Şampiy10
Magazin
Gündem

Cemil Çiçek’in mesajı

Tarih 2 Mayıs 2017, Salı. Yani önceki gün...

Yer, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi.

Saat 12.47.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisine yeniden üye olduğu törenin başlamasından dakikalar önce...

İki duayen ile futbol sohbeti

Genel Merkez’in eksi ikinci katındaki toplantı salonunda Ankara siyasetinin iki duayen ismini yan yana buldum.

Cemil Çiçek ve Mehmet Ali Şahin...

İki eski bakan, iki eski TBMM Başkanı...

(NOT: Bu fotoğraf, ben Çiçek ve Şahin ile sohbeti bitirip oradan ayrıldıktan birkaç dakika sonra çekilmiş olmalı. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu henüz salondaki yerini almamıştı biz iki eski Meclis başkanı ile konuşurken.)

***

Şahin de, Çiçek de futbol ile yakından ilgili siyasetçilerdir. Cemil Çiçek Fenerbahçe, Mehmet Ali Şahin Galatasaraylıdır.

Karşılıklı ‘merhaba’ların ardından her zaman olduğu gibi sadece benim değil, Beşiktaş’ın da hatırını sordular. Başakşehir’e yenildik ya...

“Olur böyle sürprizler” dedim. Sonra da, GS ve FB’yi kastederek, “Sizler olmayınca, biz de böyle tek başımıza renk katıp heyecan getiriyoruz işte lige” diye ekledim gülerek.

Ve siyasi gündem...

Kısa futbol sohbetinin hemen ardından, sıcak gündeme dair görüşlerini sordum iki isme de.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ak Parti’ye dönüşü ve bundan sonrasına ilişkin yorumlarını rica ettim tecrübeli politikacılardan. “Bugünü ve yakın geleceği birkaç cümle ile nasıl değerlendirirsiniz?”

Şahin’in yorumu

Mehmet Ali Şahin’in cevabı aynen şöyle oldu:

- Ak Parti’de yeni bir dönem başlıyor. Cumhurbaşkanımız dünyanın yuvarlak olduğunu bir kez daha kanıtladı. Malum; çıktığınız yerden, yolunuzdan hiç sapmadan, dosdoğru yürürseniz, nihayetinde aynı yere varırsınız. Cumhurbaşkanımız da bu şekilde yürüyerek, 33 ayda aynı noktaya döndü.

Çiçek’in sözleri

Şahin’in bu sözleri üzerine, Çiçek “33 ayda devr-i âlem yani” dedi gülerek

“Sizin yorumunuz nedir peki” dedim Cemil Çiçek’e.

Dikkat çekici bir cevap geldi deneyimli siyasetçiden:

- Yeni Anayasa ile yeni bir dönem başlıyor. Hem Türkiye hem Ak Parti için yeni bir dönem... Ama ilk dönem değil, yeni bir dönem...

Önceki dönemleri de unutmamak gerekiyor. Önceki dönemlerde söylenenler var, yapılanlar var. Bu yeni dönemi onlarla, yani önceki dönemlerle birlikte değerlendirmek lâzım.

***

Teşekkür edip ayrıldım ikilinin yanından.

Vedalaşırken onlara söylediğim cümleyle bitireyim:

“Ben bu sözlerinizi aynen yazayım, yorumu okuyanlar yapsın.”

Yazının devamı...

‘Bu şekilde sürerse ABD’yle uzlaşamayız’

16 Mayıs’ta ABD Başkanı Trump’la yapacağı görüşmenin önemine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’deki ABD-YPG görüntüleri konusunda “Bunların bizi ne kadar rahatsız ettiğini ifade edeceğiz. Bu şekilde devam edecek olursa uzlaşma içinde olmamız mümkün değil” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hindistan dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.

PKK ve PYD konusunda kısa süre önce çarpıcı açıklamalarınız olmuştu. Diğer taraftan ABD’li askerlerin güney sınırlarımızda bölücü örgüt mensuplarıyla fotoğraflarının çıkmasından sonra bu kez de Amerikan zırhlılarını sınırımızda gördük. Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin kararlılığını nasıl etkiler? Bundan sonraki süreç üzerinde nasıl etkisi olur? Rusların da Afrin’de benzer adımları attığı yönünde iddialar oldu. Değerlendirmenizi alabilir miyiz?

“Bizim son dönemdeki mücadelemiz Afrin tarafında değil. El Rai ve güneye iniyoruz Dabık, El Bab ve oradan doğuya gidiyoruz. Bahsettiğiniz ABD’lilerin olayı bizim hareket alanımız sınırları içinde cereyan ediyor. Ben, 16 Mayıs’ta ABD’ye yapacağım ziyareti önemsiyorum. Yapılanları, adeta Obama döneminin bir kalıntısı, o dönemdeki komuta heyetinin aynı şeyleri devam ettirmesi olarak görüyorum. Ziyaretimizde tüm bunları sayın Başkan’la (Trump) görüşeceğiz, resimleriyle kendilerine aktaracağız. Bunların bizi ne kadar rahatsız ettiğini ifade edeceğiz. Bu şekilde devam edecek olursa Amerika ile uzlaşma içinde olmamız mümkün değil. ABD’nin bizim düşmanımız olan terör örgütleriyle birlikte hareket etmesini tabii ki doğru bulmuyoruz. Bizler, NATO’da beraber olduğumuz ve stratejik müttefikimiz olan ABD’nin terör örgütleriyle beraber hareket etmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Bunları kendilerine anlatacağız. Sanıyorum ki Sayın Trump da bizim bu düşüncelerimize olumlu yaklaşacaktır. Dolayısıyla bu hususta, 16’sında yapılacak olan görüşme öncesinde, daha fazla bir yorum yapmamayı tercih ediyorum.

Bizler ülkemize yönelik tehdit ve tacizlere elbette izin veremeyiz. Tacizde bulunanlar olursa, gereği neyse yaparız. Nitekim Afrin tarafından da bizim topraklarımıza son dönemde yapılan saldırılar oldu. Biz angajman kurallarını işlettik. Onlara da gereken cevabı verdik. Hatay’ın oralardan alın doğuya kadar bunlar oldu. 5- 6 karakolumuzun rahatsız edilmesi karşısında da angajman kurallarının gereği yapıldı.”

‘Tekkeye mürid aramıyoruz ki’

AK Parti’yi destekleyen yazarlar arasında bir tartışma var. Daha çok dış politika tartışması üzerinden çıktı bu tartışma. Sizin görüşünüzü merak ediyorum.

“Bahsettikleriniz arasında, kurucusu olduğum -ki yarın inşallah tekrar üyesi olacağım- partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Ama onların bu desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra ibreleri değişti. Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler. Hele hele son dönemde, çok çirkin, kabul edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa yolda, çizgide istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır. ‘İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor’ deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürid aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını miletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi doğrularını benimseyen, kendilerinin belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındaki insanları da ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler. Oysa hiç kimsenin böyle bir hakkı yok. Onların da böyle bir hakları, yetkileri yok, benim de yok. Kaldı ki ebedi alemin ölçüsü hiçbirimizin elinde değil. Kimse bunu teraziye çıkarmasın. Hele hele çok ağır olacak ama uluhiyet davasına da kimse girmesin...”

‘Şimdi Evetçi kesildiler...’

Batı’yla, Avrupa Birliği’yle ilişkiler...

“AB ülkelerinin dışişleri bakanlarının Malta’da gayri resmi bir toplantıları oldu. Bizi temsilen de Mevlüt bey katıldı. Şimdi adeta Evet’çi kesildiler. ‘Şu anda ne yapmamız lazım’ havası içerisindeler. Yapılması gereken şey belli. Fasılları hemen masaya yatırıp, Türkiye’nin önünü açmaları lazım. Hâlâ bekletmeyi, kapıları kapatmayı tercih ederlerse, bizde başımızın çaresine bakarız. İngiltere’den nasıl bir Brexit çıktıysa bizim de olabilir.”

‘Güneydoğu aslına rücu ediyor’

Referandumda Kürt kökenli vatandaşların yoğun olduğu bölgelerde ‘evet’ oranı beklenenden yüksek çıktı. Bu durum Kürt vatandaşlar arasında çözüm iradesinin güçlü olduğunu mu gösteriyor? Yeni bir süreç beklentisi de oluşturuyor...

“Beklenenden fazla çıkmadı. Aslında Doğu’da, Güneydoğu’da biz daha fazla bekliyorduk. Ama güzel bir netice çıktı. Bazı yerde 1’e 2, 1’e 3, hatta 1’e 10 artış olan yerler var. Güneydoğu’daki Kürt kardeşlerimiz son 10 yılı terör örgütü PKK’nın çok ciddi zulmü altında geçirdiler. Hep silahla tehditle oy kullanmak durumunda kaldılar. Namlu burda, oy bizde diyerek, zorla oy kullandırttılar insanlara. Şimdi ise gerek jandarma gerek polis gerekse korucular güvenlik önlemlerini alınca hamdolsun bahsettiğiniz gelişme yaşandı. Kentsel dönüşüm ve değişimle birlikte bölgenin altyapısının güçlendirilmesi, hendek vs’lerin kapatılması neticesinde Güneydoğu artık giderek güzelleşiyor. Sur şu anda bambaşka. Dicle de bambaşka akıyor. Oralardaki insanlarımız artık pikniğe gidebiliyorlar. Oraları terk etmek zorunda kalan kardeşlerimizin inşa edilen güzel evlere geri dönüşleriyle hayat normale dönecek. Artık çarşıda pazarda gece karanlığında bile dolaşanlar var. Oradaki hava olumlu istikamette gelişiyor. Güneydoğu aslına rücu ediyor.”

Yazının devamı...

Ankara’nın VIP gündemi

Bakanlar, milletvekilleri, yüksek bürokratlar, yerel yöneticiler, yabancı misyon temsilcileri yani üst düzey ecnebi diplomatlar, iç ve dış iş dünyasının hatırı sayılır temsilcileri vb...

Bir ülkenin ‘kalbur üstü’ olarak adlandırılabilecek bu kesimi, o ülkenin başkentindeki birkaç bildik adreste, bir arada yaşar genelde.

O baş şehrin mutena semtlerinde kurulu sitelerdir genellikle bahsettiğim zümrenin ikamet ettiği yerler.

Hemen her noktası güvenlik kameralarıyla 24 saat izlenen, kapısında özel güvenlik görevlilerinin nöbet tuttuğu, hatta bazılarında polis noktalarının da bulunduğu, giriş çıkışları kayıt altında olan, ‘maliyetli’ yaşam alanlarından söz ediyorum.

Dünyanın hemen hemen bütün başkentlerinde manzara benzerdir. Özellikle de Türkiye gibi her anlamda ‘kritik’ coğrafyalarda...

***

Ankara’da da devletin mühim kademelerini işgal eden zevat ve bahsettiğim diğerlerinin konutları, yukarıda tarif ettiğim ‘korunaklı siteler’de yer alır.

Size birazdan anlatacaklarım da işte bu ‘özel’ adreslerden birinde yaşandı yaklaşık üç hafta kadar önce.

***

Olay, kayıtlara bir ‘hırsızlık vakası’ olarak geçti.

Bu doğal çünkü işin içinde hırsızlık da var. Bir daireden çalınanların bedeli 200 bin TL’nin üzerinde.

Sahte plakalı koruma aracı görüntüsü

Çok bloklu bir site...

Ankara’nın bilinen, güvenilir, prestijli adreslerinden biri.

Başkentteki büyükelçiliklerin kritik diplomatları için lojman olarak kullandığı, ülke yönetiminde söz, ülke ekonomisinde güç sahibi insanların yaşadığı bir yer.

Dediğim gibi; yaklaşık üç hafta önce...

Öğleden sonra...

***

Camları siyah filmle kaplı, siyah bir makam aracı selektör yaparak geliyor bariyerli kapıya... Klaksona basarak selam veriyor...

Özel güvenlik görevlisi tereddütsüz basıyor düğmeye ve bariyer açılıyor.

Marka ve model, günde kim bilir kaç kez o kapıdan geçen koruma araçlarıyla aynı çünkü...

Bir tek ‘çakar’ı yok gelen otomobilin.

(Çakar mevzuu da ayrı... Ankara’da kırmızı mavi o ışıkları kimler takıyor araçlarına, trafikte kimler ‘çakar terörü’ yaratıyor; o da ayrı bir yazının konusu...)

Neyse...

***

Sitenin kapalı otoparkına giren simsiyah aracın plakasına dikkat etmiyor özel güvenlik elemanı.

Gerçi etse ne olacak?

Güvenlik gerekçesiyle her gün ayrı bir plaka takılabiliyor o araçlara, malum.

Kamera

kayıtları var

Devamını binanın güvenlik kamerası kayıtlarından anlatayım...

Araçta beş kişi var. Sürücü koltuğundaki hariç diğer dördü iniyor.

İki kadın, iki erkek...

Kadınlar başörtülü... Örtüleriyle yüzlerini de kapatıyorlar kameraların görüş açısı içine geldiklerinde.

Erkekler şapkalı... Şapkalarını yüzlerini gizleyecek şekilde indiriyorlar aynı noktalarda. Biliyorlar yani kameraların yerlerini... Tanınmamayı böylece başarıyorlar.

(Binanın asansörlerinde de durum aynı... Kimliklerinin tespit edilmesi mümkün olmuyor zaten günün sonunda.)

Şifreli sistemle korunan kapıyı bir levye marifetiyle açıp içeri giriyorlar.

Bir blokta yarım saat, diğerinde 14 dakika

Asansörle farklı katlara çıkıyorlar, yarım saate yakın zaman geçiriyorlar o blokta.

Sonra tekrar otoparka inip yan bloğa geçiyorlar ve o ikinci aşamada iki daireye giriyorlar. Aynı katta, karşılıklı iki daireye...

Dairelerin kapılarını röntgen filmi kullanarak açıyorlar. (Bu tip sitelerde güvenlik üst seviyede olduğu için sakinlerin kapı kilitleme alışkanlığı pek yoktur.)

Dairelerin birinden çalınan eşyanın maddi değeri 200 bin TL’nin üzerinde.

(Diğer daireden herhangi bir şey çalındığına dair bir beyan yok.)

***

Komşulardan birinin katta ‘hırsızlar’ ile karşılaşması üzerine ortaya çıkıyor yaşananlar...

Karışıklıktan faydalanarak dakikalar içinde tekrar otoparka inip, şoför mahallindeki arkadaşlarının çalışır vaziyette tuttuğu otomobille, aynı güvenlikli kapıdan çıkıp sırra kadem basıyor dört kişi. 14 dakika sürüyor iki daireye girip binayı terk etmeleri.

Aracın plakasının sahte olduğu, bütün bu olan bitenin resmi makamlara yansımasının artından çıkıyor tabii ortaya.

Özel VIP timi

görev başında

Konu polise intikal ettikten sonra, Ankara Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık Masası, 12 tecrübeli memurdan oluşan bir ‘VIP timi’ kuruyor.

Geçen kısa zaman içinde ulaşılan bilgiler gösteriyor ki; Ankara’da, ağırlıklı olarak üst düzey yetkililerin yaşadığı bu tarz yerleri hedef alan bir şebeke var.

Dışarıdan bakıldığında olabildiğince güvenli ama içini bilirseniz güvenlik açıklarının kolayca tespit edilebileceği yaşam alanları...

‘Çakar’lı, ‘cam film’li koruma araçlarıyla aynı marka ve model otomobillere sahte plaka takıp kolaylıkla girilebilen...

Asgari ücretle çalışan özel güvenlik personelinin zaaf noktalarını tespit edip ona göre davrandığınızda bütün kapıların açıldığı binalar.

***

Hasılı; bugünlerde Ankara’da faaliyet gösteren; yasa dışı bir VIP şebekesi ve onların peşinde, takipte olan Emniyet’in bir özel ‘VIP timi’ var.

Film gibi değil mi?

Ama değil.

Yazının devamı...

Kurtulmuş- Baydemir sohbeti

Devletin zirvesini oluşturan isimler dün sabah Anayasa Mahkemesi’nde bir aradaydı Ankara’da.

55’inci kuruluş yıldönümünü kutlayan Yüksek Mahkeme’nin Ahlatlıbel’deki binasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın salona gelişi beklenirken, protokol sıralarında, ilginç, bir o kadar da önemli bir diyaloğa şahit oldum.

***

Tören saat 10.30’da başlayacaktı.

Hükümet üyeleri ve diğer üst düzey davetliler birer birer salondaki yerlerini alıyordu.

İkinci sırada HDP’li Osman Baydemir’i gördüm.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Baydemir, bir gün önce partisinin eş genel başkanları ve milletvekillerinin tutukluluklarının devamına dikkat çekmek için önünde açıklama yaptığı binanın bu defa içinde, protokoldeki yerini almıştı.

Merhabalaştık, “Genel başkanlar olmayınca, buraya gelmek de bize kaldı” dedi.

***

Saat 10.17’ydi... Baydemir ile konuşurken, yeri hemen onun önündeki koltuk olan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş geldi yanımıza.

Karşılıklı “Günaydın”lar ve tokalaşmaların ardından Osman Baydemir, “Biz de Murat Bey ile eş genel başkanların yokluğunda bu sırada oturmanın bana kalmasından bahsediyorduk” diye başladı söze.

Ardından da, “Ya genel başkanlar gelecek ya bizi de alacaklar” diye devam etti espriyle karışık.

***

Baydemir’in bu girişi üzerine söz sırası Numan Kurtulmuş’taydı:

- Sayın Baydemir, çok uğraştık biliyorsunuz. Defalarca söyledik, örgütle aranıza mesafe koyun diye. Ama olmadı maalesef. Yapamadınız... Yazık oldu, yazık ettiniz.

Osman Baydemir’in bu sözlere yanıtı şöyle oldu:

- Sayın Bakan, beni tanıyorsunuz. Vallahi, billahi, tillahi çok uğraştık. 18 yerde miting yaptık Selahattin Başkan (Demirtaş) ile birlikte. “Yapmayın, etmeyin” dedik. “Bedeli biz ödeyelim” dedik ama iki taraf da izin vermedi.

Kurtulmuş araya girdi:

- Örgüt izin vermedi.

Baydemir devam etti:

- Örgüt de... Ama iki taraf da izin vermedi maalesef.

Kurtulmuş bir kez daha aldı sözü:

- Ben o dönemde size alan yaratmak için açıklama yaptım, biliyorsunuz. “Böyle bir ortamda HDP’nin Meclis’te olması şanstır” dedim.

“Biliyorum” dedi Osman Baydemir:

- Öyle ama dediğim gibi, iki taraf da izin vermedi ve işte geldiğimiz nokta bu oldu. Şimdi bedeli yine biz ödüyoruz.

***

Ben adeta bir tenis maçı izler gibi bir Baydemir’e, bir Kurtulmuş’a dönerek takip ediyordum bu diyaloğu.

“Pekiyi ne olacak” diye sordum ikisine birden.

Soruyla eş zamanlı olarak iki taraftan da benzer yanıtlar geldi.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş “Neyse, bakalım... O dönem geçti, bir fırsat kaçtı ama şimdi artık geleceğe bakmamız lâzım. Bir şeyler yapmak lâzım” derken HDP Şanlıurfa Milletvekili Baydemir de, “Aynen öyle” dedi; “Bir şeyler yapmak lâzım.”

***

Anayasa Mahkemesi binasındaki bu birkaç dakikalık sohbet, yakın gelecek için bir işaret, bir ışık niteliğinde midir bilemiyorum ama umarım öyledir, öyle olur.

“Bir şeyler yapmak lâzım” görüşü herkese hakimse belki de bu sefer yapılır o ‘bir şeyler’.

Ve belki de bu sefer sadece ‘yapar gibi’ davranılmaz da, gerçekten yapılır; kim bilir?

Yazının devamı...

Paris ve terör

(...) 13 Kasım 2015’te olağanüstü hâl ilan edilen Fransa’da, özellikle de Paris’te, turizmin bu durumdan pek de fazla etkilenmediği görülüyor.

Olağanüstü hâl halen devam ediyor Fransa’da. Ancak görünen o ki uygulamada bir olağanüstülük hissettirilmiyor en azından -Paris’in ziyaretçilerine. Ya da ‘olağanüstü hâl’in adı var, kendi yok. Arkadaşımın görüşü bu yönde.

“Güvenlik önlemleri hiç de öyle üst seviyede değil” dedi arkadaşım ve devam etti:

“Gördüğüm Paris’in güvenli olduğunu düşünmüyorum.” (...)

***

Yukarıdaki satırlar, daha geçenlerde, 4 Nisan 2017 Salı günü bu köşede yer alan “Terör, güvenlik, turizm” başlıklı yazımdan alıntı.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1054598-yazar-yazisi-teror-guvenlik-turizm-/ )

Üç hafta bile geçmedi bu yazının yayınlanmasının üzerinden.

Ve işte Paris, Champs Elysee’deki (Şanzelize) eylemle bir kez daha yaşadı terör dehşetini.

Dünya turizminin kalbi Paris... Paris turizminin kalbi Champs Elysee...

Sadece bir polisin ölümü ve biri polis iki kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan terör eylemini yine DAEŞ üstlendi.

***

Şöyle demişim o yazının bir yerinde:

“ Sırf turizm kaygısıyla güvenlik hassasiyetinin ikinci plana atılmış olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Fransızlar, terör tehdidine karşı aldıkları önlemleri günlük yaşamı etkilemeyecek şekilde uyguluyor olsa gerek. ”

Şimdi bakınca, bu tahminin gerçeği yansıttığından ciddi şüphelerim var.

Beşiktaş, futbol, insan...

Bizim ‘mabet’teydik önceki gece.

İsmi bir süreliğine Vodafone Arena olarak değiştirilen bizim ‘İnönü’nün tribünlerindeydik... Beşiktaş’ın Fransız temsilcisi Olympique Lyon’u ağırladığı UEFA Avrupa Ligi çeyrek final rövanş maçında...

Maçın 90 dakikasını 2 1 önde bitirdik. 30 dakikalık uzatma periyodunun ardından penaltı atışlarında 6 attık, 7 yedik ve elendik.

Yani sonuçta 8 gol atıp, 8 gol yedik ama kaybettik.

***

Rakipler başta olmak üzere herkes Beşiktaş taraftarının takımına verdiği muhteşem destekten söz ediyor.

Ben biraz farklı düşünüyorum...

Rakip ataktayken yoğun ıslıkla baskı kurma yöntemi, tribünün insicamını bozuyor bence.

Islıktan tezahürata dönerken top yine rakibe geçtiğinde tekrar ıslık, sonra tam tezahürata başlarken bir daha... Ardından yine aynı döngü. Bir daha, bir daha...

120 dakikalık oyun boyunca düzenli, güçlü tezahürat öylesine az ve kısa süreler için mümkün oldu ki...

***

Lâf aramızda... Eski İnönü’de olsaydık, o efsane tribün atmosferiyle rakibi boğar, kuvvetle muhtemel de yarı finale çıkan biz olurduk önceki gece.

Yeni stat; evet güzel, evet modern, evet medeni vs ama ‘benim İnönüm’ün havası, ruhu yok artık Dolmabahçe’de.

Şahsi düşüncem, duygum bu...

***

Sonu hüzünlü biten, unutulmaz gecelerden biriydi Dolmabahçe’de yaşadığımız.

UEFA’nın iki kulübe birden verdiği cezanın gölgesinde yaşandı maç gecesi.

Adalet ve eşitlik ilkelerine açık şekilde aykırı olan o ceza tehdidinin etkisi altındaydı İnönü tribünleri.

Tek kelime küfür yoktu gece boyu. Maçın sonlarına doğru, Eski Açık’ın Numaralı tarafından sahaya yabancı madde atmaya yeltenen birkaç kişi de kalabalığın sert tepkisiyle karşılaştı.

***

UEFA (adil olmasa da) ceza sopasını göstermese yine böyle mi olurdu emin değilim.

Bir gerçek var, insan böyle bir varlık işte...

Güzellikten, tatlı dilden ziyade; zorlamadan, sertlikten, müeyyideden, hatta tehditten anlıyor çoğunlukla.

Maalesef öyle...

Ve işte bu yüzden; Beşiktaş yönetimi de bazı oyuncularına cezai müeyyide uygulama konusunu bir kez daha gözden geçirse hiç fena olmayacak.

Yazının devamı...

Erdoğan’ın Mayıs trafiği

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Mayıs ayında belki de son yılların en yoğun dış gezi programına hazırlanıyor.

***

Bu ayın sonunda Hindistan’a resmi bir ziyaret yapacak Cumhurbaşkanı. 30 Nisan ve 1 Mayıs’taki bu resmi gezinin ardından, kesinleşmiş diğer iki yurt dışı seyahat daha var.

İlki 14 15 Mayıs tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Pekin’e, diğeri de 24 25 Mayıs’ta Belçika’nın başkenti Brüksel’e.

Pekin’de, 65 ülke liderlerinin katılacağı zirveyle ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ adlı, modern İpek Yolu projesi hayata geçecek.

Brüksel’de ise NATO toplantısı var. 25 Mayıs’ta NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde olacak Erdoğan.

***

Bunların dışında, Hindistan gezisiyle Çin seyahati arasındaki bir tarihte Rusya’ya bir ziyaret planlanıyor.

Tarih henüz netleşmiş değil ama Mayıs ayının ilk iki haftası içinde bir Erdoğan Putin görüşmesi muhtemel gözüküyor.

***

Mayıs’ın ikinci yarısında da, yani Çin gezisi ile Brüksel’deki NATO Zirvesi’nin arasındaki bir tarihte de ABD ziyareti için hazırlık yapılıyor. Dün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıkladığı, Trump - Erdoğan görüşmesi için.

Beyaz Saray yetkilileriyle Beştepe’deki muhatapları arasında uygun tarihin belirlenmesi için temaslar başladı.

***

Wahsington DC’de gerçekleşecek bu ilk yüz yüze temas, hiç şüphe yok ki, yakın geleceğin gündemini de belirleyecek.

Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerdeki mevcut durum malum. Konuşulması, planlanması, onarılması, çözülmesi gereken çok başlık var. Ankara’nın da Washington’un da yeni bir başlangıca ihtiyacı var.

Tayyip Erdoğan ile Donald Trump’ın birlikte yapacakları ve / veya yapmayacakları, sadece iki ülke arasındaki ilişkileri şekillendirmeyecek.

ABD ile Türkiye’nin stratejik ortaklık anlayışı doğrultusunda alacağı kararlar Ortadoğu’daki gelişmeler üzerinde de doğrudan belirleyici olacak.

***

Tabii bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayındaki trafiğinde, ziyaretlerin sırasını da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Dikkat etmişsinizdir; Erdoğan, Trump ile baş başa görüşmeye, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelmiş olarak gidecek.

***

Ve son bir not…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böylece, “Dünya beşten büyüktür” sözüyle eleştirdiği Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş ülkeden üçüne, bir ay içinde gitmiş olacak. Yani Fransa ve İngiltere dışındaki üç daimi üye ABD, Çin ve Rusya’ya.

Hindistan ziyareti ve Brüksel’deki NATO Liderler Zirvesi’ni de eklediğinizde; Türkiye’nin Mayıs ayı içinde nasıl bir gündem yaşayacağını tahmin edebilirsiniz.

Yazının devamı...

‘Evet’ CHP için şans

“Muhalefet referandum sonuçlarına itiraz ediyor ama ‘Evet’ çıkmış olması en çok onların işine gelecek çünkü...”

Cümlenin devamını ve çok daha fazlasını birazdan aktaracağım.

***

TBMM’de grup toplantıları vardı dün. Siyaset kulislerinin doğal olarak tek gündem maddesi 16 Nisan’da sandıktan çıkan sonuç ve ‘Türkiye’nin bundan sonrası’ydı.

Pazar akşamından bu yana çok kişiyle konuştum ama dün sohbet ettiğim Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilinin söyledikleri dikkat çekiciydi.

***

Yazının başında yarım bıraktığım cümlenin sahibi AK Parti’nin önemli isimlerinden biri. Şimdi o “çünkü”den sonrasını aktarayım...

***

İktidar partisi milletvekili şunları söyledi baş başa sohbetimizde:

- Cumhuriyet Halk Partisi referandum sonuçlarının meşruiyeti sorguluyor, YSK’ya iptal başvurusunda bulunuyor ama sanırım şunun farkında değiller. 16 Nisan’da sandıktan çıkan ‘Evet’ aslında en çok onların işine gelecek çünkü eski sistemde iktidara gelmesi neredeyse imkansız olan CHP için şimdi bu imkân doğmuş oldu.

- Muhalefet, önümüzdeki ilk seçimde (2019) olmasa bile bir sonraki seçimde iktidara gelebilir ve yine yeni sistem sayesinde mevcut devlet bürokrasisini de 15 gün içinde değiştirebilir. Eski sistemde, iktidara gelse bile CHP’nin kendi bürokratik kadrosunu kurması yıllar alırdı.

- Oy oranı en fazla yüzde 25’lerde olan CHP şimdi bu sistemde akıllı bir yol izler, doğru bir ismi cumhurbaşkanı adayı olarak belirlerse ilk turda olmasa bile - artık iktidarı ele geçirebilir. 2019’da değilse bile bir sonraki seçimde, ilk turda muhtemelen her parti kendi adayıyla girer. Eğer Tayyip Erdoğan ya da AK Parti’nin adayı bir şekilde ilk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alamazsa, işte o zaman muhalefet en çok oyu alan ikinci aday üzerinde uzlaşarak iktidara gelme imkânını yakalayabilir. Belki tek başına değil ama ortak aday üzerinde kuracağı akılcı ve halkı ikna edebilecek bir ittifak ile bu mümkün.

- En az bu kadar önemli olan diğer nokta da, dediğim gibi, kendi bürokratik kadrosunu oluşturabilme olanağı. Bakın biz 2002’de iktidara geldikten sonra nasıl bir bürokrasi direnciyle karşılaştık herkes biliyor. 14 yılı aşkın süredir, üstelik hep tek başımıza iktidar olmamıza rağmen kendi bürokrasi yapımızı, kadromuzu belki de daha yeni oluşturabildik. Oysa yeni sistem, iktidara gelecek olanın devlet yönetim kadrolarını kısa süre içinde değiştirebilmesine olanak tanıyor. CHP iktidara gelirse ve eğer isterse, AK Parti’nin bürokrasi kadrosunu 15 günde baştan aşağı değiştirmesi mümkün.

- Biz 16 Nisan sandığını milletin önüne koyarak, muhalefete bahsettiğim bütün bu imkânları kendi elimizle vermiş olduk. Burada bir yanlış ya da hata da görmüyorum. Türkiye artık farklı vesayet odaklarının güdümünde olmayacak. Millet kime oy verirse, Türkiye’yi artık o yönetecek. Olması gereken de bu. Millet bizi seçerse biz, başkasını seçerse o kişi ve parti. Muhalefet durumu bu pencereden görürse, onlar için de, ülke için de herşey daha kolay ve daha güzel olacak.

***

Dediğim gibi... AK Parti’nin önemli milletvekillerinden birinin bu bakış açısı ve işte bu anlattıkları dikkat çekici geldi bana.

Aktarayım, bilin istedim...

Yazının devamı...

İki tarafta konuşulanlar

Merkezinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bulunduğu ‘evet’ cenahıyla, Cumhuriyet Halk Partisi merkezli ‘hayır’ cenahının kulislerinde dolaştım dün...

Her iki tarafta da bir yandan rakamlar üzerinden analizler yapılıyor, diğer taraftan yeni döneme ilişkin tahminler, yorumlar, beklentiler, hedefler seslendiriliyor.

Özetle derledim iki cenahta konuşulanları...

Mühürsüz pusula mevzuu

‘Evet’ cenahı diyor ki:

“Sonuç ‘Hayır’ çıksaydı, YSK’nın mühürsüz oy pusulalarıyla zarfları geçerli sayma kararı CHP tarafından yine bu şekilde itiraz konusu edilecek miydi?”

‘Hayır’ cenahından cevap geliyor:

“Öyle bir durumda, yani sonuç tam aksi yönde olsaydı, siz itiraz etmez miydiniz?”

YSK faktörü

‘Hayır’ cenahı diyor ki:

“Bu referandum, YSK’nın tartışma konusu olan kararının gölgesinde kalmıştır ve tarihe de öyle geçecektir. Sandıktan çıkan sonuca YSK gölgesi düşmüştür ve Anayasa değişikliği şaibeli damgası yemiştir.”

‘Evet’ cenahı cevap veriyor:

“Bu tarz, kritik halk oylamaları ya da seçimler bütün dünyada az farkla sonuçlanır. Bunun başta Brexit ve son ABD seçimi olmak üzere birçok örneği var. Dolayısıyla, yenilgiyi hazmedemeyip milletin sandıktan çıkan iradesini lekeleme çabası iyi niyetli bir yaklaşım değildir.”

Ekonomi

‘Hayır’ cenahı diyor ki:

“Ülkenin referandum atmosferine girdiği günden 16 Nisan’a kadar, hükümet ekonomide birçok popülist karara imza attı. ‘Müjde’ adı altında yapılan bu sandık yatırımlarıyla mevcut kötü ekonomik durumu vatandaşın hissetmesinin önüne geçildi. Son aylarda halının altına süpürülen tozlar şimdi ortaya dökülecek. Türkiye’yi ekonomide çok daha kötü günler bekliyor.”

‘Evet’ cenahı yanıtlıyor:

“Bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Evet bazı noktalarda sıkıntılar var ama bünye kuvvetli ve genel dengeler itibariyle ekonomimiz güçlü. Kaldı ki, referandumdan ‘Evet’ çıkması istikrar anlamına geliyor ve piyasalar buna önem verir. Ayrıca sistem değişikliğiyle, Türkiye’nin her alanda gücünü toplayacağı, yeniden atılım yapacağı bir döneme girilecek ve bu durumun ekonomiye yansıması da olumlu olacak.”

Haritadaki renkler ve bundan sonrası

‘Evet’ cenahı diyor ki:

“Pazar günü sandıktan çıkan ‘Evet’ ‘Hayır’ tablosuyla oluşan Türkiye haritasının taşıdığı mesajları, her boyutuyla, iyi okumamız gerekiyor ve bunu yapacağız. Yeni dönemde politika oluştururken ve icraat yaparken adımlarımızı bu resmi de göz önünde bulundurarak atmalıyız ve bunu da yapacağız. Referanduma katılım oranının yüksekliği de çok önemli bir gösterge. Bu ülke hepimizin ve bu topraklarda hep beraber yaşamaya devam edeceğiz. Türkiye’nin daha iyi bir geleceğe ulaşması; ayrışma, karşılıklı ötekileştirme, bölünmeyle değil hep birlikte, bir bütün olarak hareket etme bilinciyle mümkün olacak.”

‘Hayır’ cenahının buna yanıtı şu şekilde oluyor:

“Türkiye haritası yıllardır her seçimde benzer şekilde boyanıyor. İktidar da her seferinde bu tabloyu okumaktan ve gereğini yapmaktan bahsediyor ama sonuç ortada. Ayrışma, ötekileştirme, bölünme gibi kavramlar ancak iktidarın bu yönde davranmasıyla gündemden kalkar. Bunların önüne geçecek olan, toplumu birleştirip bütünleştirecek, herkese düşünce ve ifade hürriyeti, özgürce yaşama imkânı sağlayacak, farklı yaşam tarzlarının yan yana var olacağı iklimi yaratacak olan ülkeyi yönetenlerdir. Söylenenler kulağa hoş gelmekle birlikte, uygulamanın da aynı yönde olmasını umuyor ve bekliyoruz.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.