tanınmayacak özellikleriyle yazdım ki, kimse onun

kim olduğunu anlayamasın..."

***

Üstadın hiçbir kitabından ya da yazısından o kişiyle ilgili bir ipucu çıkmıyordu...

Bir gün bir yerde uzun bir röportaj verdi...

Orada bir sınıf arkadaşından bahsetti...

Onu bir portre olarak yazdığını söylemiyordu...

Fakat başka bir şeyi anlatırken

"o ünlü kişinin kendisinin sınıf arkadaşı" olduğunu söylüyordu...

Orada verdiği bir ayrıntı, yıllar

önceki kitabındaki Sınıf Arkadaşı portresinde olan ayrıntıydı...

O zaman o portrede yazılan kişinin "Orhan Boran" olduğunu anladım...

Umarım ben bir röportajda tongaya düşmem ve kimse benim yazımdaki kişinin kim olduğunu anlamaz...

Hala içim kıyamaz ona çünkü...

Yazının devamı...

Kalp iki kadını aynı anda taşıyabilir mi?..

Bir kalp iki kadını, aynı anda içinde taşıyabilir mi?..

Bir erkek iki kadına aynı anda aşık olabilir mi?..

22 yıl öncesiydi...

Çok güzel bir kız arkadaşım vardı...

Ancak ilk başlarda mükemmel başlayan ilişkimiz pek de mükemmel gitmiyordu...

Ağır sorunların cenderesinden geçiyordu...

Yine de iyisiyle, kötüsüyle, mutluluğu, ve mutsuzluğuyla ilişki gibi ilişkiydi...

***

Benim kalbimde o vardı...

Başkası girmemişti henüz içeriye...

O zamanlar bir kadın için, erkeğin gösterdiği aşırı ilginin, sıkıcı ve bunaltıcı olacağının farkında değildim...

Kadınların, kendisine aşırı ilgi gösteren erkeğe değil, kendisini seven, ama fazla da takmaz görünen erkeğe deli divane olduklarını bilmiyordum...

Erkeğin gösterdiği ilgiye kadın aynen karşılık vermezdi... Böyle durumlarda erkek hayal kırıklığına uğrardı...

Arka arkaya yaşanan hayal kırıklıkları, uzun bir süre sonra kayıtsızlığa yol açardı...

Erkeğin kayıtsız kaldığı anda ise, inanılmaz bir şekilde kadının ilgisi başlardı...

***

Kaybetme korkusu muydu, gidiyor kaygısı mı bilinmez, öyle anlarda kadın, inanılmaz bir kadınsı hisle erkeği için mücadeleye başlardı...

İlgiden bunalmış görünen kadın gider, erkeğine sürekli ilgi gösteren kadın gelirdi...

Kadın; erkeğin gösterdiği ilgiye değil, ilgisizliğe daha çok karşılık verirdi...

***

Kalbime ikinci kadın girdiğinde, bunları yaşamaktaydım...

Birinci kadın farklı davranmaya başlamıştı... Erkeği için yapmayacağı şey, almayacağı fedakarlık yok gibiydi...

İkinci sevgili ise yeniydi ve birinciden habersizdi...

O sırada munis bir melek gibiydi...

İkinci sevgiliye, varolan sevgilimi henüz itiraf edememiştim...

Ama sevgilimin, yeni bir şeylerin oluşmakta olduğundan haberi vardı... Daha doğrusu görünürde yoktu, ama gerçekte vardı...

***

Birisiyle beraber olup olmadığımı bilmiyordu, ama birisinin hayatımın bir yerinde var olmaya başladığını farkediyordu...

Bunu ancak bir kadın fark edebilirdi...

Bir erkek karşısındaki kadında bunu hiç bir zaman farketmezdi...

Kadın erkeğin, kendisine davranışlarından bir şeyler olduğunu hissederdi...

Kim olduğunu bilemeyebilirdi... Ama birinin olduğunu mutlaka bilirdi...

***

Yaşamımın “aşk anlamında” en çelişkili günlerini yaşıyordum...

Munis bir melek gibi olan yeni sevgiliyle mi hayata devam edecektim; yoksa dolu dolu ama biraz sorunlu yaşadığım ilişkime mi devam etmeliydim...

Sorunun cevabını bulamıyor, ortasında bocalıyor, kalbim ikisiyle birlikte yürüyecek gücü kendisinde bulamıyordu...

Kalp iki aşk için küçük geliyordu...

Birinden birini seçmemi istiyordu...

Bir tarafta hatırı sayılır bir anlayış, diğer yanda ise munis bir bekleyiş vardı...

İki taraftan birinin beni kıracak bir hata yapması için beklemekteydim...

***

Fakat heyhat!.. Hata yapmıyorlardı...

Onlar hata yapmadıkça, beni sonsuz acılara sevkediyorlardı...

Kararsızlık bir gastrit semptomu gibi midemi yakıyordu... Kalbim iki kadını aynı anda taşıyamıyordu...

“Hem onu hem bunu, idare ederim...” diyemiyordum...

Kalbimin bulunduğu o eşikte, onları aynı zamanda taşıyamazdım biliyordum...

Çare yok; birinden birini seçecektim...

Hata da yapmamaya başlamışlardı...

İşim gittikçe zorlaşıyordu...

***

Yağmurlu bir cumartesi sabahı, artık dayanamadığım acılar içinde, bir mektup yazmaya başladım...

El yazımla...

Mektup hayatıma ikinci giren kadınaydı... Birinci kadının varlığından ilk kez o gün, o mektupta söz ettim...

Ondan ayrılmamın ilişkiye haksızlık olacağını, feragat etmekte olduğum kadına anlatıyordum...

Onu çok sevdiğimi, ancak ilk girenin iki yıldır hayatımda olduğunu söylüyor, kendisinden özür diliyordum...

Hayatında fazla mektup yazmış birisi hiç değildim...

Topu topu bir elin parmaklarını geçmezdi yazmış olduğum mektuplar...

Mektubu postaya atmadım; içimden gelmedi...

Kaybolmasını, ya da postada anonimleşmesini arzulamıyordum...

Çok kişisel bir şeydi...

Veriş biçimi de kişisel olmalıydı...

Yazdığım mektubu zarfın içine koydum...

Yeni sevgilinin evinin yolunu tuttum...

Apartman kapısından girdim; evinin kapısının altından içeri attım...

Sonra hızla orayı terkettim...

***

İki yıl birbirimizi hiç görmedik, karşılaşmadık o mektubun ertesinde...

Gururundan bana hiçbir şey söylemedi...

Ben de “yalakalık edip” hayatın o virajını ucuzlatmadım...

Ben, varolan ilişkime ve uzun zamandır sevgilim dediğim kadına döndüm...

Sevgilim de benim dönüşümle birlikte eskiden olduğu gibi kendisi olmaya dönüverdi...

Erkeğinin kendisine döndüğünü fark etmişti...

Mücadele eden ve erkeğini sonsuz ilgilere sürükleyen kadın bir anda gitmişti...

Eski hayat, eskisi gibi yeniye egemen olmuştu...

Aylar sonra ondan bir daha koptuğumda bir daha geri dönmedim...

“Ben artık sevgilimden ayrıldım... Beraber olabiliriz şimdi...” diyerek; öteki kadının karşısına çıkmak çiğliğinde de bulunmadım...

Öğrendim ki, kalbimin o günlerde içselleştirdiği aşkların ikisini aynı anda yaşamak yetisine sahip değildir... Aynı anda iki kadının “aşk”ını kolay kolay taşıyamamaktadır...

***

Bir kadının ise birlikte olduğu erkeğe; aniden artıveren ilgisi esasen erkekle değil, bir başka kadınla doğrudan ilgilidir...

Kadın; bir başka kadın sözkonusu olduğunda daha aktifleşir, daha bir motive olur ve erkeğini daha sahiplenici bir karaktere bürünür...

Kadınlar için önemli olan daima diğer kadınlardır...

Erkekler esasen kadın için; birlikte olmaktan ve görülmekten haz duyulan aksesuarlardır...

Kadın kadını takip eder...

Erkeğe bu takipte dikkat eder...

Kadınsız erkekler başka kadınların ilgisini çekmezler...

Aksesuar dükkanındaki kalabalıktan öteye gidemezler...

- Birkaç yıl önce Cosmo Türk’te yayınlanan yazının genişletilmiş halidir.

*****

NE MUTLU MÜLKİYE’LİYİM VE BASIN YAYIN’LIYIM DİYENE...

Babamla okulun kapısından içeri girdiğimizde 1978’in Eylül ayıydı...

Okulun derslerini duvardaki panodan okuyordum...

Üniversite sınavında “iyi” bir puan almış, ancak işletme fakültesinde okuduğum için, tercih yapmamış, ön kayıtta hangi okulu istersem ona girerim diye düşünmüştüm...

Nasıl olsa İşletme Fakültesi’nde öğrenciydim...

Daha iyisi olursa ön kayıt yaptırırdım...

Olmazsa eski okula devam...

***

Mülkiye’nin Basın Yayın Yüksek Okulu için;

-“Çok iyi bir okul burası... Hem Siyasal’ın müfredatı var... Hem de üstüne gazetecilik ve televizyonculuk eğitimi veriyor... Yeme de yanında yat...” demişlerdi...

Dersleri inceledim;

Hobim olan bütün konular “siyasal ve basın yayında ders niyetine okutuluyordu...”

-“Ben gazeteci olmalıyım...” dedim...

Okula kaydımı yaptırdım...

78 Eylül’ünde girdiğim Mülkiye Basın Yayın’ın bugün 49. yaş günü...

Şimdi maalesef Mülkiye’ye bağlı; Türkiye’nin en prestijli Basın yayın Yüksek Okulu değil orası...

O da araziye uydu ve “İletişim Fakültesi” halini aldı...

Ama bizler için orası hala Mülkiye’nin Basın Yayın’ıdır...

***

Mümtaz Soysal’ı, Bahri Savcı’yı, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Türkkaya Ataöv’ü, Özer Ozankaya’yı, Ünsal Oskay’ı, Bülent Daver’i, Ömer Kürkçüoğlu’nu, Mahmut Tali Öngören’ini ve daha nice aydın beyni o okulda gördüm ve tanıdım...

Siyasalı, hukuğu, iktisadı, gazeteciliği ve televizyonculuğu aynı okulda hatmedip mezun oldum...

Bu yıl 35 yılını doldurmakta olduğum gazeteciliğimin temelini o okul bizlere verdi...

Ne mutlu Mülkiye’liyim ve Basın Yayın’lıyım diyene...

Yazının devamı...

Güzel kadının iki erkeği birbirine düşüren intikamı...

Hanry Razor Sharp (Sylvester Stallone) 33 profesyonel maçını kazanan ve sadece bir maçta yenilen eski bir dünya ağır siklet boks şampiyonudur...

1983 yılında bir defa yenip, bir defa de yenildiği Billy The Kid’e (Robert de Niro) karşı; tie-break yani düğüm maçını yapacakken, ani bir kararla maça çıkmaktan vazgeçer...

Teknik olarak nakavt olmuş sayılır ve 30 yıl boyunca bir daha boks ringine adımını atmaz...

Ringlere o kadar küser ki bir daha boks maçı görmesin diye evine televizyon bile almaz...

***

Razor Sharp’ın maça son anda neden çıkmadığı hiç açıklanmaz...

Oysa Sharp’ın maça çıkmamasının altında kimselere söylemediği derin bir “erkek dramı“ yatmaktadır...

Sharp sevdiği ve kendisini seven kadını, boks için zaman zaman ihmal etmektedir o günlerde...

Genç kadın bir gün Sharp’tan kadınca bir intikam alır...

Sharp’ın dünya şampiyonu rakibiyle birlikte olur...

Birlikteliklerinden hamile kalır ve Kid’in (Robert de Niro) çocuğunu doğurur...

Kid’i hiçbir zaman sevmez...

Hemen terk eder ve bir başkasıyla evlenip, çocuğunu “iyi bir adamın üvey babalığında“ büyütür...

***

Kendisi de bir dünya şampiyonu olan Kid (Robert de Niro), tek yenilgisini aldığı en büyük rakibi Sylvester Stallone’un sevgilisini hamile bırakmış ve ondan bir çocuk sahibi olmuştur...

De Niro’nun hamile bıraktığı kadın (Kim Bassinger) kendisini hiç sevmemekte ve hala en büyük rakibi Razor Sharp’ı (Sylvester Stallone) sevmektedir...

Ona aşıktır ve onunla beraber olmak için “geçmişle bütünüyle hesaplaşmaya hazırdır...”

***

Yüzleşme gerçekleşir...

Kim Bassinger 30 yıl önce kendisini ihmal eden Razor Sharp’ı (Sylvester Stallone) bir kadınla görmüş, yanlışlıkla kendisini o kadınla aldattığını sanmış ve onun üzerine “intikam olarak en büyük rakibiyle beraber olmuştur...”

Aralarına bir kadın ve bir çocuk giren iki efsanevi boksör 30 yıl erteledikleri maçlarını 30 yaşlarında değil, 60 yaşlarına geldiklerinde yapacaklardır...

Sharp 1983 yılında veda ettiği ringe, hayatta en fazla intikam hissiyle dolu olduğu, kadınını elinden alan adama karşı yapacağı boks maçıyla dönecektir...

***

Grudge Match (Hesaplaşma Zamanı) geçen yılın sonunda çekilip, bu yılın başında vizyona giren bir film...

Robert de Niro, Sylvester Stallone ve Kim Bassinger gibi devlerin kastında yer aldığı bir “efsaneler geçidi“ şeklinde...

Filmi dev isimlerin “30 yıl sonra Rocky filmlerini andıran boks maçı havasında izlerseniz“ basit bir hafta sonu filmi özelliğinin ötesine geçemezsiniz...

***

Oysa “kadının hayatı“ üzerinden filmi izlemek daha derin ve daha anlamlı ve daha komplike bir doğruyu sunacak size...

Kim Bassinger’in sevdiği erkekten aldığı intikam perspektifinden filmi izlediğinizde, dünya ağır siklet boks şampiyonu iki devin, bir kadın yüzünden 30 yıldır bitiremedikleri bir hesaplaşmanın derinliğini yaşarsınız...

Bir fantezi olarak gelebilir film size...

Oysa bir fantezi değil bu filmin öyküsü...

Çevrenizde gördüğünüz, kamuoyunu sarsan nice “erkeksi“ çatışmaların ve hesaplaşmaların, temeline derinden baktığınızda “mutlaka bir kadının“ izine rastlarsınız...

“Kadın“ın ilişkilerine bakarsanız, kimin kiminle “ne hesabı“ olduğunu fark edersiniz...

Robert de Niro, Sylvester Stallone ve Kim Bassinger arasında “dev bir intikam maçı hesaplaşması“ gibi görünen Grudge Match’i bu gözle izleyin...

“Bir kadının intikamının nelere kadir olacağını görüp“ uygarlıklar ve çatışmalar tarihinin nüvesine haiz olursunuz...

Hayatı gerçek derin boyutlarıyla anlamlandırmak istiyorsanız, bu filmi “Kim Bassinger’in gözünden, Robert de Niro’yla, Sylvester Stallone’a neler yaptırdığının perspektifinden” izlersiniz...

O zaman hayatı çözme yolunda en önemli adımı atmış olursunuz...

OLİMPİYAT STADINDA OYNAMAK İNTİHARDIR!..

Fenerbahçe maçının oynanacağı Pazar günü öğle saatlerinde Bebek’te, beni gören dostlar maçı soruyorlardı...

Herkesin Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi eze eze yeneceğini söylediği öğle saatlerinde şöyle diyordum bütün soranlara;

-”Ben Beşiktaş-Fenerbahçe beraberliğine razıyım... Erken bir Fenerbahçe golü bekliyorum... Beraberlik iyi sonuç...”

Oturduğumuz kafenin sorumlusu Ercan;

-”Bu dediklerin olmayacak Reha Abi...” diyordu...

-”Maçtan sonra seni arayacağım...”

Arayan soran olmadı...

***

Fenerbahçe maçında hakem maçı katletti...

Elbette 6. hakem ve orta hakem sonucun büyük ölçüde müsebbipleri...

Ama haftalardır, aylardır söylediğim, dost meclislerinde yöneticilere aktardığım gerçeği artık söylemenin zamanıdır...

-”Beşiktaş’ın iç saha maçlarını Olimpiyat stadında oynaması kendi intiharıdır...”

***

Partizan takımını Belgrad’da 4-0 yeniyorsun...

Güya kendi sahan olan Olimpiyat stadında, meleklerin son saniyedeki yardımıyla zar zor 2-1 maçı alabiliyorsun...

Şükrü Saracoğlu’nda sezon öncesi Fenerbahçe’yi yeniyorsun...

Olimpiyat stadında 2-0 yeniliyorsun...

Dün gece meleklerin yardımıyla aldığın maça kadar bu sezon Olimpiyat stadında tek bir galibiyetin yok...

Ligde ve Avrupa Ligi’nde topladığın puanları hep deplasmanda toplamışsın...

***

Beşiktaş; Tottenham maOlimpiyat stadında oynarsa “intihar eder...”

Ligi Olimpiyat’ta oynamak isterse intihar eder...

Kalan bir derbisini Olimpiyat’ta oynamak isterse, yine intihar eder...

Ankara’da o küçük denilen statta 17-18 bin kişi var...

Dün Olimpiyat’ta 11 bin biletli seyirci var...

Hala bu stadı “ev“in olarak belliyorsan; sen intihar etmeye heveslisin demektir...

Yazının devamı...

"Bir erkeğe söylenebilecek en güzel 11 söz..."

"Bir Erkeğe Söylenebilecek En Güzel 11 Söz şöyle..." diyor kadın@kadın.net portalı...

Önce "erkek üzerinde etkili" olacağını düşündükleri sözleri teker teker okuyorum;

'Sana sadığım...'

Bir erkek için belki de en önemli şey sadakat....

Çünkü sevdiği kadının bırakın başka biri ile birlikte olmasını, dostane bir şekilde sarılmasını bile istemez...

Bir erkeğe sadakatinizi kanıtlamanız, onun yerindeki kalbinizi sağlamlaştırır...

***

'Kalbim sana ait...'

Bir erkek için sadık olmanız kadar, kalbinizin de onun olması önemli... Çünkü bir kadın, bir erkeği kalbine alıyorsa o gerçekten değerli bir adamdır ve çoğu erkek bu durumun farkında olur...

***

'Sana saygı duyuyorum...'

İnsan ilişkilerinin temel taşı olan saygı, elbette ki aşk için de oldukça önemli...

Bir erkek için bir ilişki içinde bulunduğu kadının ona saygı duyması, sevdiği kadını gözünde yüceltir...

***

'Sen bilirsin...'

Arada sırada sizin haklı olmanıza ya da sizin doğru seçim yapmanıza rağmen sevgilinize "Sen bilirsin" demeniz sizi ve değerinizi yüceltir...

Çünkü erkekler genellikle bulunduğu ortamda hakimiyet kurmak isterler... Sizin ona bir konu hakkında "Sen bilirsin" diyerek ilişkinin hakimiyetinin onda olduğunu düşünmesini sağlamanızda bir sakınca yok...

Çünkü bu ilişkide asıl güç sizde...

***

'Bana yardım eder misin?..'

Bir erkek ona ihtiyaç duyulmasını ister...

Çünkü küçük yaşlarda aklında yer eden "kahraman olma" olgusu onu bu isteğe iter...

Bir erkeğin 'kahraman olma' dürtüsünün temelinde yatan neden, hayatının ilk kahramanları olan babalarına özenmeleridir...

Onlar gibi evlerinin, eşlerinin ve çocuklarının kahramanı olmak isterler... Bu yüzden bir erkekten kavanoz açmasını istemeniz bile onun için değerli...

Bunu her söylediğinizde her ne olursa olsun kendini güçlü hissedecek ve sizin için güçlü kalmaya çalışacak...

***

'Seni önemsiyorum...'

Biri tarafından önemsenmek, düşünülmek ve sevilmek dünyada bir insan için en güzel şeylerden biri...

Çünkü yalnız, mutsuz veya değersiz hissettiği her an sizin söylediğiniz bu güzel cümleyi hatırlayacak ve "Ben bu hayatta yalnız, güçsüz ya da önemsiz değilim... Çünkü o beni önemsiyor" diye düşünecek...

***

'Sensiz zaman geçmiyor...'

Bazen bir erkeğin az da olsa egosunu okşamak gerekir...

Yaşları kaç olursa olsun söz konusu aşk olunca çoğu erkek bir çocuk gibi olur... Ona, 'Sensiz zaman geçmiyor' demeniz, ona değer verdiğinizi ve onu zaman kadar önemsediğinizi düşündürerek kendini iyi hissettirir...

***

'Ailene hürmetlerimi ilet...'

Bir erkek sizi sevebilir ama müstakbel eşi olarak görmesi için yapmanız gereken şey; ailesine ondan çok saygı duymak, bol bol sevgilerinizi ve saygılarınızı iletmektir...

Unutmayın ki söz konusu bir aile kurmak olunca erkeklerin evleneceği kadında aradığı özellikler değişir...

***

'Bu konuyu sakin kafa ile konuşuruz...'

Sanırız ki bir erkek için can simidi olan bu söz, sizin de işinize gelecek... Kavganın en şiddetli anında her akıllı kadın gibi biraz kendinizi tutup, "Bu konuyu sakin kafa ile konuşuruz" demeniz karşı tarafta sizin gerekli yerde alttan almayı bilen anlayışlı bir kadın olduğunuzu fark ettirecek...

***

'Seni anlıyorum bir tanem...'

Neredeyse hiç dile getirmese de, bir erkek en az bir kadın kadar anlaşılmak ister... Çoğu erkek kapalı bir kutudur ve içinde genellikle aşkın, sevginin, hayat yorgunluğunun ve hiç dile getirmediği düşüncelerin olduğu bir dünya barındırır...

Bir erkeğe 'Seni anlıyorum bir tanem' demek, onun biriciği olmanıza yeter...

***

'Sen yaparsın, benim sana güvendiğim kadar kendine güven yeter...'

Daha önce bir erkeğin içinde yatan 'kahraman olma' dürtüsünden bahsetmiştik...

Kendisine karşı güven duyulma ve cesaretli olma isteği bu duruma paralel olsa da aslında birbirlerinden farklı isteklerdir...

Bir insanın ona koşulsuz güven duyup, onu cesaretlendirmesi; erkeğe hayat ile savaşmak için büyük bir güç verir...

*****

ERKEĞİ BAŞTAN ÇIKARTAN ŞİFRE...

Kadın@kadın.net portalının "erkeği etkileme yollarıyla" ilgili tavsiyelerine bakınca hepsinin "mantıklı, ikna edici ve duyguları tetikleyici" önermeler olduğunu görüyorum...

Ancak "şifre" bu önermelerin çok ötelerinde bir yerde...

Duyguları etkileyen bütün sözler, söylendiklerinde etkili olabilirler...

Fakat bu etki bir süre sonra "sözlerin uçup gitmesiyle" yok olur gider...

***

Uçup gitmeyen şey "sözler" değil, "niyet" ve "samimiyet"tir...

Önemli olan; söylediğiniz şeylerde "samimi" olmanız, onları söylerken onları içinizde hissetmeniz...

"Hap" şeklinde kadınlara veya erkeklere "rol" niyetine verilen bütün formüller; "bir taktik, bir strateji, bir algı yönetimi becerisi"yle ilgili...

***

Oysa erkek ya da kadın karşısındakine bunların hangisini söylerse söylesin; söylerken eğer içinde hissetmiyorsa, gerçek duygularını değil, söylemesi gerektiği için söylüyorsa, samimi değilse, bir süre sonra o sözlerin "etkileme" amacıyla söylendiği ortaya çıkar...

O zaman bu sözler; bırakın sevginize ve sadakatinize yönelik ikna edici bir rol üslenmeyi, "yalancılığı, riyakarlığı ve aldatmayı" sembolize eden örnekler olarak belleklere işler...

***

Yaratmayı düşündüğünüz etkinin tam tersinin gerçekleştiğini görürüz

Karşınızdaki erkeği, ya da kadını etkileyeceğim derken; etkilemeyi düşündüğünüz kişi "sizin riyakar, yalancı ve güvenilmez" olduğunuzu düşünür...

Rol şeklinde sunulan "hap"lar felakettir...

Onları terk edin...

Samimiyetinize sahip çıkın...

"Hap"larda söylenen sözler, gerçek niyetinizse söylemekten çekinmeyin...

Gerisini çöpe atın...

"Dört dörtlük olmak" değil; "dört başı mamur bir samimiyet"tir insana etki eden...

Yazının devamı...

Acı var mı acı?..

Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olamazsa, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz...

CONFUCIUS

***

En tatlı şarkılar en acı duyguları dile getirenlerdir...

SHELLY

***

Yardıma çağırdığım şey

acılardır....

Çünkü onlar dosttur ve iyi öğütler verirler.

GOETHE

***

Geçmişteki acılarımıza gülümseyerek baktığımız anda büyümüşüz demektir...

KHIEW

***

Yoksulluk içinde, mutlu anları hatırlamaktan daha büyük bir acı yoktur...

DANTE

***

Büyük bir acı içinde bulunduğumuz zaman, yok olmayı vahşi bir zevkle düşünürüz...

FOUQUET

***

Kendi acımız, bize başkalarınınkini paylaşmayı öğretir...

GOETHE

***

Acı tanımamış olmak, büyük bir acıdır...

CICERO

***

Geçmişte çektiğimiz acılar bize, çekmekte olduğumuzdan daima daha hafif görünür...

ANNUNZIO

***

Acı çekmeyenler, başkalarının acı çekebileceğini akıllarına bile getiremezler...

Samuel JHONSON

NASIL BİR ADALET?..

Adalet güzeldir fakat liderlerde olursa daha güzel olur.

Hz.MUHAMMED

***

Ülkeler kılıçla alınır; ancak adaletle korunur...

TİMURLENK

***

Adalet, haksız olana haksızlık gibi gelir...

Çünkü her insan kendi gözünde suçsuzdur...

Daniel DEFOE

***

Kuvvete dayanmayan adalet güçsüz...

Adalete dayanmayan kuvvet acımasızdır...

B.PASCAL

***

Adaletin yasalarında bile mutlaka adaletsiz bir taraf vardır...

MONTEIGNE

***

Adalet dünyadan kalkarsa,insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz...

I. KANT

***

Adaletsiz bir ülke mezbahadan başka bir şey değildir...

CLEMENCEAU

***

Geciken adalet adaletsizliktir...

W.S.LANDOR

***

Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmesi yerine, adaletli olup yalnız kalman daha iyidir...

M.GANDI

AFFEDEBİLİR MİSİN?..

Hiç kimse,affettiği zaman olduğu kadar yükselemez.

GOETHE

***

Düşmanı affetmek, dostu affetmekten daha kolaydır...

D.DELUZY

Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır...

SCHILLER

***

Affedilmenin verdiği acı kadar kötü bir şey olamaz...

G.MAUPASSANT

NEYE AÇSINIZ?

Karnı açlardan çok, kalbi açlara acırım...

Cenap ŞAHABETTİN

***

Kral da dilenci de aynı iştahla acıkır...

MONTEIGNE

***

Açlık ne dost, ne akraba, ne insanlık ne de hak tanır...

Daniel DEFOE

AHLAK VE AHLAKSIZLIK:

Milletler parasızlıktan değil ahlaksızlıktan çökerler...

CICERO

39.Kötü ahlaka sahip insan kırılmış saksı gibidir, ne saksıdır ne de çamur...

Vehb Bin MÜNEBBİH

"APTAL"

Konuşup da aptallığınızı belli etmektense susup akıllı sanılmak daha iyidir.

Abraham LINCOLN

***

Kendini akıllı sananlar kadar, aptalı yoktur.

SENECA

***

Aptal görünmeye cesaret etmek büyük bir akıllılıktır...

Andre GIDE

VE AŞK İÇİN İKİ SATIR...

Aşk herkesi eşit kılar.

CERVANTES

***

Aşk, çılgınlık değilse aşk değildir...

BARCA

Yazının devamı...

Alımlı ve hoş kadının intikamı...

Yıllar önce, çok hoş ve alımlı bir kadınla “başlamamam gereken” bir ilişkiye başlamıştım...

Gönlümün hiç ferman dinlemediği günlerdi.

Bir süre sonra, “duygusal olarak beni sıkıştıran” ilişkiyi devam ettiremeyeceğimi anladım...

Ondan yavaş yavaş koparcasına uzaklaştım...

***

Kopuş nedeni, alımlı ve hoş kadını sevmeme veya beğenmeme değil, “kalbimin bu ilişkiden çok yorulacağını” hissetmemdi...

Ne ki; alımlı ve hoş kadın, benim bu ayrılışımı hayra yormadı...

Bunu içten içe bir “ego meselesi” yaptığını fark ediyordum...

Üzerinden bir süre geçtikten sonra yaşadığım “medyatik bir aşk”, “onunla ayrılışın egozantrik tohumlarını tetikledi...”

Gururu bana hiçbir şey söyletmiyordu...

Ancak gururunun söylettirmediklerini; benden adım adım sonsuz bir intikam alarak gerçekleştirmeye girişti...

O günden itibaren etrafındaki bütün erkekleri bana karşı tetiklemeye başladı...

***

Onlara beni kötülüyor; onları bana karşı kıskandırıyor, onların erkeksi egolarını bana karşı harekete geçiriyordu...

Bunları öylesine ustalıkla ve tahrik edici bir şekilde yapıyordu ki, bir grubun bütün üst düzey erkek yöneticileri üzerime yönelmeye başarmıştı...

Kalbimde yer almış kadınlara, tepki duysam da düşmanlık duymazdım kolay kolay...

Ona karşı da duymadım...

Onun ise tepkisi ve egozantrik misillemesi son bulmak bilmiyordu...

***

Bir gün, benimle hiç alakası olmayan bir olayı fırsat bilip, manipüle ederek, genç ve güzel bir kadının eski nişanlısını bana karşı tahrik etti...

İçkili nişanlı çok tehlikeli bir eyleme girişti...

Olayı büyük bir sükunetle yönetmeye çalıştım...

Eski nişanlının hayatını mahvedecek eylemi, hiçbir şey olmamışcasına kapattım...

***

O gün, “Hoş, alımlı ve insanlara ne yapacaklarını söyleyecek konumda bulunan kişilerin” bile ne kadar tehlikeli olabileceğini anladım...

Alımlı ve hoş kadın, benden intikam almaktan vazgeçmedi...

Çocuklarım olduktan sonra, bu kez bir başka itibarsızlaştırma kampanyasında aktif rol almak istedi...

Ancak hayat artık benim açımdan değişmişti...

Çocuklarım vardı ve onlar için, kendime yapılanlara gösterdiğim toleransı göstermeyecektim...

***

Ona ilk defa farklı bir ses tonuyla telefon ettim...

Sakindim; fakat ses tonum çok kararlıydı...

- “Çocuklarımın hayatını etkileyecek bir şey yaparsan, hayatın sana da aynı şekilde döneceğini düşün...” dedim...

Anlamamış gibi yaptı...

Anlamıştı...

O günden sonra bire bir intikam almaktan vazgeçti...

Onun yerine beni “bir isim olarak” toplumda yok farz ettirmeye çalışıyordu...

***

Yaşadığım olay bir kadının gerçekte kendisine yönelik yapılmasa da “egosunun incindiğini düşündüğü“ anda “nasıl bir intikam arzusuna saplanabileceğini ve ne kadar tehlikeli olabileceğini“ göstermişti...

Hayatı “kadın” yönetirdi...

Hayatı ve erkekleri kadın tetiklerdi...

Tetikleme gücü ve yönetme becerisi o kadar komplikeydi ki, bir erkek onun karşısında çaresizdi...

Ancak “kadın” bir şeytan değildi...

Şeytanlık gibi gözüken bütün şeylere rağmen erkeğe karşı “kör” noktaları vardı...

Erkek; bir kadın olarak ona saygı duymalı ve bunu göstermeliydi...

Yıllar önce “hoş ve alımlı kadından” kopma nedenimin, “kendisine karşı içinden çıkamadığım bir duygusal sıkışıklık olduğunu” söyleyememiştim...

Hoşluğu ve alımlı halinin gözümde hiç değişmediği gerçeğini anlatabilseydim eğer; bana yaptıklarının hiçbirisini yapmayacaktı...

Uzun zamandır görüşmüyoruz...

Başka bir ilişkisi ve başka bir hayatı var...

Üzerinden çok uzun yıllar geçti...

Nedense güzel bir çift gözün uzaktan takibinde olduğum hissini hiç atamıyorum...

*****

KAYIP KIZ'IN "KOCASINDAN ALDIĞI KADINSI İNTİKAMI..."

Nick Dunne 5. evlilik yıldönümünü kutlayacakları gün eve gittiğinde karısının evde olmadığını görür...

Evin salonunda boğuşma izleri vardır...

Karısı bir boğuşmanın sonunda evden gitmiş ya da cesedi götürülmüş gibi gözükmektedir...

Hemen polisi arar...

Karısının kaybolduğunu söyler...

***

Bir süre sonra, "kayıp eş"in kaybolma nedeninin; "kendisini aldattığını düşündüğü kocasından intikam amacıyla planladığı korkunç bir operasyon" olduğu anlaşılmaya başlanır...

Kaybolan kadın "öldü" diye düşünülürken; ortadaki tek suçlu "kocası" haline gelir...

***

Genç kocanın cinayet suçundan kurtulabilmesinin tek yolu, eski karısının istediklerini yapmak ve onu bir türlü eve dönmeye ikna etmektir...

Aksi halde hapse girecek ve idam cezası olan eyalette, idama gidecektir...

***

Kayıp Kız filmi, Benjamin Button'ın Bir Tuhaf Hikayesi ve Panik Odası filmlerinin usta yönetmeni David Fincher'in bir filmi...

İkibuçuk saatlik film, insanı hiç sıkmayan bir tempoda sürekli bir gerilim içinde devam ediyor...

Film Gillian Flynn'in best-seller olan başdöndürücü romanı 'Kayıp Kız'dan sinemaya uyarlandı...

Filmde kocayı son yılların popüler Hollywood aktörü Ben Affleck oynuyor...

***

Filmin seveceğiniz ve heyecanlanacağınız müthiş sahneleri var...

Ancak filmden çıkarken çok önemli bir şifreyi çözerek sinema salonunu terk etmeniz mümkün...

En şeytani planları yapsa da sonunda "bir kadını" gerçekten anlamak istiyorsanız, "kocasının karısını eve dönmesi için çağırdığı televizyon röprotajını izleyin..."

Orada bulacağınız şifreler, "kadının gerçek şifreleridir..."

Yapılabilinir veya yapılamaz...

Ayrı bir tartışma o...

Ama şifreler orada öylece duruyorlar...

Kullanabilecek kocalar ve erkekler için...

Yazının devamı...

Çapkın kadınlar..

Bir erkeğin beraberindeki kadını “okumasıyla”, o kadının kendi hayatını “yazması” birbirinden çok farklıdır...

Bir kadın, erkeğe uzun süreli tavır yapıyorsa altında mutlaka “okunması gereken” farklı bir hal bulunur...

Kadın-erkek beraberliklerinde ilişki devam ederken; kadın eski sıklıkta aramıyorsa, durumun mutlaka önemli bir nedeni vardır...

Büyük olasılıkla bir başka erkek kadının hayatında dolaşmaya başlamaktadır...

***

Erkek; empati yeteneğinden biraz yoksundur...

Kadının aramasındaki seyrekliği “şerre” yormaz, “hayra” yorar...

-“İşi vardı aramadı...”

-“Arkadaşlarıyla buluşmuştu vakit bulamadı...”

-“Ailesiyle beraber olacaktı, zaman bulamadı...” gibi fazla derine inmeyen, kendini aldatan gerekçelerle avunur...

Oysa bir kadının bir erkeğe duyduğu ilgi, onu sürekli kontrol etmek istemesinden anlaşılır...

Aslında sürekli kontrol, kadının ilgisinin sadece o erkekte olduğunu kesinlikle göstermez ama kontrol yoksa ilgi zaten hiç yoktur...

Erkek boşuna heveslenmemelidir...

***

Bir kadın;

Ailesini...

Arkadaşlarını...

İşini gücünü...

Bahane edip aramaları seyrekleştirmişse;

Ya gözüne kestirdiği...

Ya kafasına taktığı...

Ya da yakında hayatını değiştirmek üzere bulunduğu;

Ve ona göre kendini hazırladığı bir durumu mutlaka vardır...

Kadınlar erkekler gibi değildir...

Birkaç işi bir arada yapabilme yeteneğine sahiptir...

***

Kadınların bu özelliğine rağmen; Telefonları seyrekleşmişse...

Buluşma istekleri azalmışsa...

Yapılacak işlerin çoğaldığını söylüyorlarsa...

Etrafta başka potansiyel adaylar var demektir...

Kadın gözünde “yeni bir arayış, yeni bir seçim, iyi olanın kazanmasanı isteyeceği bir rekabet” başlamış demektir...

***

Erkekler, bu durumları çoğunlukla farketmezler... Kendileri sözkonusu olduğunda, kadınların “başka” arayışlarına ihtimal vermezler...

Onlara göre, “arananlar” hep başka kadınlardır...

Kendilerine pas verenler, müthiş cazibelerinden etkilenen mutsuz kadınlardır...

Kendi sevgilileri ve kadınları zaten “onlar için vardır...”

Erkeğin; annesi ile sevgilisini karıştırdığı bilinçaltı kördüğümüyle alakalı bir durumdur...

Tedavisi çok zordur...

***

Sadece kendisi “kadını için vazgeçilmezdir!..”

Diğer kadınların sevgilileri ise geçersizdir...

Onu anlamamakta ve o kadın da kendisi gibi müthiş bir erkeğe pas vermektedir...

Oysa erkek bilmez ki, yanında ya da uzağında beraber olduğu kadın mutsuzsa, hatta mutluysa fakat herhangi bir nedenle arayıştaysa; o da aynı “denemelerde” bulunacaktır...

Bu durumu erkeğe anlatmak imkansızdır...

***

Erkek bir taraftan kıskanır...

Bir taraftan da kendi yanındaki kadına çapkınlığı konduramamaktadır...

Korkusu...

Özgüven eksikliği...

Cinsel yetersizlik güdüsü sonucu; “kadın çapkınlıklarından” korkar...

Daha doğrusu “çapkın kadınlardan” korkar...

***

Çapkın kadınlardan korkan erkek, yanındaki kadının çapkınlığının düşüncesine tahammül edemez...

Onun için kendi sevgilisi;

Munis, mazbut, prensipleri ve duruşları olan bir kadın olacaktır...

Oysa hayatta kimse hele hele bir kadın hiçbir zaman munis değildir...

Sadece munis gibi gözükebilir...

***

Hayatta kimse mazbut değildir...

Olsa olsa duruma göre mazbut olabilir...

Hayatta prensipleri ve duruşları olan ve bunları hiçbir zaman değiştirmeyeceği düşünülen kadın konusu ise alaboraya çok açık bir konudur...

Kadın; dogmalar peşinde koşmaz...

Elastikiyeti yüksektir...

Şartlara ve durumlara uyum sağlar...

Bunu bir döneklik trajedisinde değil, “şartlara uygunluk” kontekstinde değerlendirir...

Kadın şartlara uyumu hayat için zorunlu görür...

Çocuk yetiştirme geni bu durumunu kronikleştirir...

***

Kadınlarından; “hayatın her şartı altında değişmez bir duruş ve prensip bekleyen erkekler yaya kalırlar...”

Kadının tek bir duruşu ve prensibi vardır...

Ayakta kalabilmek...

Yavrusunu hayatta tutabilmek...

Geri kalan her şey duruma göre değişebilir; değişecektir...

Ötesi bir aldatmacadan ibarettir...

***

Bir kadının aramaları seyrekleşti mi durum erkeği için “hayır” değil, “şer”dir...

Bir kadının erkeğe ilgisi devam ediyorsa eğer, başına ne gelirse gelsin onu aramadan edemez...

Kısa süreli “yeni bir durum dayatma, çapkınlıklarından usanma, evlilik ya da nişan planlama blöflerinin” dışında uzaktan ya da yakından erkeği kontrol etmeden yaşayamaz...

İşini, arkadaşını, annesini, babasını bahane ederek seyrekleştiriyorsa eğer aramalarını...

Yavaş yavaş “uzuyor” demektir...

Erkeğe de “ikilemek” düşecektir...

CADILAR BAYRAMI’NDA BİR “ÇAPKIN AŞK...”

İlkokul birinci sınıfa giden çocuklarım söylediler;

“Cadılar Bayramı’nın iki gün önce kutlanıp bittiğini...”

Yüzümden belli belirsiz bir gölge geçti...

Yirmibeş yıl önceki bir Cadılar Bayramı partisi geldi gözümün önüne...

Uzaklarda...

Ege’nin öbür yakasında...

Halloween partisinde başlayan bir “çapkın aşkın derin izleri” çarptı yüzüme...

***

“Hasat bitti Kış geldi” demekti Cadılar Bayramı ya da Halloween...

Kış gelirken başlayan “çapkın aşkın” hüzünlü gölgeleri çöktü yüzüme dün; yirmibeş yılın ertesinde...

Kolay başlamıştı...

Zor bitti...

Çocuklar oynamaya gitti...

Geceyle Kış Ege’nin bu yakasına düşmek üzereydi...

Yirmibeş yıl önceki, bir Atina gecesinin içinden süzülerek gelmekteydi kış...

Usul usul...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.