Maraton; Şansal Büyüka ve 7 yıl artı 30 saniye...
.
İki hafta önce; Şansal Büyüka arıyor telefonla...
-“Pazartesi gecesi Maraton programına gelir misin?..” diyor...
-“Gençlerbirliği-Beşiktaş maçı var... Hem o maçı değerlendiririz; hem de Fenerbahçe, Galatasaray’ı konuşur; biraz da senden söz ederiz... Uzun zamandır hiçbir yere çıkmıyorsun...”
***
İnsanın hayatının belirli dönemleri olur... Günlere, haftalara, aylara değil, yıllara damgasını vurur o dönemler...
Bazen de bir hayatın bütününe...
Benim 30 yıllık televizyon programcılığı ve haberciliği dönemimin; yedi yılı Show TV’li yıllar olarak biliniyor...
***
Yapılan anketlerde Show TV’nin sahibi olarak zannedildiğim yıllar o yıllar...
Şansal Büyüka; Can Tanrıyar ve spor ekibi, benim o yıllardaki kader arkadaşlarım... Günlerimiz, gecelerimiz, birlikte geçiyor... Haftanın yaklaşık 50 saati haber ve spor merkezlerinin hazırladığı programlarla dolu...
SHOW TV yedi yıl arka arkaya tüm televizyonlar arasındaki birinciliği kimselere kaptırmıyor...
***
Televizyonda haftada elli saat canlı yayını yapabilmek için, en az ikiyüz saat çalışmak zorunda insan... Oysa bir hafta içinde ikiyüz saat yok...
Bu eksikliği gidermek için; elli saatin dışında kalan gece de dahil bütün zamanlarda, hep çalışıyoruz...
Gecenin 01’inde; 02’sinde televizyondan çıkıp, bir yerlerde yemeğe gitmemiz gecelerin rutini neredeyse...
***
Bunları beraber yaşadığım eski yayıncılık arkadaşım, kader dostum Şansal Büyüka;
-“Programa katılır mısın?..” dediğinde...
Doğru düzgün cevap bile vermiyorum: -”Saat kaçta olacak?..” diyorum sadece...
Bir de, -“Beni aldırabilir misin arabayla?..”
***
Aramızdaki konuşma otuz saniye sürüyor...
Hani Picasso’yu kafede gören hayranı; uzattığı küçük kağıda; üstattan karakalem bir şeyler karalamasını istemiş...
Picasso da, hayranını kırmamış; bir şeyler çiziktirmiş küçük kağıdın üzerine... Hayranı fiyatını sormuş; küçük kağıda karalanan eserin... Picasso çok yüksek bir fiyat biçmiş eserine... Bunun üzerine hayranı itiraz edecek olmuş;
-“Üstat...” demiş...
-“Topu topu üç dakika ya sürdü ya da sürmedi çizdiğiniz resim... Bu kadar para çok değil mi üç dakika için?..”
-“Yanılıyorsunuz...” demiş Picasso...
-“Bu küçük eseri yaratmam üç dakika değil... 30 yıl artı üç dakikamı aldı... Şimdi onun değerini istemekteyim sizden...”
***
Şansal Büyüka’nın televizyon programı teklifinin 30 saniye sürmesi de aynen Picasso’nun eskizi gibi... Yedi yıl artı 30 saniye, o teklifin gerçek süresi...
*****
BEŞİKTAŞ’A GÖKHAN TÖRE’Yİ KAZANDIRAN İSİM VE ERSAN GÜLÜM...
Uzun zamandır televizyon programlarına katılmıyorum; ama Şansal Büyüka’nın yanında sanki her gün televizyona çıkıyormuş gibiyim... Gençlerbirliği maçını konuşurken; söz dönüp dolaşıp Beşiktaş-Fenerbahçe derbisine geliyor...
Geçen yılın son haftalarında kaçırılan şampiyonluk ve ikincilikten sonra, Beşiktaş’ın esas zaafının stoperler olduğunu fark ediyorum... Savunma zaafının, Beşiktaş’ı galipken mağlup yaptığını, mağlupken ise mağlup bıraktığını anlıyorum...
***
İşin ilginç yanı; bu savunma zaafının göbeğindeki isim; bir zamanlar benim Adanaspor’dan Beşiktaş’a gelmesi için önayak olduğum bir futbolcu...
Çok sevdiğim Ersan Gülüm...
***
Üstelik Ersan’ın bugünlere gelmesinde ona bütün desteğini veren, manevi olarak her şeyiyle arkasında duran, manevi abisi; benim hayatımdaki en yakın canlarımdan biri...
Kötü gün dostum...
***
Hayatımın en zor zamanlarında onu yanımda görmüşüm...
Sapına kadar “Adam gibi adam dediğim insanlardan biri...” Kendimi geçtim; yaptıklarıyla, öngörüsüyle, Beşiktaş camiasının, Gökhan Töre için borçlu olduğu isim...
Kimseler Gökhan Töre’nin, bonservisi için o kadar parayı ödemek istemezken, bütün gücüyle;
-“Bu çocuğu alalım... Beşiktaş’a büyük kazançlar getirecek bir isim...” demiş bir ağabey kişi...
*****
EN ZOR BEŞİKTAŞ YAZILARIMDAN BİRİ...
Ersan için söyleyeceğim şeylere, Beşiktaş için, Fikret Orman için, benim kişisel hayatım için onca badirede dimdik durmuş bir dostumun kırılacağını, güceneceğini biliyorum...
Haftalarca içim içimi yiyor...
Gel gör ki;
Ben 35 yıldır gazeteciyim...
Gözümle gördüğüm şeyi, yazmak geliyorsa içimden; elimi durdurmak kendime olan öz saygımı yitirtir bana...
***
35 yıllık gazeteciliğimden önemli bir şey var...
50 yıllık Beşiktaş’lıyım...
Beşiktaş’lı olmak için; annemi babamı, teyzemi, eniştemi, ailemi dinlememiş, es geçmişim...
Çocuklarımı Beşiktaş’lı yapmışım...
Kendi üzüntüme dayanırım; onların üzüntüsüne asla dayanamam...
Göz göre göre; Beşiktaş’a zarar verdiremem...
***
Maraton programında üstü kapalı söylüyorum...
Önceki gün Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini ve sonrasını izledikten sonra, kesin kararımı veriyorum...
Ersan ve Tosiç’le giden bir savunma, Beşiktaş’ı geçen sene olduğu gibi bu sene de şampiyonluktan eder...
***
Ersan maç boyunca yarım yamalak kestiği tek bir top dışında, ne hava toplarında, ne yerden akınlarda, numune niyetine bir tek top çıkartamıyor...
Üç sarı karttan birbuçuk kırmızı kart görecek durumda...
Sarı kartları, şımarıklığından değil, rakip takımın futbolcusunu durduramadığından zorunlu faulden alıyor...
Çünkü Ersan rakip oyuncuyu durduramıyor; sakatlıktan öncesi günler yaptığı gibi...
***
Hiçbir hava topu alamıyor...
Yer tutamıyor...
Sürekli kendini yere atıyor...
Buz tedavisi yaptırıyor...
Seyirciye ne kadar canhıraş oynadığını gösterir gibi...
Buz tedavisi yaptırdığı pozisyonlarda, kafaya nasıl bir darbe aldığı bile biraz meçhul...
Üstelik, onun gibi sevdiğim bir futbolcuya hiç yakışmayacak bir şeyi yapıyor...
Maçtan sonra Lig TV’nin yayınına çıkıyor ve suçlu psikolojisiyle takım arkadaşı Tosiç’i aslanların ağzına atıyor...
-“Tosiç’in kafasına nasıl engel olacağız; artık bilemiyorum...” diyerek...
***
Kafayla attırttığı gol 30 santimetre ofsayt...
Volkan Şen’in, geçti zannedilen topu çizgiden alıp, Ersan’ı öyle bir geçişi var ki, “benim” diyen stoper o pozisyonu bir daha izler, kendine bir yıllık yeni bir çalışma programı benimser...
İbrahim Toraman ve Ümit Karan’ın dediği gibi, topa değil, Volkan’ın yüzüne bakıyor Ersan...
***
Ona manevi desteği sağlayan canı gibi sevdiği abisinin; çabaları boşa gidiyor...
Ersan için bugüne kadar bunca, güzel şeyler söyleyen ben; artık Ersan’ın futbolunu tanıyamaz hale geliyorum...
Tosiç bu yıl geldi; iyi değil...
Ama Ersan geçen yılın son çeyreğinden bu yana hiç iyi değil...
Geçen sene, şampiyonluk ve ikincilik gitti...
Şükür; bu sene Rhodolfo ve Beck kötü değil...
Ancak bu sol taraf ve kanat savunmayla; Beşiktaş’ın şampiyonluğu hayal...
Bunu kazanılan bir Fenerbahçe dersinden sonra yazmam; Beşiktaş’lılığımdan...
Araziye değil; hayata uygun yazma isteğinden...
Skor yazarlığı değil, eski Beşiktaş yöneticliği sıfatından...
Can dostumun duygularına rağmen... Beşiktaş’lılık böyle bir şey sanırım...
Ölümle yaşamın ayıramadığı çizginin... Siyahla beyazı ayıramaması gibi...