Şampiy10
Magazin
Gündem

Şaban Dişli’nin mesaisi

“Prensip olarak ben bu konuya girmiyorum. Sadece şu bilinsin ki, ilk gün söylediklerimin arkasındayım. Gerçekler yargı sürecinde ortaya çıkacaktır. Yine bilinmesini istiyorum ki, sadece işime konsantre vaziyetteyim ve işimi yapıyorum.”

Bu sözler Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ekonomi İşleri’nden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’ye ait.

Dişli’nin “prensip olarak girmiyorum” dediği konu, tahmin edebileceğiniz gibi, 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol oynadığı iddiasıyla tutuklu bulunan ve yargılanacak olan kardeşi, eski Tümgeneral Mehmet Dişli.

***

Makamında görüştüğümüz AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, “İlk gün söylediklerimin arkasındayım” diyor. (Zaten o günden bu yana, kardeşinin durumu ile ilgili bir açıklaması da olmadı.)

Dişli’nin bahsettiği, 18 Temmuz’da Twitter üzerinden yaptığı açıklama. Yani şu sözleri:

“Biz, Türkiyemiz ve Ay Yıldızlı Bayrağımızın emrindeyiz. Liderimiz dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. Soyadı Dişli olan Tümgeneral kardeşim de olsa, asla ve asla duruşumuz değişmez, aksine katmerlenir. Biz ölümüne darbeye hayır dedik, demeye devam edeceğiz.”

Bu sözlerinin, tam 4 ay sonra bugün de arkasında olduğunu söyleyen Dişli, kardeşiyle ilgili gerçeklerin ise yargılama sürecinde ortaya çıkacağının altını çiziyor.

***

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun senelerdir yakın mesai arkadaşlarından olan Dişli, 15 Temmuz sonrası da hem partideki görevini sürdürüyor, hem Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantılarındaki yerini alıyor, hem de Cumhurbaşkanı ile ilişkileri devam ediyor.

Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Başbakan Yıldırım da ‘Mehmet Dişli’ dosyası ile Şaban Dişli’yi ayrı tutuyorlar.

(NOT: Bu kısım benim yorumum. Şaban Dişli’nin bu değerlendirmem hakkında olumlu ya da olumsuz bir mesajı hatta bir mimiği dahi olmadı.)

***

Gelelim Dişli’nin yazının başında aktardığım sözlerinin son cümlesine... Yani “Ben işime konsantreyim ve işimi yapıyorum” sözlerine.

Ekonomide coşku eksikliği var

Şaban Dişli, iktidar partisinin ekonomi işlerinden sorumlu.

“Ak Parti olarak, 2002’de iktidara geldiğimizde, Türkiye hayatın her alanında bugünkünden daha kötü şartlardaydı” diyen Dişli bugüne ise şöyle bakıyor:

-Türkiye hiç bu kadar çoklu problem ile aynı anda uğraşmadı. Terör, batının tutumu, 15 Temmuz, batıdaki yabancı düşmanlığı ve islamofobi gibi konjonktürel faktörler sebebiyle Türkiye üzerine değişik algı oyunları rahatlıkla planlanabiliyor ve geniş bir alıcı kitlesi oluyor bu algı oyunlarının. Oluşturulan bu algının Türkiye’ye yansıması da maalesef kaçınılmaz.

-Benim gördüğüm, şu anda bir coşku eksikliği ve hedef sapması var Türkiye ekonomisinde. Bakın, ekonomiyle psikoloji arasında doğrudan, bire bir ilişki vardır. Ak Parti’nin iktidara gelmesinin ardından önce rahmetli Erol Olçok’un yaratıcılığının eseri olan ‘Herşey Türkiye için’ sloganı, ardından ‘Durmak yok yola devam’ ve nihayet ‘Hedef 2023’ sloganlarımız... Bunlar sadece slogan değildi. Yaratılan coşku ve koyulan hedefti asıl önemlisi.

-2002 itibariyle öyle bir güven ortamı oluştu ki, 2008 krizi Türkiye’yi teğet geçecek dendiğinde herkes buna yürekten inandı ve bu sebeple öyle de oldu.

En büyük sorun belirsizlik

-Her ay üç değişik şirkete anket yaptıran bir partiyiz biz. Yıllar içinde bazen terör, bazen ekonomi, bazen bir başka konu öne çıkardı bu anketlerde. Son ankette en büyük sorun olarak, ‘belirsizlik’ çıkıyor karşımıza.

-15 Temmuz herkeste bir travma oluşturdu. FETÖ operasyonları, terörle mücadele, bölgemizde devam eden sıkıntılar... Diğer taraftan Parlamento’nun başkanlık sistemi çalışması, 330 belirsizliği... Buna bir de geçen haftaya kadar var olan ABD başkanlık seçimi belirsizliğini ekleyin... Dünya ekonomisine etki eden Çin, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı gibi önemli gelişmeler de cabası... Adın konulmamış, yeni bir soğuk savaş dönemi var dünyada. Bütün bu iç ve dış faktörler, özellikle bizim gibi bir ülkeyi tabii ki etkiliyor.

Yine Erdoğan çözecek

-Ak Parti hükümetlerinin en büyük özelliklerinden biri öngörülebilirlik oldu hep. Ama şimdi saydığım iç ve dış etkenler ve bunlardan kaynaklı yürüyen sistematik algı çalışması sebebiyle bu noktada bir sıkıntımız var.

-Belirsizlik olunca, o bahsettiğim coşku da yok oluyor ister istemez. Bize, bu ülke insanına ve dolayısıyla ekonomiye bugüne kadar o coşkuyu veren, bence dünyanın en iyi iletişimcisi, Tayyip Erdoğandır. Cumhurbaşkanımızın şu sıralardaki en büyük mesaisi de şeytan taşlamak. Şeytan taşlamaktan, ihtiyacımız olan o coşkuyu bize vermesine fırsat kalmıyor. Ama ben eminim, Cumhurbaşkanımız çok yakında o coşkulu güven ortamını yine sağlayacak.

YARIN:

*Dövizden körfez sermayesine, 2017’de ekonomide neler yaşanır?

*Ekonomideki belirsizlik nasıl ortadan kalkacak? Yatırımcı ve vatandaş rahatlayacak mı?

*Kredi ve mevduat faizlerinde durum ne olacak?

Yazının devamı...

‘Metnin ortaya çıkması lazım’

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Anayasa Çalıştayı’nda bazı köşe yazarlarının sorularını yanıtladı. “1982 Anayasası’nın hazırlandığı ve kabul edildiği koşulları yaşıyoruz” ifadelerini kullanan Kılıçdaroğlu, referandum tartışmalarından önce metnin ortaya çıkması gerektiğini kaydetti. “Bazı varsayımlardan yola çıkarak, doğal olarak siz kendiniz bilgiyi alır yorum yaparsınız ama biz siyasette sorumlu aktörleriz” vurgusu yapan Kılıçdaroğlu, “Metni görmemiz lazım demeniz, metni gördüğünüzde pozitif bakabileceğiniz anlamına geliyor mu?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Bir bakarsınız, hiç başkanlık yoktur, bilmiyoruz ki! Parlamenter sistemi daha da güçlendiren bir metin hazırlamışlardır. Buna ‘hayır’ mı diyeceğiz. Başkanlık varsa, ona da bakacağız. Bu başkanlık, nasıl bir başkanlık? Türkiye’yi bölünme naktasına götüren bir başkanlık mı bu?”

“140 yıllık bir parlamenter sistem deneyimimiz var” diyen Kılıçdaroğlu, “Hukuk dışına çıkmak, anayasal düzeni ihlal etmek eğer fiili durum olarak tanımlanıyorsa bu doğru değil. Sadece, anayasanın dışına çıktı, hukuku tanımıyor, bir fiili durum var, ne yapalım. Hukuku fiili duruma, kişiye uyduralım. Hukuk, kişiye uymaz” değerlendirmesi yapan Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:

‘Hukuk kişiye uymaz’

“Bir kişinin arzusu üzerine anayasa, bir kişinin arzusu üzerine yasalar, hukuk, yargı, onun arzusuna göre düzenlenirse, yarın bir başkası çıkıp da bu yetkiyi verdiniz, yetkiyi az gördü, 6 ay sonra dedi ki ‘Bunu da kabul etmiyorum, fiili durum vardır, buna uyacaksınız’ dedi. Ne yapacağız. Yüzde 91 ile kabul edilen demokratik parlamenter sistemi +1 ile değiştiremezsiniz. +1 ile rejim mi değiştirilir? Toplumda çok ciddi, derin yaralar açar, bunun farkında olması lazım ülkeyi yönetenlerin.”

‘Denge unsuru bir Cumhurbaşkanı’ önerdiler

29 Ekim’de Aydın’da uğradığı silahlı saldırıda ayağından vurulan CHP Genel Başkanı Yardımcısı Bülent Tezcan, koordinasyonunu yaptığı 6 saati aşan “Anayasa Çalıştayı”na tekerlekli sandalyeyle katıldı. Tezcan, partilerinin ön anayasa taslağında 8 kriteri açıklarken, Ak Parti’nin öngördüğü, “başkanlık sistemi”ne karşı, anayasada “denge unsuru ve sembolik yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı” önerdiklerini açıkladı. CHP’nin kurucu değerlere bağlı, özgürlükçü, güçlü sosyal devleti öngören, parlamenter sistemi esas alan, güçler ayrılığına dayalı, bir anayasayayı savunduğuna dikkati çekildi.

‘İdam olsaydı hepsi asılmıştı’

16 Temmuz’da parlamentoya, Taksim’de, Yenikapı’da yaptığı konuşmada 1 milimlik sapma varsa kalkıp herkesten özür dileyeceğini kaydeden Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: “Onların sapmalarını gündeme getiriyorum. Türkiye’yi demokrasiden hızla uzaklaştırıyorsunuz diyorum. ‘Bu parlamentoda demokrasiyi savunacak bir partiye ihtiyaç var, o da biziz’ dedim. Gazetelere, gazetecilere baskılar, kabul edilemez. İki tane bilim insanı vardı. Necmiye Hanım ile Aslı Erdoğan, idam olsaydı bugün idamla yargılanacaklardı. İdam olsaydı, bugün Ergenekon’da yargılananların tamamı idam edilmişti.”

BAHÇELİ’NİN TAVRI

‘Kocaman bir soru işareti’

“Bahçeli, Başbakan görüşmesinden sonra MHP’den bir açıklama olmadı ama Başbakan MHP adına bir açıklama yaptı” sorusuna “Doğru bulmuyorum” yanıtını veren Kılıçdaroğlu, “Ortak cumhurbaşkanı adayı belirlediğiniz MHP’nin bugün geldiği yer size ne ifade ediyor?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: Kocaman bir soru işareti ifade ediyor. Türkiye, bir ateş çemberi içindeyken, Ortadoğu’da başımızda dünyanın belası varken, bir terör örgütüne iki terör örgütü daha ilave edilmişken, türkiye bu sorunları çözmek yerine rejimini değiştirmek gibi bir sürecin içine sokulursa Türkiye’nin bekası açısından ne olur?

Yazının devamı...

İş dünyasının yeni ABD’ye bakışı

“Dünyada bir değişim var ve bu değişimin bir örneği de Amerika’da yaşandı. Bu aynı zamanda bir ilk ve aynı zamanda da bir şans.” Bu sözler Erdoğan Demirören’e ait.

***

Demirören, Türkiye’de iş dünyasının duayenlerinden. Dile kolay, 60 yıllık bir iş hayatı tecrübesi var.

Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi iki ülke ilişkilerine, Türkiye’ye ve ekonomiye nasıl yansır?

Bunları sordum Erdoğan Demirören’e...

İşte aldığım yanıtlar:

Siyasetten değil iş dünyasından gelmesi bir şans

- Bu kadar tecrübeli bir iş adamının başkanlığa seçilmesi Amerika için bir ilk. Bu durum dünyadaki değişimin ABD’ye de yansıması anlamına geliyor.

- Donald Trump, başından her türlü tecrübe geçmiş bir iş adamı. Tayyip Bey ile de bu anlamda birbirlerine benziyorlar. Aynı dili konuşabilecek iki insan. İki liderin bu benzerliği bir avantaj olacaktır.

- Yeni Amerikan Başkanı siyasette belki o kadar tecrübeli olmayabilir ama böyle muvaffak olmuş bir insanın siyasetle kısmen alakası muhakkak ki vardır. Siyaseti dört dört dörtlük bilmeyebilir ama bu da bir şanstır aslında.

- Tabii ki başkanlığının ilk döneminde, farklı her icraatını hemen hata kabul etmemek lâzımdır. Zaman tanımak lâzımdır. Ben muvaffak olacağına inanıyorum.

Erdoğan ve Putin ile iyi anlaşacaktır

- Donald Trump gibi bir ABD Başkanı’nın, dünyanın şu döneminde, bence en iyi anlaşacağı bir Rusya, bir Türkiye olur. İş adamı gözüyle bakınca ben böyle görüyorum. Tabii ki ABD Senatosu ve Kongresi’nin mevcut dengelerine bakıldığında, yeni başkanın karar mekanizmalarını daha rahat işleteceğini tahmin ediyorum. Kararlarını daha rahat alacağını görürüz.

- Dünyada beklenmeyen bir şekilde, bir iş adamının oraya gelmesi, dünya ekonomisi ve dünya siyaseti için de iyi olacaktır.

ABD standartları ve devlet gerçeği

- Şunu da unutmamak lâzım tabii... Amerika’nın kendine has, Amerikan vatandaşlarının kendine has yetişme tarzları vardır. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, onun dışına çıkmazlar. Bu bir yetişme tarzı meselesidir ve Trump’ın da o prensiplerin dışına fazla çıkmasını beklememek lâzım.

- Bunun yanında bir de Amerikan devlet politikaları gerçeği var. Devlet başka şey, siyasi parti, siyaset başka şey. Devlet ile siyaset ayrıdır. Devlet; halkıyla ve bütün makamlarıyla komple hareket ettiği zaman devlettir.

- Sonuç olarak ABD’de yaşanan değişim ve başlayan yeni dönem başta Türkiye olmak üzere dünyanın geneli için bir fırsat olabilir. Ben bu şansı görüyorum ve iyimserim.

Yazının devamı...

Trump’lı ABD ve Türkiye

ABD’deki seçimin sonucu yani Donald Trump’ın başkanlığa gelişi, Türkiye’yi dünyanın birçok başka ülkesinden de daha fazla ilgilendiriyor.

Yeni döneme ilişkin iki önemli ismin görüşülerini aldım dün.

Zeynel Abidin Erdem’in bakışı

Türk - Amerikan İşadamları Derneği Onursal Başkanı Zeynel Abidin Erdem, Ankara - Washington hattında 32 yıldır var olan, iki ülke ilişkilerinin yakın tarihinin tanığı, çok tecrübeli bir işadamı...

Merhum Turgut Özal’ın baba Bush’a ‘evladım’ diye takdim edip, “Benim üç çocuğum var, bu dördüncüsüdür, size emanet ediyorum” dediği kişi Zeynel Abidin Erdem.

O Erdem, yeni dönemi Türkiye açısından ‘fırsat’ olarak görüyor ve bakın hangi noktaların altını çiziyor:

- Türkiye seçimden çıkan bu sonucu lehine sonuçlar verecek şekilde değerlendirebilir. Türkiye konusundaki kanaat ve görüşleri kemikleşmiş olan eski kadro şimdi gidiyor. Türkiye kendini bu yeni yönetim kadrosuna çok iyi anlatabilir.

- Hem dernek olarak biz, hem de kişisel olarak ben, oradaki birçok önemli, etkili isimle sahip olduğumuz iyi ilişkileri de elbette kullanacağız. Türk - Amerikan ilişkilerinin daha iyi olması, kritik konularda yaşanacak süreçleri, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için elimizden geleni muhakkak ki yapacağız.

- Trump’ın başkan seçilmesi FETÖ konusunda da olumlu netice doğurabilir. FETÖ’cüler doğrudan Hillary Clinton’ın yanındaydı, çok da umutluydular ama şimdi kaybettiler.

- Trump’a FETÖ konusu anlatılabilir ve bence sonuç da alınabilir. Göreve başladıktan sonra diyebilir ki, kovuyorum, gönderiyorum... Ya da diyebilir ki, “Ben adalete teslim edeceğim, kararı yargı verecek”... Yani sonuçta, bu konuda Türkiye lehine bir konsensusa varılabilir.

- Türkiye acele etmeden, konuya saygın ve gerçekten hatırlı kişiler vasıtasıyla konuya müdahale ederse, Tayyip Bey’in de ağırlığını hissettirerek bu işi belli bir noktaya getirebilir. Bu vesile ile iki ülke arasındaki soğukluk da ortadan kalkar. Şunu unutmayalım ki Türkiye Amerika’ya, Amerika da Türkiye’ye muhtaçtır.

Ekim Alptekin’in yorumu

Ve Ekim Alptekin.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesindeki Türkiye - ABD İş Konseyi (TAİK) Yürütme Kurulu Başkanı.

İki ülke ilişkilerinde son dönemin en etkin isimlerinden biri.

Alptekin’in kayda değer tespit ve değerlendirmeleri şu başlıklarda özetleyebilirim:

- Belki birçokları henüz farkında değil ama şöyle bir gerçek var... Trump ve ekibinin Türkiye ile ilgili bir vizyonu var. Tayyip Erdoğan ile ilgili de bir vizyonu var. Bu nokta önemli.

- FETÖ meselesi şu an için Türkiye’nin onlardan istediği bir konu olarak masada ama orada karşımızda çok daha olumlu ve verimli bir yapı bulacağımızı tahmin ediyorum.

- Tabii Amerika’nın da Türkiye’den beklentileri, istekleri var. Mesela daha öngörülebilir bir Türkiye bekliyor olabilirler. Bu manada Ankara da yeni yönetimin nabzını iyi tuttuğunda, yeni dönem tahmin edilemeyecek kadar olumlu olacaktır. Bu noktada, senato ve kongredeki sandalye dağılımı itibariyle Trump’ın elinin çok güçlü olacağı gerçeğini de gözden kaçırmamak gerek.

- Mesela Hillary Clinton kazansaydı, onla yapılacak ilk görüşme çok verimsiz olacaktı. Zaten birbirini tanıyan iki tarafın, yeni bir dinamik olmaksızın yapacağı, hatta Clinton’ın zafer sarhoşluğuyla daha da tatsız bir görüşme olacaktı. Oysa şimdi Trump ile çok verimli bir başlangıç yapma potansiyeli var Türkiye’nin önünde. Benim görebildiğim kadarıyla ABD tarafı buna açık. Ne zaman, nerede olur bilemiyorum ama yapılacak ilk ikili görüşme uzun, kapsamlı ve çok olumlu geçecektir.

- Bu ekip Türkiye’yi dünyanın herhangi bir ülkesi olarak görmüyor. Bir Türkiye vizyonları var. Ve Türkiye’nin politik etkinlik ve gücü çok yüksek olan bir lideri var. Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelme süreciyle, Trump’ın iktidara gelme sürecinin benzeştiği birçok nokta da var. Eğer iyi bir başlangıç yapılırsa, bambaşka bir dinamik olur ve Türk - Amerikan ilişkileri çok çok verimli bir boyuta taşınır.

Yazının devamı...

EYP’lerin önüne geçilemez mi?

“El Yapımı Patlayıcılara (EYP) karşı sahadaki ürün gamımız, bu tehdidi maalesef sıfırlayabilmiş değil. Kullanılan ürünler sayesinde önlenen birçok olay var ama sahadaki EYP tehdidi sürekli çeşitleniyor, değişiyor, yenileniyor.”

Bu sözler Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir’e ait.

***

Müsteşar Demir, yardımcılarıyla birlikte gazetecileri ağırladı dün sabah kahvaltısında. SSM’nin (Savunma Sanayii Müsteşarlığı) kuruluşunun 31’inci yıldönümü vesilesiyle basınla buluşan İsmail Demir, devam eden ve planlanan dev projeler hakkında bilgi verdi, habercilerin sorularını yanıtladı.

EYP tehdidi ile mücadele

Basın toplantısının gündemindeki en önemli başlıklardan biri - yazıya başladığım - EYP’lere karşı alınan tedbirlerdi.

Önce kısa bir bilgi tazeleme...

Terör örgütlerinin en hain ve kanlı eylem biçimi olan EYP’ler ya (kumanda, telsiz veya telefon vasıtasıyla) patlatılıyor ya da çekilen kablonun ucundaki butona basılarak...

Radyo, telsiz ya da GSM frekansları vasıtasıyla patlatılmak üzere hazırlanmış düzenekleri, jammer yani sinyal kesicileri kullanarak etkisiz hâle getirmek mümkün.

SSM İsmail Demir, “EYP’ler ile ilgili birden çok projemiz var” diye başladı söze ve şu başlıklar ile devam etti:

- Karıştırma, uzaktan patlatma, elektronik yolla etkisiz hâle getirme gibi imkânlara sahibiz. Bu yollarla önlenen de çok olay var aslında ama bunların istatistikleri açıklanmadığı için kamuoyunun bu konuda fazla bir bilgisi olmuyor.

- Pekiyi neden hâlâ kayıp veriyoruz sorusunun cevabı şu: Sahaya, EYP tehdidini tümüyle bertaraf eden, sorunu tamamen çözen bir ürün sunabildik mi? Hayır... Çünkü sahadaki tehdit sürekli yenileniyor, çeşitleniyor, değişiyor.

- Bizim sahadaki ürün gamımız bu sebeple tehdidi sıfırlayamıyor. Azaltıyor ama tamamen ortadan kaldıramıyor.

- Güvenlik güçlerimizin sahada kullanımına sunduğumuz ürünler, mevzunun sadece birkaç dakikalık kısmını kapsıyor. Bu işin, oraya gelinceye kadarki aşamaları var malum... Yurda girişi, getirilişi, yapımı, yerleştirilmesi vb... Bu aşamalar da öncelikle istihbaratın görev alanına giriyor. Bizim bu noktada da ilgili birimlerin hizmetine sunduğumuz, sunabileceğimiz imkânlar da var elbette.

İhalelerde şeffaflık konusu

SSM’deki toplantıda gündeme gelen mühim konulardan biri de, ‘ihale süreçlerinin şeffaflığı’ydı.

Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de savunma sanayii alanındaki projeler hep yüksek maliyetli alımlar. Dolayısıyla, dedikodusu, iddiası hiç eksik olmaz bu alandaki işlerin. Çoğunlukla da ihaleyi kaybedenler tarafından fısıldanır o söylentiler...

Müsteşar Demir, SSM’nin alım döngüsü içindeki ihale sürecinin bu riski ortadan kaldırdığı görüşünde. “Şeffaflık konusunda endişemiz” yok diyor.

“Bazı projeleri tek kaynak verdiğimiz oluyor” diyen İsmail Demir, “Türkiye’de bu işleri yapan firmaların sayısı da yapabilecekleri işlerin niteliği de az - çok belli” sözlerinin ardından şu iki noktanın altını çizdi:

1.) Çeşitli eleştiriler alabiliriz ama önemli olan bu eleştiriler geldiğinde, bizim cevaplarımızı sağlam gerekçelendirme ve sözlerimizin arkasını doldurabilmemiz. Bu işin puanlama sistemi var, yerli sanayii geliştirme prensibi var... Bize mesela herhangi bir ihalede “Niye iki firma” diye sorulduğunda buna tatmin edici yanıt verebiliyoruz.

2.) Savunma sanayii öyle bir alan ki, kurumların bize bildirdiği ihtiyaçların mahiyeti, niteliği, takvimi gibi şartlar itibariyle, fiyat her zaman ve sadece en önemli unsur olmayabiliyor. Bu gerçeğin gözden kaçırılmaması lâzım.

NOT: Münhasıran o ihaleden bahis açılmadı ama SSM İbrahim Demir’in ihale süreçleriyle ilgili bu sözleri, geçen Cuma günü bu köşede yer verdiğim ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1003049-yazar-yazisi-19-milyon-tl/ ) son ‘jammer ihalesi’ ile ilgili konuşulanlara da bir yanıt niteliğindeydi. En azından genel prensip olarak.

Yazının devamı...

‘Sınırlarda her ihtimale hazır bekliyoruz’

VATAN Ankara Temsilcisi Murat Çelik’in sorularını yanıtlayan Milli Savunma Bakanı Işık, “Fırat Kalkanı’na başlayana kadar Türkiye’yi kimse dikkate almıyordu ama şimdi durum farklı” derken “Tehditlerin bertaraf edilmesi için sınırdaki hazırlığın yapılması kaçınılmaz” vurgusu yaptı

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, Vatan Ankara Temsilcisi Murat Çelik ve Milliyet Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan’la bir araya geldi. Gündemle ilgili soruları yanıtlayan Bakan Işık, sınırdaki sevkiyatla ilgili “Bölgede bir oldu bittiyle demografik yapının değişmesi, yüzyıllardır orada meskun olan insanların yerlerinden edilmesi kabul edeceğimiz bir şey değil. Diplomatik kanalları kullanarak bunu sürekli vurguluyoruz” şeklinde konuştu ve ekledi: “Ama bölgeden gelecek herhangi bir tehdidin en hızlı şekilde bertaraf edilmesi için, Türkiye’nin tahammül edemeyeceği durumlar olduğunda müdahale edebilmek için bu hazırlığın yapılması kaçınılmaz. Arzumuz bütün problemlerin diplomatik kanallarla çözülmesi. Bu kanalların açık kalması için gayret sarf etmekteyiz. Irak’la da bu konudaki temasları doğrudan yürütmenin çabası içindeyiz. Merkezi hükümet ve bölgesel yönetimle. Biz istiyoruz ki Irak’tan Türkiye’ye tehdit olu şmasın, tehditler de kalıcı olarak bertaraf edilsin.” Bakan Işık’ın açıklamalarından satır başları şöyle:

‘Kırmızı çizgiler aşılırsa masadayız’

- Musul’un demografik yapısını değiştirecek hamleler kırmızı çizgimiz. Telafer konusu çok kritik. Oradaki gelişmelere kayıtsız kalmamız beklenmemeli. Diplomatik kanalları kullanarak tehlikeleri şimdiden ortaya koyup yanlış adım atılmasını engellemeye çalışıyoruz.

- Telafer’i savunmak için Şii girmesin deme hakkımız yok. Şii Türkmen de, Sünni Türkmen de gelsin. Mücadeleyi verin, biz de desteği verelim. ABD’ye de bütün bunları detaylarıyla, her seviyede söyledik, söylemeye devam ediyoruz.

- Bu yığınağın yapılması, askerin mutlaka kullanılacağı anlamına gelmiyor. Öncelik diplomasinin sonuna kadar kullanılması. Bu kırmızı çizgiler aşılırsa o zaman Türkiye gereğini yapmakta tereddüt etmez. Ama Irak komşumuz. Bugünler gelip geçecek ve bu bölgede yaşamaya devam edeceğiz. Diplomatik kanalların sonuna kadar açık kalması bizim için önemli. Sonuçta biz burada baş başa kalacağız. ABD çekip gidecek. Sağduyuyu korumak zorundayız, bunu Irak’tan da bekliyoruz. Sert gücümüz elbette masada olacak. Kırmızı çizgileri aşılırsa Türkiye gerekeni yapar masada olacak. Fırat Kalkanı’na başlayana kadar Türkiye’yi kimse nihai kararda dikkate almıyordu ama şimdi durum farklı.

‘Rusya dengesini gözetiyoruz’

- Şu anda bin 400 kilometrekareden fazla bir alan ÖSO tarafından kontrol altına alındı. Harekatın genel gidişatı iyi. Sadece şu sorunumuz var. PYD, kantonları birleştirmek için batıdan Bab’a doğru bir hamle yaptı, Türkiye de çok sert karşılık verdi. Sert karşılık olunca, bombardımanda epey bir zayiat verdi PYD.

- Rusya’nın da içinde olduğu dengeleri gözeterek hareket ediyoruz. Genelkurmay Başkanımız Rusya’ya gitti. Bu konuları görüşüyorlar. Hedef, Cumhurbaşkanımızın 45’e 90 dediği alanın tamamen kontrol altına alınması ve buradan tehdidin tekrar oluşmaması. Bu çalışma sürüyor. Bir başka hedef de PYD’nin böyle bir koridoru oluşturmasını engellemek.

‘PYD Menbic’den çıktı mı, takipteyiz’

- Menbic konusunda dün akşam PYD çıktı diye açıklama yapıldı ABD’den. Buna bakacağız, sahada doğrulaması yapılıyor.

- ABD, Rakka operasyonunda Türkiye’yi istiyor ama zaman darlığını gerekçe göstererek Suriye Demokratik Güçleri’nin de bulunması gerektiğini söylüyor. Biz bu isim dahi olsa YPG’nin harekata katılmasını istemiyoruz. Son görüşmemde ABD Savunma Bakanı Carter’a da ifade ettim. Biz size gerekli kuvveti hazırlarız. İstenirse hemen çıkar. Yeter ki ABD; PYD’yi kullanmayacağız desin.

- Musul operasyonunda da, hava boyutunda varız. Kara operasyonlarında da biz hazırız diye söylüyoruz. Biraz daha diplomatik kanallarda çalışılması lazım.

‘İHA’lar için tek merkez yönetimi’

- Farklı kurumların İnsansız Hava Araçları var. Kara Kuvvetleri, jandarma, emniyet gibi... Bu kurumlar terörle mücadele yaparken İHA’ların koordinasyonunda bazı sorunlar çıkabiliyor. Bizde gözcü var Heron, Bayraktar var, Karayel var, Anka var. Sadece Bayraktar silahlı. Bir de insanlı keşif uçağı var. Önümüzdeki sürecin hassasiyeti nedeniyle karar aldık. 1 buçuk aylık çalışmayı tamamladık. Ankara’da İHA’ların koordinasyon merkezini kuruyoruz.

- Mesela ABD’nin Afganistan’da İHA’sı var. Belli bir yüksekliğe çıkınca Nevada’dan kontrol ediliyor. Böyle de olabilir, yerelden de kontrol edilebilir. Merkezden koordinasyonu, kontrolünü sağlamak.

‘HDP’liler başka yol mu bıraktı?’

Milli Savunma Bakanı Işık, HDP’lilere yönelik operasyonla ilgili ise şunları söyledi:

- Sonuçta hukukun, yargının yaptığı bir işlem, keşke davet edildiklerinde gidip ifade verselerdi, böyle bir gözaltına alınma olmasaydı. Sonuçta bir yargı faaliyeti. Kimse Türkiye’de yargıdan muaf değil. İfade verseler böyle bir tablo ortaya çıkmayacaktı. Bu konuda yargının epey sabırlı davrandığını da gördük.

- (Çözüm sürecini kastediyor) Bazı şeyleri yanlış yorumladığınızda, gittiğiniz yer de çıkmaz sokak oluyor. İki yol var, birisi sizin için belki daha lüks ama çıkmaz sokak. İkincisi belki biraz daha meşakkatli ama sonunda aydınlık var. HDP, o çıkmaz sokağı tercih etti.

- HDP, Türkiye’de devlete, hükümete ağzına gelen her şeyi söyleyebiliyor ama PKK’ya ağzını açıp bir tek kelime söyleyemiyor. Canlı bomba eylemi oluyor, askerimiz şehit edili yor, onlar hükümeti suçluyor. Hiçbir demokrasi terör örgütü sözcülüğüne rıza göstermez. Sabrın da bir sonu var. Demokratik kanalları değerlendirmek yerine, bu kanalları terör örgütünün güç kazanması için değerlendirmeye başlarsanız buna hiçbir demokratik ülke sessiz kalmaz.

- Siz teröristin cenazesine gidiyor, şiddeti öven sözleri söylüyorsunuz, canlı bombanın cenazesine gidiyorsunuz. Demokrasinin kırmızı çizgisi, terör ve şiddetin övülmesidir. Bu kırmızı çizgiyi aşan biri varsa, genel başkanmış, şuymuş, buymuş, hayır. Türkiye, hakikaten sabırlı davrandı. Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra epey çağrı yapıldı.

- Sonuçta yaptıkları Türkiye’nin anayasasına, yasalarına açıkça aykırı işler. Ben bunu yapacağım, dokunulmazlıklar kalkacak, ifadeye çağrılacağım, seni tanımıyorum diyeceğim, gözaltına alınınca Türkiye’de siyasetçiler gözaltına alınıyor. Başka bir yol mu bıraktınız.

‘Harp Okulları’na alış süreci başladı’

- Hava Harp Okulu’nun ara sınıflarına öğrenci alma ile ilgili düzenlemeler yapıldı. Son çıkan KHK’da da Deniz ve Kara harp okullarına da ara sınıflardan öğrenci alma nın önü açıldı. Hazırlıklar yapılıyor. Öğretmenlere yönelik ciddi değerlendirme yapılıyor. Yapının en çok çöktüğü yerlerden birisi de askeri okullar. Oradaki değerlendirmeden sonra hazır olan okulları hemen açacağız.

- 2017’de kesin alım olacak, şimdi ara sınıflar için mülakatlar yapılıyor. Şubat başında Hava Harp Okulu öğrencileri eğitime başlayacak. Deniz ve Kara için de hazırlık yapıyoruz. Yetiştirilebileceği kanaati olursa ara sınıftan öğrenci alınacak.

İlk F- 35 2018’de havalanacak

“Türkiye bu yeni nesil savaş uçağı projesininortaklarından. Her ülke üretimine de katkı yapıyor, sipariş de veriyor. Türkiye daha önce 6 uçak sipariş etmişti. Şimdi toplamda 24 adet daha sipariş edeceğiz. Yani 30 olacak. Türkiye için üretilen ilk F-35 şu anda bantta. İlk teslim 2018. Fiyat avantajımız da var. Fiyat düşerse faydalanacağız ama artarsa etkilenmeyeceğiz.”

‘Pilot eksiği var ama zaafiyet yok’

- Orduda ciddi bir personel açığı, bir zafiyet olduğu algısı yaratılıyor ama bu doğru değil. Bir yandan Fırat Kalkanı yürüyor, diğer taraftan terörle mücadelede. Bunlar kimle yapılıyor? Türk askeri yok da, ithal asker mi getirdik? Şu anda Türk askeri olarak daha güçlüyüz.

- Hava Kuvvetleri’nde de, genelde de harekat noktasında önemli personel açığı yok. Pilotlar konusunda, acil durumda yetecek pilot var ama standartların altındayız. Türkiye’nin savaş pilotu kalmadığı iddiası yanlış. Bunun dünyada bir standartı var. Şu anda uçak başına 0.8 seviyesindeyiz ama acil durumda 0.8 de yeter.

- 12 pilotumuz, sivilden geri döndü, dün imzaladım.

Pentagon değil ay-yıldız...

- Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Karargahı ve Kuvvet Komutanlıklarının karargahları şehrin merkezinden taşınacak. Etimesgut’ta Ay-Yıldız şeklinde yeni bina yapılacak. Proje tamamlanma aşamasında. Önce Milli Savunma Bakanlığı taşınacak, ardından da Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları... Tahmin ediyorum bakanlık 2019’da taşınır. Orada nükleer taarruz da dahil görev yapacak bir harekat birimi oluşturulacak.

‘Hükümeti suçlamak kolaycılık’

- Darbe komisyonuna gelen eski komutanların “Biz uyardık ama gereken yapılmadı” şeklinde özetlenebilecek açıklamaları var. Bu süreçte görev alan kimsenin , “Ben her şeyi mükemmel yaptım da benim dışımdakilerden dolayı oldu” deme hakkı yok. Bu hepimizin kabul etmesi gereken gerçek. En önemli zaaf sistemik zaaftır. TSK için diyorum. FETÖ yapılanmasının bu kadar üst noktalara gelmesi kesinlikle sistemdeki zaafın sonucu.

Askeri okulları ele geçirmiş adamlar. Hangi başbakan ya da cumhurbaşkanı bunu bilip de dokunmayın diyecek?

- Bakın mesela, 2000-2007 yılları arasında askeri lise sınavına giren öğrencilerin neredeyse dörtte birinin orta 1 kaydı Türkiye’de yok. O seneyi yurt dışında okumuşlar. Böyle bir vahim durumu hükümet mi görecek? Sen anasının başörtüsüne kadar bakıyorsun da ortaokul kaydını neden istemiyorsun? Orada o kadar FETÖ’cü öğretmen yapılanıyor da Başbakan mı elini tutuyor? Mülakat komisyonunu hükümet mi kuruyor ?

Kimse kendini azade tutup, sorumluluğu başkasına atmasın. Olayı hükümete fatura etmek kolaycılık.

Yazının devamı...

19 milyon TL

21 Ağustos 2015’te şöyle bir yazı yazmışım...

http://www.gazetevatan.com/murat-celik-856185-yazar-yazisi-8-sehit-carpici-detaylar-ve-jammer-gercegi/

Yaklaşık 15 ay önceki o yazının jammer, yani sinyal kesicilerle ilgili kısmı şöyle:

“(...) Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM), Mayıs ayında bir jammer ihalesi açmış.

550 adet araç tipi jammer alımı ihalesi...

Bu tip jammerların tanesi yaklaşık 80 bin ABD Doları.

550 jammerın toplam bedeli 44 milyon Dolar. Yani yaklaşık 130 milyon TL.

Bu ihale henüz sonuçlanmış değil. Üstelik, ihale bugün sonuçlansa bile cihazların arazide kullanılmaya başlanması neredeyse bir yıl sonra mümkün olacak. Çünkü üretici firma sayısı ve üretim kapasitesi belli. Ve kazanan firma, üretime, ihaleyi aldıktan sonra başlayacak.

Dolayısıyla...

İhtiyaç duyulan 550 jammerın, envantere, bir an önce eklenmesi için yapılabilecek, yapılması gereken bir şeyler olmalı.”

O ihale sonuçlandı

Bahsettiğim o ihale sonuçlandı ve 28 Ekim 2016, yani geçen Cuma günü yapılan Savunma Sanayii İcra Komitesi’nde onaylandı.

Zırhlı araçlara monte edilecek (son net rakam) 554 araç tipi jammer (sinyal kesici) için devletin kasasından çıkacak toplam miktar 42 milyon Dolar. Yani yaklaşık 130 milyon TL.

Bu da demek oluyor ki, Mayıs 2015’te (bir buçuk yıl önce) çıkılan ihale, yaklaşık olarak o günkü rakamlarla sonuçlandı. Üstelik, bu arada 3G teknolojisinden 4,5G’ye geçildi ve cihazlar da buna göre modifiye edildi.

Biraz daha detaylandırayım...

Piyasada tanesi 80 bin Dolar olan cihaz, ihale aşamasında 64 bin Dolar’a kadar indirildi. Ardından 4,5G gibi yeni koşullar gereği istenen teknik donanımın eklenmesiyle fiyat artışına gidildi ve jammerların tanesi 75 bin Dolar’a maloldu.

Böylece ihalenin toplam bedeli, yukarıda söylediğim gibi 42 milyon Dolar (130 milyon TL) olarak netleşti.

Sonuç olarak, geç de olsa, ihale tamamlandı, TSK’nın terörle mücadelede ihtiyaç duyduğu jammerlar için alım süreci başlamış oldu.

Bir başka ihale

Buraya kadar her şey güzel.

Ancak Ankara’da bakın ne konuşuluyor...

Anlattığım ihale süreci devam ederken, birkaç ay önce, Ağustos 2016’da bir başka jammer ihalesi gerçekleşti.

Yine Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın (SSM) ve yine araç tipi jammer ihalesi...

Personel servis araçlarında kullanılmak üzere 32 adet sinyal kesici alımı...

Bu ihaleyi ASELSAN kazandı.

32 cihaz devlete, yaklaşık 2 milyon Dolar’a maloldu.

Yani her bir sinyal kesici 64 bin Dolar’a alındı.

Üstelik bu ihaledekiler, ilave donanım ve yazılımlarıyla, 554 jammerlık büyük ihaledekinden bile daha gelişmiş model.

Sıradan günlük ticarette bile geçerli olan ‘toplu alımlardaki indirim’ avantajından bahsetmiyorum bile...

***

İşin özeti şu:

Aynı cihaz (hatta daha iyisi) bir ihalede 64 bin Dolar’a alınıyor, bir başka ihalede 75 bine.

Alıcı aynı... SSM. Yani devlet.

Satıcı ise farklı.

ASELSAN’ın daha gelişmişini 64 bin Dolar’dan sattığı jammer, bir özel şirketten 75 bin Dolar’a alınıyor.

Cihaz başına 11 bin ABD Doları fark var.

11 bin Dolar çarpı 554 jammer eşittir 6 milyon 94 bin Dolar. Yani yaklaşık 19 milyon TL.

Bu da demek oluyor ki, tamamlanan 554 sinyal kesici alım ihalesi 130 değil, yaklaşık 110 milyon TL’ye bitebilirdi.

***

Dediğim gibi, bütün bunlar Ankara’da konuşuluyor. Bizim de kulağımıza geliyor.

İsteyen istediği malı, istediği kişi ya da yere, istediği fiyata satar. Her şey mevzuata uygun olduğu sürece bu ticari faaliyet kimseyi ilgilendirmez.

Fakat alımı yapan devletse, harcanan hepimizin parasıysa, o zaman iş değişiyor.

Söz konusu iki ihaleyle ilgili (marka, model, fiyat dengesi vb) gelecek resmi açıklamalara bu köşede memnuniyetle yer vereceğim.

Önemli olan kafalarda soru işaretleri kalmaması.

Yazının devamı...

Pilot eksiği ne seviyede, bir savaş pilotu nasıl yetişiyor?

Hem yurt içi hem de sınır ötesinde sürekli operasyon yapan Hava Kuvvetleri’nde, 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan pilot açığının oransal boyutunu yazının sonuna bıraktım.

Önce, bir savaş pilotunun yetişme sürecinin detayları...

İlk durak Çiğli

Hava Harp Okulu’nu bitiren teğmenin pilotluk yolu İzmir’den başlıyor.

Çiğli Uçuş Okulu’nda üç uçak tipiyle uçuşları tamamlamak gerekiyor savaş pilotluğu yolunda ilerleyebilmek için.

İlki, havacıların ‘pır pır’ dediği, pervaneli, jet motoru olmayan ‘başlangıç’ uçağı.

İkincisi, ‘temel’ eğitim jeti.

Üçüncü uçak da, F-5’lerin silahsız versiyonu olan T-38.

Türk Yıldızları’nın da akrobasi gösterilerinde kullandığı bu jetler ile ‘tekâmül’ aşamasının tamamlanmasının ardından teğmenler brövelerini takıyor ve pilot oluyorlar.

Burada üç - beş satırla özetlediğime bakmayın... Çiğli Uçuş Okulu’ndaki bu eğitim süreci iki yıla yakın sürüyor.

Çiğli’ye gelen bir teğmen, üç uçak tipinde toplam 200 - 220 saat uçtuktan sonra pilot olabiliyor.

İş, pilot teğmenlik sertifikasını almakla bitmiyor tabii.

İkinci durak Konya

Çiğli’ye gelen her teğmenin yola devam etmesi diye bir durum da yok.

Eğitimlerde başarısız olanlar eleniyor. Bazıları da helikopter ya da nakliye uçağı pilotluğuna ayrılıyor.

Dönemlere göre farklılık gösterse de, ortalamaya bakıldığında Çiğli’ye gelenlerin ancak yarıya yakını ‘uçucu’ olabiliyor. Bunlardan jet pilotluğunu başarabilenlerin sayısı ise çok daha az.

Çiğli aşamasında ‘savaş pilotluğu’ alanında başarılı olan teğmenlerin ikinci durağı Konya...

Teğmenleri Konya’da bekleyen aşama, Av Bombardıman Okulu’nda taktik ve harbe hazırlık eğitimleri.

Burada iki tip uçak var: F-5 ve F-4’ler.

131 ve 133’üncü filolardaki bu eğitimler sırasında, pilot teğmenlerin bir kısmı F-5, bir kısmı da F-4’lere ayrılıyor.

Konya’daki, havadan havaya ve havadan yere, gerçek mühimmat ile atışlı eğitim uçuşları yaklaşık 6 ay sürüyor.

Savaş pilotluğu başlıyor

Harbe Hazırlık Filosu’ndaki eğitimi başarılı tamamlayan F-5’çiler, kıta görevinde genellikle F-16’ya geçiyor.

Bu aşamayı F-4 ile bitirenler ise F-4 2020 filolarında görevlendiriliyorlar.

Anlattığım bu uçuş süreçlerinde, yerde sürekli olarak teorik eğitimler de sürüyor.

Simülatör uçuşları, yıllık sağlık muayeneleri, acil durum nöbet eğitimleri vb noktaları da ekleyelim...

Konya’da başarılı olup kıta görevine başlayan harbe hazır pilotun göreve başladığı filodaki ilk bir senesi de yine eğitim mahiyetinde geçiyor. Çömezlik dönemi diyebileceğimiz bu ilk yılın ardından artık görevler başlıyor.

‘Fantom’ ve ‘Savaşan Şahin’ler ile yapılan hava operasyonlarında görev alma aşamasına işte böyle ulaşılıyor.

4 yıl harp okulu, ardından da 3 yıl süren bahsettiğim bu yoğun ve zorlu sürecin sonunda teğmenlik bitiyor, üsteğmenlik dönemi geliyor.

Meslek yaşamı boyunca eğitimleri bitmeyen savaş pilotları işte bütün bu aşamaları başarıyla tamamlayarak yetişiyor. Bir savaş pilotunun devlete maliyetinin milyon dolarlar ile ifade edildiğini de not düşeyim...

Dünya standartı 2, mevcut durum 0.8

Dünyanın önde gelen ülkelerinin hava kuvvetlerinde geçerli olan standart, ‘uçak başına minimum 2 pilot’.

Türk Hava Kuvvetleri’nde, yıllardır 1.6 seviyesindeydi bu oran.

Yani uçak başına bir buçuktan biraz fazla. Şöyle ifade edelim; 100 savaş uçağınız varsa, 160 savaş pilotunuz hazır...

Tahmin edeceğiniz gibi, bu durum 15 Temmuz 2016 öncesinde geçerliydi.

Şu andaki oran 0.8.

Yani uçak başına 1 pilottan az.

Başka bir deyişle, 100 uçağınız varsa, aynı anda ancak 80’i havaya çıkabiliyor. Envanterinizdeki jetlerin yüzde 20’sini kullanamıyorsunuz demek bu.

Hava Kuvvetleri işte bu tabloyu eskiye döndürmek, hatta eskisinden de daha iyi seviyeye çıkartmak için çalışıyor şimdi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.