Şampiy10
Magazin
Gündem

Hollanda kulislerinden haberler

“Bu yaşananlar unutulsun, ilişkiler bir an önce normale dönsün istiyoruz. Krizi tırmandırmanın bir anlamı yok. Bu gerginliğin hiçbirimize faydası yok. Ne size, ne bize. Konuyu kapatalım ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hep birlikte geleceğe bakalım.”

Bu sözler Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’e ait.

***

Koenders önceki akşam Den Bosch kentinde Hollanda Türk Kadınlar Birliği’nin düzenlediği bir toplantıda konuştu.

Toplantıya Hollanda İşçi Partisi milletvekili adayı ve Avrupa Parlamentosu eski üyesi Emine Bozkurt ile birlikte katılan Bert Koenders konuşmasında iki ülke arasında yaşanan krizin bir an önce aşılmasından yana olduklarını söyledi.

“Unutalım ve geleceğe bakalım” yaklaşımı Ankara’yı elbette tatmin etmiyor ancak önümüzdeki günlerde Hollanda’dan gelecek mesajların büyük oranda bu çerçevede olacağı da bugünden belli gibi.

***

Hollanda’dan, farklı kesimlerden isimlerle yaptığım görüşmelerin bir özetini sunacağım. Uç görüşleri, keskin ifadeleri çıkardığımda, olabildiğince objektif bir ortalamaya ulaştığımı söyleyebilirim.

Başlıyoruz…

***

1.) Hollandalı yöneticilerin şu son gerginlikten bağımsız, uzun süredir genel tavrını şu şekilde özetlemek mümkün:

“Sorunlarınızı Türkiye’de bırakın. Türkiye’nin sorunlarını ithal etmek istemiyoruz. Problemlerinizi Hollanda’ya ihraç etmeyin çünkü bu olursa, Hollanda toplumunda da ayrışmalar oluşacak ve bu durum da bizim ülkemizin huzurunu bozacak.”

***

2.) Hollanda’dan çok beklenen bir durum değil ama Türkiye ile yaşanan bu gerginlik, seçimden hemen önce bulunmaz bir fırsat oldu Mark Rutte hükümeti açısından. Son iki günde oylarını 4 puan birden artıran Rutte bu gerginlik sayesinde Wilders’ın elindeki en büyük kozu almış oldu. Wilders, yabancılara, özellikle de Türkler’e karşı yaptırımlar istiyor, bunu vaat ediyordu. Bu krizle Rutte rakibinin vaadini eyleme dönüştürmüş oldu. Seçimden bir gece önce anketler Rutte’nin birinci çıkacağını gösteriyordu.

***

3.) Dışişleri Bakanı Bert Koenders, Hollanda Türk Kadınlar Birliği toplantısında kürsüden yaptığı (bu yazının başında yer alan ifadeleri kullandığı) konuşmanın dışında, sohbetlerde “Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye öyle bir pas attı ki, biz de vurduk gol oldu. Bunu itiraf etmeliyim ama diğer taraftan biz kriz sürsün istemiyoruz” diye konuştu. Yani siyasetçi her yerde siyasetçi…

***

4.) Hollanda’da yaşayan Türkler’in çoğunluğu gelinen noktadan mutlu değil. Türk vatandaşlarının Facebook sayfalarında paylaştıkları görüşler bu durumun kanıtı. Örneğin, iki ülke yetkililerine seslenen bir Türk vatandaşının şu ifadeleri dikkat çekici: “Kötü boşanmış anne babalar gibisiniz. Türkiye babamız, Hollanda annemiz. Baba seni çok seviyoruz ama annemizin yanında yaşıyoruz. Sizin bu kavganız bizi mutsuz ediyor.”

***

5.) Hollanda Hıristiyan Demokrat Parti Lideri’nin yaptığı “Ankara Antlaşması’nı gözden geçirelim, iptal edelim” türünden açıklamalar bu ülkede yaşayan Türkleri ister istemez tedirgin ediyor. Yurt dışında yaşayan Türklerin adeta Anayasası niteliğinde olan antlaşmanın tek taraflı iptali elbette mümkün değil ama yine de böyle bir havanın oluşması Türk toplumu açısından rahatsız edici.

***

6.) Sağduyulu Hollandalılar da aynı şekilde mutsuz yaşananlardan. Nazi benzetmesi ve Srebrenitsa katliamı suçlaması Hollandalıların canını çok sıkmış ancak gerçekçi çoğunluk iki ülke arasında yaşanan bu krizin daha fazla büyümeden atlatılacağı görüşünde birleşiyor.

Yazının devamı...

9 ay önceki yazı ve bugün

Hollanda ile Türkiye arasında devam eden gerginliği biliyorsunuz.

Bugün seçime giden Hollanda’da politikacıların halka neyi nasıl anlattığına dair somut bir örnek var yakın geçmişten.

Geçen Haziran ayında Lahey, Amsterdam ve Rotterdam’daydım.

Oradan dönüşte yazdığım yazıyı tekrar aktarmam gerekiyor.

Bugün ayrı bir anlam ve öneme sahip oldu çünkü 14 Haziran 2016 tarihinde bu köşede yer alan o yazı.

Buyurun...

***

Parasını biz verdik !

‘Evet, onları siz ülkenizde barındırıyorsunuz ama parasını biz ödüyoruz. 3 milyar Euro verdik Türkiye’ye.”

Bu cümle Hollandalı bir şoföre ait. Bu ülkede kiraladığım aracın özel şoförüne...

***

Tarih 9 Haziran 2016. Yani geçen Perşembe...

Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik’in Hollanda temaslarını izlemek üzere bu ülkedeyiz.

Rotterdam’da, kiraladığım aracın şoförü ile sohbet ediyoruz...

Türk olduğumu öğrenince, söz Suriyeli sığınmacılardan açılıyor.

Sıradan bir taksi şoförü değil muhatabım. Eğitimli, gündemi takip eden bir Avrupalı...

***

“Buraya da geldiler. Hollanda’da da çok Suriyeli var” diyor direksiyondaki Hollandalı.

“Çok mu?” diyorum şaşkınlığımı belli ederek...“ Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı 3 milyona dayandı” diye devam ediyorum.

Diyalog aynen şu şekilde sürüyor:

- Doğru, tabii ki sizin ülkenizdeki kadar çok değil. Ama parasını biz ödüyoruz.

- Nasıl yani? Avrupa şu ana kadar sadece birkaç yüz milyon Euro gönderdi, o kadar.

- Olur mu? Avrupa Birliği olarak 3 milyar Euro verdik Türkiye’ye.

- Kesinlikle yanlış biliyorsunuz. Birincisi; 3 milyar Euro AB’nin Türkiye’ye gönderme sözü verdiği rakam ama henüz ödenmiş değil. İkincisi; bu para zaten Türkiye’ye ödenmeyecek. Türk makamları üzerinden doğrudan Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanması için aktarılacak.

- Ben, Avrupa olarak 3 milyar Euro yolladığımızı biliyorum.

- Hayır. Yanlış biliyorsunuz. Durum dediğim gibi. Türkiye’nin o insanlar için bugüne kadar harcadığı para da 10 milyar Euro civarında.

- 10 milyar mı? Türkiye o kadar zengin mi?

n Böyle bir kaynağı tamamen insani bir konuya ayırabilecek kadar güçlü ve zengin bir ülke Türkiye. Rahatsız olduğumuz nokta ise Türkiye’den çok daha zengin olan, işte mesela Hollanda gibi, Avrupa ülkelerinin, Suriye’den kaçan milyonlarca insan hakkındaki tutumu. Bakın işte siz de konuyu sadece ödenen para miktarı üzerinden değerlendiriyorsunuz.

***

Kiralık aracın - eğitimli, çok iyi derecede İngilizce konuşan, dünyayı takip eden, gündeme hakim - sürücüsü ile aramızda geçen diyalog bu işte.

AB ile Türkiye arasındaki ‘Suriyeli sığınmacılar’ gündeminin, Avrupa kamuoyuna nasıl yansıtıldığının çarpıcı bir örneği bu sohbet.

Avrupalı siyasetçilerin kendi ülkelerinde yaşayan insanlara neyi nasıl anlattıklarının somut bir göstergesi.

Ve dolayısıyla, AB ülkelerinde sokaktaki insanın zihnindeki çifte standardın nasıl oluşup şekillendiğinin.

***

Tam 9 ay önceki yazı bu.

Yorum sizin…

Yazının devamı...

‘İtidal’e yanıt: Hollanda suçlu

AB Bakanı Çelik, Türkiye ve Hollanda’ya ‘itidal’ tavsiye eden açıklamalara “Böyle bir konuda tarafsız kalınamaz” diyerek tepki gösterdi ve AİHS’nin ihlal edildiğine dikkat çekti

Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik gazete ve televizyonların Ankara temsilcileri ile bir araya gelerek, Hollanda’yla yaşanan krizi değerlendirdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) bir AB ülkesince ihlal edildiğini vurgulayan Çelik, “Biz Türkiye olarak OHAL ilan ederken bile AİHS’yi askıya almadık, yükümlülüklere bağlı olduğumuzu söyledik. Bu bir siyaset krizi, hukuk krizi olduğu kadar, AB ve Hollanda açısından aynı zamanda bir değerler krizidir” dedi. Değerler Avrupası’nı korumanın öneminin ortaya çıktığını ifade eden Çelik özetle şöyle konuştu:

‘Göreve davet ediyoruz’

“(AB Yüksek Temsilcisi) Mogherini bu açıklamasıyla Türkiye’de darbe girişimi olduğu zamanki açıklaması gibi hiçbir karşılığı ve etkisi olmayan ve tamamen yanlış bir açıklama yapmış. Çok rahatsız olduğum bir açıklama türü var. Tarafları itidale davet etmek... Demokratik hak kullanmak isteyenle, demokratik hakkı ihlal eden, neo faşist uygulamaları benimseyen taraf var. Bize söylemle ilgili söz söylüyorlar ama onların açık uygulaması var. Bu açık uygulama tüm değerleri ihlal etmiştir. Açık bir şekilde tüm ülkeleri AİHS’yi ihlal eden bu uygulamalara karşı göreve davet ediyoruz. ‘Tansiyonu düşürün’ demek yetmez, bunun nereden kaynaklandığını bulup AB yetkilileri gereğini yapmalılar. Böyle bir konuda tarafsız kalınamaz, ‘Taraflara itidale davet ediyoruz’ diye bir yaklaşımla yetinilemez.”

‘Açık bir biçimde suç’

“Maslahatgüzarımızın gözaltına alınması, bakanımızın Türkiye toprağı olan yere sokulmaması açık bir biçimde suçtur. Bu AB ile paylaştığımız değerlerin de ihlalidir. Bu geçiştirilir, göz yumulursa, AB açısından siyasi birlik olmaktan bahsedilemez. Karşımızda insanlığın en ilkel çağlarını hatırlatan bir yaklaşım var. Camilerin kapatılması, kendilerinden olmayanları sürmekten bahsediyor Wilders. Faşizm deyince Avrupalılar ürperiyor ama bilsinler ki en çok biz ürperiyoruz.”

Geri kabul uyarısı

“Geri kabul, vize serbestisi ve mali yardımlar tek bir paket. Bizim şu anda anlaşmaya uyma yükümlülüğümüz yok ama insani sebeplerden yapıyoruz. Türkiye bir anlamda insanlığın namusunu kurtarıyor. Karadan geçişler konusunda Türkiye bence bu durumu yeniden değerlendirmelidir. Çünkü Avrupa üzerine düşeni yapmıyor.”

İlişkiler askıya alınmalı mı?

Bakan Çelik, Hollanda ile diplomatik ilişkileri askıya alma ve İncirlik’teki Alman askerlerini gönderme önerileriyle ilgili soruya şu yanıtı verdi: “Türkiye niye bugüne kadar AB’ye yatırım yaptı ? Çıkarına olduğu için. Türkiye’nin milli gururunu, onurunu inciten her yaklaşıma karşı gereken cevabı vereceğiz ama milli çıkarımızla ilgili dengeyide gözeteceğiz. Yani rasyonel düşünmeliyiz. Bakın Avusturya, Hollanda’nın yaptıklarını birlik politikası yapmaya çalıştı, birlik kabul etmedi. Şimdi Hollanda yapamaya çalışıyor. Biz de diyoruz ki, bu değerler korunmalı. Bu dili ve pozisyonu korumak lazım. Yapılanlar karşısında mutlaka müeyyideler olacaktır. Ama bu noktada Hollanda’nın yaptığına Hollanda gibi cevap verseydik farkımız kalmazdı. Haklıyken haksız duruma düşmemek önemlidir. Milli onurumuzu koruyacak adımlar atmamız lazım. Aşrı sağ ve ırkçılar AB ile Türkiye’nin kopuş yaşanmasını istiyor. Avrupalı olmayan bazı rakipler de bu kopuşu uygun bulup destekleyici duruma geçebiliyor. Başkalarının kopuş yaşamamızı istediğini biliyoruz. Daha büyük resme bakmak lazım.”

Yazının devamı...

Teşekkürler hakime hanım

Hukuk devletlerinde elbette yargı kararlarıdır esas olan.

Lâkin bir de ‘kamu vicdanı’ gerçeği vardır.

Daha doğrusu, yargı kararlarının kamu vicdanını tatmin edip etmemesi mevzuu.

***

Türkiye’de genellikle kamu vicdanını tatmin etmekten uzak olmakla eleştirilir yargının kararları. Özellikle de mağdur ya da maktulün kadın ve çocuklar olduğu davalarda...

Çocuk ve kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet davalarında sanıklara verilen cezalar, ekseriyetle toplumu tatmin edecek seviyede değildir Türkiye’de.

Hukukta ceza kavramının ayrılmaz niteliklerinden biri de ‘caydırıcı’ olmasıdır malum...

Yani özellikle bahsettiğim davalarda verilen cezalar bu açıdan ayrıca önemlidir.

Sadece sanığın cezalandırılması boyutuyla değil, aynı zamanda potansiyel tacizci, tecavüzcü ve katiller açısından caydırıcı olmalıdır mahkemenin kararı.

***

Manisa Alaşehir’den dün gelen haber, yukarıda sözünü ettiğim Türkiye genellemesinin dışında.

“Bu ülkede adalet var” dedirten türden.

Geçen yıl 14 Ekim’de, 4 yaşındaki Irmak Kupal ’ı kaçırıp tecavüz ettikten sonra boğarak öldüren tecavüzcü katile verilen cezadan söz ediyorum.

Yazarken bile yüreğimin burkulduğu bu vahşetin faili Himmet Aktürk.

Alaşehir Cumhuriyet Başsavcılığı sanık Aktürk hakkında “Çocuğu ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak kişiyi öldürme ” , “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçlarından dava açtı.

Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesi de Himmet Aktürk adlı tecavüzcü katile, bu suçlardan ağırlaştırılmış müebbet ve 51 yıl hapis cezasına hükmetti.

Mahkeme Başkanı Remziye Güldür , kararı, ilgili ceza maddelerinin en üst sınırından verdi. Yani bir çocuk tecavüzcüsü ve katiline verilebilecek en ağır cezaya hükmetti.

***

Hukukçu değilim ama aklım yerinde ve vicdanım var.

İlk duruşmada , barolar ve sivil toplum kuruluşlarının davaya müdahil olma talebi ni , “suçtan zarar gören sıfatları bulunmadığı” gerekçesiyle redded en, bu kararıyla belki kamuoyuna pek de sempatik gelmeyen o hukuk insanı, sadece üç duruşma sonunda, şov değil işini yaptı ve kararıyla konuştu.

Yitirilen can elbette geri gelmiyor ama caniye verilen ceza hiç değilse küçük bir teselli oluyor insana.

Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Remziye Güldür’ün bütün anne ve babaların yüreğine su serpen bu kararının altındaki tarih de ne güzel bir tesadüf: 8 Mart.

Bir kadın hakimin, Dünya Kadınlar Günü’nde verdiği bu karar hem caydırıcılık açısından çok önemli hem de hukuk devleti olan Türkiye’de adalete olan saygı ve inancın tazelenmesine vesile olması dolayısıyla çok kıymetli.

Bu kararın altına imzasını atan Hakime Hanım’ı belki yaşı benden küçüktür ama ellerinden öpüyorum.

Teşekkürler Hakime Hanım, yürekten teşekkürler.

Keşke küçük Irmak Kupal’ın annesi ve ablası da bu kararı görebilseydi ama olmadı...

Nur içinde yat benim güzel Irmak kızım...

Yazının devamı...

Hans ve Helga ne diyor bu işe?

“Almanya ikiye bölünmüş durumda.”

Bu cümle Baha Güngör’e ait. Güngör’ün kim olduğunu ve telefonda söylediklerini az sonra aktaracağım.

***

Almanya, Avrupa Birliği’nin lider ülkesi...

Yıllardır Türkiye’ye demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü vb başlıklarda ders veren Avrupa Birliği’nin lider ülkesi...

Türkiye’de 16 Nisan’da yapılacak referandum öncesi hükümet üyeleri, propaganda faaliyetleri için bu ülkede yaşayan Türk vatandaşlarıyla buluşmak istediğinde ortaya çıkan manzara, Almanya açısından trajikomik.

Ankara yönetiminin ve Türkiye kamuoyunun tepkisi de gayet doğal.

Peki ya Alman vatandaşları ne diyor bu işe?

Bu soruyu, her iki ülkeyi de çok yakından tanıyan çok tecrübeli bir isme sordum.

Alman Haber Ajansı DPA ve Deutsche Welle’nin eski Türkiye Temsilcisi Baha Güngör ’e...

Halen Almanya’da serbest gazeteci olarak çalışan Güngör, Alman medyasının Türkiye konusunda referans aldığı, objektifliğiyle tanınan bir meslektaşımız.

İşte Baha Göngör’ün tespitleriyle Almanya’nın Türkiye gündeminin detayları:

- Almanya ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı, “Demokrasinin kaldırılması ve diktatörlüğün getirilmesi öngörülen bir halk oylaması için Almanya’daki salonları açmamalıyız çünkü burada hedeflenen demokrasinin ortadan kaldırılması ve biz buna alet ya da zemin olmamalıyız” diyor.

- Diğer kısım ise “Hayır, Türkiye’den gelen siyasetçilere salonlarımızı, meydanlarımızı açmalıyız çünkü Almanya’da bizim en büyük değerlerimizin başında düşünce ve ifade özgürlüğü geliyor. Suç niteliğinde ya da Almanya’ya tehdit oluşturan çağrı yapmadığı sürece herkes görüşlerini özgürce seslendirebilmeli. Bu bizim herkesten, bütün dünyadan istediğimiz bir değer. Türk siyasetçilere kapılarımızı kapatmak bizim kendi değerlerimizle çelişmemiz anlamına gelir” görüşünde.

- Yani özetle, Erdoğan karşıtlarıyla Erdoğan yandaşları değil, Erdoğan’ı sevmeyenler ile daha mantıklı düşünen Almanlar arasında bir ayrışma oluştu burada.

Bu durum Almanlar’ın eseri

- Almanlar’ın bir türlü anlam veremediği, tartıştığı bir durum var burada. Diyorlar ki, “Burada doğan, burada büyüyen, burada okuyan, burada çalışan, bu kadar yıldır içimizde yaşayan birkaç nesil; nasıl oluyor da Türkiye ile bu kadar yakından ilgili, Türkiye’ye bu kadar bağlı kalıyor ve Almanya’ya da bu kadar ilgisiz, bu kadar uzak...” Almanlar şoktalar. Bu durumun bu boyutta olduğunu bilmiyorlardı.

- Oysa biz burada onlarca yıldır yazıyoruz, anlatıyoruz. “Siz Türkleri hep kenarda, dışarıda tuttunuz. Hep yalnız, hep dertleriyle, kaderleriyle baş başa bıraktınız. Kendinizden görmediniz, hep yabancı gördünüz. 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda hep dediniz ki, ‘Türkler sabah gitsinler çalışsınlar, bizim işlerimizi yapsınlar, akşam da gidip evlerine kapansınlar; bizim konserlerimize, bizim birahanemize, bizim sosyal alanımıza gelmesinler...’ Hep böyle davrandınız, şimdi de şaşırıyorsunuz. Şaşırmayın, bugün gelinen noktanın sorumlusu sizsiniz” diyoruz.

Almanlar dışlayınca...

- Almanlar’ın dışladığı bu insanlara Türkiye’den siyasetçiler geldi, onlara değer verdiğini gösterdi. Onlara Türk kimliğini, müslüman kimliğini verdi. Bu insanlara vatandaşı olduğunu, kendi insanı olduğunu hissettirdi. Özgüvenlerini artırdı. Buradaki Türkler ülkeleriyle, Türklükleriyle gurur duymaya başladı.

- Kesinlikle yanlış anlaşılmasın, elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti ile aynı kefeye koymuyorum, sadece duruma vurgu yapmak için örnek veriyorum; benzer bir durum tarikatler, cemaatler, aşırı sağ ya da sol yapılar ve terör örgütleri için de belli ölçüde geçerli oldu geçmişte. Onlar da Almanlar’ın dışladığı bazı kesimleri kendi saflarına çektiler zaman içinde. Onlara bir kimlik, bir aidiyet verdiler. PKK’nın Kürtler’e yaklaşımı ve kazandığı mevzi de bu duruma örnektir.

Merkel’in sözü geçmez

- Türkiye’de yanlış bir değerlendirme var. Zannediliyor ki, Merkel Berlin’den bir şey söyleyecek ve o olacak. Böyle bir şey mümkün değil Almanya’da. Federal yapı bunu mümkün kılmıyor. Eyaletler, kendi parlamentoları ve hükümetleriyle, kendi kurumlarıyla kendi kararlarını verip uyguluyor. Merkel buna karışırsa, eyalet sistemine karşı gelmekle suçlanır burada. Eyaletler çok güçlü Almanya’da, Şansölye’nin sözü geçmez, gücü yetmez. Türkiye’den duruma bakarken bu gerçeğin de unutulmaması lâzım.

Yazının devamı...

‘Merkel, mitinglerde bir sorun olmaz dedi’

Başbakan Binali Yıldırım dün Ankara’dan Sinop’a giderken ATA uçağında gazetecilerin sorularını yanıtladı, Almanya’nın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Türklerle yapacağı toplantıyı engellemesini değerlendirdi.

- Die welt muhabirinin tutuklanması nedeniyle Almanya’dan Türkiye’ye bir misilleme mi söz konusu?

“Umarım öyle değildir. Öyle ise daha vahim. Bu tam bir çifte standart olur, böyle bir anlayışı gösterir. Bizim 4500 bölücü terör örgütü mensubunu iade talebimiz var. Biz yargının işine karışamayız diye bir kenara koyuyorlar.”

‘Kabul edilemez’

- Teröriste evet, demokrasiye hayır diye bir durum mu söz konusu?

“Türkiye’ye gelince efendim bunlar niye gözaltına alınıyor, niye tutuklanıyor diye soruyorlar. Almanya’ya gelince bu yargının işi, biz yargının işine karışamayız diyorsa doğru olan o değildir. Bizde de aynısı oluyor, bu yargının işi bizim karışmamız doğru olmaz. O kişinin, mahkemesi görülecek ve kararı verilecek. Ama bizim canımızı sıkan cezası kesinleşmiş bir şahsın (Can Dündar), devlet protokolü ile muamele görmesidir. Bu kabul edebilir bir şey değildir.”

- Merkel, baş başa görüşmenizde size mitinglerle ilgili bir değerlendirmede bulundu mu?

“Biz konuştuk, herhangi bir sorun olmaz mitinglerde dedi. Zaten bu bizim en doğal hakkımız. Vatandaşlarımızı referandum konusunda doğru şekilde bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Merkel ile de telefonla bir görüşme yapacağım, arkadaşlar hazırlık yapıyorlar. Bu işleri konuşmamız lazım.”

‘Dost ve müttefikiz’

- Almanlar’ın referandumdan evet çıkmasına dair endişeleri mi var?

“Biz demokrasimizi daha da güzelleştirelim istiyoruz. İstikrarı daha da sağlamlaştırıyoruz. Türkiye’nin lehine olabilecek değişiklikten Almanya niye kaygılansın? Almanya bizim dost ve müttefikimizdir. Birinci dünya harbinde beraber harp etmişiz.”

- Almanya, Türkiye’nin Suriye’de proaktif rol üstlenmesinden rahatsızlık duyuyor olabilir mi?

“Yok, benim gördüğüm, yani orada maalesef FETÖ ve bölücü PKK terör örgütünün çok muhipleri var, ciddi bir propaganda güçleri var. Onlar Alman kamuoyunu ifsad ediyorlar. Belki siyaset de bunun etkisinde kalıyor olabilir.”

- Bunlar hep vardı...

“Zamanla göreceğiz, biz iyi niyetli düşünmek istiyoruz. Biz, aksi ispatlanmadıkça iyi niyetli olmak durumundayız. Umarım bu tip çıkışlarla bu dostluğa daha fazla zarar verilmez.”

Çifte vatandaşlık

- Çifte vatandaşlığı hedef alan bir durum mu gelişecek, yasal düzenlemelere gidebilirler mi?

“Çifte vatandaşlık konusu da ayrı bir sorun. Birçok ülkeye uygulanmayan Türkiye’ye uygulanıyor. Ne kadar Brezilyalı var Almanya’da mesela, Almanya’da 3 milyonun üzerinde Türk kökenli vatandaşımız var. Onlardan bunu esirgemek çok adil bir davranış değil.

- Çifte vatandaşmış Die Welt muhabiri

“Onun Alman vatandaşlığı Almanya’da geçer, Türkiye’de Türk kimliği taşıyan Türk vatandaşıdır. Türkiye’de iken biz ona Alman vatandaşı muamelesi yapamayız.”

‘Evet oyları artar’

- Evet oylarına zarar verir mi?

“Hayır, aksine artar. Bizim vatandaşımız bundan gerekli mesajı alır ve gereğini de yapar. Türkiye’de zaten Allah’ın izniyle bizim bir sıkıntımız olmaz.”

- Sol parti başkanının turist göndermeyin diye çağrısı vardı. Sanki Türkiye ile ilgili başka bir sorun varmış gibi?

“Malum tabii Almanya’da da seçim var. Seçim dolayısıyla çok değişik tonda söylemlere şahit olacağız son ana kadar. Bakalım.”

Telekonferansla Bartın’a müjde

Başbakan Yıldırım’ın beraberindeki heyet yoğun sis nedeniyle Bartın’a gidemedi. 3 kez Zonguldak’a inmeye çalışan uçak yoğun sis nedeniyle inemeyince saat 14.25’te Sinop’a indi. Yıldırım, kokpite giderek pilotlarla görüştükten sonra, “Sinop’a gideceğiz. Önce güvenlik” dedi. Yıldırım, Bartın’daki mitinge Sinop’tan telekonferansla bağlanarak konuşma yaptı. Yıldırım özetle şunları söyledi:

“Bütün bu hizmetler devam etsin, Bartın büyüsün, Türkiye büyüsün diyoruz. Birlikte çalışıp ülkemizi daha da büyüteceğiz. Sakarya, Karasu, Ereğli, Bartın limanını birbirine bağlayacak demiryolu yapımına başladık. Hayırlı uğurlu olsun. Size bir müjdem var. Bartın-Safranbolu arasındaki yolu da bölünmüş yol haline getireceğiz. Siz bize ‘evet’ dediniz, yetki verdiniz, emaneti teslim ettiniz. Biz de sorumluluğumuzun gereğini hakkıyla yerine getirmek için çalıştık. Yapın dediniz yaptık, yapma dediğiniz yerde durduk. Türkiye’nin daha hızlı büyümesi, huzuru, terörün yok olması için, halkımızın refahı için hep birlikte yeni hükümet sistemini 16 Nisan’da vereceğiniz evetlerle gerçekleştireceğiz.”

Yazının devamı...

Şu malum bayrak

Sene 1994... Mart ayı.

Tam 23 sene önce yani...

atv’de muhabirim o zamanlar.

Kameraman arkadaşım ile birlikte Kuzey Irak’a geçiyoruz haber için.

Habur’dan, karayolu ile...

***

Hatırlarsınız, Konut Fonu vardı o zamanlar, Toplu Konut Fonu Harcı... Yurt dışına çıkan herkes 100 ABD Doları öderdi.

Habur Sınır Kapısı’nda Maliye Veznesi’ne 100’er Dolarımızı ödedik, pasaportlarımızı verdik, çıkış işlemleri tamamlandıktan sonra Zaho’ya gitmek üzere Diyarbakır’dan kiraladığımız taksiye bindik.

***

İki ülkeyi birbirine bağlayan, Hezil Çayı üzerindeki köprüden geçtik ve karşımıza bir tabela çıktı. Üzerinde “Welcome to Kurdistan” yazıyordu. Türkçesi, “Kürdistan’a hoşgeldiniz.”

Hemen ötede, bir direğin ucunda da bir bayrak dalgalanıyordu.

Yukarıdan aşağıya kırmızı, beyaz, yeşil, enine üç şeritten oluşan, ortasında sarı bir güneş yer alan bir bayrak.

Hem ‘Kürdistan’ sözcüğünü hem de bayrağı ilk kez görüyorduk.

Tekrar ediyorum, sene 1994.

***

PKK terör örgütünün kanlı eylemlerle, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerini terörize ettiği bir dönemdi malum 90’ların ilk yarısı.

Örgüt bağımsız Kürdistan’ı kurmayı hedeflediğini söylüyor, ‘Kürdistan’ sözcüğü Türkiye’de her kesimin açık sinir uçlarına dokunuyordu.

***

Barzani ve Talabani isimleri Türkiye gündeminden düşmüyor, her ikisi de PKK gibi düşman görülüyordu o günlerde. Gerçi devletin güvenlik ve istihbarat birimleri, bölgedeki yetkililer vasıtasıyla hem Mesud Barzani hem de Celal Talabani ile neredeyse gün aşırı görüşürdü ama sokaktaki vatandaşın gözünde terör örgütünün Kuzey Irak’taki iki destekçisiydi Barzani ile Talabani.

Irak’ın kuzeyinde hakimiyet yarışında olan, zaman zaman çatışan, rakip iki güç ve o yapıların başındaki iki isim...

***

Türkiye’deki haberler şu cümlelerle başlardı, hatırlarsınız:

“Mesut Barzani yönetimindeki KDP ve Celal Talabani’nin başında bulunduğu KYB...”

Neydi o KDP ve KYB ’nin açılımı?

Kürdistan Demokratik Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği.

Sonradan IKDP ve IKYB olarak kullanıldı bu kısaltmalar. Yani Irak Kürdistanı şeklinde...

Yani o alerji yaratan sözcük her iki partiye de adını veriyordu. Kürtlerin yaşadığı bölge, doğal olarak Kürt yurdu, yani Kürdistan olarak adlandırılıyordu.

Zaten Türkiye’de Kuzey Irak olarak adlandırılan bölge de aslında bütün dünyada Kürdistan Özerk Bölgesi şeklinde kabul görüyordu. Irak toprakları içinde bir otonom bölge...

ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından çizilen 36’ıncı Paralel sınırıyla birlikte, Ekim 1991’de, fiili olarak ilan edilmişti Kürt Özerk Bölgesi ve yönetimi.

Bayrağı çizildi ve dalgalanmaya başladı. Parası basıldı. Bakanlıkları, devlet kurumları hayata geçti. Üniversitesi bile kuruldu zaman içinde.

Her gittiğimizde gördük yıllar boyu.

***

2003’te, ABD önderliğindeki uluslar arası koalisyon güçlerinin Irak’ı ikinci kez işgali, bilinen adıyla İkinci Körfez savaşı başladı...

Saddam Hüseyin yönetiminin ABD tarafından devrilmesinin ardından 2005’te Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanı, Barzani’nin de Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı olduğunu ve sonrasını biliyorsunuz zaten. Zaman içinde iki ismin Ankara ile ilişkilerinin evrildiği noktayı da öyle...

O yüzden detaylı anlatmıyorum yakın geçmişi.

***

Bugünlerde yine yaşıyoruz ya ‘Kürdistan bayrağı’ tartışmasını, o yüzden yazdım bir haberci olarak 1994 ’ten beri gördüklerimi, yaşadıklarımı...

Yanlış anlaşılmasın; tartışmayalım demiyorum.

Tartışalım da, geçmişi hatırlayarak, bilerek tartışalım...

Yazının devamı...

Erdoğan’ın liderliğini anlatan siyasetname...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde uzun yıllar başdanışmanı olan eski Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, ‘Lider-Siyasi Liderlik ve Erdoğan’ başlığını taşıyan kitabını yayınladı. Turkuvaz Kitap tarafından yayınlanan kitapta Akdoğan, Erdoğan’ın liderliğini doğulu ve batılı düşünürlerin siyaset üzerine tespitlerinden yola çıkarak farklı açılardan analiz ediyor.

‘Boşluğu Erdoğan dolduruyor’

Akdoğan, basın yayın organlarının Ankara’daki temsilcileri ile buluşmasında; kitap hakkında bilgiler verdi. Kitabın İngilizce, Almanca, Arapça, Rusça ve Çince’ye çevrildiğini söyleyen Akdoğan’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Erdoğan’ın hayatını anlatan bir kitap değil. Bu kitabı yarı akademik bir siyasetname bir nasihatname olarak niteleyebiliriz. Kitabın yazım aşamasında hem bizim tarihimizin hem batılı kaynakların lider tanımlamalarını, liderlerin siyaset ve ahlak anlayışlarını inceledim. Ve liderin özelliklerini Tayyip Erdoğan üzerinden anlatan bir eser ortaya koydum. Siyasetin amacı ahlak adalet ve benzeri kavramları yine liderlik kavramı ve liderin şahsı üzerinden irdeledim. Son bölümde de Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığını, kadına, gençlere siyasete bakışını anlattım. Bugünün dünyasında genel bir akıl tutulması var. Bu durumu yaratan siyaset kurumu. Ve çözecek olan da yine siyaset. Dünyada bugün bir liderlik boşluğu var. O boşluğu Tayyip Erdoğan dolduruyor. Ve Tayyip Erdoğan kimdir? Ne yaptı? Bunu dünyaya bu kitapta anlatıyoruz. Dünyadaki karalama kampanyasına karşı Erdoğan’ı tanıtmış oluyoruz. Bu kitap modern bir siyasetname ve gelecek nesillere de bir çerçeve çiziyor.”

Yeni siyasi kimlik inşa etti

Kitapta yer alan bazı analiz ve bilgiler özetle şöyle:

- Erdoğan’ın AK Parti tecrübesiyle aynı anda birçok şeyi başardığı söylenebilir. Öncelikle Erbakan hoca gibi güçlü ve dominant liderin olduğu bir hareketten ayrışarak yeni bir hareket kurabilmek başlı başına büyük bir başarıdır. Erdoğan, Milli Görüş çizgisini, onun cemaatimsi parti yapılanmasını ve belli kesimleri hedef alan kimlik siyasetini aşar, yeni bir siyasi kimlik ve hareket inşa eder. Erdoğan’ın bu girişimiyle aştığı ikinci şey klasik sağ siyaset çizgisidir.

- Batılıların Erdoğan tipi liderlik diyerek eleştirdikleri husus tam da acı gerçeği söylemek, hakikati haykırmak ve haksızlık yapanların rahatını kaçırmaktır. Erdoğan’ın, “dost acı konuşur” anlayışı, bir yanda batıyla ciddi işbirliği geliştiren ama diğer yanda batıyı sorgulamaktan çekinmeyen bir siyaset tarzı ortaya koyar. Sırt dönmeyen ama yörüngeye girip uydu da olmayan bir duruş.

- Haddizatında bu hareketin mürai (iki yüzlü) tavırlarını ve liderini (Fetullah Gülen) sevmeyen Erdoğan, örgütün gerçek yüzü anlaşıldıkça mücadeleci bir yaklaşım sergiler.

Karizmatik lider

- Kanımca Erdoğan, 1990’lı yılların sonunda karizmatik kişilik olarak öne çıkar. 2003’ten sonraki siyasi hayatıyla karizmatik otoriteye, karizmatik lidere dönüşür. (...) Halk arasında karizma çizen diye adlandırılan bir çok olay Erdoğan’ın başına gelir ama karizmayı çizen bir etki doğurmaz. Erdoğan, attan düşer karizması çizilmez, çatlak sesle mitingde konuşma yapar karizması kaybolmaz, değiştiğini - aldandığını (bazı konularda eksik kaldığını veya yeterli başarıyı yakalayamadığını) söyler karizması azalmaz, annesinin cenazesinde bir evlat olarak gözyaşı döker karizması eksilmez.

Bavulunu kendi hazırlar

- Erdoğan, düzenli ve tertipli bir kişidir, kendi bavulunu kendi hazırlar, kendi kıyafetlerini kendi seçer, kıyafetlerinin eleştirilmesine pek itibar etmez.

- Erdoğan, maydanoz, limon ve sudan oluşan bir karışımı kaynatıp içerek sesini korumaya çalışır.

- Demirel’e geçmiş olsun, Erbakan’a taziye ziyareti yapan Erdoğan, en kavgalı göründüğü siyasi liderleri bile acı günlerinde aramayı ihmal etmez. Bayramlarda eski cumhurbaşkanları, başbakanları güzetecileri ararken, kendisine mesaj atan hemen herkese döner ve bayramını tebrik eder.

- Erdoğan, torunlarıyla oynayan, çocukla çocuk olan bir tavra sahiptir. Erdoğan’ın en fazla eğilim gösterdiği eğlence futbol maçı izlemek veya araçta giderken müzik dinlemektir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.