Kalp iki kadını aynı anda taşıyabilir mi?..
.
Bir kalp iki kadını, aynı anda içinde taşıyabilir mi?..
Bir erkek iki kadına aynı anda aşık olabilir mi?..
22 yıl öncesiydi...
Çok güzel bir kız arkadaşım vardı...
Ancak ilk başlarda mükemmel başlayan ilişkimiz pek de mükemmel gitmiyordu...
Ağır sorunların cenderesinden geçiyordu...
Yine de iyisiyle, kötüsüyle, mutluluğu, ve mutsuzluğuyla ilişki gibi ilişkiydi...
***
Benim kalbimde o vardı...
Başkası girmemişti henüz içeriye...
O zamanlar bir kadın için, erkeğin gösterdiği aşırı ilginin, sıkıcı ve bunaltıcı olacağının farkında değildim...
Kadınların, kendisine aşırı ilgi gösteren erkeğe değil, kendisini seven, ama fazla da takmaz görünen erkeğe deli divane olduklarını bilmiyordum...
Erkeğin gösterdiği ilgiye kadın aynen karşılık vermezdi... Böyle durumlarda erkek hayal kırıklığına uğrardı...
Arka arkaya yaşanan hayal kırıklıkları, uzun bir süre sonra kayıtsızlığa yol açardı...
Erkeğin kayıtsız kaldığı anda ise, inanılmaz bir şekilde kadının ilgisi başlardı...
***
Kaybetme korkusu muydu, gidiyor kaygısı mı bilinmez, öyle anlarda kadın, inanılmaz bir kadınsı hisle erkeği için mücadeleye başlardı...
İlgiden bunalmış görünen kadın gider, erkeğine sürekli ilgi gösteren kadın gelirdi...
Kadın; erkeğin gösterdiği ilgiye değil, ilgisizliğe daha çok karşılık verirdi...
***
Kalbime ikinci kadın girdiğinde, bunları yaşamaktaydım...
Birinci kadın farklı davranmaya başlamıştı... Erkeği için yapmayacağı şey, almayacağı fedakarlık yok gibiydi...
İkinci sevgili ise yeniydi ve birinciden habersizdi...
O sırada munis bir melek gibiydi...
İkinci sevgiliye, varolan sevgilimi henüz itiraf edememiştim...
Ama sevgilimin, yeni bir şeylerin oluşmakta olduğundan haberi vardı... Daha doğrusu görünürde yoktu, ama gerçekte vardı...
***
Birisiyle beraber olup olmadığımı bilmiyordu, ama birisinin hayatımın bir yerinde var olmaya başladığını farkediyordu...
Bunu ancak bir kadın fark edebilirdi...
Bir erkek karşısındaki kadında bunu hiç bir zaman farketmezdi...
Kadın erkeğin, kendisine davranışlarından bir şeyler olduğunu hissederdi...
Kim olduğunu bilemeyebilirdi... Ama birinin olduğunu mutlaka bilirdi...
***
Yaşamımın “aşk anlamında” en çelişkili günlerini yaşıyordum...
Munis bir melek gibi olan yeni sevgiliyle mi hayata devam edecektim; yoksa dolu dolu ama biraz sorunlu yaşadığım ilişkime mi devam etmeliydim...
Sorunun cevabını bulamıyor, ortasında bocalıyor, kalbim ikisiyle birlikte yürüyecek gücü kendisinde bulamıyordu...
Kalp iki aşk için küçük geliyordu...
Birinden birini seçmemi istiyordu...
Bir tarafta hatırı sayılır bir anlayış, diğer yanda ise munis bir bekleyiş vardı...
İki taraftan birinin beni kıracak bir hata yapması için beklemekteydim...
***
Fakat heyhat!.. Hata yapmıyorlardı...
Onlar hata yapmadıkça, beni sonsuz acılara sevkediyorlardı...
Kararsızlık bir gastrit semptomu gibi midemi yakıyordu... Kalbim iki kadını aynı anda taşıyamıyordu...
“Hem onu hem bunu, idare ederim...” diyemiyordum...
Kalbimin bulunduğu o eşikte, onları aynı zamanda taşıyamazdım biliyordum...
Çare yok; birinden birini seçecektim...
Hata da yapmamaya başlamışlardı...
İşim gittikçe zorlaşıyordu...
***
Yağmurlu bir cumartesi sabahı, artık dayanamadığım acılar içinde, bir mektup yazmaya başladım...
El yazımla...
Mektup hayatıma ikinci giren kadınaydı... Birinci kadının varlığından ilk kez o gün, o mektupta söz ettim...
Ondan ayrılmamın ilişkiye haksızlık olacağını, feragat etmekte olduğum kadına anlatıyordum...
Onu çok sevdiğimi, ancak ilk girenin iki yıldır hayatımda olduğunu söylüyor, kendisinden özür diliyordum...
Hayatında fazla mektup yazmış birisi hiç değildim...
Topu topu bir elin parmaklarını geçmezdi yazmış olduğum mektuplar...
Mektubu postaya atmadım; içimden gelmedi...
Kaybolmasını, ya da postada anonimleşmesini arzulamıyordum...
Çok kişisel bir şeydi...
Veriş biçimi de kişisel olmalıydı...
Yazdığım mektubu zarfın içine koydum...
Yeni sevgilinin evinin yolunu tuttum...
Apartman kapısından girdim; evinin kapısının altından içeri attım...
Sonra hızla orayı terkettim...
***
İki yıl birbirimizi hiç görmedik, karşılaşmadık o mektubun ertesinde...
Gururundan bana hiçbir şey söylemedi...
Ben de “yalakalık edip” hayatın o virajını ucuzlatmadım...
Ben, varolan ilişkime ve uzun zamandır sevgilim dediğim kadına döndüm...
Sevgilim de benim dönüşümle birlikte eskiden olduğu gibi kendisi olmaya dönüverdi...
Erkeğinin kendisine döndüğünü fark etmişti...
Mücadele eden ve erkeğini sonsuz ilgilere sürükleyen kadın bir anda gitmişti...
Eski hayat, eskisi gibi yeniye egemen olmuştu...
Aylar sonra ondan bir daha koptuğumda bir daha geri dönmedim...
“Ben artık sevgilimden ayrıldım... Beraber olabiliriz şimdi...” diyerek; öteki kadının karşısına çıkmak çiğliğinde de bulunmadım...
Öğrendim ki, kalbimin o günlerde içselleştirdiği aşkların ikisini aynı anda yaşamak yetisine sahip değildir... Aynı anda iki kadının “aşk”ını kolay kolay taşıyamamaktadır...
***
Bir kadının ise birlikte olduğu erkeğe; aniden artıveren ilgisi esasen erkekle değil, bir başka kadınla doğrudan ilgilidir...
Kadın; bir başka kadın sözkonusu olduğunda daha aktifleşir, daha bir motive olur ve erkeğini daha sahiplenici bir karaktere bürünür...
Kadınlar için önemli olan daima diğer kadınlardır...
Erkekler esasen kadın için; birlikte olmaktan ve görülmekten haz duyulan aksesuarlardır...
Kadın kadını takip eder...
Erkeğe bu takipte dikkat eder...
Kadınsız erkekler başka kadınların ilgisini çekmezler...
Aksesuar dükkanındaki kalabalıktan öteye gidemezler...
- Birkaç yıl önce Cosmo Türk’te yayınlanan yazının genişletilmiş halidir.
*****
NE MUTLU MÜLKİYE’LİYİM VE BASIN YAYIN’LIYIM DİYENE...
Babamla okulun kapısından içeri girdiğimizde 1978’in Eylül ayıydı...
Okulun derslerini duvardaki panodan okuyordum...
Üniversite sınavında “iyi” bir puan almış, ancak işletme fakültesinde okuduğum için, tercih yapmamış, ön kayıtta hangi okulu istersem ona girerim diye düşünmüştüm...
Nasıl olsa İşletme Fakültesi’nde öğrenciydim...
Daha iyisi olursa ön kayıt yaptırırdım...
Olmazsa eski okula devam...
***
Mülkiye’nin Basın Yayın Yüksek Okulu için;
-“Çok iyi bir okul burası... Hem Siyasal’ın müfredatı var... Hem de üstüne gazetecilik ve televizyonculuk eğitimi veriyor... Yeme de yanında yat...” demişlerdi...
Dersleri inceledim;
Hobim olan bütün konular “siyasal ve basın yayında ders niyetine okutuluyordu...”
-“Ben gazeteci olmalıyım...” dedim...
Okula kaydımı yaptırdım...
78 Eylül’ünde girdiğim Mülkiye Basın Yayın’ın bugün 49. yaş günü...
Şimdi maalesef Mülkiye’ye bağlı; Türkiye’nin en prestijli Basın yayın Yüksek Okulu değil orası...
O da araziye uydu ve “İletişim Fakültesi” halini aldı...
Ama bizler için orası hala Mülkiye’nin Basın Yayın’ıdır...
***
Mümtaz Soysal’ı, Bahri Savcı’yı, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Türkkaya Ataöv’ü, Özer Ozankaya’yı, Ünsal Oskay’ı, Bülent Daver’i, Ömer Kürkçüoğlu’nu, Mahmut Tali Öngören’ini ve daha nice aydın beyni o okulda gördüm ve tanıdım...
Siyasalı, hukuğu, iktisadı, gazeteciliği ve televizyonculuğu aynı okulda hatmedip mezun oldum...
Bu yıl 35 yılını doldurmakta olduğum gazeteciliğimin temelini o okul bizlere verdi...
Ne mutlu Mülkiye’liyim ve Basın Yayın’lıyım diyene...