Şampiy10
Magazin
Gündem

“Biz insanlar çok küstah yaratıklarız... Evrenden daha zeki olduğumuzu zannederiz...”

“Bir ders almaya hazır olduğunda, karşına mükemmel bir tecrübe ya da bu dersi sana öğretebilmek için bir fırsat sunacak olan birisi çıkar...

Dersi aldığında; dersi hazmedebilmen için biraz zaman gerekecek...

Aceleye gerek yok...

Bu güzel bir yolculuk...

Herhangi bir anda bulunduğun yerin, bulunman gereken yer olduğuna güven...

***

Kaderini kontrol altına alma ihtiyacından kurtul...

Çünkü ne kadar uğraşırsan uğraş, bunu yapamazsın...

Elbette akıllıca tercihlerde bulunursun ve yaptığın tercihlerin de bir etkisi olur...

Ancak nihayetinde kontrol sende değildir... Biz insanlar çok küstah varlıklarız... Evrenden daha zeki olduğumuzu düşünürüz...

Günbatımını ve gökkuşağını yaratan bu evrenden...

Yıldızları ve Ay’ı yaratan bu evrenden...

Kendimiz için neyin daha iyi olduğunu, tüm bunları yaratan kaynaktan daha iyi bildiğimizi zannederiz...

*****

KORKULARININ BULUNDUĞU YERE DOĞRU GİDERSEN...

Eğer korkularının bulunduğu yere doğru ilerleyip, büyümeyi seçersen, kişisel özgürlüğünü bireysel büyüklüğünü daha üst seviyelere taşırsın...

Dünyayı yöneten doğa yasalarını ve evrensel gerçekleri keşfedersin...

Bunu bir kere öğrendiğinde, bu yasaları yanında taşımaya başlarsın... Bunu yaptığında hayatındaki şeyler kendiliğinden yoluna girecek...

***

İnsan olarak başına gelen her şeyi kontrol edemezsin...

Bu kaderin bir parçasıdır...

Hayat kendi kurallarınca ilerler...

Ancak hayatın yoluna çıkardığı şeylere nasıl karşılık vereceğin konusunda büyük bir kontrol gücüne sahipsin... Dolayısıyla bu bir ortaklıktır... Elinden gelenin en iyisini, yaşamının her aşamasında yapmayı en iyi bildiğin şekilde yap...

Gerisini hayat halledecektir...

Bir şeyi gerçekleştirmen ile, kendi halinde bırakıp olmasını beklemen arasında hassas bir denge var...

*****

20’Lİ, 30’LU, 40’LI YAŞLARDA DEĞER VERDİĞİN ŞEYLERE SONRALARI DEĞER VERMEZSİN...

Genellikle 20’li, 30’lu, 40’lı yaşlarda en çok değer verdiğin şeyler; hayatının sonunda en az değer verdiğin şeyler haline gelir...

Hayatının finaline doğru yaklaşırken, en değer verdiğin şeyler;

İnsan ilişkilerindeki samimiyet... Hesap yapılmadan gösterilen nezaket...

Fiziksel açıdan mükemmel durumda olma isteği...

Kendini işinde mükemmelliğe adamak... Kendinden bir miras bırakma arzusu...

Ve içindeki iyiliğin dışında da parıldamasını sağlamaktır...

***

Ölüm döşeğinde, banka hesaplarında daha fazla para, ya da garajında park edilmiş daha büyük bir araba olmasını dilemezsin...

Aksine son nefesini verirken, kendine özgü cesaretle; sevgiyle dolu bir hayat yaşamış olduğunu bilmek istersin...

*****

İYİ ŞEYLER; İYİ ŞEYLER YAPAN İNSANIN BAŞINA GELİR...

Çoğu zaman şansını kendin yaratırsın... Genellikle iyi şeyler; iyi şeyler yapan insanın başına gelir...

Ancak elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra, kendini bırak ve karşılığında alacağın şeyin büyümen ve benliğin için, sana en mükemmel şey olduğunu düşün...

***

Senin için, mükemmel yaşamlara varabileceğin birçok yol yazıldı...

***

Geçerliliğini hala koruyan kadim insanlık yasalarından biri, dünyayı olduğu gibi değil, kendi kişiliğinin penceresinden görmekte olduğunu söyler...

Kendini geliştirerek, arındırıp yeniden tanımlayarak dünyayı daha yüksek ve daha net bir perspektiften görürsün...

Benliğin üzerinde hakimiyet kurduğun zaman, dünyayı ve onun tüm sınırsız fırsatları ile kendi potansiyelini, dağın eteğinden değil, zirvesinden görürsün...

***

Huzur dağının zirvesine ulaşan, birçok patika var...

*****

SENİ KADERİNE GÖTÜREBİLECEK BİRÇOK MESLEĞİ VE EŞİ SEÇEBİLİRSİN...

Tıpkı evinden işine gidebileceğin birçok yol olduğu gibi, seni yaşaman gereken o büyük hayata götürecek birçok yol var...

Oraya ulaşmak senin için, bir çeşit yuvaya dönüştür...

Seni kaderine götürecek birçok mesleği seçebilirsin...

Aynı şekilde her biri bünyesinde senin için farklı bir dersi barındıran çok sayıda ruh eşin de vardır...

Ancak hepsi birden büyümene yardım etme ve içindeki iyiliği açığa çıkartma becerisine sahiptir...

Unutmuş olduğun mükemmellik, korkusuzluk ve sevgi evine ulaşmak varoluş amacındır...

Seçtiğin yol uzun bir yolculuk anlamına gelebilir...

Bir başkasıysa düz bir yolda, bulutsuz, mavi bir gökyüzü altında varacağın yere giden ekspres bir yol olabilir...

Geniş anlamda bunun nasıl olacağı, gün içinde aldığın kararlara göre belirlenir...

Sen yaşam hikayenin yazıldığı metnin, yardımcı yazarısın...

***

İyi işler yap; iyi birisi ol...

Dünyan; seni yaratan ve buraya gönderen gücün belirlediği bir dizi değişmez kural ile yönetilir...

Kurallarını bilmeden golf gibi bir oyunu oynayamazsın...

Yaşam da bir oyun gibidir...

Oynayabilmek ve kazanabilmek için kuralları bilmen önemlidir...

Hayatını bu kuralları yanına alarak yaşa...

İşe yaradığını göreceksin...

*****

HAYAT KAZANMANI İSTİYOR...

Hayat kazanmanı istiyor...

Bunu biliyor musun?..

Sadece gittiğin yolu bırakıp, oyunun kurallarını hızla keşfetmen gerekiyor...

Bu kuralları öğrenmek için, biraz çaba, sessiz bir ortamda derin derin düşünme ve samimi olarak bir filozof olma isteği gerekiyor...

***

Kaderlerine giden yola çıkmak ve daha büyük hayatlar yaşamak isteyen herkes, bilgelikten keyif almalı ve hayatın ne olduğunu anlamak için, bir açlık duymalı...

Eğer kendini düşünen, keyifli ve anlamlı bir hayat çıkarmaya çalışan bir filozof gibi görürsen, dünya sana çok daha iyi bir yer olarak gözükür...

***

Kadim doğa yasalarıyla, günlük etkinliklerinin yönetimini eline al... Muhteşem bir yaşama giden kestirme yola böylece gir... Eğer bu doğa yasalarını umursamazsan; eve giden yolu uzatırsın...”

Robin Sharma

Yazının devamı...

Yaşam tarafından incitilmiş olanlar...

Büyük bir zaferin hemen öncesinde, hayret verici bir yenilgi yaşarsın...

Başarının anahtarı, inancı koruyabilmen ve odaklanmaya sürdürebilmendir...

Vazgeçme...

***

Yaşamın boyunca başına ne gelirse gelsin, bu duruma nasıl tepki vereceğini, sadece sen bilirsin...

Her durumda, olumlu bir şey arama alışkanlığını geliştirdiğinde, yaşaman çok daha yüksek bir boyuta taşınacak...

Bu en büyük başarı ve mutluluk yasalarından biridir...

***

Yaşamında hatalar yok; sadece dersler var...

Olumsuz tecrübe diye bir şey yok...

Sadece gelişme, öğrenme ve kendi üzerinde hakimiyet kurma yolunda ilerlemen için fırsatlar var... Sıkıntılar sana güç kazandıracaklar...

Hatta acı; olağanüstü bir öğretmen olabilir sana...

***

Acılar; derin bir manevi gelişme yolunda, sana her zaman vasıta olurlar...

Büyük acılara katlanan kişiler, genellikle yüce kişiliklere dönüşürler...

Yaşam tarafından incitilmiş olanlar; genellikle başkalarının acılarını anında fark edebilenlerdir...

Zorluklara katlananlar; yaşam tarafından alçak gönüllü hale getirilenlerdir...

Sonuç olarak, daha açık, şevkatli ve daha gerçektirler...

***

Acıların kapını çalmasından hoşlanmıyor olabilirsin...

Ama sana faydaları var...

Acılar; kalbini saran kabukları kırar;

Kim olduğunu, neden burada bulunduğunu ve bu olağanüstü dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü sana anlatır...

Etrafını saran yalanlardan seni kurtarır...

*****

ZOR ZAMANLAR...

Zor zamanlarında; dünyayı gerçekte olduğu gibi algıladığını düşünürsün...

Bu varsayımın yanlış...

Bu zamanlarda dünyayı, algının umutsuzluğu perspektifinden görüyorsun...

Etrafına üzgün ve umutsuz gözlerle bakarsın böyle zamanlarda...

Kendini daha iyi hissettiğinde, dünya gözüne daha iyi görünmeye başlar...

Neşe duygusu yeniden içini kapladığında, dış dünya da neşeyi sana yansıtır...

***

Dünya bir ayna...

Hayat sana sunduklarını isteklerin değil, kişiliğin doğrultusunda sunar...

Yaşamında mevsimler ve hiç bitmeyecek gibi görünen acı dolu zamanlar olur...

Tıpkı gecenin en karanlık saatlerinin ardından, sabahın en parlak ışıklarının geldiği gibi, kışın üzüntüsünün yerini, yazın neşesine bırakacağına her zaman güven...

***

Acı ve zorluklar; kişisel gelişimin için en güçlü vasıtalar...

Acının dışında hiçbir şey, kişisel gelişimini, büyümeni ve öğrenmeni sağlayamaz...

Hiçbir şey, sahip olduğun ve sana özel, kişisel gücünü geliştirmen için, daha büyük bir fırsat sunamaz...

***

Katlandığın acılar, yüzleştiğin engeller, yaptığın hatalar olmasaydı, şu an sahip olduğun bilgi birikimine ve bilgeliğe sahip olmazdın...

Artık acının bir öğretmen olduğu ve başarısızlıkların; başarıya doğru giden bir otoban olduğunun bilincine var...

Bu gerçeği asla unutma...

Birkaç defa yanlış notaya vurmadan gitar çalmayı;

Birkaç defa tekneyi yan yatırmayı göze almadan yelken açmayı öğrenemezsin...

Sıkıntılarını birer lütuf olarak görmeye başla...

***

En karanlık anlarda, derinlere inme isteği duyarsın...

Hayat güzelken, yüzeysel yaşarsın...

Yeterince düşünmezsin...

Ama deniz kabarmaya başladığında, benliğinin ötesine geçip olayların neden bu hale geldiğini tartarsın...

Bu durum sana hatırı sayılır bir öğrenme ve ilerleme olanağı sağlar...

Hayat; gelişim ve olman gereken kişiye doğru ilerleme demektir...

***

Hedeflerine varabilmek için farklı yollarda seyahat edersin...

Bazıları için yollar, diğerlerinkinden daha kayalıktır...

Ama kimse sona, herhangi bir güçlükle karşılaşmadan ulaşmaz...

Öyleyse bununla savaşmak yerine; neden bunu yaşamın bir parçası olarak kabullenmeyesin ki?..

Acıyı hisset ve mutluluğun tadına var...

Eğer zirvenin eteğindeki vadilerden geçmemişsen, zirvedeki manzara nefes kesici olmaz...

***

Zorlukların, seni daha felsefi düşünmeye itme eğilimi vardır...

Mücadele etmen gereken zamanlarda; kendine yaşam hakkında daha büyük sorular sorarsın...

Örneğin acı çekme denilen şeyin neden var olduğu, neden en iyi planlarının; planladığın gibi gitmediği sorusu gibi...

***

Yaşadıkların asla göründüğü kadar kötü değildir...

Hüzne neden olan durumlar, seni güçle, bilgelikle ve gerçek kişiliğinle tanıştırırlar...

*****

“KIŞIN ORTASINDA İÇİMDE, YENİLMEZ BİR YAZ VAR...”

Hiçbir sıkıntı kalıcı değildir... Hiçbir engel sonsuza kadar sürmez...

Hiçbir üzüntü ebedi değildir...

Zorluklar; sen onları yaşarken hiç bitmeyecekmiş gibi görünebilir...

Ama bu gerçek değildir... Eğer görmek istersen, yaşamın mevsimleri ve bölümleri vardır... Ve zor zamanlar, seni daha iyi hale getiren zamanlardır...

***

Albert Camus bir keresinde şöyle yazdı...

“Kışın ortasında, içimde yenilmez bir yaz buldum...”

Zihnini stres ve kalbini acıyla dolduran bazı zorluklarla karşılaşmadan, ne kadar güçlü ve dayanıklı olduğunu gerçekten keşfedemezsin...

İşte o zamanlarda, hayatın yoluna çıkardığı engellerin üstesinden gelebilecek güç ve cesaretin zaten içinde olduğunu keşfedersin...

Zor zamanlar seni daha güçlü kılarlar...

***

Dünyayı yöneten doğa kanunlarından biri şudur...

“Hayatında istemediğin bir şeye odaklandığında, istediğin bir şeyin hayatına girmesine engel olursun... Dikkatini yönelttiğin şeylere odaklandıkça, hayatın onlarla dolar...”

Robin Sharma

*****

GEÇMİŞ OLSUN...

Türkiye’deki kanlı hesaplaşma ortamının yarattığı negatif enerjiyi ortadan kaldırabilmek, pozitif enerjiyi yerine ikame edebilmek için, “hayatı doğru algılama” biçimlerini ve yöntemlerini bu köşede birer birer yazıyorum...

***

Çatışma eşiğini düşürmeyi başarmış olan “çağdaş toplumlar”, bu başarıyı düşünce ve algı sistematiklerini değiştirerek sağlıyorlar... Hayatı algılama biçimleri, mutluluk, başarı ve huzur kavramlarıyla ilgili tanımlamaları farklı anlamlar içermeye başlıyor...

***

Ahmet Hakan’a; geçtiğimiz günlerde saldırıya uğrayan Murat Sancak’a; kaba şiddete maruz kalan tüm mağdurlara “içten gelen geçmiş olsun” duygularımı iletiyorum...

***

Daha önemlisi; Aylardır uğursuzca sil baştan başlatılan savaşta şehit olan vatan evlatlarına Allah’tan rahmet diliyorum...

Mekanları cennet olsun...

Bu uğursuz savaşın kurbanı olan tüm insanların; geride kalan acılı ve yaslı ailelerine sabırlar diliyorum...

***

Sharma’nın bir sözüyle bitirmek istiyorum yazıyı;

“İçinizde; Güneş, Ay, gökyüzü ve evrenin mucizeleri yatıyor... O mucizeleri yaratan zeka sizi de yarattı...

Çevrenizi kuşatan her şeyin kaynağı aynı...

Biz hepimiz biriz...”

Yazının devamı...

Yıldızları ve denizleri yaratan enerjiyi arkana almak...

Elinizden gelenin en iyisini yapıp, kendinizi mükemmelliğe adadığınızda, hayat sizi destekler; kanatlarınızın altını rüzgarla doldurur...

Hayat; ideallerine ulaşmaya ve olması gereken kişi olmaya çalışan insanı görür...

Bu çeşit bir çaba, dünyayı koruyan ve kollayan bir gözden asla kaçmaz...

***

İstediğin şeyin peşinden sevgi ve coşkuyla gidersen, yıldızları ve denizleri yaratan enerjiden payına düşeni alırsın...

Hayatına sihirli bir şey girmeye, algılarına meydan okuyan şeyler olmaya başlar...

Doğru yolda olduğunu gösteren işler belirir...

***

Sahip olduğun bir yeteneğin -Herkesin bir yeteneği vardır- sana verilmesinin bir nedeni var...

Her bir yetenek, insanların hayatlarına bir şekilde değer katabilmek için, onu şekillendirip geliştirdikten sonra dış dünyaya uyarlama sorumluluğunu beraberinde getirir...

***

Hayattan istediklerini gerçek anlamda, gönülden ortaya koymayanlar, cesaretini toplayıp cesurca peşinden gitmeyenler, kalpleri korku dolu olan insandırlar...

Korkularının seni özgürlüğünden mahrum bırakmasına izin verme...

***

Etrafını sarmakta olan evren, hareket halindeyken, ruh hallerini, eylemsizleri ve hataları bahane etmek, sana verilen yüce gücü bir kenara fırlatma anlamını taşır...

Bu zayıf bir yaşam biçimidir...

Unutma ki; sen değişen ruh hallerinden ibaret değilsin...

Bunlardan daha büyük bir güçsün...

Sen sadece psikoloji değil, onun ötesinde bir güçsün...

KORKULARIN VE SEN...

Sen düşüncelerden oluşmazsın...

Tam tersine zihninde dolaşan düşüncelerin yaratıcısısın...

Bu gerçeği gözönüne aldığında, düşüncelerini değiştirebilirsin...

Tamamen düşüncelerden oluşmadığın gibi, tamamen ruh hallerinden ibaret de değilsin...

Hissettiğin ve bir anda değişebileceğin ruh hallerinin yaratıcısısın...

Böyle yapmayı seçtiğinde; stresli bir anında huzurlu, kederli bir anında keyifli, yorgun bir anında enerjik hissedebilirsin...

***

Olağanüstü bir hayat sürmenin yolu; kendini keşfetmek, kapasitenin en geniş sınırlarını fark edip, insan olarak kim olduğunu anlamaktan geçer...

Sonra sahip olduğun bu bilgiyle, dış dünyaya çıkar, yapman gereken işi yapıp, dünyaya yaratmak için geldiğin değeri ve iyilikleri yaratmaya yönelirsin...

Unutma; ışıldaman gerekiyor...

Hayatında küçük oynamayı seçersen, dünya olması gerektiği gibi bir yer olmaz...

***

Düşünce; bilgeliğin anasıdır...

Gününün bir kısmını, neden bu dünyada olduğunu, nasıl yaşadığını, hayatın sana sunduğu armağanları en iyi şekilde değerlendirip değerlendirmediğini sorgulayarak geçir...

Düşünmeye zaman ayır...Her gün...

***

Güneş ışığına çıkan gölgenin kaybolması gibi, insanlığın yarattığı ışığı çıkan korku da buharlaşmaya başlar...

İçine ışık tut...

Daha iyi bir kişilik geliştirme konusunda, kararlı ol!..

***

Direndiğin şeyler üzerinde kalmakta ısrar edecektir...

Korkularını ele almak için, gereken içsel çalışmayı yapmaz, korkuların üzerinde çalışmazsan, daima korkuların tarafından yönetilirsin...

Kendini keşfe çıkacak ve korkularını tanıyacak cesaretin varsa, içlerinden geçerek onlardan kurtulabilirsin...

Yaklaştığın her şeyin ötesine geçebilirsin...

***

Hayal kırıklıkların ve korkuların ortaya çıktığında; başkalarını suçlama, kişisel sorumluluktan kaçınma yerine, direncini yüzleş ve kendini incelemek için zaman ayır...

Bu, daha huzurlu ve daha güçlü bir kişi olmanın temel anahtarıdır...

Hayatın aynandır...

O ayna sana ne istediğini değil, ne olduğunu gösterir...

Daha fazla ışıldar ve dik durursan, dışsal yaşamının bunu takip etmesi kaçınılmazdır...

KİM OLDUĞUN VE NASIL BİR GEÇMİŞİN OLDUĞU ÖNEMLİ DEĞİL!..

Kim olduğun ya da nasıl bir geçmişin olduğu önemli değil...

Hala hayatının yönünü belirleyecek olan tercih gücüne sahipsin...

Seçtiğin yolda, olabilecekleri yorumlama kapasitesi, en büyük insan becerisidir...

Şartların iyileşmesi için, başkalarının değişmesini bekleme... Harekete geçin ve o asil ve kutsal yola çık...

Yapılması gereken değişiklikleri yaparsan, çevrendekiler peşinden gelecek... Başkalarını etkilemenin en iyi yolu; onlara örnek olmaktır...

***

Hayata dair inançların; içinde bulunduğun durumlar hakkında kendi içinde yaptığın zihinsel sözleşmelerden başka bir şey değiller...

Bazı insanlar, gün içinde çocuklarına sevgilerini gösterebilmek için, onlara birkaç kez sarılamayacak kadar meşgul olduklarını düşünürler...

Bu yüzden, bu gerçeği haklı gösterebilmek için kendileriyle “bir sözleşme imzalarlar...”

Bazı insanlarsa, geçmişlerindeki zorluklar yüzünden, büyük hayatlar yaşayamayacaklarına inanırlar...

Bu ‘gerçek’ ile yaşamak için kendilerine boyun eğip o sözleşmeyi imzalarlar...

YAŞAMDA GERİ KALMANIN NEDENİ...

Yaşamda geri kalmanın nedeni; sen değil, ne olmadığına dair olan düşüncelerindir...

Tüm istediklerini elde etmene engel olan şey, iç dünyada olup bitenlerdir...

Bu düşünceyi tam olarak anladığın ve aklını sınırlayan o düşünceden kurtulduğunda, içinde bulunduğun şartların anında değiştiğini göreceksin...

***

Bir şeyleri elde ettiğinde mutlu olmazsın... Mutluluk belirli düşünceler ve belirli duygulara sahip olduğunda gelir...

Mutluluk; hayatındaki olayları yorumlamanın sonucunda oluşur...

Zihinsel bir durumdan başka bir şey değildir...

***

Yeniden bir bütün olarak uyanan gerçek benliğin dört boyutu bulunur...

Zihnin, bedenin, kalbin ve ruhun... Bu dört boyutunun dördünü de uyandırdığında, gerçekten kim olduğunu hatırlayacaksın...

Yazının devamı...

Okullarda çikolata yasağı...

Amerikan Sağlık Bakan’lığının sitesini özel olarak online izleyen bir dostum; üç yıl önce çok önemli bir şeyi fısıldıyor kulağıma;

-“Biliyor musun?..” diyor;

-“Amerikan ilk ve orta eğitim kurumlarının kantinlerinde gofret, çikolata, şeker gibi maddelerin satılması yasaklandı... Bizde bunun gerçekleşmesi hayal gibi görünebilir... Onlar şekerin neye yol açtığını bildiklerinden, çocuklarını şekerden korumaya başladılar...”

***

Onu dinlerken düşünüyorum...

O sıralarda hükümet sigaranın kapalı alanlarda içilmesine karşı kampanya başlatıyor...

Alkol tüketiminin, sınırlanması için uçaklarda, açık hava organizasyonlarında yeni kısıtlamalar getiriyor...

***

Sigaranın dinen makbul olmadığını, alkolün ise haram olduğunu bildiğimden, alkol ve sigaraya karşı önlemlerde alabildiğine cesur davranan hükümetin; şekerli mamüller konusunda kolay kolay tavır alamayacağını düşünüyorum...

***

Şeker lobisi; tahminlerin ötesinde bir güce sahip ve bu alanda “içki ve sigara lobisine karşı girişilen savaşın, şeker lobisine karşı yürütülemeyeceği” hükmüne varıyorum...

***

Şekere karşı kendi hayatımda sınırlamalar yaparken; çocuklarım konusunda mücadelede yalnız ve korunmasız kaldığımı itiraf ediyorum...

***

Okullar; çocukları şekerden uzak tutacak mekanlar olmaktan çok; çocuklara şekeri özendiren yerler olarak karşıma çıkıyor...

Çocukların önünde; okulun büyükleriyle tartışmaya girmek istemediğimden; “şeker ve tatlı konusunda” acz içine düşüyorum...

*****

OKULARDA ÇİKOLATA VE GOFRETİ SATTIRMAMA CESARETİ...

Dün günün haberlerini gözden geçirirken; Sağlık ve Milli eğitim bakanlıklarının; çocukların sağlığı açısından; hayati derecede önemli ve cesur bir karara imza attıklarını görüyorum...

***

Haber şu ifadeleri içeriyor:

“Sağlık ve Milli Eğitim bakanlıkları, okul kantinlerinde satışı uygun olmayan gıda ve içeceklere ilişkin yasağın kapsamını genişletti...

Çikolata, kek, gofret gibi ürünler okul kantinlerinde satılmayacak...

Daha önce, okul kantinlerinde kola ve gazlı içecek satışını yasaklayan bakanlıklar, çikolata, kek, gofret, muffin, lolipop, şeker gibi ürünlere de satış yasağı getirdi...

***

Okulların kantinlerinde artık; meyve, mevsimine uygun çiğ tüketilebilecek sebzeler, salatalar, kuru meyveler, süt, taze sıkılmış meyve ve sebze suları, yoğurt, ayran, peynir, günlük haşlanmış yumurta, çeşnili ekmekler, doğal mineralli su ve şekersiz sakızlar satılabilecek...

***

Buna karşın enerji içecekleri, gazlı içecekler, aromalı içecekler (soğuk çay), kolalı içecekler, aromalı doğal mineralli içecekler ile, aromalı şurup, aromalı içecek tozu, aromalı su, meyveli içecek ve tozu, meyveli şurup, yapay soda, meyve suyu konsantresi, meyve nektarı ile sporcu içecekleri ve suları satılmayacak...

*****

ÇİKOLATA VE GOFRET...

Bu arada tüm çikolata türleri ve gofretler; Tüm şeker ve şekerleme türleri, (jöle şekerleme, lolipop, yumuşak şeker, sert şeker)

Kremalı, çikolata dolgulu, jöleli kekler, pastalar (yaş pasta, kekler, kruvasan, donuts, parfe, mozaik pasta, muffin, cupcake), hindistan cevizi sütü ve kreması, tatlandırıcı içeren yiyecek ve içecekler satılmayacaklar...”

*****

İÇİMDEKİ GİZLİ ŞEKERİN TÜRLERİ...

Hayatımın son üç yılını,

şekere karşı kendi içimde verdiğim mücadeleyle geçiriyorum...

Yemekte tatlı yemiyorum...

Canım bu kez anormal bir şekilde ekmek, pilav ya da makarna çekiyor...

***

Akşam yemekten önce veya sonra meyve yemiyorum;

Vücudum tatlı ihtiyacını nereden karşılayacağını bilemez bir hale geliyor...

Bir iki kadeh şarap içerek, tatlı ihtiyacını gidermeyi düşünüyor...

***

Şarap da dahil hiçbir içkiyi içmemeyi yeğliyorum;

Bu kez içimden önünü alamadığım bir ses; “hiç olmazsa bitter çikolata ye...” diye beni dürtüklüyor...

Bitter çikolata yediğimde, ertesi akşam, “bir parça daha fazla ye...” diyen aynı ses, benzer tonlamayı içimde yankılandırıyor...

***

Aniden fark ediyorum ki; yediğim hamur, makarna, pilav, her çeşit tatlı, çikolata, gofret, sütlaç, bilumum içki aslında farklı tezahürleri olan “şeker”i içeriyorlar...

Hepsinin temelinde; içinde bitmek tükenmek bilmez şeker ihtiyacını giderme ihtiyacı var...

***

Şekere artık nasıl alışmışsa vücut çocukluk yaşlarında, şeker yemezse hamur, hamur yemezse çikolata gofret, çikolata yemezse muz, mandalin, şeftali, erik, portakal...

Bunların hiçbiri olmazsa, hiç olmazsa şarap ya da alkol diye tutturup duruyor...

Obez olabilirsin, alkolik olabilirsin, en önemlisi bunca şeker tüketiminden sonra kanser riskini birkaç kat arttırabilirsin...

*****

ŞEREFİNE BİR SU İÇMENİN ZAMANI...

Dün çocukların; şeker tüketimini asgaride tutmayı öngören karar; bu gidişata “dur” diyor...

-“Ben şeker yemem ki...” deyip, akşamları cin ve votka “şat”larıyla kendini kandırarak şeker ihtiyacını gideren çağdaş!..

“Şekeri sevmem ben” deyip;

Aşırı meyve tüketimiyle vücuduna şeker yüklemesi yaptığından habersiz “sağlıklı model” sanrısında vatandaş...

Pilav, makarna, hamur işlerine dadanıp, tatlı yememekle öğünen “şeker müptelası” tip;

Hepsinin çocukları bu kararla, anne babalarının kaderinden farklı ve oldukça sağlıklı bir yola doğru rota çiziyorlar...

Son yıllarda Türkiye’de duyduğum en mutluluk verici karar bu...

Şerefine; bir su içmenin tam zamanı şimdi...

Yazının devamı...

Maraton; Şansal Büyüka ve 7 yıl artı 30 saniye...

İki hafta önce; Şansal Büyüka arıyor telefonla...

-“Pazartesi gecesi Maraton programına gelir misin?..” diyor...

-“Gençlerbirliği-Beşiktaş maçı var... Hem o maçı değerlendiririz; hem de Fenerbahçe, Galatasaray’ı konuşur; biraz da senden söz ederiz... Uzun zamandır hiçbir yere çıkmıyorsun...”

***

İnsanın hayatının belirli dönemleri olur... Günlere, haftalara, aylara değil, yıllara damgasını vurur o dönemler...

Bazen de bir hayatın bütününe...

Benim 30 yıllık televizyon programcılığı ve haberciliği dönemimin; yedi yılı Show TV’li yıllar olarak biliniyor...

***

Yapılan anketlerde Show TV’nin sahibi olarak zannedildiğim yıllar o yıllar...

Şansal Büyüka; Can Tanrıyar ve spor ekibi, benim o yıllardaki kader arkadaşlarım... Günlerimiz, gecelerimiz, birlikte geçiyor... Haftanın yaklaşık 50 saati haber ve spor merkezlerinin hazırladığı programlarla dolu...

SHOW TV yedi yıl arka arkaya tüm televizyonlar arasındaki birinciliği kimselere kaptırmıyor...

***

Televizyonda haftada elli saat canlı yayını yapabilmek için, en az ikiyüz saat çalışmak zorunda insan... Oysa bir hafta içinde ikiyüz saat yok...

Bu eksikliği gidermek için; elli saatin dışında kalan gece de dahil bütün zamanlarda, hep çalışıyoruz...

Gecenin 01’inde; 02’sinde televizyondan çıkıp, bir yerlerde yemeğe gitmemiz gecelerin rutini neredeyse...

***

Bunları beraber yaşadığım eski yayıncılık arkadaşım, kader dostum Şansal Büyüka;

-“Programa katılır mısın?..” dediğinde...

Doğru düzgün cevap bile vermiyorum: -”Saat kaçta olacak?..” diyorum sadece...

Bir de, -“Beni aldırabilir misin arabayla?..”

***

Aramızdaki konuşma otuz saniye sürüyor...

Hani Picasso’yu kafede gören hayranı; uzattığı küçük kağıda; üstattan karakalem bir şeyler karalamasını istemiş...

Picasso da, hayranını kırmamış; bir şeyler çiziktirmiş küçük kağıdın üzerine... Hayranı fiyatını sormuş; küçük kağıda karalanan eserin... Picasso çok yüksek bir fiyat biçmiş eserine... Bunun üzerine hayranı itiraz edecek olmuş;

-“Üstat...” demiş...

-“Topu topu üç dakika ya sürdü ya da sürmedi çizdiğiniz resim... Bu kadar para çok değil mi üç dakika için?..”

-“Yanılıyorsunuz...” demiş Picasso...

-“Bu küçük eseri yaratmam üç dakika değil... 30 yıl artı üç dakikamı aldı... Şimdi onun değerini istemekteyim sizden...”

***

Şansal Büyüka’nın televizyon programı teklifinin 30 saniye sürmesi de aynen Picasso’nun eskizi gibi... Yedi yıl artı 30 saniye, o teklifin gerçek süresi...

*****

BEŞİKTAŞ’A GÖKHAN TÖRE’Yİ KAZANDIRAN İSİM VE ERSAN GÜLÜM...

Uzun zamandır televizyon programlarına katılmıyorum; ama Şansal Büyüka’nın yanında sanki her gün televizyona çıkıyormuş gibiyim... Gençlerbirliği maçını konuşurken; söz dönüp dolaşıp Beşiktaş-Fenerbahçe derbisine geliyor...

Geçen yılın son haftalarında kaçırılan şampiyonluk ve ikincilikten sonra, Beşiktaş’ın esas zaafının stoperler olduğunu fark ediyorum... Savunma zaafının, Beşiktaş’ı galipken mağlup yaptığını, mağlupken ise mağlup bıraktığını anlıyorum...

***

İşin ilginç yanı; bu savunma zaafının göbeğindeki isim; bir zamanlar benim Adanaspor’dan Beşiktaş’a gelmesi için önayak olduğum bir futbolcu...

Çok sevdiğim Ersan Gülüm...

***

Üstelik Ersan’ın bugünlere gelmesinde ona bütün desteğini veren, manevi olarak her şeyiyle arkasında duran, manevi abisi; benim hayatımdaki en yakın canlarımdan biri...

Kötü gün dostum...

***

Hayatımın en zor zamanlarında onu yanımda görmüşüm...

Sapına kadar “Adam gibi adam dediğim insanlardan biri...” Kendimi geçtim; yaptıklarıyla, öngörüsüyle, Beşiktaş camiasının, Gökhan Töre için borçlu olduğu isim...

Kimseler Gökhan Töre’nin, bonservisi için o kadar parayı ödemek istemezken, bütün gücüyle;

-“Bu çocuğu alalım... Beşiktaş’a büyük kazançlar getirecek bir isim...” demiş bir ağabey kişi...

*****

EN ZOR BEŞİKTAŞ YAZILARIMDAN BİRİ...

Ersan için söyleyeceğim şeylere, Beşiktaş için, Fikret Orman için, benim kişisel hayatım için onca badirede dimdik durmuş bir dostumun kırılacağını, güceneceğini biliyorum...

Haftalarca içim içimi yiyor...

Gel gör ki;

Ben 35 yıldır gazeteciyim...

Gözümle gördüğüm şeyi, yazmak geliyorsa içimden; elimi durdurmak kendime olan öz saygımı yitirtir bana...

***

35 yıllık gazeteciliğimden önemli bir şey var...

50 yıllık Beşiktaş’lıyım...

Beşiktaş’lı olmak için; annemi babamı, teyzemi, eniştemi, ailemi dinlememiş, es geçmişim...

Çocuklarımı Beşiktaş’lı yapmışım...

Kendi üzüntüme dayanırım; onların üzüntüsüne asla dayanamam...

Göz göre göre; Beşiktaş’a zarar verdiremem...

***

Maraton programında üstü kapalı söylüyorum...

Önceki gün Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini ve sonrasını izledikten sonra, kesin kararımı veriyorum...

Ersan ve Tosiç’le giden bir savunma, Beşiktaş’ı geçen sene olduğu gibi bu sene de şampiyonluktan eder...

***

Ersan maç boyunca yarım yamalak kestiği tek bir top dışında, ne hava toplarında, ne yerden akınlarda, numune niyetine bir tek top çıkartamıyor...

Üç sarı karttan birbuçuk kırmızı kart görecek durumda...

Sarı kartları, şımarıklığından değil, rakip takımın futbolcusunu durduramadığından zorunlu faulden alıyor...

Çünkü Ersan rakip oyuncuyu durduramıyor; sakatlıktan öncesi günler yaptığı gibi...

***

Hiçbir hava topu alamıyor...

Yer tutamıyor...

Sürekli kendini yere atıyor...

Buz tedavisi yaptırıyor...

Seyirciye ne kadar canhıraş oynadığını gösterir gibi...

Buz tedavisi yaptırdığı pozisyonlarda, kafaya nasıl bir darbe aldığı bile biraz meçhul...

Üstelik, onun gibi sevdiğim bir futbolcuya hiç yakışmayacak bir şeyi yapıyor...

Maçtan sonra Lig TV’nin yayınına çıkıyor ve suçlu psikolojisiyle takım arkadaşı Tosiç’i aslanların ağzına atıyor...

-“Tosiç’in kafasına nasıl engel olacağız; artık bilemiyorum...” diyerek...

***

Kafayla attırttığı gol 30 santimetre ofsayt...

Volkan Şen’in, geçti zannedilen topu çizgiden alıp, Ersan’ı öyle bir geçişi var ki, “benim” diyen stoper o pozisyonu bir daha izler, kendine bir yıllık yeni bir çalışma programı benimser...

İbrahim Toraman ve Ümit Karan’ın dediği gibi, topa değil, Volkan’ın yüzüne bakıyor Ersan...

***

Ona manevi desteği sağlayan canı gibi sevdiği abisinin; çabaları boşa gidiyor...

Ersan için bugüne kadar bunca, güzel şeyler söyleyen ben; artık Ersan’ın futbolunu tanıyamaz hale geliyorum...

Tosiç bu yıl geldi; iyi değil...

Ama Ersan geçen yılın son çeyreğinden bu yana hiç iyi değil...

Geçen sene, şampiyonluk ve ikincilik gitti...

Şükür; bu sene Rhodolfo ve Beck kötü değil...

Ancak bu sol taraf ve kanat savunmayla; Beşiktaş’ın şampiyonluğu hayal...

Bunu kazanılan bir Fenerbahçe dersinden sonra yazmam; Beşiktaş’lılığımdan...

Araziye değil; hayata uygun yazma isteğinden...

Skor yazarlığı değil, eski Beşiktaş yöneticliği sıfatından...

Can dostumun duygularına rağmen... Beşiktaş’lılık böyle bir şey sanırım...

Ölümle yaşamın ayıramadığı çizginin... Siyahla beyazı ayıramaması gibi...

Yazının devamı...

İki kızımla aşk şehri Venedik’te...

Venedik seyahatinin sonuna geliyoruz...

Bu sabah dönüyoruz İstanbul’a kısmetse...

Dün sabahın erken saatlerinde; deniz kenarında spor yaparken; Venedik seyahatiyle ilgili çarpıcı bir gerçek gözüme çarpıyor...

***

İki kızımı hayatlarında ilk kez Venedik’e getiriyorum...

Buralara kim bilir bir daha ne zaman, kimlerle gelecekler, onu düşünüyorum?..

***

Venedik; dünyanın tasdiklediği en romantik aşk şehri...

Kadınlar ve erkekler buraya; aşk yaşamaya, aşklarını hissetmeye, aşklarıyla tazelenmeye, aşklarıyla bir bütün olmaya geliyorlar...

***

Kanallarda gondollar; sevgililere romantik saatler yaşatıyor, sevmenin ve sevilmenin hazzını hissettiriyorlar...

Daracık sokaklar, küçük köprüler, bir aşk şehrinin tüm tılsımlarını içlerinde taşıyorlar...

***

Biliyorum ki gün gelecek; iki kızım Venedik’e sevgilileriyle gelecek...

Bu şehirde aşkı, romantizmi, yaşayacak, kalplerinin yumuşadığını, heyecan içinde attığını hissedecek...

***

Bir kadın için Venedik’e sevgilisiyle gelmek, el ele tutuşarak, küçük kanalların üzerinde, daracık köprülerde öpüşmek, sarılarak gondollarda sudaki resmini görmek, unutamayacağı bir an olsa gerek...

***

Çok defalar es geçtim; muhtemelen bu gerçeği bildiğimden “sevgililerle yaptığım seyahatlerde;” Venedik’te “aşk molaları” vermeyi...

***

Her sevgilinin hayatında özel bir Venedik olabileceğini biliyordum...

Anılara saygısızlık etmek istemiyordum;

Anıları karıştırıp içinden aşure çıkartmaya girişmiyordum...

“Venedik”in anonimleşen aşk sahnesine saygı duyuyordum...

***

Aşkı ve hayatı kendi şehirlerimde, kendimden çok şeyler kattığım, bulduğum şehirlerde, bir nebze kendimi, kendim gibi hissettiğim mekanlarda yaşamayı yeğliyordum...

*****

VENEDİK’İN ANONİMLİĞİNDE BEN KAYBOLURDUM BUGÜNE KADAR...

Venedik bütün aşıkların şehriydi...

Tek başıma benim ve aşklarımın şehri değil...

Venedik anonimdi...

Benim Venedik’im; benim Paris’im gibi değildi...

Benim Venedik’im; benim Atina’m gibi hiç değildi...

Benim Venedik’im benim Prag’ım gibi de değildi...

Benim Venedik’im; benim İtalyan; Fransız Riviera’m, benim Positano’m; benim Portofino’m, benim Monaco’m hiç değildi...

Benim Barcelona’m bile değildi...

İspanyol Merdivenlerim, Via Condotti’m; Piaza Del Popolo’m da değildi...

Milano’m hiç değildi...

***

Venedik tamamen anonimdi...

Diğer şehirler anonim olsalar da, oralar oralarda “ben” vardım; oralar bir miktar “ben”dim...

Venedik ise anonimdi...

Venedik’in anonimliğinde “ben” kaybolurdum...

***

Ancak bu kez fark ediyorum ki; iki kızım ve oğlumla yaptığım bu Venedik seyahatinden sonra, Venedik de artık “ben”im...

Il Volo’nun; Grand Amore şarkısının refakatinde, Venedik artık çocuklarımla birlikte geçirdiğim bir tatilin “özel ve farklı bir aşkın” merkezi; nadide bir romantikası...

*****

KIZLARIM; GONDOLLAR VE KANALLAR...

Dün; Venedik’in iki kızım için benim kendim için yüklediğim anlamın ötesinde, anlamlar taşıyacağını fark ediyorum... Onlar Venedik’e ilk kez sevgilileriyle babalarıyla geliyorlar...

***

İlk seyahatlerinde Venedik’te sonsuz bir sevgiyle donandıklarından; onların gözünde Venedik’e hep başka bir yerlerde olacak...

Venedik’e birlikte gelecekleri sevgilileri; onlara gerçek aşkı vermedikçe, iki kızım kolay kolay “Venedik’in, kanallarından ve gondollarından mütevellit ihtişamından etkilenmeyecek...”

***

Kızlarım, “ancak gerçek aşkı yaşayabilirlerse, karşılarındaki erkeklerden etkilenecek...

Venedik’in gondollarını, kanallarını, romantikasını, mavi beyaz çizgili tişört giyen gondolcularını, serenat söyleyen müzisyenlerinden etkilendikleri için, karşılarındaki erkekten etkilenmeyecekler...”

***

Kızlar onların hemen hepsini babalarıyla Venedik’te yaşadılar...

Bundan sonra, gönüllerine hitap eden gerçek aşkı yaşayabilirlerse, karşılarındaki erkekten etkilenecekler...

Venedik’in güzellikleri üzerinden; kızlarımın kalplerinde taht kurma yolu tıkanıyor... Gerçek sevgiye yer açılıyor... Bunu fark ediyorum...

***

Oğluma ise, Venedik’e getireceği müstakbel sevgilileri ön rehberlik hizmeti verdiğimi düşünüyorum...

Bilgisi ve tecrübesi, onu Venedik’te sevgilisi karşısında her daim özel hissettirecek; bunun bilincindeyim...

***

İlk kez birlikte çıktığımız bir İtalya tatilinin sonuna geliyoruz... Kulağımda, beynimde, kalbimde, damarımda, dilimde, tek bir parçanın sözleri ve ezgileri dolaşıyor... Grand Amore...

Büyük Aşk...

Venedik seyahati boyunca bu parçayı üç çocuğumla birlikteyken her yerde dinliyor, onlarla beraber mırıldanıyorum... Küçük kızım, şarkıyı İtalyanca’sıyla söylemeye başlıyor...

***

Grand Amore ile birlikte Venedik; nihayet gözümde somutlaşıyor...

Kalbimde berraklaşıyor...

Venedik nihayet uzun yıllar sonra çocuklarımla “ben”im şehrim oluyor...

*****

GRAND AMORE... (BÜYÜK AŞK)

“Gözlerimi kapatıp onu düşünüyorum

Teninin tatlı kokusunu ve beni güneşin doğduğu yere götüren içimdeki ses...

***

Sözcükler yalnızlar... Ama yazılırlarsa her şey değişebilir...

Sana korkusuzca haykırmak istiyorum, artık bu büyük aşkı,

Tüm hissettiğim sadece aşk...

***

Söyle bana, neden her düşündüğümde yalnız seni düşünüyorum...

Söyle bana neden her gördüğümde yalnız seni görüyorum...

Söyle bana neden her inandığımda sadece sana inanıyorum büyük aşkım...

Söyle bana asla

Asla benden ayrılmayacağını

Söyle bana kim olduğunu

Aşk dolu günlerimin nefesi...

Söyle bana bildiğini sadece beni seçeceğini... Şimdi biliyorsun sen tek büyük aşkımsın...

***

İlkbaharlar geçecek

hatırlayacak soğuk ve aptal günler lanetli kaybetmiş geceler, uyumayarak sevişerek geçen diğer geceleri aşk aşkımsın her zaman

benim için...

***

Söyle bana neden her düşündüğümde yalnız seni düşünüyorum...

Söyle bana neden her sevdiğimde yalnız seni seviyorum...

Söyle bana neden yaşadığımda sadece sende yaşıyorum büyük aşkımı... Söyle bana asla benden ayrılmayacağını...

Söyle bana kim olduğunu...

Aşkın; günlerimin nefesi

Söyle bana bildiğini hata yapmayacağımı... Söyle bana sadece benim olduğunu, büyük aşkım...”

Arrivederci Venezia...

Yazının devamı...

'Doğduğunda sen ağlarken, herkes gülümsüyordu...'

“Büyüdüğüm yıllarda, babamın benimle paylaştığı Sansktritçe’den çevrilen şu dizeleri asla unutmam;

-‘Evlat, doğduğunda sen ağlarken, herkes gülümsüyordu... Öldüğünde herkes ağlarken, senin yüzünde bir gülümseme olsun...’

Hayatın anlamını unuttuğumuz bir çağdır yaşadığımız...”

BAŞARI NASIL ORTAYA ÇIKAR?...

“Başarının peşine düşemezsiniz...

Başarı yaptığınız işlerin bir sonucudur... Değerli bir gayeye odaklanan yoğun çabaların, amaçlanmamış bir yan ürünü olarak ortaya çıkar başarı...”

KENDİNDEN DAHA BÜYÜK BİR ŞEYİ TEMSİL ETMEK...

“Bir kere hayatınızda yüce bir amaca bağlandığınızda, karşılığında tutku ve enerji ortaya çıkar...

***

Yaşamınızda olağanüstü seviyelerde tutku yaratmanın sırrı, kendinize daha büyük bir amaç bulmaktır... Hevesinizi bir kez yakaladınız mı, heyecan duyacak ve kendinizden daha büyük bir şeyi temsil etmeye başlayacaksınız...”

GANDHİ, EİNSTEİN, MANDELA’NIN SIRRI NEYDİ?..

“Amaçlarını keşfedip, hayatlarını onlara adayan Benjamin Franklin, Mahatma Gandhi, Martin Luther King Jr, Rahibe Teresa, Albert Einstein, Nelson Mandela gibi insanlara bakın...

***

Hayatlarını temsil edeceğine inandıkları bir zafere çıktılar... Buna yürekten bağlandılar... Bu bağlılıkları, yapmakta oldukları işlere karşı hissettikleri duygularda patlama yarattı...

***

Bir kere, peşinde olduğunuz şeyle düşünsel değil, duygusal bağ kurduğunuzda, heyecanınız artacak, enerji patlaması yaşayacaksınız...”

EMNİYET KEMERİNİZİ TAKIN, YÜKSELİŞE GEÇİYORSUNUZ...

“Güçlü bir amaca, kafanızla değil, kalbinizle bağlanın...

Sonra emniyet kemerlerinizi takın; çünkü hayıtınızın inanılmaz bir hızla yükselişe geçtiğini göreceksiniz...

***

Zihniniz sınırlayıcı olabilir...

Ancak duygular insanı özgürleştirir...”

DÜNYAYA FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK...

“Amacınızı, mücadele sebebinizi nerede olursanız olun, bulabilirsiniz... Kimse gönülden bağlanacağı, kendisini heyecanlandıracak bir şey bulmak için işinden ayrılmak zorunda değil...

***

Genellikle gereken tek şey, dünyaya farklı bir gözle bakan bir insan olmak ve ilk adımı atmaktır... Bugün...”

SIRADIŞI OLMAK...

“Savunacak bir amaç bulmak, bir enerji ortaya çıkartır...

Bunun insanlar için inanılmaz tecrübeler yaratmak, ya da dünyayı kurtarmakla ilgili bir şey olması gerekmez...

Bütün olağanüstü yaratılar, enerji ve bağlılıkla başlar...

Yaptığınız her işte sıra dışı olmak konusunda kararlı olun...”

SEVGİ DÜNYADAKİ EN GÜÇLÜ ŞEYDİR...

“Amacınızı bulun, işinizi gurur ve sevgiyle yapın...

Sevgi inanılmaz bir güçtür...

Dünyadaki en güçlü şeydir...”

YAPTIĞINIZ İŞLE DOKUNDUĞUNUZ HAYATLAR...

“Geçmişte çoğumuz faturalarımızı ödeyebileceğimiz işlerimizin olmasından hoşnuttuk... Şimdilerde işlerimizden çok daha fazlasını bekliyoruz...

***

Memnuniyet, yaratıcı rekabet, gelişme, keyif ve kendimizden daha büyük olan bir şey için yaşadığımızı hissetmek istiyoruz... Bir anlam arıyoruz...

***

İşinizin, çevrenizdeki dünya üzerindeki etkilerinin farkına varmak için, yaratıcı sorgulama tekniğini kullanmak, yaptığınız işe yüce bir anlam bulmanızın en iyi yollarından biridir...

***

Kendinize şirketinizin sunduğu ürün ve hizmetlerden kimler faydalanıyor, ya da gündelik mesaim ne çeşit bir farklılık yaratabilir gibi sorular sorun...

***

Bunu yapmaya başladığınızda, yaptığınız iş ile dokunduğunuz hayatlar arasında bir bağ olduğunu fark edeceksiniz...

Bu size ilham kaynağı olacaktır...”

TUTKU...

“Amaç dünyadaki en güçlü motive edici etmendir... Tutkunun gerçek sırrı amaçtır...”

İLKBAHAR GEÇTİ, YAZ GİTTİ, KIŞ KAPIDA...

“Bir gün babam, Rabindaranth Tagore’un bir şiirini buzdolabına iliştirdi...

Şöyle yazıyordu:

-“İlkbahar geçti... Yaz gitti... Kış kapıda...

Ve söylemek istediğim şarkı henüz söylenmemiş halde duruyor...

Gözlerimi enstrümanımın tellerini söküp takmakla harcamışım...”

***

Bu sözler, yarım yaşanmış bir hayatın ardından, kalbi pişmanlıklarla dolu bir adamın sözleriydi...

***

Mirasımızı oluşturmaya başlamanın zamanı; ‘Daha çok zamanımızın olacağını’ düşündüğümüz on yıl sonrası değil, bugündür...

***

Yaşamımızda yaratmak istediğimiz şeyin ne olduğunu ve daha da önemlisi artık dünyada olmayacağınız zamanlar için ardınızda bırakmak istediğiniz armağanı derinlemesine düşünün... Büyüklük, sizinle son bulmayacak bir şeye başlamanızla gelir...”

KENDİNİZİ DÜŞÜNMEYİ BIRAKIP, BAŞKALARINA HİZMET VERMEYE BAŞLADIĞINIZDA...

“Hayatın değişmeyen gerçeklerinden biri kısaca şu şekilde ifade edilir:

Kendinizi düşünmekten sıyrılıp, başkalarına yürekten hizmet vermeye başladığınızda, yaşamınızda bir başarı patlaması oluşması kaçınılmazdır...”

DERİN BİR İLHAM DUYGUSU...

Ünlü mucit Thomas Edison’un şu sözü çok iyi bilinir;

-‘Dehanın yüzde biri ilham, yüzde 99’u alın teridir...’

***

Çok çalışmanın yaşamda, başarı ve doyuma ulaşmak için temel oluşturduğuna inanmakla birlikte; dünyada bir değişiklik yaratma isteğine duyulan bağlılık ile, bir ilhamla dolu olma duygusunun daha önemli nitelikler olduğunu düşünüyorum...

DOYUMA ULAŞMIŞ YAŞAMIN SIRRI...

Doyuma ulaşmış bir yaşam için en büyük derslerden biri, başarı peşinde koşarak geçirilmiş bir yaşamdan, hayatın anlamını bulmaya adanmış bir yaşama geçiş yapmaktır...

***

Bir anlam yaratmanın en iyi yolu, kendinize şu soruyu sormaktır...

‘Nasıl hizmet edebilirim?..’

Bütün büyük liderler, düşünürler, yardımseverler, başkaları için yaşamak adına bencil yaşamlarını terk etmiş ve bu yolla aradıkları tüm mutluluk, bolluk ve tatmine ulaşmışlardır...

Sevincin kaynağı; hizmet etmektir...

Robin Sharma

Yazının devamı...

36 yıl sonra Maria’nın ülkesinde...

Maria’ya; hayatımın kısa tarihçesinde hiçbir zaman gereken önemi vermediğimi yeni fark ediyorum... Birkaç günlük aşkımın anlamını kavrayabilmem için 36 yıl geçmesi gerekiyor...

Maria benim gizlilik sınırlarını aşarak; sokaklarda el ele dolaşabildiğim, parklarda dakikalarca öpüşebildiğim, Londra’nın parklarında; ağaçlarının altında usul usul fısıldaştığım ilk aşkım...

***

Yıllarca hayatımın temel koordinatını Paris üzerine kurduğumdan; kilometre taşlarında nedense İtalya’yı hep bir nebze es geçiyor ve hakkını yiyorum...

***

Bu Bayram;

Genel olarak İtalya’ya...

İtalyan kadınlarına...

İtalyan sinemasına...

İtalyan müziğine...

İtalyan mutfağına...

İtalyan Spagetti Western’lerine...

İtalyan spagetti al dentesine...

İtalyan espresso’suna, macchiatosuna, risrettosuna...

İtalyan Godfather’ına...

İtalyan aktörlerine...

İtalyan yönetmenlerine...

İtalyan aktristlerine...

İtalyan şarkıcılarına...

İtalyan futboluna...

İtalyan şehirlerine...

İtalyan modasına...

İtalyan kıyı şeridine;

Venedik’e, Positano’ya, Milano’ya, Firenze’ye duyduğum gizli ve özel ilgiyi; bugüne kadar kendime bile itiraf etmediğim derin hesaplaşmasını yaşıyorum...

***

Çocuklarım varlıklarıyla; altı yıldır hayatımın yaşanmış ve yaşanamayıp yarım kalmış, mahrem kişisel tarihinin aynası oluyorlar...

Onları Venedik’in, gondollarında; küçük kanallar arasında gezdirirken, ben ruhumun gizli kalmış kanallarında, kendi gondolumun dümenine geçiyorum...

Kendi küreğimle, içimin dehlizlerinin diplerine dokunarak, küçük gondolumu hayatımın kanallarında yüzdürüyorum...

***

Çocuklar bana; “gondolun köprü altında neden yana eğildiğini” soruyorlar...

Ben; 36 yıl önce Maria’ya; “Neden şimdi İtalya’ya gitmek zorundasın” sorusunu soruyorum...

***

Mina, Poyraz ve Ayşe Nazlı’ya; gondolun sağa kaykılarak gitmesinin, köprüye değmeme endişesinden kaynaklandığını söylerken; o sene lise üçe geçen Maria’yla yaşadığımız Londra aşkı geliyor gözlerimin önüne...

1979 yazında... Yağmur çiselerken Londra’ya... 16 ve 19 yaşındaki iki genç bir daha birbirlerini hiç göremeyeceğini bilerek, ayrılıyorlar birbirlerinden... Piccadily tanıklık ediyor, gençlik aşkına...

GABRİELLA’NIN KIRMIZI ŞARABI, ANİTA’NIN AL DENTE KARBONARASI...

Akşam çocuklar;

-“Bizi şık bir yere yemeğe götür baba...” diyorlar...

6 yaşındaki çocukların, kendi ektiğim tohumları, bu derece içselleştirmeleri hayrete düşürüyor beni...

Onların şık giyinerek şık mekanlara gitme alışkanlıklarını karşılayabilmek için, loşluğu ile ambiyansı; armonik bir akordun ezgisinde dekore edilen bir restorana götürüyorum...

***

Al dente spagettiyi soruyorlar bana yemekte... Onlara İtalyan usulü; az pişmiş kıvamında diri makarnayı anlatırken; bir Cambridge öğleden sonrası geliyor gözlerimin önüne...

Dışardaki sağnak yağmura inat, şöminede yanan ateş geliyor hayalime...

Gabriella’nın açtığı İtalyan kırmızı şarabından ilk yudumu alıyorum...

Anita; al dente karbonara pişiriyor...

-“Biz makarnayı böyle yeriz...” diyor...

-“Al dente...”

***

Hayatımda ilk kez, İtalyan usulü diri pişirilmiş makarnayı Anita’nın ellerinden yiyorum o Cambridge öğleden sonrasında... Gabriella’nın açtığı kırmızı şarap eşliğinde...

***

Çocuklara al dente makarnayı anlatırken, kendime “uzun zaman sonra ilk kez” oldukça pahalı bir kırmızı Toscana şarabı ısmarlıyorum...

Anita’nın; Maria’nın, Gabriella’nın ve kendi çocuklarımın şerefine...

-“Şişenin mantarını koklasana baba...” diye uyarıyor beni Poyraz...

BİR FİNCAN İTALYAN KAHVESİ...

Venedik’te illa kahve içmek istiyor çocuklar babalarıyla beraber...

Ismarlamadın mı, kafe latte’den arka arkaya yudumlar alıyorlar...

Onlara, kahvesi az, sütü çok; kafe latte ısmarlıyorum her gittiğim yerde...

Maria, bir Londra bistrosunun önünde duruyor;

-“Sana espresso alacağım...” diyor;

-“Bekle...”

***

Uzunca bir süre sıra bekledikten sonra, iki yudumluk acı bir kahveyle karşıma geliyor...

-“Nedir bu?..” diyorum...

-“Espresso...” diyor...

-“Böyle içilir... İki yudum... Çok serttir...”

Bir yudum alıyorum...

-“Sevmedim...” diyorum;

-“Çok koyu...”

***

36 yıl sonra; çocuklara, risretto, capuccino, espresso, cafe latte, cafe macchiato arasındaki farkları anlatırken hayatı yeniden yaşadığımı hissediyorum...

Maria gibi, espresso’nun...

Anita gibi; al dentenin spagettinin...

Gabriella gibi; Toscana şarabının hakkını yediğimi düşünüyorum 36 yıl boyunca...

MUHTEŞEM İTALYAN ÜÇLÜ... IL VOLO...

Ya Al Bano, Romina Power; Liberta ve Felicita... Ya Toto Cutugno ve L’İtaliano... Ya yine Al Bano Romina ikilisinden Sharasan...

Ya Nino Rota’nın Godfather müziği...

Ya Adriano Celentano ve Susanna...

***

Önceki gece İtalyan televizyonu birinci kanalda Rai’de Il Volo’nun performansını izliyorum...

Bariton Gianluca Ionble ve Piro Barone ve Ignazio Boschetto isimli iki tenordan oluşan üç İtalyan gencin, operatik pop dalında söyledikleri parçalar, Venedik gecelerimi yumuşatıyor; hayatı estetikleştiriyor...

***

Sonra mucize gibi gelen “We Are Love” parçasını söylüyorlar...

Parçayı dinlerken; Federico Fellini’den, Al Pacino’ya, Robert De Niro’dan, Spagetti Western filmlere, İyi Kötü ve Çirkin’den;

Godfather’a; Bir Zamanlar Amerika’dan, Kadın Kokusu’na...

Sophia Loren’den Prada’ya, Emporio Armani’den, Bulgari’ye; En çok da; Maria’ya, Gabriella’ya ve Anita’ya haksızlık ettiğimi düşünüyorum... Grande Amore parçası en sonda geliyor...

O parçada 50 yaşında başlayan ikinci hayatım çıkıyor ortaya...

Grande Amore parçasını bir daha bir daha dinliyorum...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.