Şampiy10
Magazin
Gündem

Açıldığında; insanın mucizeler yaratmasını sağlayacak 7 çakraların açılması ve insan mucizesi...

Yıllar önce, vücudun biyoenerjik ritmini Amerika’dan getirttiği gelişmiş bir bilgisayar programıyla dengeleyen Ünal Uluer’le çalışırken; çakraların açılması konusuna girdim...

İnsan vücudundaki çakraların açılmasının, ne gibi mucizelere yol açtığını, somut olarak görme fırsatını o zaman fark etmeye başladım...

***

Vücudumuzun belirli bölgelerinde bulunan çakralar ve anlamlarını Her gün 1 Yeni Bilgi portalında gördüğümde, bunları aktarmanın önemli bir katkı sağlayacağını fark ettim...

Vücudunuzdaki çakraların açılmasını sağlarsanız; hayatınızın nasıl değiştiğini görecek ve potansiyelinizin artışı karşısında şok olacaksınız...

***

ÜST ALIN ÇAKRASI:

Bu çakramız, aydınlanma alanımız, ruhani alanımızdır...

Eğer bu çakra kapanmaya başlarsa, kötülüklere açık oluruz... Diğer kişilerin düşüncelerinden çok daha hızlı etkileniriz...

***

TAÇ ÇAKRASI:

Başın üst kısmında yer alır... Farkındalık bölgemizdir... Kapanması tehlikelidir, çünkü bir anda diğer tüm insanları kontrol etme duygusu gelişir içimizde...

***

ALIN ÇAKRASI:

Bu çakra zihinsel iletişimimiz için önemlidir...

Aynı zamanda sezgilerimizi simgeler...

Bu çakrada dengesizlik başlarsa, başka insanların sürekli bizi eleştirdiğini düşünürüz...

Sürekli olumsuz duyumlara kapılırız...

***

GIRTLAK ÇAKRASI:

Gırtlak; iletişim aracımızdır ve gırtlak çakrası çok önemlidir...

Eğer bu çakramız kapanmaya başlarsa, düşüncelerimizi ifade edemeyiz...

Duygularımızı yansıtamayız...

Kendimizi ifade etmekte zorlanırız...

***

GERDAN ÇAKRASI:

Bu çakra, şevkatimizi simgeler...

Bu çakrada bir sorun başlarsa, ruhani anlamda sıkıntı yaşamaya başlarız...

Sevgi veremez hale geliriz...

Kendimizi de hiç sevilmiyor zannederiz...

***

KALP ÇAKRASI:

Bu çakra özel bir çakradır...

Kalp çakrası, sevgiyi ve terbiyeyi simgeler...

Bu çakranın kapanması durumunda içimizde var olan sevgiyi büyütemeyiz...

İçimizde anlamsız kıskançlıklar oluşur...

***

KARIN BOŞLUĞU ÇAKRASI:

Duygusal iletişim bölgemizde bulunur...

Eğer bu çakranın dengesi bozulursa bir anda başkalarının problemlerini sürekli üstümüze çekmeye başlarız...

***

KUYRUK SOKUMU ÇAKRASI:

Yaratıcı alanımızda, cinsellikle ilgili alanımızda yer alır...

Dengesizlik başlaması durumu bile yeterince kötüdür...

Bir anda yaratıcılığımız yok olmaya başlayabilir...

Kısır olma durumu bile sözkonusu olabilir...

***

OMURGA ÇAKRASI:

Bu çakra insan ihtiyaçları alanında yer alır... Aynı zamanda gizli konular alanıdır...

Bu çakranın kapanmasıyla hayal kırıklıkları başlar...

Cinsel rahatsızlıklar ortaya çıkar ve sinirli bir kişi olmamıza neden olur...

***

TABAN ÇAKRASI:

Gündelik hayatımızın gerçeklerinin anlamıdır...

Bu çakrada bir dengesizlik başlarsa, fiziki anlamda sakatlıklar başlayabilir...

Bu çakramız daha çok çevresel faktörlerden olumsuz etkilenir...

*****

YAĞ YAKMAYA YARDIMCI OLAN YİYECEKLER...

Biber...

Kepekli tahıllar...

Yeşil çay...

Kırmızı çay...

Ananas...

Bakliyat...

Ton balığı...

Tavuk...

Tarçın...

Kahve...

*****

KANSERDEN KORUNMANIN ALTIN KURALLARI...

Sigara içmemek... Alkol almamak; ya da miktarı sınırlamak... Radyasyondan uzak durmak; (Yaz aylarında 11-16 arası doğrudan güneş ışığından uzak durmak... Enfeksiyondan korunmak...

***

Sağlıklı beslenmek;

(Sucuk salam sosis gibi işlenmiş et ürünlerinden uzak durmak, günde 2-3 gramdan fazla tuz tüketmemek, kısa zamanda yüksek ateşte pişirme yöntemlerinden vazgeçmek, günde en az 2-2.5 litre su tüketmek...)

***

Günde en az 30 dakika egzersiz yapmak... Kilo dengesini korumak...

***

Açıklanamayan kilo kaybı, ateş, halsizlik, ağrı, deri değişiklikleri, bağırsak ve idrar alışkanlıklarındaki değişiklikler, beklenmedik ve anormal kanamalar ile akıntılar, vücutta ele gelen kitleler, şişlikler, yutma güçlükleri, hazımsızlık ve ses kısıklığı gibi belirtiler kanser belirtileri. Kanserin erken belirti ve bulgularını bilmek, kansere karşı önleyici koşul sayılıyor...

***

Kanser riskini bilmek ve kanser tarama programlarına girmek... Stresle başa çıkmak; (Egzersiz, meditasyon, danışmanlık, konuşma tedavileri, grup tedavileri, sosyal destek, depresyon ve anksiyete giderici ilaçların kullanımı gibi yöntemler stresle başa çıkma yöntemi olarak belirleniyorlar...)

*****

LİMONLU SU İÇMENİN FAYDALARI...

Cildinizi temizler: Su içmek kendi başına vücudunuzu toksinlerden arındırır... İçine C vitamini eklendiğinde, kanınızdaki toksinler de temizlenir ve cildiniz kızarıklık ve ince çizgilerden kurtulur...

***

Ph seviyenizi düzenler:

Ph seviyesinin düzelmesi, bağışıklık sisteminizi güçlendirir... Limonun içindeki potasyum kan basıncını düzenler, beyni uyarır, soğuk algınlığı ile savaşır...

***

Kilo vermenizi sağlar: Limonlu su içmek, yemek isteğinizin önüne geçer...

Metabolizmanızı güçlendirir ve şişkinliği atmanızı sağlar...

***

Akşamdan kalmalığınızı yok eder; Limonlu su, midenizi sakinleştirir, antiseptik işlevi görerek detoks yapmanızı sağlar...

***

Nefesi tazeler; Sigara, baharatlı yemek ya da alkolden dolayı kötü kokan nefesinizi tazeler...

***

Beyin ve sinir sisteminizin daha hızlı çalışmasını sağlar...

Unutkanlığı atmanızı ve beyin sisinin ortadan kalkmasını sağlar...

***

Solunum problemlerinize yardımcı olur, öksürüklerinizin rahatlamasını sağlar...

Yazının devamı...

Burcunuza göre dünyaya geliş nedeniniz?..

Astroloji düşünülenin aksine, bilimsel bağlantıların en güçlü kanıtlarla sunulduğu bir bilim dalı...

Astrolojiyle ilgili, dedikodu mahiyetini aşan, bilimsel çalışmaları, bulguları, öngörüleri dikkatlice okuyor ve üzerinde çalışıyorum...

***

Son olarak bana gönderilen; “burcumuza göre, dünyaya geliş nedenimiz ne?..”

“Tanrı bizi dünyaya getirirken burcumuzla birlikte hangi misyonu veriyor?..” isimli çalışma, hayli ilginç sonuçları keyifli bir dille anlatıyor...

İşte burcunuza göre, Tanrı’nın bize verdiği misyonlar:

Kendinizi anlayabilmek için, Tanrı’nın verdiği misyonları; Koç burcundan itibaren okumanız gerekiyor...

Burçlarla arasındaki bütünlüğü anlamak kapsamında...

Sadece kendi burcunuzu okumaya kalkarsanız, “hayatı kendinden ibaret sayan ve evreni anlamaya çalışmayan tüm küçük egolarda” olduğu gibi olaydan hiçbir şey anlamamanız kesindir...

Hepsini bir bütünün parçaları olarak görmeniz dileğiyle...

KOÇ: KENDİNİ BEĞENME ÖZELLİĞİ

Sana ilk tohumu ekme onurunu veriyorum...

Ektiğin her bir tohuma karşılık, elinde bir milyon tohum bulacaksın...

Fakat onların büyümelerini görecek vaktin olmayacak...

***

İnsanların aklına “BEN”i yerleştirecek ilk kişi sen olacaksın...

Fakat bu düşünceyi geliştirme, ya da hakkında soru sorma, senin görevin olmayacak...

Yaşamının sebebi; eylemdir...

Bu eylem insanlara “BENİM YARATICILIĞIMI” haber verecek...

***

İyi çalışabilmen için sana “KENDİNİ BEĞENME” özelliği veriyorum...

BOĞA: “SANA GÜÇLÜ OLMA YETİSİNİ VERİYORUM”

Sana tohumu madde haline getirme gücü veriyorum...

Başlanmış olan bütün işleri senin bitirmen gerektiği için, görevin çok sabır gerektiriyor...

***

Aksi halde tohumlar rüzgarda savrulup kaybolacak...

Yapmanı istediğim bu görev için soru sormayacak, işin ortasında düşünceni değiştirmeyecek ve başkalarından destek beklemeyeceksin...

***

Bunun için sana “GÜÇLÜLÜĞÜ”, yani “GÜÇLÜ OLMA” yetisini veriyorum...

Onu akıllıca kullan...

İKİZLER: “BİLGİYİ BULACAKSIN...”

Sana insanların çevrelerinde gördükleri şeyi anlamalarını sağlayabilmek için, cevapsız sorular veriyorum... İnsanların neden konuşup, neden dinlediklerini hiçbir zaman bilemeyeceksin...

***

Fakat cevabı bulmak için yapacağın araştırmalarda sana armağan olarak “BİLGİ”yi vereceğim... Bilgi’yi bulacaksın...

YENGEÇ: “SANA DUYGUYU ÖĞRETME GÖREVİNİ VERİYORUM...”

Sana insanlara duyguyu öğretme görevini veriyorum... Bütün duyguları yaşayarak öğrenmeleri ve olgunluğa ulaşmaları için, onları hem ağlatıp hem güldüreceksin...

Sana olgunluğu hızla arttıracak olan, “AİLE” armağanını veriyorum...

ASLAN: “YARATICILIĞIMIN GÖRKEMİNİ DÜNYAYA GÖSTERME GÖREVİ”

Sana yaratıcılığımın tüm görkemini dünyaya gösterme görevini veriyorum... Ancak azametinde dikkatli olmalı ve bu yaratıcılığın senin değil “BENİM” olduğu gerçeğini daima hatırlamalısın...

***

Eğer bunu unutursan; insanlar seni küçük görecekler... Bu görevi iyi bir şekilde yerine getirirsen, büyük haz duyacaksın... Bunun için sana vereceğim armağan “ONUR”dur...

BAŞAK: “SENDEN, YARATTIKLARIMI DİKKATLİCE SINAMANI İSTİYORUM...”

Senden insanların BENİM YARATTIKLARIMLA neler yaptıklarını sınamanı istiyorum... Onların ne yaptıklarını dikkatlice inceleyip, kusurlarını hatırlatacaksın; ve böylece BENİM YARATTIKLARIMI iyice öğrenmelerini sağlayacaksın...

***

Sana bunu yapabilmen için “SAF DÜŞÜNCEYİ” armağan ediyorum...

TERAZİ: “UYUMSUZLUK OLAN HER YERE SENİ YERLEŞTİRECEĞİM...”

Sana insanların birbirlerine karşı olan görevlerini hatırlayabilmeleri için, HİZMET erdemini veriyorum...

***

Böylece insanlar işbirliğini öğrenecek... Ve kendi davranışlarının diğer yönlerini de yansıtma yeteneğini elde edecekler... UYUMSUZLUK OLAN HER YERE SENİ YERLEŞTİRECEĞİM...Bu gayretlerin için sana armağanım “Sevgi” dir...

AKREP: “HAYVANSAL İÇGÜDÜLÜRLE ÖYLESİNE UĞRAŞACAKSIN Kİ...”

Sana çok güç bir görev veriyorum...

Sana düşündüklerini anlama yeteneği verdiğim halde, anladıklarını söylemene izin vermeyeceğim...

Birçok kez gördüklerinle ACI çekecek ve bu acı ile “BEN”den uzaklaşacaksın...

***

Bu acının “BEN”den değil, benim yanlış anlaşılmış olmamdan doğduğunu unutacaksın...

Birçok insanı hayvan gibi görecek ve onların hayvansal içgüdüleriyle öylesine uğraşacaksın ki, yolunu şaşıracaksın...

***

Fakat en sonunda BANA döneceksin...

Akrep sana en üst armağanım olan “AMAC”ı veriyorum...

YAY: “BİRÇOK KİŞİNİN YAŞAMINA YALNIZ BİR AN İÇİN GİRECEK...”

Senden “BEN”i yanlış anlayıp, çaresizliğe düştüğünde insanları güldürmeni istiyorum...

Bu güldürme insanlara umut verecek ve bu umutla insanların gözlerini BANA çevirmelerini sağlayacaksın...

***

Birçok kişinin, yaşamına yalnız bir an için girecek ve girdiğin her yaşantıdaki huzursuzluğu tanıyacaksın... Sana karanlıktaki her köşeye erişip aydınlatabilmen için, “SONSUZ BEREKET” veriyorum...

OĞLAK: “SANA İNSANLARIN SORUMLULUĞUNU YÜKLÜYORUM...”

Senden insanlara çalışmayı öğretmek için alınterini istiyorum... Tüm insanların yükünü omuzlarında taşıyacağın için, bu görevin hiç de kolay değil... Ama bu boyunduruğun yükü için, sana insanların “SORUMLULUĞUNU” yüklüyorum...

KOVA: “YALNIZLIĞIN” ACISIYLA; BENİM SEVGİMİ ÖĞRENECEKSİN...

Sana insanların, tüm olanakları görebilmek için; “GELECEK” KAVRAMINI veriyorum... “BENİM SEVGİMİ” kişiselleştirebilmen için, “YALNIZLIK” acısını çok duyacaksın... İnsanların gözlerini yeni olanaklara çevirebilmeleri için, sana “ÖZGÜRLÜĞÜ” armağan ediyorum...

BALIK: “SENDEN İNSANLARIN ÜZÜNTÜLERİNİ GETİRMENİ İSTİYORUM...”

Sana hepsinden daha güç bir görev veriyorum...

Senden insanların ÜZÜNTÜLERİNİ toplayıp, BANA geri getirmeni istiyorum...

***

Senin gözyaşların sonunda benim gözyaşlarım olacak...

Senin topladığın üzüntüler, insanların BENİ yanlış anlamalarından doğmuş üzüntülerdir...

Senin onlara vereceğin “ŞEVKAT”le onlar yeniden BENİ anlamaya çalışacaklar...

Bu güç görev için sana en büyük armağanı veriyorum...

Sen oniki çocuğum arasında BENİ tek anlayan olacaksın...

***

Fakat bu anlayış yalnız senin içindir...

Sen onu insanlara anlatmak istediğinde, onlar seni dinlemeyeceklerdir...

Yazının devamı...

Arkadaşımın kızı...

-“Hazal büyüdü...” diyor telefonda;

-“Senin kurduğun televizyonda program yapıyor... Reha Abi’sini programına davet etmek istiyor... Benim aracı olmamı istedi...” diyor...

Hakan Kalkavan Beşiktaş yönetimine, tesadüfen beraber girdiğimiz, ama beraber ayrılmaya tesadüfi olarak değil, birlikte karar verdiğimiz kader arkadaşım...

***

Londra’da okuyan kızı Hazal’ı, üniversite mezuniyetinin arkasından programcı olarak BJK TV’ye sokuyor...

Kendisi armatör...

Kızı; benim Hakan’la yöneticilik yaptığımız sırada kurduğum BJK TV’de programcı oluyor; para almadan hizmet veriyor...

Hazal; armatör babasına BJK televizyonunda çalışarak layık olmaya çalışıyor...

Babası da; Londra’da okuttuğu kızını, kendi kulübünün televizyonunda yayıncı olarak görüp, mutlu oluyor, gururlanıyor...

Para almıyor Hazal; çünkü babası kızının Beşiktaş’tan para almasını istemiyor...

*****

KURDUĞUM VE AYRILDIĞIM TELEVİZYONA KONUK OLMAK...

Hazal ıkına sıkına Beşiktaş’lı ünlüleri konuk aldığı programına konuk etmek istiyor beni...

Uzun zamandır kendimle ilgili aldığım bir karara uymaya çalışıyorum...

Yazar ve yorumcu olarak sorulara cevap vereceğim programlar dışında hiçbir televizyon programına çıkmıyorum...

Çok nadir göründüğüm yayınlar; televizyonculuğumun dışında; yazar olarak fikrimin sorulduğu programlar...

“Televizyoncu kimliğimle çok uzun bir süredir çıkmama kararındayım yayınlara...”

***

Ancak hayat kaçtığın şeyi, en kaçamayacağın şekilde karşına çıkartıyor ustaca...

Ben çıkmak istemiyorum derken, kader arkadaşımın televizyonculuğa başlayan kızının teklifi çıkıyor karşıma...

Üstelik kendi kurduğum televizyonda...

-“Ne söyleyeyim ki...” diyorum...

-“Hazal’ın benimle televizyon programı yapmaya ihtiyacı varsa; geleceğim kaçamam ki...”

***

Bir taraftan da “ne yapacağım şimdi uzun uzun kendini anlattığın televizyon programında” diye içim içimi yiyor...

*****

PROGRAM YAYINDAN KALKIYOR...

Önceki gün; Hakan Kalkavan’ın ismini görüyorum cep telefonumun ekranında...

Telefonu açmamla konuşmaya başlıyor:

-“Hazal’ın programı yayından kalktı...” diyor...

-“Anlamadım...” diyorum...

-“Ben de anlamadım...” diyor...

-“Şehir tiyatrolarından üç Beşiktaş’lı çocuğu konuk almışlar... Çocuklar da beatbox (hiçbir alet kullanmadan ağız, dudak, dille yapılan müzik) türü besteledikleri bir Beşiktaş rap’i söylemişler...

Güya bu; taraftarın büyük tepkisine yol açmış... Özür dilenmiş... Program yayından kaldırılmış...”

*****

ŞEHİR TİYATROLARINDAKİ ÇOCUKLAR...

Şehir tiyatrolarındaki Beşiktaş’lı genç sanatçıların yaptıkları parçayı ve koreografiyi you tube’dan buluyor ve izliyorum...

Bana pek hitap etmiyor; bu tip sert koreografiler...

Ama; içinde küfür yok, kıyamet yok...

***

Sonuçta bunu yapan çocuklar da Beşiktaş’lı...

Genç tiyatrocular kendilerine göre bir parça besteliyor yorumluyor diye; bunca kıyamet kopar mı?..

Adam mı kesiyorlar, küfür mü, hakaret mi ediyorlar da program yayından kaldırılacak kadar, felaket bir senaryo ortaya çıkıyor?..

Beşiktaş’lı çocukların yaptıkları bir beste ve koreografi “tribün kültürüne uymadı” diye onları ötekileştirmenin, idam etmenin, aslanlara yem yapmanın anlamı var mı?..

***

Bu parça tribünde mi söylenecek?.. Hayır...

O zaman ne?..

Beşiktaş sevgisini kim nasıl içinde hissediyorsa ona göre bir eser çıkartır, beğenen izler, beğenmeyen izlemez...

Sonuçta; Beşiktaş’lı sanatçı çocukların, biraz uçuk, biraz marjinal bir bestesi ve koreografisi yayınlanan...

Küfür yok, hakaret yok...

“Ötekileştirilmeye karşı çıkmanın abidesi haline gelen kulübe”, beğenmediğin koreografiyi linç etme hakkını hangi Beşiktaş kültürü veriyor?..

***

-“Program yayından kaldırıldı...” diyor Hakan...

Kızı Hazal;

-“Reha Abi; biz ne yaptık da bunlar oluyor hiçbir şey anlamıyorum...” diyor...

-“Seninle ilgisi yok Hazal...” diyorum...

-“Seninle hiç ilgisi yok...”

***

21 yaşında Londra’da üniversite bitiren; Beşiktaş gol yedi mi ağlayan, pırıl pırıl bir genç kız; deli gibi sevdiği, beş para almadan 18 saat kan ter içinde babasına layık olmak için çalıştığı kulüp televizyonunda “ne olduğunu anlamadan programı yayından kaldırılan bir televizyoncu” haline geliveriyor...

***

Hazal’ı sakinleştiriyorum...

Hakan Kalkavan’a;

-“Bu olayların günahsız Hazal’la ve programla hiçbir ilgisi yok... Takımla son zamanlarda bütün deplasmanlara gidiyorsun... Arkadaşlarla kulübün içine girmiş durumdasın... Yine belli ki birilerini ürkütmeye başlamışsın...” diyorum...

Ne dediğimi anlıyor, cevap vermiyor...

***

Hakan’la konuşurken; Poyraz’a Mina’ya Beşiktaş’la ilgili öngördüğüm şeyin ne kadar doğru olduğuna bir kez daha kanaat getiriyorum...

-”Benim çocuklarım Beşiktaş’lıysa, şampiyonluklar kazanan Beşiktaş’lı aktif sporcular olurlar... Alırım siyah beyaz formalarını, onları basketbol oynatır, tenis oynatır, futbol topuyla tanıştırırım...

Beşiktaş’lılık birbirini yok etmeye çalışan ayak oyunlarının arasında kaybolmak değil, iyi ve ahlaklı sporcu olmaktır...

Ahlaklı sporcu olmanın, ahlakı savunan kültüre sahip olmanın dışında bir Beşiktaş yok...

Çocuklara yapılanları içime sindiremiyorum...

Yazının devamı...

Üç çocukla Casanova’nın şehrinde...

Onlara sürpriz hazırlıyorum... “Roma’ya gideceğiz” derken, son anda rotayı değiştiriyor Venedik’e çeviriyorum... Suların, denizlerin, kanalların, sevgililerin, gondolların, adaların şehrine üç çocuğumu götürmeye karar veriyorum...

***

Kanalları, gondolları, köprüleri, deniz taksileri, vaporettoları ve elbette seveceklerini biliyorum... Venedik’i unutamayacaklarını tahmin ediyorum... Onun için onları Venedik’e götürüyorum...

***

Kendim için ise; sevgililer kenti Venedik’e üç sevgili çocuğumla gitmemin muhteşem bir romantizm olacağını düşünüyorum...

Aşk şehrinde, üç aşkımla birlikte, en unutulmaz romantizmimi yaşayacağımdan kuşku duymamaktayım... Venedik benim için romantizmin ve romantik çapkın Casanova’nın şehriydi... Şimdi çocuklarımla yaşayacağım en romantik zamanların sahnesi olmaya adaydır...

***

Casanova’nın doğduğu şehre, kişisel tarihimin aşklarından hediye, sevgililerinden yadigar üç çocuğumla, romantik Venedik Bayram’ını yaşamaya gidiyorum...

Venedik’li Casanova’yı anlattığım iki yazımı buraya alıntılıyorum şimdilik...

*****

122 KADINA AŞIK OLAN VENEDİK’Lİ CASANOVA...

Haberlerden anlıyorum ki, bu bayram Türk turistler için Venedik modadır... Ben şu anda Venedik’te değilim, ama Büyük Kanal’da veya Rialto Köprüsü’nde gezerek romantizm, aşk tazeleyecek olanlara bir öneride bulunabilirim...

170 civarında kanal ve yaklaşık 400 köprünün olduğu Venedik’te geziyorsanız, gondolla giderken Giacomo Casanova’nın evine dikkat edin... Dünya erkeklerinin “çapkınlık rol modeli” olarak aldığı ve benzemeye çalıştığı Casanova, aslında bugünkü ucuz fuhuş rezilliklerine göre melek sayılırdı...

***

73 yıllık hayatı boyunca 122 kadınla beraber olduğunu söyler Casanova...

Venedik’te doğdu... 1725-1798 yılları arasında yaşadı ve kadınları hep keşfedilmesi gereken birer hazine olarak gördü...

***

Dünyayı dolaşarak hayatını yaşayan bir zevk adamı ve kendi servetini kendi yapmış bir yazardı...

Sosyal, yetenekli, duygusal ve çekiciydi...

***

O ilişkiye girdiği her kadınla duygusal bir bağ kurdu... Ünlü Fransız sosyolog Jean Baudrillard Casanova’yla günümüzün ucuz çapkınlarını karşılaştırmanın hata olduğunu söylüyor:

“Casanova’nın amacı hiçbir zaman kadınlarla birkaç saatlik eğlence olmadı... Kadınların onun akıl ve kültür düzeyinde konuşmaları hep iştahını kabarttı...”

***

Ama günlüğünde kadınlarla ilgili altını çizdiği cümle Casanova’nın hayatını ve inancını esas anlatan cümledir:

“Bir sürü kadınım oldu... Eğlendim, oynadım, küçük gördüm, görüldüm...

Aşkın dünyadaki en büyük aşkın merak olduğunu anladım...

Merak bittiğinde ya da giderildiğinde aşkın yok olduğunu öğrendim...”

*****

CASANOVA İLE DON JUAN ARASINDAKİ FARKLAR...

Berlusconi, efsanevi ve kurgusal “zampara karakter”i tasvir eden Don Juan karakterinin tipik bir örneğidir...

***

Ben bazı deneyimleri açısından hiç alakam olmasa da ve üstadın eline su dökemesem de tarihsel bir kişilik olan Casanova’ya yakın dururum...

***

Aslında her erkek Don Juan denilen efsanevi ve kurgusal karakterle, Casanova denilen tarihsel gerçek kişilik arasında bir yerlerde durur...

***

Don Juan ilk kayıtlı hikayesi Tirso de Molina’da;

“kendisini sevgili gibi göstererek veya evlilik vaad ederek kandıran, pişmanlık duymayan bir zamparadır...”

***

Arkasında kırık kalpler, kızgın koca ve babalar bırakır... Sonunda Don Gonzalo’yu vahşice öldürür... Efsaneye göre, Don Juan soylu bir ailenin genç kızını baştan çıkartarak reputasyonuna başlamıştır...

***

Casanova her ne kadar kadınlarla ilişkileri açısından Don Juan’a benzetilse de, ondan çok farklıdır...

***

Casanova ilişkisi olduğu kadınları gerçekten çok sever ve çoğu zaman ilişkiden sonra, uzun süre onlarla arkadaş kalır...

***

Histoire De Ma Vie ismini taşıyan otobiyografisinde 122 kadınla beraber olduğunu yazar...

***

Tarihçiler Casanova’nın “başarılı bir aşık” olmasının nedenini, “Kendi zevkine düşkün olduğu kadar, karşı cinsin de keyif alması için özen göstermesi” olarak değerlendirirler...

***

Baştan çıkartıcıdır, kendisinin baştan çıkartılmasından keyif alır ve beraber olduğu kadınları gerçekten sever, ilişkiden sonra da arkadaşlıkları ve dostlukları devam eder...

***

Don Juan ve Casanova birbirinden farklı iki kişilik... Don Juan’dan ve Don Juan’lardan haz etmem... Venedik’li Casanova’ya ise itiraf etmeliyim ki sempati duyuyorum...

*****

CASANOVA’NIN KENRİ KALEMİNDEN HAYATI...

Histoire De Ma Vie (Hayatımın Hikayesi) Casanova’nın kendini anlattığı satırlardan oluşan kitabının adıdır...

Şu satırlar göze çarpar kitabın arka kapağında Casanova ve hayatı hakkında;

***

“Duyularıma zevk veren her şeyi kendime bağlamaya çalışmak yaşamımın en büyük uğraşı oldu; hiçbir işi daha önemli görmedim... Karşı cins için doğmuş olduğumu hissederek, onu daima sevdim ve onun da beni sevmesi için elimden geleni yaptım...

İyi yiyeceği aşırı sevdim ve merak uyandıran hiçbir şeyin peşinde koşmaktan geri kalmadım...”

***

Casanova kendini birkaç cümleyle böyle tanımlıyor... Peki biz onun hakkında ne biliyoruz? Sıradan bir çapkın mı?.. Bir sahtekar mı?.. Kumarbaz mı?..

Belki onun için hepsi söylenebilir ama asla “sıradan” denemez...

***

Din eğitimi almasına ve kilisede iyi bir kariyer şansı yakalamasına rağmen, kendi deyimiyle yanlyola sapmaktan hoşlanır...

Üstelik Tanrı’ya inancı da tamdır... “Ama” der, “Kimseye zarar vermeden keyif alanlar mutludur; Tanrı’nın; fedakarlık olarak kendisine sunulan üzüntüler, acılar ve perhizlerden hoşlanacağını düşünmek deliliktir...”

***

Casanova’nın hayatı basit bir cinsel açlığın doyurulması değildir...

O kadınları sever ama aşık olmak her şeyin başıdır...

İşte o zaman kafası delice çalışır fakat duygularının buyurduğu yönde...

Sahip olduğu her şeyi zevkleri uğruna terk etmesini bilir... Onlar, “çılgınlıklar için harcanması gereken paralardır...”

Bundan hiçbir zaman pişman olmaz, aksine gurur duyar... Ve edebiyat onun için her zaman önemli olmuştur...

Oysa sunduğu tüm edebi çalışmalarla değil, kendi kaleme aldığı anılarıyla üne kavuşur...

Anıları yıllarca sansürlenerek yayınlanır...

*****

CASANOVA MI TAGORE MU?..

Casanova’nın şehrine üç çocuğumla bu kez gitmeye hazırlanırken; kendi kendime derin bir hesaplaşma içine gireceğim şu soruyu soruyorum...

“İçinde yıllar yılı gizli bir Casanova yok muydu acaba?..”

***

Uzun süre düşündükten sonra şu cevabı veriyorum kendi kendime...

Casanova’dan çok seni anlatan Tagore’dur...

Rabindranath Tagore...

Alışma Bana isimli şiiriyle...

Casanova’nın Venedik’inde, üç çocuğun yanında ALIŞMA BANA’YI söyleyebilmek, sanıyorum Venedik’i bir başka romantika haline getirecek...

*****

ALIŞMA BANA...

“Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz..! Bugün varım yarın birden yok olurum. Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum.

***

Canımı acıtma, bir yara da sen açma..! Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun.

***

İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum.

Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum..

***

Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum..

Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum..

***

Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına..

Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..! Vazgeçemezsin tutkun olurum.

***

Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni.

Tüm tutkularım ve gücümün arkasında; Hala minik bir çocuğum.

Büyütemezsen ; Kaybolurum!..”

Rabindranath TAGORE

Yazının devamı...

Güzel kadının bahtsızlığı...

Monica Belluci “Çok güzel bir kadının ilişkileri asla normal olmaz” der...

Oysa “Çok güzel olan kadınlar, aslında şanssız ve bahtsız kadınlardır...”

***

En yakışıklısından, en çirkinine, en zengininden, en fakirine, en karizmatiğinden en sıradanına kadar her erkek onlardan bir parça bal almak ister...

***

Bu ilgi güzel kadını mutlu eder, ancak güzel kadının kaderi bir süre sonra erkekten gördüğü ilgiden, “diğer erkeklerden göreceği nefrete ve o erkeklerin yanındaki kadınların düşmanlıklarına” doğru kayar...

***

Güzel bir kadının bahtsızlığını ve kadersizliğini anlatan en iyi karakterlerden biri Parisli güzel Esmeralda’dır...

*****

AVLUDA BULUNULAN ÇİRKİN BEBEK...

Victor Hugo’nun Notre-Dame’ın Kamburu’nda üç erkeğin arasında, bahtsız bir kadere savrulan Esmeralda’nın öyküsü vardır...

***

Güzel bir kadını delicesine sevip, ona sahip olamayınca öldürmeyi bile düşünen arıza bir aşkın, ihtirasın, hırsın, sevginin ve aşkın ölümsüzlüğünün ayrı ayrı erkekler üzerinde işlendiği bir klasiktir Esmeralda’nın hikayesi...

***

Frollo, Notre-Dame kilisesinde papazdır... Bir gün Paris’in Seine Nehri’nin üzerindeki dünyaca ünlü kilisesi Notre-Dame katedralinin önünde bir bebek bulur...

***

Bebek çok çirkindir...

Ona Fransızca’da “eksik-tamamlanmamış” anlamına gelen Quasimodo adını verir...

***

Quasimodo büyüyünce aynı kilisede zangoç olur...

Her gün çaldırdığı kilise çanının kulakları parçalayan sesiyle, Quasimodo kamburunun ve çirkinliğinin yanı sıra bir de sağır olur...

*****

DÜNYALAR GÜZELİ ESMERALDA...

Bir gün kilise önünde inanılmaz figürlerle dans eden muhteşem güzellikteki Esmeralda adında kızla tanışır...

***

Kız bir çingenedir... Aslında Esmeralda ile Notre-Dame’ın Kamburu Quasimodo arasında bir kader ortaklığı vardır... Esmeralda çingeneler tarafından dünyaya çok çirkin ve tamamlanmamış bir bebek olarak gelen Quasimodo’nun yerine kaçırılmıştır...

***

Esmeralda’yı kaçıran çingeneler yerine sakat bir çocuğu; Quasimodo’yu bırakmışlardır... Esmeralda genç ve çok güzel bir kızdır, Quasimodo onu görüp âşık olur...

***

Esmeralda’ya ilk âşık olan, ona hayatı boyunca her türlü fedakârlığı yapacak olan, Quasimodo’dur... İnsanlar Quasimodo’yu sevmezler, görüntüsünden dolayı ondan kaçarlar...

Ama Quasimodo Esmeralda’yı hayatı boyunca delicesine sevecektir...

*****

ESMERALDA İÇİN ÖLÜMCÜL REKABET...

Papaz Claude Frollo bir din adamıdır...

Esmeralda’yı “kilise önünde şarkı söyleyip dans ederken gördüğünde” şehvet dolu bakışlarını kızdan ayıramaz...

***

Genç kıza göz koyar...

Ne yapıp edip onunla beraber olacaktır...

***

Bu uğurda her şeyi, her türlü komployu yapacaktır...

***

Esmeralda’nın bütün bu ve başka erkekler arasında kalbinin çarptığı tek erkek Phoebus’tur...

Esmeralda Phoebus’la buluştuğunda, adamı yaralar ve suçu Esmeralda’nın üzerine atarak kaçar...

***

Esmeralda için karanlık günler “kendisine göz koyan kilise papazıyla, bir türlü beraber olmak istemeyince” başlamıştır...

***

Esmeralda’nın kalbini soylu ve zengin bir ailenin kızıyla nişanlı olmasına rağmen çapkın ama yakışıklı bir subay olan Phoebus çalmıştır...

Başta Phoebus de Esmeralda’nın güzelliğinden çok etkilenip ona âşık olur...

***

Ancak Papaz Frollo kıskançlıktan, Esmeralda’ya komplo kurar ve bıçakla yakışıklı subay Phoebus’u yaralar...

Suç güzel ama korumasız olan Esmeralda’nın üzerine kalır...

***

Başta Phoebus olmak üzere herkes Esmeralda’nın büyücü olduğunu ve parada gözü olduğundan bunu yaptığını düşünür....

Esmeralda suçsuz olduğunu haykırır ama insanlar bir çingeneye inanmaktansa bir rahip ve subaya inanmayı tercih ederler...

***

O sırada papaz bir kez daha Esmeralda üzerinde şansını dener...

Eğer aşkına karşılık verirse, onunla birlikte olursa, hayatını bağışlatacağını söyler...

Esmeralda, Papaz Frollo’yla yine beraber olmaz...

***

O âşık olduğu Phoebus’un kendisine inanıp onu kurtaracağını sanmaktadır hâlâ...

Oysa çok güzel kadınlar, erkekleri etkileseler de, onların yanlarında bulunan kadınların sonsuz düşmanlıklarını çekerler...

***

O kadınlar, çok güzel kadınlardan etkilenen erkekleri de bir süre sonra kendilerine çekerler...

Ve başka kadınlar böyle durumlarda çok güzel kadınların celladıdırlar...

***

Fleur-de-Lys yakışıklı subay Phoebus’un nişanlısıdır...

Zengin ve soylu bir aileden gelmektedir ve nişanlısına gelecek vaat etmektedir...

Olaylar olunca, genç subaydan uzaklaşır...

***

Esmeralda suçlandığında ise yeniden bir “yılan gibi devreye girer...”

Subay olan nişanlısı Esmeralda’yı astırırsa kendisine geri dönecektir...

*****

ESMERALDA’NIN TUTUKLANMASI

Zaten Esmeralda’nın para için kendisini yaraladığından şüphelenen Phoebus bu teklifi kabul eder... Esmeralda tutuklanır, ölüm cezasına çarptırılır...

***

Dostları ve Quasimodo tarafından hapsedildiği zindandan kaçırılır... Ancak daha sonra Phoebus komutanlığındaki askerlerin çingene mahallesini basması sonucu yeniden yakalanır ve asılmak üzere meydana götürülür...

Her şeyi Papaz Frollo kurmuştur... Esmeralda’nın âşık olduğu yakışıklı subay Phobeus nişanlısının esiri olmuş, nişanlısı da ondan Esmeralda’yı astırmasını istemiştir...

***

Güzel, ama bahtsız ve korumasızdır Esmeralda... Onu tek vücudunu siper edip koruyan kişi insanların tipinden korkup kaçtığı Quasimodo’dur... Quasimodo, Esmeralda’nın asılmaması için, velinimeti olan Papaz Frollo’ya yalvarır... Ama Frollo son teklifinde de kendisiyle beraber olmayacağını söyleyen Esmeralda’yı öldürtür...

***

Bunun üzerine Notre-Dame’ın Kamburu Quasimodo kilisenin merdivenlerinden Papaz’ı iter, Frollo ölür. Yıllar sonra, ölülerin atıldığı zindanda görevliler; birbirine kenetlenmiş iki ceset bulurlar...

***

Üzerinden; Quasimodo’nun giydiği kıyafet olan çürümüş bez parçası ve küller dökülür... Quasimodo’nun ve Esmeralda’nın külleridir onlar...

*****

BAYRAM’DA PARİS’E GİDERSENİZ EĞER

Monica Belluci, “Güzel

kadınların hiçbir

zaman normal bir aşkları olmaz” der...

Bu Bayram günleri CD’ye “Belle” diye başlayan Esmeralda parçasını koyarsanız eğer...

***

O müziğin korkunç kreşendolarında, Notre-Dame katedralini seyredersiniz...

Güvercinlerin dolaştığı bir banka oturup Saine Nehri’nin ortasında Esmeralda’nın dans ettiği kilisenin önündeki meydana bakarsanız ...

Havaya belli belirsiz şeylerin uçuştuğunu görürsünüz...

***

Havada hep sanki fazladan bir şeyler vardır ve görünmeyen o şeyler Saine Nehri’ne doğru uçarlar...

Esmeralda ile Quasimodo’nun küllerinin ruhlarıdır o uçuşanlar...

Yazının devamı...

Japon atasözleri...

İlk karını sana Tanrı;

İkinci karını insanlar...

Üçüncüsünü ise şeytanlar gönderir...

***

Para eğer hizmetkarın değilse, efendin olur...

***

Savaşı bilmeyen barışı da bilmez...

***

Kızgın ve öfkeli adam, hayatta girdiği tüm savaşlardan yenik ayrılır...

***

Para kazanmak; iğneyle kuyu kazmak gibi; para harcamak kuma su dökmek gibidir...

***

Aşık insan; sivilceyi gamze sanır...

***

Pişmanlık duymayanı bağışlamak, suya resim yapmakla birdir...

***

Göze batan çivi; çekici yer...

***

Eylemsiz öngörü, hayal kurmaktır...

Öngörüsüz eylem ise karabasan görmek demek...

***

En iyi kılıç, kınında tutulan kılıçtır...

***

Sular yükselince, gemiler de yükselir...

***

Yedi kez düş;: sekiz kez ayağa kalk...

***

Sanatçıyım diyebilmek için, ustanı geçeceksin...

ve kendini geçecek bir öğrenci yetiştireceksin...

***

Biri beni aldatırsa yazıklar olsun ona...

İki kez aldatırsa, yazıklar olsun bana...

***

Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan korkun...

***

Öfkenin uzaklaştırdığını, gülücükler geri getirmez...

***

Okuduğun her şeye inanacaksan hiç okuma daha iyi...

NE ZAMAN Kİ EN SEVDİKLERİNİZ YANILTIR SİZİ...

Ne zaman ki; en sevdikleriniz yanıltır sizi...

Ne zaman ki, birer birer herkes düşürür maskesini...

Ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz...

İşte o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya...

Charles Bukowski

KADIN VE ŞARAP...

Ve kadın... Işığıyla, neşesiyle, Kahkahasıyla başınızı döndürebiliyorsa

Gözleri gözlerinizi okuyorsa Sevincinizi, hüznünüzü paylaşabiliyorsa

İşte “O KADIN” sizin şarabınızdır...

Nazım Hikmet

ALIŞMA BANA...

Alışma bana; ne yapacağım belli olmaz... Bugün varım yarın birden yok olurum...

***

Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum...

***

Canımı acıtma, bir yara da sen açma!.. Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun, tutuşursun...

***

İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum...

***

Çözmeye çalışma sakın, Seninle karışır iyice kördüğüm olurum...

***

Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum...

Aşkı yaşatmamı isteme asla, Ben aşka yıllardır inanmıyorum...

***

Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki!..

***

Vazgeçemezsin; tutkun olurum

Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni...

***

Tüm tutkularım ve gücümün arkasında Hala minik bir çocuğum,

Büyütemezsen,

Kaybolurum...

Rabindranath Tagore

BAYRAM KARNESİ...

Dokuz günlük tatiller, dokuz günlük bayramlar; ne keyif vericidirler... Nasıl ince bir heyecan kıpırtısı sarıverir insanın yüreğini...

***

Nasıl gidilecek yerlerin, gezilecek mekanların, merak ve heyecanla karışık esintisi kaplar insanın gövdesini...

***

‘Çalıştım ve hak ettim, bu bayram gezmeyi, eğlenmeyi...’

Bunu demek... Diyebilmek...

Çalışmak ve hak etmek...

***

Bayram tatile giden yetişkinlerin karne heyecanıdır aslında...

Çocukluk yıllarında beyne enjekte edilen kodların ortaya çıkışıdır...

***

Artık alınacak bir karne kalmamıştır...

Artık verilen yaldızlı pekiyiler, daha sonra düzeltilmesi umulan kırıklar kalmamıştır yaşamda...

***

Karneni; kendin vermeye başlamışsındır kendine, hayatta...

***

Dokuz günlük tatil öncesi kendi karneni kendin verirsin ruhunun derinliklerinde

***

Başarılı, mutlu ve keyifli addedersen kendini,

Bayram’da da kendine bir mola verirsin Bu molayı hak ettiğini düşünürsün... Karne sevincini, tatille taçlandırırsın...

***

Başarısız hissedersen kendini,

başarısızlığı yaşamaya alıştırırsın kendini... Eve tüner oturursun...

Hiçbir şey yapmazsın...

Hiçbir şey yapmayı arzulamazsın...

***

Hayatı sevmezsin...

Kendini dinlersin...

Kendini dinlerken, kendinle vırvır edersin...

hayatı naletlersin...

***

Ama bunların çok dışındaysan eğer, Bu yazıyı bir otobüs camının,

bir uçak koltuğunun,

bir tren kompartımanının

penceresinde okuyorsan eğer...

***

Sevdiğinin eli eline değiyorsa eğer... İçin sımsıcak oluyorsa... Ya da bir bilinmeyene giderken, bir bilinmeyen aşkın içindeysen eğer...

***

Yaşam boheminin göbeğinde

tehlikeyle raks ediyorsan eğer

İçin güzel bir huzursuzlukla dans etmekteyse kıpır kıpır...

O zaman Bayram’ı; Bayram’ın arzuladığı gibi yaşıyorsun demektir...

(Reha Muhtar)

Yazının devamı...

‘Hiçbir şeye ait olmayacaksın’

İlle de bir şeye ait olacaksan,

Renklere ait olacaksın...

Mesela turuncuya, ya da pembeye...

***

Bağlanmayacaksın öyle bir şeye,

Öyle körü körüne...

***

O olmazsa yaşayamam demeyeceksin...

Demeyeceksin işte...

Yaşarsın çünkü...

***

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki...

Çok sevmeyeceksin mesela...

O daha az severse kırılırsın...

Ve zaten; genellikle daha az sever seni...

Senin onu sevdiğinden...

***

Çok sevmezsen, çok acımazsın...

Çok sahiplenmeyince; çok ait de olmazsın hem...

***

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin...

Senin değillermiş gibi davranacaksın...

***

Hiçbir şeyin olmazsa;

Kaybetmekten de korkmazsın...

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın...

***

Çok eşyan olmayacak mesela evinde...

Paldır küldür yürüyebileceksin...

***

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen...

Çatıların gökyüzüyle birleştiği

yerleri sahipleneceksin...

***

Gökyüzünü sahipleneceksin...

Güneşi ayı yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak...

O ‘benim’ diyeceksin...

***

Mutlaka sana ait olmasını

İstiyorsan bir şeylerin

Mesela gökkuşağı senin olacak...

İlle de bir şeylere ait olacaksan...

Renklere ait olacaksın...

***

Mesela turuncuya ya da;

pembeye...

Ya da cennete ait olacaksın...

***

Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın...

***

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi...

Hem de hep senin kalacakmış

gibi hayat...

***

İlişik yaşayacaksın,

Ucundan tutarak... (Can Yücel)

*****

TAM ZAMANINDA YAŞAMAK

Yemek de boş, içmek de,

Hatta yeri gelmeden sevişmek de...

***

Tam zamanında öpmelisin...

Mesela güzel gözlünü...

***

Tam zamanında söylemelisin sevdiğini...

Gözlerinin içine baka baka...

***

Bisikletinin gidonunu

Tam zamanında çevirmelisin...

***

Düşmemek için,

Tam zamanında frene basmalı,

Tam zamanında yola koyulmalısın...

***

Tam zamanında okşamalısın başını...

o üzüm gözlü çocuğun

Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına...

Tam ağlamak üzereyken...

***

Tam zamanında koymalısın

Elini omzuna...

En sevdiğin dostunun babası

öldüğünde...

***

Tam zamanında tutmalısın

düşerken...

Üç yaşında sehpaya tutunan

çocuk...

***

Tam zamanında acımalı

yüreğin

Afyon’da Hasan Ağabey’in evi

yıkılınca başına

Evsiz kalınca çoluk çocuk

Ki uzatsın elini bir parça...

***

Tam zamanında açmalısın kapını

Hayatına girmek isteyenlere...

Tam zamanında çıkarmalısın

Sevginden şımarmaya

başlayanları...

***

Tam zamanında affetmelisin

kardeşini

biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını

Seni gecenin üçünde arayıp da

Kafasının iyi olduğunu

söylediğinde...

***

Tam zamanında öğretmelisin

oğluna

Gerekiyorsa yumruk atmayı

tam burnunun üstüne

Tiksinmeden pisliğinden,

Yukarı mahallenin sümüklü

bebesi

Misketlerini zorla almaya

çalışırsa...

***

Tam zamanında bağırmalısın

Acıyınca bir yerin.

Tam zamanında gülmelisin

Kemal Sunal küfür edince

Filmin bir yerinde...

***

Tam zamanında yatmalısın

yola çıkacaksan ertesi gün

Ve arabayı kullanan sensen

Sana emanetse çoluk çocuk

Ve kendin...

***

Tam zamanında bırakmalısın

içmeyi...

Son kadeh bozacaksa seni

Ve üzeceksen birilerini

Ertesi gün hatırlamayacaksan...

Tam zamanında ayrılmalısın

misafirliklerden...

***

Tam zamanında terk etmelisin

gerekiyorsa

Annenin, babanın evini,

Tam zamanında başka bir

şehre gidip

Ayaklarının üstünde durmaya

çalışmalısın...

Tam zamanında dönmelisin memleketine...

***

Tam zamanında için titremeli,

Tam zamanında aşık olmalı

Deli gibi sevmelisin güzel

gözlünü...

***

Tam zamanında toplamalısın

oltanı

Belki de seni şampiyon

yapacak

En büyük balığı kaçırmadan...

***

Tam zamanında yaşlandığını

hissetmeli...

Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı...

***

Haydi şimdi kalk bakalım

Silkin şöyle bir

At üzerinden hayatın

yorgunluğunu...

Vakit zannettiğinden daha az

Haydi kalk bakalım...

Şimdi YAŞAMAK ZAMANI...

(Can Yücel)

*****

15 YIL HÜKÜM GİYEN ŞAİR...

Yedi yıl Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Ali Yücel’in oğluydu Can Yücel...

Babası aynı zamanda yazardı...

Kendisi de şair, çevirmen, edebiyatçı oldu, genetik kodlarına uyarak...

Ankara Atatürk Lisesi bitirip, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okuduktan sonra, İngiltere’ye Cambridge Üniversitesi’ne gitti...

***

Askerliğini Kore’de yaptı...

Uzun süre Paris ve İngiltere’de yaşadı...

BBC’de Türkçe servisinde çalıştı...

Türkiye’ye döndüğünde Bodrum ve Marmaris’te turist rehberliği yaptı...

***

Çevirdiği iki kitaptan dolayı 12 Mart 71 darbesinde; 15 yıl hüküm giydi, Adana cezaevinde tutuklu kaldı...

74 affıyla serbest bırakıldı...

Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere yer verdiği için kovuşturmalara uğradı...

Buna karşın; edebiyatın edepli bir şey sanılmasının temel bir yanılgı olduğunu savundu...

***

Öldüğünde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten kesinleşmiş bir yıl iki ay hapis cezası bulunmaktaydı...

Son yıllarında Datça’da yaşıyordu...

Gırtlak kanseri oldu ve 72 yaşında vefat etti... Güzel, Hasan ve Su isminde üç çocuğu vardı... Datça’ya gömüldü...

***

1991 yılında hayatı sıfırlayarak yeni bir başlangıç yapmak üzere Atina’dan Türkiye’ye gelmiş Nokta dergisinde köşe yazmaya başlamıştım...

TRT’de de ilk haber programlarım da yayınlanmaya başlanmıştı...

***

Nokta dergisinin Doruktakiler ödül töreni için, sunucu aranıyordu...

Şimdi DSP genel Başkanlığını yapan Masum Türker Nokta dergisini satın almıştı...

Aramızda konuşurken; “Ödül töreninin sunuculuğunu sen yapsana” demişti...

Televizyon programcılığında daha yeniydim...

Böyle bir sunuculuk tecrübem hiç yoktu...

Atina muhabirliği başka, sunuculuk başka bir şeydi...

Biraz tereddütlüydüm...

Masum Türker gaz verdi;

-“Senden daha iyi yapacak kim var ki?..”

***

Uzun bir gece ve uzun bir ödül töreniydi Lütfü Kırdar’da yapılan...

Atina’dan yeni dönmüş, İstanbul’a ve Türkiye’ye yeni adapte olmaya çalıştığım günlerdi...

Can Yücel Doruktakiler ödülünü alan ünlülerden biriydi...

Zirvede o kadar çok kişiyi anons edip, hakkında konuşma yapmak durumundaydım ki; Can Yücel’e diğer konukların ötesinde bir ilgi ve sevgi gösteremedim...

***

Kısmet; o gecenin 22 yıl ertesinde bugün, Can Yücel’in muhteşem şiirlerinden ikisini yayınlayarak ona gerçek değerinin bir nebzesini sunmaktan geçiyormuş...

Kalbimin zirvesinde 22 yıl sonra hala gönlümü okşamaya devam ettiğini anlatmak istercesine...

Yazının devamı...

Halil İnalcık, babam, Zülfü Livaneli...

100 yaşını süren; Profesör Halil İnalcık röportajını okuyordum dün akşam... Telefonu uzakta tutuyordum; arayanları göremiyordum... Bir ara kalkınca babamın beni telefonla aradığını fark ediyorum...

-“Tam üstüne...” diye geçiriyorum içimden...

***

-“Televizyon çalışmıyor da...” diyordu...

-“Yine de sen rahatsız olma... İdare ederiz biz...”

Onlara daha rahat izlesinler diye verdiğim televizyonun kumanda ayarlarını henüz çözemiyorlardı...

İki kumandadan Digitürk’ü seçmekte zorluk çekiyordu babam...

Televizyon karlı görüntüye geçince; başka çare kalmadığından, beni arıyordu zorunlu olarak...

İşi gücü bırakıp televizyonu düzeltmeye gelmemi de istemiyordu...

Ne yapacağını bilemiyor; ikilem içinde sıkışıp kalıyordu...

***

Beni yıllarca büyütmüş insanların; gün gelip yaşlandıklarında, bana ihtiyaç duydukları sırada; hissettikleri mahcubiyet içime işlemiş; bana fena halde koymaya başlamıştı...

Çalışıyor da olsam; yapacağım tek şey kalkıp üç kat merdiven çıkmak, yandaki eve gitmek; televizyonu izlenir hale getirmek ve onların televizyon seyretmelerini sağlamaktan ibaretti...

***

Hayatın çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılıkla gelen yeni düzeninin, yarattığı pozisyonlar karşısında; babamın mahçup tavrı, üzerimde ağır bir psikolojik baskı oluşturuyordu...

O an; onun elinden tutup; ünlü tarihçi Profesör Halil İnalcık’ın evine gidişlerimi düşünüyordum...

Halil İnalcık’ın 100 yaşındaki röportajını okurken, babamla ailevi tarihimizin muhasebesini yapıyordum...

***

Babamın tez çalışmaları ve dost sohbetleri için, gittiğimiz evlerinde yapılan sohbetler, Profesör İnalcık’ın uluslararası kalibresinin yarattığı etki gözümün önüne geliyordu...

Kitaplar, kitaplar, kitaplar...

Ne çok kitap görmüştüm o evde...

***

Babamın kürsü arkadaşı ve aynı zamanda öğrencisi olan eşi Şevkiye Hanım’la; Halil İnalcık’ın karşısında babamı hatırlıyordum...

Genç ve sağlam duruyordu...

Şimdi o babam; beni televizyon karşısında çaresiz kalmış arıyor; mahçup bir şekilde televizyonu çalıştırmamı istiyordu...

*****

HALİL İNALCIK’TAN, ATİNA GECELERİNE UZANAN ANILAR...

Halil İnalcık ile Şevkiye İnalcık’ın bir de kızları vardı...

Adı Günhan’dı...

Günhan; benden on onbir yaş kadar büyüktü...

-“O da tek çocuk... Sen de tek çocuk... Onun için böyle biraz şımarıksınız...” diyorlardı...

Kim bilir; o tek çocuk şımarıklığını yarattıklarından mıdır; bugünkü mahcubiyetin nedenini pek kestiremiyordum...

***

O günlerde çocuk hafızama belli belirsiz kaydettiğim Günhan; uzun yıllar sonra; Atina’da Likavitos tepesinin eteğinde şık döşenmiş bir diplomat evinde karşıma çıkıyordu...

Hayatın tesadüflerine hayran kalıyordum...

Günhan bir Türk diplomatıyla; Ertan’la evlenmiş ve eşiyle birlikte Atina’ya gelmişti...

***

Onlar birkaç yıldır Atina’daydılar...

Ben de eşimle Atina’ya gazeteci olarak yeni gelmiştim...

Yıllar önce, anne ve babaların kürsü arkadaşı, oda arkadaşı, aile dostu olduğu iki çocuk, hiç bilinmedik ve tahmin edilmedik bir yerde karşı karşıya geliyorlardı... Yunan başkentinde...

O Atina gecesinde, “tehdit, takip ve izlemeler” arasında geçirdiğimiz günlerin üzerimizde yarattığı gerginliği, azınlık dayanışmasının rehabilitasyonuyla bir tür ilaç haline getiriyorduk...

*****

HALİL İNALCIK’IN KIZI...

Günhan’ların evine bir süre sonra Zülfü Livaneli geliyordu...

Livaneli o sırada sanatını, müziğini dünyaya açma mücadelesi veriyordu...

Mikis Thedorokis’le yakınlaşma günleri 1985’in bahar aylarına rast geliyordu...

***

Livaneli’yle evlerinde geçirilen Atina geceleri, bizim evdeki buluşmalarda yaşanan sıcaklık, hep “Günhan’la bir önceki kuşağın bize bıraktığı” aile dostluğunun; güven verici mirasıyla bağlantılı bir zemin; bunun farkındaydım...

Babamın Halil İnalcık’ların evlerine giderken; güvenle tuttuğum eli olmasa, yıllar sonra Atina’da o dostluğun sıcaklığı böyle yansımayacak; bunun bilincindeydim...

*****

BABAMIN GÜVENLE SIKTIĞIM ELİ...

Halil İnalcık 100 yaşını sürüyordu, babam ise 85 yaşını...

Türkiye’nin en ünlü ve en kalifiye tarihçilerinden biriydi İnalcık...

Babamın yanında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin o geniş avlusuna ilk girdiğim günü hatırlıyordum şimdi...

Soğuk ve ürkütücü gelmişti o fakülte bana...

Her gün gençlerin kavga ettirildiği, yaralandığı, öldüğü fakültede, öğretim üyeleri de tehdit ve saldırılardan nasibini alıyordu...

***

Babama sormuştum;

-“Sana da saldırırlar mı..”

-“Sanmam... Beni severler ve sayarlar...” demişti...

Sağcılar ve solcular aynı fakültedeydi...

Hangisi severdi acaba babamı?..

Bir taraf seviyorsa öteki taraf nasıl severdi anlayamamıştım...

Ama üstelememiştim...

Babam yalan söylemezdi...

O gün babamın odasında Şevkiye Hanım’ı görmüştüm...

***

Yıllar sonra İlber Ortaylı;

-“Baban nasıl?.. Benim Dil Tarih’te Hocam’dı... Onu çok severim” dediğinde hayret etmiştim...

İlber Ortaylı farkında değildi;

O da Siyasal’da benim Hocam olmuştu...

Babam onun Hoca’sıydı...

O benim Hocam...

Günhan’larda şarap içerken; Zülfü Livaneli’nin ertesi günü yapacağı Thedorokis görüşmesini planlıyorduk...

Ben bir fotomuhabiri gönderip, ilk resimleri alacağımı söylüyordum onlara...

***

-”Televizyon çalışmıyor da...” diyordu babam mahçup bir ifadeyle...

-“Onun için aradım... Yine de sen, rahatını bozma... Biz idare ederiz...”

Evlerine gittiğimde, annemle ikisinin karlı televizyon karşısında oturmuş, biçare çocuklarının gelip yapmasını beklediklerini görecektim...

Televizyonu düzelttim...

Türk Sanat Müziği dinlemek istiyorlardı...

164. kanala getirdim... .

Onları Türk Sanat Müzik’leriyle başbaşa bıraktım...

Çocuklarımın yanına döndüm...

Onların da güvenle ellerini tutacakları bir babaya ihtiyaçları olduğunu düşündüm...

Üç kuşağın aynı anda bindiği tahteravallinin ortasında, oyuncağın iki tarafını yaşatmaya çalışmakla meşguldum...

Tahteravalliye şükrettim...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.