Mutluluk
.
Çoğunlukla, mutlu olmakla, tatmin olmayı karıştırabiliyoruz. Oysa mutluluk ile tatmin olmak farklı yaşantılardır. Mutluluk, olmak ilkesinin yaşanmasının bir sonucuyken; tatmin olmak, sahip olmak ilkesinin yaşanmasıyla gerçekleşir. Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mâl etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip oluşların sonu yoktur. İnsan, hiç bir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir. Bu nedenle “sahip olmak” tutkusundaki insanlar, hep kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise, kendi mallarına göz dikecekleri telaşı ile korkacaklardır.
‘Olmak’la ‘olma’nın farkı?
‘Olmak’ ise, ‘sahip olma’nın karşıtıdır. Hiç bir şeyi elde etmeye, kendine mâl etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. ‘Olmak’ her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi içinde sevmek demektir. Böyle davranan bir insan, dışsal ve maddesel olana bağlanmaksızın kendini geliştirip, evrimleşmeye çalışır ve diğer varlıkları sevme, onlarla bir olma arzusunu taşır. ‘Olmak’, sözcüklerle tanımlanıp, anlatılamaz. O, ancak yaşanılan ve içte hissedilen bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.
“Toplumsal düzen, toplumun sosyal ve ekonomik kurumları, bir de ahlâk yapısı, bu iki karakter ve davranış biçiminden hangisini desteklerse, o toplumun insanlarında da bu karakter özelliği ağırlık kazanacaktır.”
Yaşam ustaları ve dinler, ‘sahip olmak’ ile ‘olmak’ arasındaki farklılığı, sistemlerinin ana konusu olarak ele almışlardır. Buda, insancıl evriminin en üst basamağına ulaşmak isteyenlerin, ‘sahip olmak’ güdüsünden kurtulmaları gerektiğini öğretirken; Hz. İsa:
Bütün dünyayı kazansa ne olur?
“Bir insan bütün dünyayı kazansa, ama kendi benliğini çürümeye terketse veya kendini cezalandırsa, eline ne geçecektir ki?” demiştir.
İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ‘sahip olma’ merkezli yaşantıyı örnekleyerek şöyle anlatmaktadır:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma arzusundan ibarettir. Bunun örneği, hayat veren yağmura benzer; onun bitirdiği bitkiler çiftçilerin hoşuna gider, sonra da kurumaya yüz tutar. Öyle ki sen onun sapsarı olduğunu görürsün, en sonunda çer çöp olur gider… Dünya hayatı aldatıcı yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadid/20)
Dünyanın geçici nimetlerinin cazibesi...
Bir başka ayet, önce varolan tabloyu çizmiş ve hedefi açıklamıştır:
“Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş paralar, hayvanlar ve ekinler gibi, dünya zevklerine karşı duyulan sevgi insanlara çekici kılınmıştır. Oysa bütün bunlar dünya hayatının geçici nimetleridir. Asıl varılacak yer ise Allah katındadır.” (Ali imran/ 14)
‘Sahip olmak’ ilkesi bizi motive ettiğinde, ‘ben hayattan ne bekliyorum’ bakış açısını hayatımızın merkezine koyarız. Böylece, gelgitlerle dolu bir hayat uzanır önümüzde; hayattan beklentilerimiz gerçekleşince tatmin oluruz, gerçekleşmeyince kaygılı, gergin, umutsuz oluruz.
‘Olmak’ ilkesi bizi motive ettiğinde, ‘hayat benden ne bekliyor’ bakış açısını hayatımızın merkezine koyarız ve keşfettiğimiz cevapları uyguladıkça mutlu oluruz. Her birimiz dünyada bir taneyiz. Biricik olmanın bizlere getirdiği önemli bir sorumluluk var. Sadece bize özgü potansiyelimizi aktif hale getirmek ve insanlığa sunmakla görevliyiz. Edison, yüzlerce kez tekrarlamıştı deneylerini. Çünkü o, ‘Hayat benden ne bekliyor?’ sorusuna ampulü keşfederek cevap vermişti. Hayata sunduğumuz özgün işlerimiz, ruhumuzdan, sonsuz yanımızdan doğduğu için kalıcıdırlar. Biz bu dünyadan ayrıldıktan sonra da insanlığa hizmet etmeye devam ederler.
Vicdanınıza kulak verin sesini duyun!
SORU: Vicdanımızın sesini nasıl duyabiliriz? DİLŞAT AKÇA
Vicdanımızın sesini dinleyebilmek için, kendimize kulak vermeyi bilmiş olmamız gerekir. Kulağımıza gelen her sesi ve herkesi dinleriz ama kendi sesimize kulak vermeyiz. Bize dört bir yandan gelen düşüncelerin gürültüsü içinde yaşıyoruz her an; filmler, gazeteler, radyo, televizyon, boş konuşmalar... Kendi sesimize hiçbir zaman kulak vermemek için bilinçli bir plan hazırlamış olsaydık, bundan iyisini yapamazdık.
En son vicdanınıza sorun!
Vicdanımızın sesini duyabilmek için kendimizle baş başa kalmak, kendimizi dinlemek gerekiyor. N amaz, oruç, zikir, tefekkür, ramazan ayının son on gününde girilen itikaf bu ortamı bize sunabilir. Buna ek olarak, karşılaştığımız olaylarda, ‘Şu anda ne yapabilirim, nasıl davranabilirim?’ sorusunu iç dünyamıza sorabiliriz. Genelde içimizden gelen ilk cevap vicdanımızın sesidir. Bu sesin, bu yaklaşımın vicdanımızdan gelip gelmediğini şöyle test edebiliriz: Eğer bu ses ‘kendimize ve başkalarına zarar vermemeyi’ öğütlüyorsa vicdanımızın sesidir. Bu sesin önerilerini uygularsak daha güçlü duyarız vicdanımızı. Ve çocuklarımızı yetiştirirken hem onlara öneriler sunar, hem de ‘İçine sor, senin iç sesin bunun için ne diyor’ diyebiliriz. Tıpkı peygamberimizin “Bir konuyu herkese sor, ama en son vicdanına sor” sözünde olduğu gibi. Böylece onlara özgünlüklerini, biricik olduklarını hatırlatırken, kendi iç dünyalarıyla iletişim kurmayı da öğretebiliriz
SORULARINIZI BEKLİYORUZ
Ramazan ayı ve oruçla ilgili tüm sorularınızı, Prof. Dr. Öznur Özdoğan’ın oznurozdogan@gazetevatan.com adresine gönderebilirsiniz.