Şampiy10
Magazin
Gündem

60 yıllık aşkın varoluşçuluğunda...

Yahudi bir babadan ve Katolik bir anneden dünyaya geldi Andre Gorz...

Viyana’da...

Tarihler 1923 yılının Şubat ayını gösteriyordu...

***

Dönem Yahudi düşmanlığının zirve yapmaya başladığı yıllardı...

Özellikle ailecek yaşadıkları Avusturya’da...

Babası 1930 yılında Musevilikten Katolik’liğe geçti...

Annesi kendisini; Hitler faşizminden korumak için, Katolik Enstitüsü’ne gönderdi...

***

Lozan’da Politeknik okulunu bitirdi...

Kimya mühendisi olduğunda daha 22 yaşındaydı ve yıl 1945’di...

O yıl Fransızların ünlü düşünürü Jean Paul Sartre’la tanıştı... Varoluşçuluk ile Marksizmi birleştiren Modern Zamanlar (Les Tempes Modernes) dergisi etrafında toplanan ekolün en güçlü kalemlerinden biri haline geldi...

***

Paris’in yeni bir kışla tanıştığı 1947 yılının soğuk bir gecesinde Dorine isimli genç kızı dansa kaldırdı...

Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu...

Hiçbir kadınla iki saatten fazla olamayan Andre, o andan sonra bir daha Dorine’siz olamayacağını anladı...

Bütün bir ömrü boyunca ondan ayrı yaşayamayacaktı...

Böyle yazmıştı mektubunda...

*****

HAİN (LE TRAİTRE) VE KİTABIN ARKASINDAKİ KADIN...

Andre ilk zamanlar evliliği bir burjuva kurumu olarak görüyor ve evliliğe karşı çıkıyordu...

Ancak Dorine “unutulmaz bir roman karakteri”ni andırıyordu...

Kızıl kestane rengi saçları vardı...

Son derece zeki, entelektüel ve kendine güveni olan güzel bir kadındı...

***

Bulundukları her çevrede, tanıştığı herkesi cezbederdi...

En yoksul oldukları günlerde bile ışıltısını hiç kaybetmezdi Dorine...

***

Hayatı tümüyle dolu dolu ve sindirerek yaşamayı seçmişti...

Andre yazar depresifliğine sahip, çoğu zaman endişeli ve kaygılı bir adamdı...

Dorine ilişkileri boyunca kendi üstün özelliklerini hiçbir zaman ön plana çıkarmadı...

Kocasını hep yazmaya teşvik etti...

***

Yarı otobiyografi olan Hain (Le Traitre) kitabı çıktığında Andre Gorz entelektüel dünyada tanınır bir isme sahip oldu...

Kitabı yazdırtan, arkasında duran ve her şeyiyle kendisine destek veren kadın Dorine’di...

***

Oysa o inanılmaz bir cimrilikle kitapta ondan çok az söz etmişti...

Sonra kendisinden özür diledi ona gönderdiği mektubunda:

-“Birlikteliğimiz benim hayatımın en değerli şeyi olduğu halde, yazdıklarımda neden bu kadar az yer alıyorsun?..

Neden Hain kitabında seninle ilgili yanlış ve gerçeklikten uzak bir imge yarattım acaba?..”

***

Belki de kadınını başka erkeklerden kıskandığı içindi yazılarındaki bu cimrilik hayatının kadınına karşı?..

***

Erkekler sevdikleri kadınları belli belirsiz kıskanırlardı ve ondan fazla bahsetmeyerek kadınları üzerine ilgi yoğunlaşmasının önlemek isterlerdi...

Andre de muhtemelen bilinçaltı Dorine’i onun için saklamak istemişti...

*****

KANSER...

Yıllar birbirini kovaladı...

1970’li yılların başında Dorine nedeni belirsiz baş ağırlarından ve kasılmalardan muzdarip olmaya başladı...

Terapiler ve muayeneler sonuçsuz kaldı...

***

Ağrılar dayanılamaz noktaya geldiğinde Dorine yatakta bile uzanamaz hale gelmişti...

Gecelerini, balkonda, ayakta durarak ya da koltukta oturarak geçirmeye başlamıştı...

***

Andre, Dorine’e yardımcı olmak için çırpınıyordu...

Bütün tıp dergilerini ve kaynaklarını karıştırıyordu...

-“Her şeyi paylaştığımıza inanmak istemiştim...

Ama sen yaşadığın acıda tek başınaydın...” dedi...

***

1982 yılında Dorine’in kanser olduğu ortaya çıkar...

O sırada dünyanın en etkin yayın organlarından La Nouvelle Observateur’un Genel Yayın Yönetmeni’dir Andre...

*****

“SANA HALA AŞIĞIM...”

İşinden hemen ayrıldı...

Paris’e 1.5 saat mesafede bahçe içinde bir evde karısının bütün bakımını üstlendi...

Artık karısını hayatta tutmak için yaşayacaktı... Dünyanın en etkili dergilerinden birindeki genel yayın yönetmenliği ilgisi çekmiyordu...

O Dorine’ini yaşatmak istiyordu...

Ona bakacak, onun iyileşmesi için uğraşacaktı...

***

Hayatında yazmak ve karısı dışında başka bir uğraşı kalmamıştı...

Yaklaşık 25 yıl Dorine’le Paris’e birbuçuk saat mesafedeki o evde yaşadı Andre...

2007 yılının Nisan ayına geldiklerinde karısı hala yaşıyordu...

Ancak hastalık ilerlemiş; bir deri bir kemik kalmıştı...

***

Oysa o şöyle diyecekti Dorine’e:

-“82 yaşına giriyorsun... Altı santimetre küçüldün...

Sadece 45 kilogram ağırlığındasın...

Halen güzelsin, zarifsin ve arzu edilebilir bir cazibedesin...

47 yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden fazla seviyorum... Kısa bir süre önce sana yeniden âşık oldum...”

*****

“JANDARMAYA HABER VERİN...”

Böyle söyledi Andre hasta yatağında ölümü bekleyen bir deri bir kemik kalmış Dorine’e... 22 Eylül 2007 günü köydeki komşuları Dorine ile Andre’nin evinin kapısına asılı bir not buldular...

-“Jandarmaya haber verin” diyordu not...

***

Kapıyı açtılar...

Dorine ve Andre’nin salonda yan yana yatan cesetleriyle karşılaştılar...

Dorine ölürken, Andre de intihar etmişti...Beraberce ölmüşlerdi...

Birbirlerinin arkasından bakakalmamışlardı...

Şöyle demişlerdi:

-”Biz kendimizi bütünüyle birbirimize verdik...”

*****

KENDİNİ BİR İNSANA ADAMAK...

Bu yazıyı yazdığım günlerde, hayatımda “çok önemli bir kadın vardı...” Sonraki günlerde o kadınla ayrıldık... O kadın gitti, bir süre sonra başka kadınlar girdi hayatıma...

O kadınlar da çok önemli kadınlar oldular hayatımda...

Sonra onlar da azar azar gittiler...

Kızlarım, oğlum ve ben, bir kuşak öncemizdekilerle; “Andre ile Dorine’in birbirine adanmış hayatlarının” bir simülasyonunu yaşamaya başladık...

***

Fark ettim ki; yazıyı ilk yazdığım günlerde “mesleğe değil de, insana adanmışlığın ne olduğunu tam bilmiyordum...” Şimdi anladım...

Bir kadına değil; ama çocuklara...

Yazının devamı...

Cumhurbaşkanı ne ister?..

Dün bir arkadaşımla telefonda konuşuyorum...

Beyin cimnastiği yapıyoruz...

-“Onun yerinde değilim... Ama ben Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsam AKP-CHP koalisyonunu ilk tercih yaparım...” diyorum...

-“Neden?..” diyor arkadaşım?..

-“Geniş tabanlı bir hükümet... Meclis Başkanı da Deniz Baykal’sa, üçgenin sacayakları tamamlanıyor...

Artık Başkan gibi davranmayıp, Anayasal sınırlara çekilen bir Cumhurbaşkanı modeline geçerse, bu formülde rahat eder...

Üstelik çözüm süreci de devam edeceğinden, bu konuda sıkışmaz...”

***

-“Cumhurbaşkanı için bu formül AKP-MHP koalisyonundan daha geçerli ve rahat...

O koalisyonda CHP dışarıda kalacak, HDP dışarıda olacak...

Türkiye iki keskin kampın içine girecek... Cumhurbaşkanı suçlamaların iyice hedefine oturacak... O formül ‘Cumhurbaşkanı için’ rahat bir formül değil...

Oysa CHP-AKP, geniş tabanlı olacağından, onu rahatlatıyor...”

*****

BÜYÜK İŞADAMLARI NE İSTER?..

Arkadaşıma sorulara devam ediyorum...

-”Ekonominin istatiksel dengelerinde, büyük karlar ve büyük zararların arasında oynayan büyük bir işadamıysan, nasıl bir koalisyon olmasını arzu edersin?..”

Arkadaşım cevabı biliyor...

Ama konuya ben girdiğim için, benim ne söyleyeceğimi merak ediyor...

-“CHP-AKP koalisyonunu tercih edersin... Ekonomi, keskin düşüşler ve çıkışlar yaşamaz...

AKP kadrolarına; Kemal Derviş gibi CHP için çalışacak isimler eklenir... Büyük işadamları için ekonomi rayına oturur...

Fazla zikzaklar olmaz... Hükümet geniş tabanlı olacağından, siyasi çatışma katsayısı düşük olur... MHP ve HDP’nin meclis içindeki muhalefeti kompanse edilebilir...”

***

-“Ekonomi geniş tabanlı iki merkez partinin eline bırakılacağından, işadamı rahatlar... CHP’nin koalisyondaki varlığı son zamanlarda, Avrupa ve Amerika’yla, arası gittikçe limonileşen Türkiye için bir emniyet sübabı halini alır... Avrupa ve Amerika’yla ilişkiler rahatlar...”

***

-“CHP’nin varlığıyla, Türkiye Batı’daki derin izolasyonundan kurtulabilir... Avrupa Birliği ve tek tek Avrupa ülkeleri ile; Beyaz Saray, Amerikan medyası ile entelijansyası, CHP üzerinden yeni bir krediyi Türkiye’ye açar... Türkiye’nin elini rahatlatır... Türkiye’ye zaman kazandırır... Basın özgürlüğü eleştirileri, bir nebze azalır...

Türkiye; dünya konjonktüründe bir nebze rahatlar...”

*****

ORTALAMA VATANDAŞ OLSAN NE İSTERSİN?..

Çözüm süreci başladığı günlerde çok eleştiriliyordu...

Ancak zaman içinde toplum, onu benimsiyor...

Şehit haberlerinin azalması, sürekli barışa yapılan çağrı; toplumun çözüm sürecini içselleştirmesine yol açıyor...

***

Artık bu sürecin olması değil; olmaması sorun yaratıyor...

Nitekim AKP; seçim kampanyasında HDP’yi Kandil terörüyle bağlantılı ilan edince, Doğu ve Güneydoğu’daki seçmeni buna inanmıyor ve bu bölgelerde HDP oyları silip süpürüyor...

***

Çözüm sürecinin kesilmesi, bu toplumu artık rahatlatmaz, tersine gerer...

“Yine eski günlere mi döneceğiz” duygusu, geniş kitleler üzerinde korku ve yılgınlığa neden olur...

Onun için ortalama vatandaş; “çözüm sürecinin bir şekilde devam etmesini, daha önemlisi ekonominin tıkırında gitmesini” arzular...

***

Ekonomi, bir AKP-CHP hükümetinde mi, yoksa bir AKP-MHP hükümetinde mi, yoksa yoksa HDP’nin dışarıdan desteklediği bir CHP-MHP hükümetinde mi daha rahat gider?..

Açıktır ki ilk formülde...

Ortalama vatandaş “AKP-CHP hükümetini destekler gibi gözükmez ama içten içe, onun olmasını arzular ve ister...”

*****

‘HESAPLAŞMANIN BİTMESİNİ İSTEYENLER KİMLER?..’

Arkadaşım; AKP’nin geçmiş hükümetinin şimşeklerini üzerine çeken Doğan medya grubunun; “Hesaplaşmayalım... Yeni bir sayfa açalım...” yollu çağrılarını nasıl bulduğumu soruyor...

-“Samimiler...” diyorum...

***

Hayret nidası gösteriyor...

-“Samimiler; çünkü ‘hesaplaşma olmazsa, içleri huzura ermeyecek’ ama, hayatları rahata erecek...

Herkes yoruldu ve kimse yeniden çatışarak, yeni şeyler kaybetmek istemiyor...

Onlar şu anda göstermeseler de “hesaplaşmanın olmayacağı” bir AKP-CHP koalisyonunu, içten içe çok arzuluyorlar...”

*****

EROL SİMAVİ’NİN YALNIZ ÖLÜMÜ...

Bakıyorum ki, muhatabım konudan tam ikna olmuyor...

Devamını getiriyorum...

-“Yaş; insani faktörler, hayatın albenisi, kazandıklarınızın keyfini çıkarma hevesi, bu duyguyu uyandırır her insanda...

Bak Erol Simavi, Türkiye’nin en büyük gazetesinin; Hürriyet’in sahibiydi...

Daha büyüğü yoktu...”

***

-“Ama Simavi Hürriyet’ini satıp; yıllardır İsviçre’de yapayalnız bir hayatı seçmek zorunda kaldı... Son iki yılını da Monako’da geçirdi...

Hiç kimse; koskoca Hürriyet’in sahibiyken, ömrünün geri kalanını İsviçre’de tek başına, ya da Monako’nun küçük dünyasında, marinada yatların arasında dolaşarak geçirmek istemez...

Hayatın güzelliği, hesaplaşmaların ölümcüllüğünden daha cazip gelir...

İnsani bir durum bu... Empati yapılırsa hemen anlaşılabilir...

Yazının devamı...

Erdoğan Baykal görüşmesinin anlamı...

Elbette dışarıya verilen görüntü; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bakü’ye yapacağı gezi sırasında, Cumhurbaşkan’lığına Baykal’ın vekalet etmesi konusunun görüşülmesi...

Oysa Tayyip Erdoğan’ın;

Başbakan Davutoğlu’ndan istifasını aldıktan sonra, ilk görüştüğü kişinin Baykal olması önemli bir siyasi mesaj...

***

Erdoğan’ın davranışının altındaki amaçlar ve nedenler şöyle:

1) Görüşmenin Saray’da olmasında ısrar etmek yerine; Dışişleri Konutu’nda olmasını istiyor;

“Artık yeni hükümeti kuracak CHP ve diğer muhalefet partilerini germeyecek bir Cumhurbaşkan’lığı modelini benimseyeceğinin işaretlerini vermeyi amaçlıyor...”

***

2) Deniz Baykal görüşmeden çıktığında; “Cumhurbaşkanı’nın değişik koalisyon modellerine kapalı kalacağı izlenimi edinmediğini” söylüyor...

Yakından tanıdığım Deniz Baykal, bir siyaset ordinaryusu...

Kelimeleri çok dikkatle ve özenle seçer...

Baykal’ın sözlerinin anlamı; Tayyip Erdoğan’ın “her koalisyona açık olacağı” mesajını; Baykal’a ikili görüşmede açıktan ifade ettiği...

Baykal açıkça ifade edilmeyen bir şeyi “izlenim” olarak kamuoyuyla paylaşmaz...

Sonradan ofsaytta kalacağı açıklamalar yapmaz...

Hele Tayyip Erdoğan’la görüşüyorsa eğer...

***

3) Üçüncü nokta; Tayyip Erdoğan’ın en zeki hamlelerinden biri...

Baykal’la görüşerek; onun yurt dışındayken kendisine vekalet etmesini istiyor;

Böylece onun Meclis Başkan’lığına yeşil ışık yakacağını ima ediyor...

***

4) CHP’li Baykal’ın Meclis Başkanı olması, olası bir AKP-CHP büyük koalisyonunun ilk adımı olur...

CHP’li Baykal’ın Meclis Başkanı seçilmesi, olası bir AKP-CHP koalisyonunda Başbakan’ın da

AKP’den olmasını beraberinde getirir...

Yani Baykal Meclis Başkanı olacaksa, bir koalisyon durumunda, Başbakan’lığın AKP’ye verilmesi zorunlu olur...

Erdoğan bu hamlesiyle olası bir AKP-CHP koalisyonunda Davutoğlu’nun Başbakan’lığını düşündüğünü söylemiş oluyor...

***

5) Tayyip Erdoğan; Baykal’la görüşerek, ona görevi vekaleten vereceğini ima ederek; CHP’ye mesafeli durmayacağını anlatıyor...

Bu mesajın Baykal tarafından, Kılıçdaroğlu’na hemen verileceğini biliyor ve zaten onun için söylüyor...

***

6) Nitekim Baykal; Erdoğan’la görüşmesinin hemen ertesinde, buluşmanın bilgisini vermek üzere genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan randevu istiyor...

Ona görüşmeyi anlatıyor...

Erdoğan böylece CHP liderine mesajlarını; en yetkin ve bilge CHP’li üzerinden veriyor...

Tercüme ve aktarma hatası olmayacağını bilerek...

*****

ÇÖZÜM SÜRECİ NE OLACAK?..

Dünkü yazımda; MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “Türkiye devleti için taşıdığı nirengi pozisyonu ve nokta atışı” yaptığı isabetli duruşları anlatıyorum...

***

Herkes kendi derdine düştüğünden; kimse bugünlerde açıkça telaffuz etmiyor ama Türkiye için çok önemli bir konu var...

Kürt sorununda “çözüm süreci” çok önemli bir noktaya geliyor...

***

Bu sürecin kesilmemesi için, tarihi büyük bir fırsat çıkmış durumda Türkiye’nin önüne...

Bu tarihi fırsat; HDP’nin Meclis’e grup halinde barajı aşarak gelmiş olması...

***

Çözüm sürecini hem CHP hem AKP genel yaklaşım olarak benimsiyorlar...

Büyük koalisyon; HDP’nin Meclis’te olmasının avantajını kullanarak, çok geniş bir konsensüsle sorunu çözebilir...

***

Bu şekilde ulusal bir konu, hem CHP’nin, hem AKP’nin, hem HDP’nin görüş birliğinde çözüme yaklaşır...

MHP zaten bu sürecin dışında kalacağını söylediğinden, olabilecek en geniş zemin yaratılmış oluyor...

***

Meseleye günü kurtarmak, ya da kendi geleceğini garantiye almak yerine; Türkiye’nin ana meseleleri açısından baktığımızda, MHP’nin bizzat söylediği gibi, MHP’nin hükümette olacağı bir formül, çözüm sürecini sonlandırıyor...

***

MHP, ister AKP’yle, ister CHP’yle koalisyona girsin, çözüm süreci fiilen bitiyor...

AKP ve CHP buna hazır mı?..

Ya da şu anda Türkiye için ne öncelikli?..

*****

MHP ÜZERİNDE BÜYÜK BASKI...

AKP de CHP de; MHP’yi yanına alarak, karşı tarafı yalnız bırakmaya çalışıyor Ankara’da...

İki büyük partinin de amacı bu...

MHP üzerinde inanılmaz bir baskı var...

İki taraftan birine kayması için...

CHP; MHP’ye AKP hükümeti için meydanlarda söylediklerini hatırlatıyor...

Ortak Cumhurbaşkanı adayı belirleyerek yaptıkları ittifaka atıfta bulunuyor...

***

AKP ise; MHP tabanına iki partinin tabanının birbirine çok benzediğini, ittifakın tabanların rahatsız olmayacağı doğal bir mecra olduğunu hatırlatıyor...

***

MHP anahtar durumda ve iki taraftan ağır baskı hissediyor...

*****

EKMELEDDİN İHSANOĞLU’NUN BAŞBAKANLIĞI

CHP çevrelerinin MHP’ye getirmeyi düşündüğü en etkin silahlardan biri; koalisyonda Başbakan’lığın CHP-MHP’nin eski Cumhurbaşkanı adayları MHP milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilmesi... CHP’nin koalisyon formülünde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Başbakan’lığı var...

***

Ekmeleddin Bey; şu anda MHP milletvekili olduğundan, Başbakan’lığın MHP’ye verilmesi jestinin CHP’yi şanslı kılacağını düşünüyorlar...

*****

HÜKÜMET-CUMHURBAŞKANI İLİŞKİLERİ

Başbakan Davutoğlu, dün akşamki konuşmasıyla, AKP’nin “kırmızı çizgileri” olmadığını söylüyor... Bunun anlamı; Cumhurbaşkanı’nın bundan böyle tarafsız çizgiye çekileceği, ancak buna karşın koalisyon ortağının “Cumhurbaşkanı’nı düşürmek gibi” bir politikanın içine girmemesini isteyeceğidir...

***

Tayyip Erdoğan; Baykal’la görüşmesini Dışişleri Konutu’nda yaparak bunun işaretlerini veriyor...

Konu şu;

CHP için bu yeterli olacak mı?..

Davutoğlu “siyasi ahlak dışında bir ön şartım olmaz” diyor...

Anlamı, “Bizimle koalisyon yaparken, bizim kurucu liderimizle ilgili bir süreç başlatılmayacak...”

***

Koalisyon bir pazarlık ve uzlaşı meselesi... Herkesin bir pozisyonu var...

Bir de yapılması gerekenler ortada duruyor... Türkiye; uzun zamandır tek başına iktidarların “istediğini yapma mantığına” alışıyor... Karşı taraf da, hep belirlenen o gündemi takip etmek durumunda kalıyor... Şimdi şartlar değişiyor...

Ama bu şu demek değil;

-“Bu sefer de ben istediğimi yaparım...”

Hayır...

-“Beraber yapacaksınız” diyor seçmen... Artık aranızda hanginiz anlaşırsa...

Yazının devamı...

Devlet Bahçeli 'AKP-CHP koalisyonunu kurduruyor...'

Devlet Bahçeli’yi dikkatle analiz ettiğimde; MHP liderinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin en nirengi ve hassas anlarında, ‘devlet aklının’ ilginç bir tezahürü ve sembolü” olduğunu görüyorum...

***

Abdullah Öcalan’ın bugün gördüğü “saygı”ya bakarak, 15 yıl önceki, Apo’nun durumunu anlayamazsınız...

Apo’yu o günlerde “asmayı istemeyene vatan haini” gözüyle bakılıyordu...

Devlet Bahçeli gibi “Türkiye’nin en milliyetçi kesimlerinin, komandolarının, ülkücülerinin önderinin bu tabloda yer almaması”

tersine tabloyu ortadan kaldırmanın siyasi zeminini hazırlaması, kolay unutulmayacak bir hareketti...

***

İkinci olay, daha büyük bir siyasi ittifaka karşı bir hareketin adıydı...

Ecevit’in DSP’si “hastalığı gerekçe gösterilerek” dağılmış; YTP (Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, İsmail Cem’den oluşuyordu)-ANAP-DYP koalisyonunun kurulması için bütün şartlar hazırlanmıştı...

O dönemin en etkin siyasi tanıklarıyla çok sonraları karşılaşıp, ilk ağızdan bütün olanları dinlemiştim...

***

Devlet Bahçeli; iktidardan vazgeçmek ve kendisinin ne olacağını bilemediği bir erken seçime gitmek pahasına, bildiğini okumuş ve Türkiye’yi yeni bir siyasi döneme yönlendirmişti...

***

Dün akşam; Devlet Bahçeli’nin koalisyon kurmak için öne sürdüğü kırmızı çizgilere bakınca gülümsemeye başlıyorum...

Bahçeli şöyle diyor:

-“Yolsuzluklara bulaşan herkesten hesap sorulması...

Çözüm süreci denilen sürecin kesilmesi...”

-“Ne yolsuzluklara bulaşanlarla, ne de uluslararası planlarla hareket etmeyeceğiz...”

***

Devlet Bahçeli’nin söylediklerinin esas anlamı şu:

-“AKP’yle hükümet kurmayız...

‘HDP’nin içinde olduğu veya dışarıdan destek verdiği’ süreçlerin içinde olmayız...

Öyle bir koalisyon hükümetinde de yer almayız...”

O zaman ne istiyor Bahçeli diye düşünebilirsiniz...

Onu uzun zamandır izleyen bir kişi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim...

Devlet Bahçeli; adım adım AKP ile CHP’nin “büyük koalisyonda” buluşmasının siyasi zeminini hazırlıyor...

***

Anahtar konumundaki MHP’yi, bilinçli olarak koalisyon dışında tutarak...

Geriye kalan tek “koalisyon alternatifini harekete geçiriyor...”

O da “büyük koalisyon” dedikleri AKP-CHP koalisyonudur...

“Devlet”in aklı dedikleri bu olsa gerek...

1999’DA APO’NUN ASILMA KAMPANYASINA PRİM VERMEYEN DEVLET BAHÇELİ’NİN OYNADIĞI ROL...

İtiraf etmeliyim ki;

İlk gençlik yıllarımdan beri, “Kerkük’lü babamın, bütün hemşehrileri, çocukluk arkadaşları ve eski dostları; Milliyetçi Hareket Partisi’nin doğal bir ferdiyken, “Kerkük’lü olmak; MHP’li olmak için yeterli koşul sayılırken”, ben MHP çizgisinin çok uzaklarında bir hayat yaşıyorum, çok dışında bir hayat kuruyorum...

MHP’ye hiç oy atmıyorum...

Bir mesafeyle belirtmek gerekirse, “tek tek çok sevdiğim dostlarım MHP’li olsalar da” siyasi olarak o dünyanın hep çok uzağında yaşıyorum...

***

Ancak benim bu sözünü ettiğim kişisel gerçeğim; yıllardır içimde biriktirdiğim Devlet Bahçeli’yi güvenilir bir lider bulma katsayımın her geçen gün artmasının önüne geçmiyor...

Devlet Bahçeli çok farklı bir MHP Genel Başkanı oluyor...

Hiç olmayacak yerlerde; “büyük riskler göze alarak”; bir dönem şiddete bulaşmış partisini “kan dolu dehlizlerin girdabından çekip alıyor...”

***

1999 yılında Abdullah Öcalan Türkiye’ye iade ediliyor...

O gün “Abdullah Öcalan’ın hiç vakit kaybetmeden asılmasını isteyenlerin sayısı” Türkiye’de ezici çoğunluk oluyor...

Bu siyasi zemin üzerine politika yapmaya karar verecek bir Devlet Bahçeli’nin önünde hiçbir güç duramayacak o günlerde...

***

Devlet Bahçeli; “Abdullah Öcalan’ı idam etme kararı almayan” siyasi rakiplerini, bitirebilir, kendisi için önüne geçilmez bir popülarite sağlayabilir o sırada...

Ama Bahçeli bunu yapmıyor...

Fırsat tepmek denirse fırsat tepiyor ve siyasetini “Apo’nun idamı üzerine kurmuyor...”

Bir zamanların militan komandoları; “ülkücü gençlik” bir hareketiyle ortalığı toza dumana katacakken, o “itidali” seçiyor...

Bahçeli “olmayacak derecede sakin davranıyor...”

***

MHP liderliğinden önce “devlet adamlığının” geldiğini gösteriyor ve Türkiye Apo’nun iadesi esnasında çıkabilecek bir fırtınayı, hatta kasırgayı kazasız belasız atlatıyor...

BAHÇELİ 2002’DE İKTİDARDAYKEN HÜKÜMETİ BOZUYOR, ERKEN SEÇİME GÖTÜRÜYOR...

Devlet Bahçeli, ikinci beklenmedik büyük siyasi çıkışını, “hiç kimselerin tahmin edemediği bir anda ve konjonktürde” veriyor...

MHP; 2002 yılında ANAP ve DSP ile koalisyon halinde, iktidarda Türkiye’yi yönetiyor... Siyasi aktörlerin; kendisinden gizli; bir DYP-ANAP-Yeni Türkiye Partisi (Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, İsmail Cem) kurmaya hazırlandığını görüp; koalisyondan aniden ayrılıyor ve Türkiye’yi zorunlu erken seçime götürüyor...”

***

Türkiye için yapılan siyasi planların bütünüyle altüst olduğu, kimselerin beklemediği bir siyasi çıkış oluyor bu...

Devlet Bahçeli kendisinin ve partisinin iktidardan düşeceğini bile bile, içinde yer aldığı koalisyonu bozuyor ve Türkiye’yi erken seçime götürüyor...

***

Üç ay içinde gidilen erken seçimleri AKP kazanıyor ve Türkiye’yi 13 yıl AKP idare ediyor... Devlet Bahçeli; bir kez daha hiç kimsenin tahmin etmediğini yapıyor ve Türkiye’deki bir kesimin siyasi planları boşa çıkarıyor...

Buna karşın; AKP hiç beklemediği bir anda iktidara yürüyor 3 Kasım 2002’de...

“DEVLET”İN AKLI...

Devlet Bahçeli; sanki adının üzerindeki “Devlet”in hakkını vermek istercesine “Bir parti liderinden çok, bir ‘devlet aklı ve adamı” kimliğiyle çıkıyor karşımıza yıllardan beri... Şiddete bulaşmış yüz binlerce genci, şiddet sarmalından çekip almak, Batı’lı radikal milliyetçi partilerin yabancılara karşı göstermediği akil davranışları, Apo olayında bile göstermek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’yle Ekmeleddin İhsanoğlu isminde birleşip tek aday çıkartmak...

Bu siyasi nokta atışlarına baktığınızda Devlet Bey’in “Devlet gibi bir adam” olduğunu anlamamak için aptal olmak lazım... Devlet Bahçeli; “devletin önemli bir kesiminin aklı olan akil bir kimlik...” Siyaseti okumak, görünenin içindeki görünmeyeni ortaya çıkartma sanatı değil mi?..

Yazının devamı...

Şarık Tara seçim sonuçlarını üç gün önce bire bir nasıl bildi?

Perşembe günü öğleden sonra saatlerinde uzun yıllardır görmediğim Şarık Tara’yla bir vesileyle uzun bir sohbet yapıyorum...

Bana; bugünlerde en çok sorulan soruyu soruyor:

-“Nasıl görüyorsun seçimleri?..” diyor...

İki ay önce ta Nisan ayında köşemde yazdığım tahminimi söylüyorum...

-“Yüzde 42-43 AKP...

Yüzde 26 CHP...

Yüzde 16-17 MHP...

Yüzde 11 HDP...”

***

-“Benim edindiğim ve doğru olduğuna inandığım rakamlar şöyle...” diyor:

-“Yüzde 41 AKP...

Yüzde 24-25 CHP...

Yüzde 17 MHP...

Yüzde 13 HDP...”

Şarık Tara’nın verdiği oy oranlarındaki “kesinlik ve objektiflik” ilgimi çekiyor...

***

Birkaç aydır, seçimlerle ilgili “kim tahminde bulunsa”, objektif tahminden çok Amerika’lıların wishfull thinking dediği, “temenni” tahminlerin öne çıktığı görüyorum...

Şarık Tara’nın; “bunların doğru olduğunu düşünüyorum” dediği tahminlerini dinlerken, ünlü işadamının temenni dediğim wishfull thinking’den ziyade; objektif olmaya çalıştığı izlenimini ediniyorum...

***

CHP ve MHP’nin oylarının yaklaşık oranlarla bilinmesi beni çok etkilemiyor... Seçim öncesi tahminlerde en belirgin fark; AKP ve HDP’nin oy oranları tahminlerinde görülüyor...

AKP için Yüzde 47-49’lardan; yüzde 37’lere kadar her oranı duyuyorum...

HDP için; yüzde 7’den; yüzde 25’e kadar her oranı duyduğum gibi...

***

Şarık Tara’nın yüzde 41 ve yüzde 13 oranlarını söylemesini önemsiyorum...

Fark ediyorum... Şarık Tara; gönlünden geçen bir tahmin söylemiyor... Titiz araştırıldığı belli, nokta atışı tahmin yapıyor...

*****

ŞARIK TARA’DAKİ RAKAMLARIN SIRRI VE DÜNKÜ TELEFON...

Seçim gecesi biterken, bütün partiler için söylediği rakamlar bire bir çıkınca; ünlü işadamının bana tahminlerini söylerken; “Bu rakamların doğru olduğunu zannediyorum” yollu endikasyonunu hatırlıyorum...

***

Dün öğleden sonra Tara’yı bir daha telefonla arama ihtiyacı hissediyorum...

telefonda;

-‘Perşembe günü söyledikleriniz bire bir çıktı... Söylerken; ‘Bu rakamların doğru olduğunu tahmin ediyorum’ demiştiniz...

Nereden aldığınızı söylemek ister misiniz?..” diyorum...

-“Yok söylemeyiyim onu...” diyor...

Israr etmiyorum...

Ancak bir işadamının “seçimlere yaklaşımındaki, objektif öngörüye bakarak, iyi işadamlığı denilen şeyin, hayatta duygularla hareket etmemekten geçtiğini” anlıyorum...

*****

"ERKEN SEÇİM OLURSA AKP OYUNU ARTIRIR...”

-“Erken seçim olursa; AKP oyunu arttırır...” diyor Şarık Tara...

Daha önceki tahminlerinin objektifliğini bildiğimden hiç ses çıkarmıyorum...

Sadece;

-“Neden” diye soruyorum...

-“Öyle olur... Sıradan vatandaşa erken seçimde daha somut mesaj verir...”

***

Koalisyonu şart görüyor...

Ancak nasıl bir koalisyonu uygun gördüğünü iznini almadığım için yazmıyorum...

Şarık Tara’yla konuşurken, geçmişe uzanıyorum...

27 yıl öncesine gidiyorum...

Onu Atina’da ilk gördüğüm güne...

*****

TURGUT ÖZAL’IN YAKIN ARKADAŞI; ŞARIK TARA...

Onu Atina’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde gördüğümde, Turgut Özal’ın yakın arkadaşı çok ünlü bir işadamıydı...

Yunanlı işadamlarıyla iş konseyi toplantısı için Atina’ya gelmişlerdi...

O günlerde Türkiye 12 Eylül günlerinin içinden geçmekte olduğundan, Yunanistan’ın “demokratik ve sosyalist iktidarı” için, “uzak durulması gereken” bir ülkeydi...

***

Yunan Başbakanı Andreas Papandreu’nun, “Yunanistan olarak; Türkiye ile konuşacak, diyalog yapacak bir şeyimiz yok...” dediği günlerdi...

Şarık Tara’yı, Nazmi Akıman’ın verdiği resepsiyonda tanımıştım...

Türkiye’ye küçümser bir tavır takınan Yunanistan’ın sosyalist hükümetine ve işadamlarına, “tepeden tepeden” bakıyordu...

***

Onları o kadar snobize etmişti ki; Yunanlı politikacı ve işadamları aralarında “Kim bu adam?..” diye konuşuyorlardı...

Özal’ın çok yakın arkadaşıydı...

Turgut Özal; Papandreu’ya iletmek istediklerini; çok güvendiği Şarık Tara üzerinden “sağlamlaştırıyordu...” Tara; Yunan Başbakanı Andreas Papandreu’yla da görüşmüştü...

Ona; “Türkiye’ye karşı böyle düşmanca tavırlar alırsan, seçimleri ve hükümeti kaybedersin...” türü sözler söylemişti...

***

Yunanlı diplomatlar ve işadamları Şarık Tara’dan tırsıyorlardı...

Özal’ın yakın arkadaşı, Papandreu’yla görüşen bir işadamı olduğundan, ona açıktan cephe alamıyorlar; sözlerinden ise muzdarip; lafın altında kalmanın rahatsızlığını yaşıyorlardı...

ATTİKA BÖLGESİNİ ZİYARET EDEN OSMANLI VALİSİ GİBİ...

O günlerde Şarık Tara için; “Tam Yunan’lıları çözecek adam” demiştim...

Yunanlılar kendilerine, tepeden bakan adamlara “önce kıl olurlar” sonra yavaş yavaş cellatlarına aşık bir portre çizmeye başlarlardı...

Bu kişi hele bir Türk’se, “siyasi olarak en çok karşı çıktıkları Osmanlı tavırlarına, ilk başlarda ifrit olurlar, sonra o tavırları gösteren kişiyi önemsemeye başlarlardı...

***

Şarık Tara tam da böyle yapıyordu...

Burnundan kıl aldırmıyor; Türkiye’yi snobize eden Atina’ya “Burası da şehir mi gibisinden” bakıyor; sanki mazideki gibi Osmanlı İmparatorlu’ğunun merkezi İstanbul’dan; Attika bölgesini ziyarete gelen “vali” gibi bir tavırla yaklaşıyordu onlara...

Politikası bir süre sonra etkili olmuş; Şarık Tara en çok “saygı” duydukları işadamı haline gelmişti...

***

O günlerde dikkatimi Yunanlılara karşı snobize tavırlarıyla çeken işadamı, 27 yıl sonra; “seçim tahminlerini önyargısız bire bir bilen işadamı olarak” karşıma çıkıyordu...

85 yaşındaydı o şimdi...

Yazının devamı...

İntikama hamile kalmak...

-“Alınmaya çalışılan her intikam “bir diğer intikamı” tetikler...

Almayı düşündüğünüz intikamlar, yeni intikamları biriktirir...

Alınacak yeni kin ve intikamlara hamile bırakır...”

***

-“Biz Türkiye’de, geçmişte yaptıklarımızın, vakt-i zamanında hangi acıları, hangi öfkeleri, hangi kinleri, hangi hesaplaşmaları, hangi intikamları biriktirdiğini görmedik...

Bu konuda yeterince empati yapmadık, yapamadık...

Bunlar geçtiğimiz 10 yıl içinde dolmuş hesaplar, birikmiş acılar, öfkeler ve hesaplar olarak karşımıza çıkıverdi...

Eski haksızlıklar “mağdurlar yarattılar...”

Yıllarca eski mağduriyetlerin hesabını ödedi, insanlar...

Kurunun yanında yaşlar yandı...

Yeni mağduriyetler, yeni kinler, yeni öfkeler, yeni acılar ve yeni hesaplar biriktirdiler...”

***

-“Her yeni öfke, kin ve intikam, yenisine davetiye çıkartır...

İstikbali rehin alır...

Yeni intikamlara toplumu gebe bırakır...

Pazar gecesinden itibaren, “geçmişin hesaplaşmasının değil, geleceğin intikamsız sinerjisini yaşamak istiyorum...”

Sonuçlar nasıl çıkarsa çıksın, Pazartesi’nden itibaren hayatın; yeni, temiz, kin ve intikamdan uzak, sinerji dolu bir dönemin başlangıcı olmasını diliyorum...”

***

Cuma gecesi, İstanbul’da Social Business Clup isimli işkadını ve işadamı seçkin bir topluluğa Etiler’in ünlü bir restoranında, yaptığım konuşmada bunları söyledim...

Büyük işadamları, siyasetçiler, doktorlar, avukatlar, finansçılar, CEO’lar; CFO’lar vardı Social Business Clup üyeleri arasında...

***

İki buçuk saate yakın sürdü konuşma ve soru cevaplarla dolu keyifli buluşma...

Uzun zamandır kişisel çalışmalarımdan dolayı, “önemli saydığım buluşmaları” gerçekleştiremiyordum...

Sevgi dolu, espri yüklü, birbirini anlayan ve anlamaya çalışan insanların, empati ve medeniyet dolu buluşmasıydı geceki buluşma...

Nicelerinin bütün bir ülkeyi kaplayacağı günlerin bir an önce gelmesini diledik hep beraber... Her siyasi görüşten insan olarak...

*****

KADINLAR VE HESAPLAŞMANIN TÜRKİYE’DE ŞİDDETLİ OLMASININ TEMEL NEDENİ...

-“Kadınların hayatın zirve noktalarında olmadığı, sadece erkeklerin arkasında olduğu toplumlar; “hesaplaşmaları çok ağır yaşarlar...”

***

-“Erkek yerine kadın toplumsal hayatın zirve noktalarında ve karar mekanizmalarında etkin olduğunda, “hesaplaşmalar bu derece, ağır, kronik, ideolojik ve yok edici” olmazlar...”

***

-“Çünkü kadın ideolojik, değil

egsiztansiyalisttir...

Her şart altında varolmaya çalışır, bundan dolayı esnektir...

Yaşamı ağırlık yapmadan yaşamak zorundadır...

Dünyaya can getirir, can besler, can büyütür...

***

Kadının “çocuk yetiştiren” genetik kimliği, savaşarak öldürmeye değil, esneyerek ayakta kalmaya koşullanmıştır...

Erkeğin; ideolojik bağnazlıklarının kör kuyularındaki; ego çatışmaları yerine, yaşamı ayakta tutmaya yönelik esneklikler peşindedir; kadın...

***

-“Ortadoğu coğrafyasında kadın; erkeği etkileyecek konumda bulunur, ancak “kendi adıyla ve imzasıyla kadın olarak karar mekanizmasında” bulunmaz...

Kadının karar mekanizmasında birebir etkin olduğu durumlarda, yaşam daha esnekleşecek, hayat daha yaşanabilir olacaktır...

Kadının varlığını “erkek üzerinden hissettirdiği” durumlarda ise, kadın kendini gizlemek zorunda kaldığı ve adının sorumluluğunu almadığından, daha “sert ve acımasız” davranır...

Nasıl olsa, işler erkeğin üzerinden yürümektedir ve kendisi birebir sorumlu değildir...

Oysa kendi sorumlu olduğu anlarda ve şartlarda, kadın; “hayatı esnekleştirecek, yumuşatacak ve ölümcül hesaplaşmalara karşılıklı girmekten kaçınacaktır...”

***

Bunları da söyledim, Social Business Clup’un yemeğinde... Kadın üzerine... Ve kadının açıktan etkin değil, erkek üzerinden etkili olduğu bizim gibi toplumlar üzerine...

*****

“HESAPLAŞMANIN ACIMASIZLIĞI; ÇOCUKLUKTA SORULAN HESAPLARDIR...”

-“Çoğumuza çocukluk yıllarında, ‘Şunu şöyle şöyle yapmazsan, başına gelecekleri görürsün...’ denir...

İstendiği şekilde davranmazsak, ‘başımıza büyük cezaların’ geleceği söylenir...

Bu bizim çocukken, büyüklerimiz tarafından ‘tehdit’ yoluyla adam edilmeye çalışıldığımızın göstergesidir...”

***

-“Çocuklukta öğrendiğimiz ‘tehdit mekanizması’ büyüdüğümüzde, rakiplerimize, düşmanlarımıza, çevremizde bizim gibi düşünmesini istediklerimize yönelik, bir “cezai yaptırım” halini alır...”

***

-“Çocukluktaki ‘ceza tehdidiyle adam edilme’ ezberimiz, büyüdüğümüzde ‘tehdit yoluyla çevremizi adam etme ritüeline’ dönüşür...

Çocuklukta, çoğunlukla bizi korkutarak, tehdit ve şantaj yaparak ‘adam’ etmeye çalışırlar...

Büyüdüğümüzde, çocuklukta öğrendiğimiz ezber, tek yöntem olarak devreye girer...

Biz de kendimiz gibi düşünmeyenleri, davranmayanları, ‘ceza ve tehdit’ yoluyla yola getirmeye çalışırız...”

***

-“Türkiye’de, herkesin birbiri hakkında dosya tutması, belge biriktirmesi, cezaevi süreci işletmek için kumpas kurması, kaset hazırlaması, şantaj için malzeme toplaması hep bu çocukluk ezberinin sonucudur...

Bunu yok etmek, ancak “özendirici metodlarla, insan eğitiminin” yeşerdiği toplumlarda mümkün olur...

Çocukları; korkutma, sindirme, cezalandırma metodları, gelecekte, bütün toplumun birbirini sindirme, korkutma ve cezalandırma amacıyla şantajlara yönelmesine neden olur...”

Bunları söyledim ve söyleşiyi bitirdim...

Gece biterken, mutlu olduğumu hissettim...

Huzurluydum...

Eve gittim;

çocuklarıma sarıldım...

Ve uyudum...

Yazının devamı...

Slaven Biliç’in Beşiktaş’ıyla, Şenol Güneş’in Bursaspor’u arasındaki maçlar ve istatistikler..

Slaven Biliç Beşiktaş’ı bu kadar iyi oynatmasına rağmen; kulüpten niye gönderiliyor?..

1) Takımı şampiyon yapamadığı için...

2) Fenerbahçe, Galatasaray derbilerini kazanamadığı için...

***

Slaven Biliç’i bu nedenle gönderen Beşiktaş; Biliç’in yerine Şenol Güneş’i almayı düşünüyor...

Şenol Güneş’in geçen yılki Beşiktaş “derbilerinin” sonuçları nasıl?..

Bursa’daki maç:

Bursa-Beşiktaş: 0-1...

İstanbul’daki maç:

Beşiktaş-Bursa; 3-2...

***

Slaven Biliç’in Beşiktaş’ı, çok başarılı sezon geçirdiği söylenen Şenol Güneş’in Bursaspor’unu, Bursa’da 1-0; İstanbul’da 3-2 yeniyor... Rakibini iki maçın ikisinde de yenen Hoca gönderiliyor; Beşiktaş’a iki maç-ta da yenilen takımın Hoca’sı başarılı olarak Beşiktaş’a alınıyor...

***

Derbi kazanamadığı için Biliç gönderiliyor...

Hiçbir derbi kazanmayan, üstelik Beşiktaş maçlarının ikisini de mağlubiyetle kapatan Bursaspor’un teknik direktörü Şenol Güneş “çok başarılı” diye Beşiktaş’a alınmaya çalışılıyor...

Bravo arkadaş!..

İSTATİSTİKLERLE ŞENOL GÜNEŞ VE SLAVEN BİLİÇ...

Bursaspor evinde Galatasaray’a yeniliyor...

Beşiktaş’a yeniliyor...

Fenerbahçe’yle berabere kalıyor...

Deplasmanda Galatasaray’la berabere kalıyor... Beşiktaş’a yeniliyor...

Fenerbahçe’ye yeniliyor...

Ziraat Türkiye kupası finalinde, Bursa’da kendi sahasında oynamasına rağmen, Galatasaray’a bir kez daha yeniliyor...

***

Bütün bu sonuçlardan sonra; Bursaspor’un Hoca’sı Şenol Güneş, başarılı ki; Beşiktaş’la anlaşma yapılmasına çalışılıyor...

Şenol Güneş’in Bursaspor’unu iki maçta da yenen, Liverpool’u, Tottenham’ı eleyen, Trabzon’u iki maçta da sürklase eden Slaven Biliç başarısız diye gönderiliyor...

Bravo arkadaş dedim ya!..

6. OLAN BURSASPOR’UN HOCA’SI BAŞARILI, BİLİÇ BAŞARISIZ!..

Bütün maçlarını dışarıda oynayan Beşiktaş Avrupa’da elde ettiği başarılara, ligin son beş haftasına lider girmesine karşın, son virajı dönemiyor ve ligi üçüncü bitiriyor...

‘Slaven Biliç başarısız’ deniyor ve bileti kesiliyor...

***

Ertuğrul Sağlam’ın şampiyon yaparak 5. büyük haline getirdiği Bursaspor, Şenol Güneş’le geçen sezon; şampiyonluk bir yana, ilk üçe giremiyor...

Dördüncü olma mücadelesi veriyor...

Trabzonspor ve Başakşehir’le mücadele ediyor... İkisinin de gerisinde kalarak ligi 6. bitiriyor...

***

Lig’de ilk üçe giremeyen, diğer iki rakibiyle de dördüncülük mücadelesi verip, ikisinin de gerisinde kalan ve 6. olan Bursaspor’un teknik direktörü, sezonu başarılı geçirdiği varsayılarak, kariyerinde ilk kez üç büyük kulüpten birine Beşiktaş’a Hoca yapılmaya çalışılıyor... Ligi 6. bitirmek Bursaspor için büyük başarıysa; onuncu olması mı bekleniyor bu takımın?..

***

Bir teknik direktörün başarı kriteri ne?..

Hangi sonuca göre teknik direktör başarılı sayılır, hangi sonuçlara göre başarısız?..

Hangi kriterlere göre; Slaven Biliç başarısız?..

Hangi kriterlere göre, Şenol Güneş başarılı?..

Bu değerlendirmeye ve kıyasa şapka çıkartırım ben!..

Bravo arkadaş!..

HANGİ ŞAMPİYONLUK REFERANSIYLA GELİYOR ŞENOL HOCA?

“Slaven Biliç, iyi oynattı, dürüst adamdı, para diye diretmedi, her maçını deplasmanda oynadı ama gel gör ki Beşiktaş’ı şampiyon yapamadı...”

Böyle diyorlar...

Peki!..

Altmış yaşını aşan Şenol Hoca; Türkiye Lig’lerinde, veya Güney Kore liginde, veya bilmediğim başka bir ligde, kendi yetiştiği kulüp Trabzonspor da dahil olmak üzere; hangi takımı şampiyon yaptı?..

Slaven Biliç “şampiyon yapamadı” diye gidiyor; peki...

Şenol Güneş, kazandığı hangi şampiyonluğa binaen Beşiktaş’a Hoca yapılmaya çalışılıyor?..

Bu nasıl bir kriterdir arkadaş?..

HAMZA HAMZAOĞLU VE ŞENOL GÜNEŞ...

Denebilir ki; Galatasaray da süper ligde şampiyonluk ve büyük takım başarısı yaşamayan Hamza Hamzaoğlu’nu teknik direktör olarak getirdi ve sezon sonunda şampiyonlukla kucaklaştı...

***

Doğru; Fakat Hamza Hamzaoğlu kararı; Galatasaray’ın sezon başı kararı değildi... Prandelli’yle işlerin sarpa sardığı anlaşılınca, sezon ortasında “zorunlu bir tercih olarak” gidildi Hamza Hoca’ya...

İşler iyi gitmese de, Galatasaray yönetimi bu sezonu kayıp sezon olarak addetmeye başlamıştı...

***

İşler mükemmel gitti... Hamza Hoca; hem şampiyonluğu hem Ziraat Türkiye Kupası’nı Galatasaray’a getirdi... Hamza Hoca gençti... Arkasında beklenmedik önemli başarılar vardı...

Kaybetse bile, Galatasaray’ın “ölü başlamış bir sezonunda şampiyonluğu kaybedecekti...”

***

Beşiktaş altı sezondur şampiyon olamıyor... Bu yedinci sezon...

Yeni yönetimin 4. Hoca’sı...

Böyle bir durumda Beşiktaş’ın çok daha büyük vizyonlarla hareket etmesi gerekmiyor mu?.. Fikret Orman’ın Lucescu’yla görüşmesi çok olumlu...

***

Ancak, bunca olaydan sonra Başkan’ın önüne Şenol Güneş; Mustafa Denizli ve Abdullah Avcı alternatiflerinin dışında, hiçbir alternatif konmamış olması için bir şey söylemeyeyim mi?..

Peki o zaman... Bravo arkadaş!..

Yazının devamı...

Gerçeği; çocuklar, sarhoşlar...

Üç çeşit insan sadece gerçeği söyler...

1) Çocuklar...

2) Sarhoşlar...

3) Kızgın insanlar...

***

Sevdiklerinizle siyaset yapmayın... Siyaset dostlukları zedeler...

Siyasetçiler yollarına devam eder...

Siz dostlarınızı yitirmekle kalırsınız...

***

Bol bol su tüketmenin yan etkisi MUTLULUK’tur...

Bol su tüketen insanlar daha mutlu olurlar... Bu suyun yan etkisidir...

***

Araştırmalara göre, birisiyle 7 yıldan fazladır arkadaşsanız, bir daha arkadaşlığınızı kaybetmezsiniz...

***

Eğer Allah seni bana yazmışsa, benden kaçışın yok... Lakin seni benden almışsa, ağlamaya lüzum yok... Şems-i Tebrizi

***

Sabah uyandığınızda kirpiklerinizde çapak oluşmuşsa; bu gece rüyanızda

ağladığınıza delalettir...

***

İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır...

*****

MÜSLÜMANLAR

Müslümanlar altı çeşittir!

1) Tüm zamanlı...

2) Ramazandan ramazana...

3) Cumadan cumaya...

4) ‘Benim kalbim temiz...’

5) Bayramdan bayrama...

6) ‘Benim dedem hacı...’

*****

TEK CÜMLE VE TEK KELİMEYLE ANLATABİLECEĞİNİZ 20 ŞEHİR...

1) Kaosun içinde eğlenebildiğiniz, boğaz havası ile kendinize geldiğiniz yegane yer:

İSTANBUL...

***

2) Simitiyle, şivesiyle, mutlu eden memur şehri:

ANKARA...

***

3) İskender yemeden asla geçilmeyen durak:

BURSA...

***

4) Kızları ve denizi güzel; ege metropolü:

İZMİR...

***

5) Baklava ile dönmezseniz döverler:

GAZİANTEP...

***

6) Zırh kıymasıyla yapılmış kebabıyla dillere destan:

ADANA...

***

7) Öğrencinin en sevdiği şehir...

Çiğbörek cenneti:

ESKİŞEHİR...

***

8) Turizmin gözdesi, şakır şakır yabancı dil konuşan esnafın olduğu memleketimiz:

ANTALYA...

***

9) Etli ekmeği meşhur; evliyalar şehri:

KONYA...

***

10) Fazla söze gerek yok... Mantı ve pastırma:

KAYSERİ...

***

Listeyi hazırlayanlar unutmuş!.. Listeye anne tarafımdan memleketimin şehirlerini, öyle tek cümleyle falan değil...

Sadece tek bir kelimeyle ifade edeyim...

***

11) Hamsi:

TRABZON...

***

12) Çay:

RİZE...

***

13) Fındık:

GİRESUN...

***

14) Pide:

SAMSUN...

***

Bunlara ilk anda aklıma gelen, bir iki ekleme daha yapayım...

***

15) Dadaş:

ERZURUM...

***

16) Ciğer kebabı:

DİYARBAKIR...

***

17) Yaz:

BODRUM...

***

18) Kaplıca:

YALOVA...

***

19) Dağ:

AĞRI...

***

20) Göl:

VAN...

*****

ALMANYA’DA BİR LİSE MÜDÜRÜNÜN ÖĞÜDÜ...

Almanya’da bir lise müdürü, her öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderiyordu:

“Bir toplama kampında sağ kurtulanlardan biriyim...

Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü...

İyi eğitilmiş, yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları...

İyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar...

İşini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler...

Lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar...

***

Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum...

Sizlerden isteğim şu...

Öğrencilerinizin “insan” olması için çabalayın...

Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin...

Okuma, yazma, matematik “daha fazla insanlık”la harmanlanarak öğretilsin...”

*****

KADINLAR KIZDIKLARI ZAMAN ERKEKLERDEN...

Fatih Sultan Mehmed’in yaptırmış olduğu Rumeli Hisar’ına, kuşbakışı olarak bakıldığında Muhammed yazısı belirir...

***

Maço kelimesi; İspanyolca’da ‘macho’ kelimesinden gelir...

Kadını için ölmeyi göze alabilen ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan şövalyelerin lakabıdır...

***

Sevmek, sıra dışı ya da kahramanca şeyler yapmak değil, sıradan şeyleri hassasiyetle yapmaktır...

***

Yapılan araştırmalara göre, kadınlar kızdıkları zaman erkeklerden daha sinirli oluyorlar...

Onları kızdırırken, bir kez daha düşünün...

***

İnsan doğal gücünün, yüzde 55’ini kullanabilir...

Antrenman ve motivasyonla bu oran yüzde 75’e çıkar...

Gücün yüzde 100’ünün kullanılabilmesi için, ölüm korkusu gerekir...

(Bu bilgiler Her Gün 1 Yeni Bilgi twitter hesabı kaynak alınarak derlenmiştir...)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.