Şampiy10
Magazin
Gündem

Bonzai dramı ve fazlası...

CNNTürk’ün kıdemli ve işini çok iyi yapan polis - adliye muhabiri Hakan Tunç’un dün canlı yayında ekrana taşıdığı haber çok etkileyiciydi.

İstanbul Emniyeti, narkotik büro elemanlarının uyuşturucu operasyonunda ele geçirdiklerini sergiledi, Hakan Tunç da bunları izleyicilere gösterip, detayları anlattı.

Şu meşhur ‘bonzai’ belası...

Uyuşturucu tacirleri artık doğrudan ölüm iksirleri üretiyor.

Bildik uyuşturucuların çok ötesinde, içinde böcek ilaçları ve benzer ölümcül maddelerin yer aldığı karışımlar...

İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerin belli bölgelerinde ‘bonzai’ kurbanı çocuklar (gençler bile değil, çocuklar) hepimizin gözleri önünde ölüyor.

Kısa bir süre önce VATAN’ın manşetindeydi, hatırlarsınız...

İstanbul’da, kentin göbeğinde, Mecidiyeköy’de kendinden geçmiş, ayakta duramayan ‘bonzai’ müptelası çocuklar...

Çevredeki okulların öğrenci ve velilerinin yolunu kesen, para isteyen, insanları tedirgin eden bilincini yitirmiş gencecik insanlar...

Benzer sahneler Ankara’nın, İzmir’in kimi semtlerinde de yaşanıyor.

İnsanın yüreğini burkan, ölüme adeta koşan çocuklar var sokaklarda.

Çoğumuzun görünce kafamızı çevirdiğimiz, yolumuzu değiştirdiğimiz, hızla uzaklaşmayı tercih ettiğimiz perişan gençler...

Biz ne yapacağız?

Ölümcül narkotik maddelerin bazıları artık çok ucuz ve kolaylıkla ulaşılabilir durumda.

Öğrenci bütçesiyle bile elde edilebiliyor ‘bonzai’ gibi sentetik karışımlar.

Sadece bir defa kullanıldığında dahi ölüme sebep olabilen ‘bonzai’nin içinde hangi zehirlerin bulunduğu bile tam olarak bilinmiyor.

Başta anne babalar olmak üzere, öğretmenler ve çocuklarımızın hayatında yeri olan herkesin uyanık olması şart.

Evlatlarımızı takip edip tavırlarında, ilişkilerinde, özetle günlük yaşamlarında sıra dışı durumlar olup olmadığını gözlemlememiz gerekiyor hepimizin.

Devletin, ilgili kurum ve kişilerin yapacağı elbette çok şey var ama bu uyuşturucu belasını onların tek başına çözmesi mümkün değil. Nitekim, istatistiksel başarıların sorunu ortadan kaldırmadığı ortada.

Ebeveynlerin ilk yapması gereken çocukla yakından ve sürekli ilgilenmek.

Arkadaşlarını ve arkadaşlarının ailelerini tanımak, bilmek de önemli.

Çocuğun kimlerle, nerelerde vakit geçirdiğini, neler yaptığını izlemek ve elbette onu muhtemel risk, tehlike ve tehditlere karşı bilgilendirip uyarmak...

***

Dünya bugün çocuk sahibi olanların paranoyaklaşmasına yol açacak kadar kirli.

Türkiye de, o bütünün parçası. Hatta belli noktalarda, dünyadaki genel risk ortalamasının bile üzerinde bizim memleketteki vaziyet.

Çocuk ve gençlere yönelik taciz, tecavüz, kaçırma, şiddet, cinayet ve benzeri vakaların yaşanmadığı gün neredeyse yok.

Çocuk yetiştirmenin en zor olduğu coğrafyalardan birinde yaşıyoruz. Anne babalar olarak bireysel (ama aynı zamanda bilimsel) önlemleri almak zorundayız.

Dede ve ninelerimizden miras geleneksel aile yapısını güncelleyip yaşatmamız gerekiyor. Ve ‘örf, adet ve ananeler’ diye kalıp olarak bildiğimiz düzeni çağımıza göre şekillendirmemiz, komşuluk ilişkilerini, mahalle kültürünü yaşatmamız.

Sorsanız herkesin yanıtı aynı olur... “Şu dünyadaki en kıymetli varlığım çocuğum, çocuklarım” der herkes.

O zaman, ona göre davranmak gerek.

Tabii sadece kendi çocuklarımıza değil, bütün çocuklara.

Yazının devamı...

Bitmeyen senfoni; Kıbrıs

“Türkiye olarak bu toplantıya Kıbrıs’ın artık bir sorun olmaktan çıkması ve çözüme ulaşması için gidiyoruz.”

İsviçre’nin Crans Montana kentinde bugün başlayacak olan Kıbrıs Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık edecek olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dün işte böyle diyerek çıktı yola.

Ucu açık müzakereler

Diplomatik kaynaklar dün başlayan İsviçre yolculuğundan dönüş tarihinin belli olmadığının altını çiziyor. Ziyaretin, Crans Montana’da yapılacak müzakerelerin gidişine göre açık uçlu olacağını söyleyen Dışişleri yetkilileri, “Birkaç gün sonra da dönebiliriz, bir haftadan fazla da kalabiliriz” diyerek gittiler.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bir kez daha masaya oturacak bugün Crans Montana’da.

Benzer her buluşmada olduğu gibi masada yine adanın iki tarafının garantörleri Türkiye ile Yunanistan da yer alacak. Ve tabii İngiltere, ev sahibi İsviçre, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) Kıbrıs Temsilcileri.

Bakan Çavuşoğlu başkanlığındaki Türk heyetinde Müsteşar Ümit Yalçın ve ilgili müsteşar yardımcıları bulunuyor.

13 yıl sonra tekrar İsviçre

Kıbrıs meselesi, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte adada da kaç cumhurbaşkanı, kaç başbakan, kaç dışişleri bakanı, kaç diplomat, kaç gazeteci eskitti; hatırlayan yok neredeyse...

Crans Montana’da bugün başlayacak konferans beni 13 yıl öncesine götürdü.

Mart 2004’te, Ak Parti’nin iktidardaki ilk döneminde yine Kıbrıs gündemiyle, yine İsviçre’deydik.

Alp Dağları’ndaki Bürgenstock kasabasında, taraflar yine çözüm için bir araya gelmişti kapalı kapılar ardında.

O dönem, yerinde takip ettiğim görüşmelerin sonunda, Annan Planı’nın Kıbrıs Adası’nın iki tarafında referanduma sunulması kararı alınmıştı. Sonrası malum... KKTC ‘evet’, Rum Kesimi ise ‘hayır’ dedi o referandumda. Hemen ardından da Kıbrıs Rum Kesimi, adanın tümünü temsilen, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği’ne tam üye oldu.

Uğur Ziyal o günleri anlattı

2004 Mart’ının son haftasında Bürgenstock’taki Kıbrıs dörtlü görüşmelerinde Türk heyetinin başında dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül vardı. Yanında da dönemin Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal.

Dün eski Müsteşar Ziyal’i aradım ve o günlerin tecrübesiyle bugün yine İsviçre’de yapılacak toplantıyı değerlendirmesini rica ettim.

Ziyal, “Çok da büyük bir beklenti olmaması lâzım bu toplantıdan. Kıbrıs sorunu çözülecekmiş gibi bir hava oluşturulursa da, bu suni olur” diye başladı söze.

Sonra da bakın neler anlattı tecrübeli diplomat:

- Rumlar biliyorsunuz artık Megali İdea’yı değiştirmiş durumda. Yani tek bir büyük Helen devleti kurma ideali yerine artık iki Helen devleti olarak devam etmek istiyorlar. Bunu da kendilerince başardılar, şu andaki durum onlar açısından bu. Ve bundan geri adım atmıyorlar, atmaları da çok zor. Rumlar bakımından Türk tarafıyla uzlaşmalarını gerektirecek bir durum yok.

- İşin özü şu... Papadopulos (dönemin Rum Kesimi Lideri Tasos Papadopulos) ne dedi o zaman? Ben bir ‘devlet’ aldım, bir topluma, topluluğa dönemem” dedi. Rumlar yıllardır aynı şeyi söylüyor; “Ben bir devletim, sen de adanın Türk tarafı olarak gel bana yaman” diyor. Biz de, “Olmaz, beraber bir devlet kuralım” diyoruz.

- 2004’te, bir takım kelime oyunlarıyla kendilerini uzlaşmak istermiş gibi gösterdiler ama Rumların o planı kabul etmeyecekleri, o referanduma evet demeyecekleri baştan belliydi o zaman. Biz onu biliyorduk zaten. Başkalarını bilemem ama biz biliyorduk.

- Aslında her şey Lahey’de (Mart 2003’te Hollanda / Lahey’de yapılan ve Annan Planı üzerinde uzlaşma sağlanamayan görüşmeler) bitti. Orada biz biraz daha farklı davranıp planı Papadopulos’un reddetmesini sağlayabilseydik, o zaman başka bir tablo olurdu ama bu olmadı. Ondan sonra yapabileceğimiz tek şey kabahatin, sorumluluğun bizim olmadığını gösterebilmemizdi, bunu da sağladık işte orada, bir yıl sonra Bürgenstock’ta. Durum budur ve bunun aksini düşünenler varsa yanılıyorlar.

***

Crans Montana’da bugün başlayan, bir anlamda ‘çözüm’ toplantısı ve önümüzdeki birkaç gün Kıbrıs konusunda son derece önemli.

Ancak dün itibariyle Rum Kesimi’nden gelen mesajlar bildik, tanıdık, her zamanki gibiydi. Yani Güney Kıbrıs’tan İsviçre’ye doğru esen rüzgar, eski Müsteşar Uğur Ziyal’in sözlerini teyit ediyordu.

Yazının devamı...

Bedelli askerlik ve son KHK

“Türkiye şu anda birkaç tane dünyanın başına bela terör örgütüyle mücadele ediyor. PKK ile mücadele sürüyor, DEAŞ ile mücadele var. Böyle bir dönemde bedelli askerliğin gündeme gelmesi dahi askerimizin moralini bozar. Terörle mücadele sürerken bedelli askerliğin konuşulmasını dahi doğru olmadığını düşünüyorum.”

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık dün NTV canlı yayınında aynen böyle konuştu.

***

Bedelli askerlik beklentisi içinde olanların Bakan Işık’ın bu yaklaşımına itirazı var.

Özellikle sosyal medya üzerinden kamuoyu yaratmakta adeta profesyonelleşen ‘bedelli lobisi’nin tezi şu:

“Terörle mücadelede artık profesyonel askerler görev yapıyor. Çıkması halinde bedelli askerlik uygulamasından yararlanacak olanlar ise zaten zorunlu askerlik yükümlüleri. Üstelik de zaten belli bir yaşın üzerinde olanlar. Yani olası bir bedelli askerlik uygulamasının kapsamına girecek olanlar zaten terörle mücadele eden kadrolardan farklı bir kitle. Dolayısıyla bedelli askerlik konusunun askerin moralini bozması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır.”

‘Bedelliciler’ böyle düşünüyor ve görünen o ki sosyal medyada yarattıkları zincirler üzerinden ısrarlı arayışlarını sürdürecekler.

***

Lâf aramızda, mesajlarıyla yıllardır sadece siyasetçileri değil biz gazetecileri de bıktırıp usandıran ‘sosyal medya bedelli askerlik tugayı’ (!) nın mensuplarına önceki gece Resmi Gazete’de yayınlanan son Kanun Hükmünde Kararname’yi (KHK) hatırlatmak isterim.

691 sayılı o KHK ile 1111 sayılı Askerlik Kanunu’na şöyle bir madde eklendi:

“Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve askerliğe elverişli oldukları anlaşılan yükümlülerden, yoklama kaçağı ve bakayalar dahil bu kanunda yazılı geçerli mazereti olmayanlar, Milli Savunma Bakanlığınca belirlenecek celp ve sevk esaslarına göre silah altına alınırlar.”

Kanuna böyle bir madde eklenmesindeki amaç elbette farklı. Bedelli askerlik mevzusuyla bunun doğrudan bir ilgisi tabii ki yok ama söylemeye çalıştığım şu:

Askere alımda gündem bu seviyelere ulaşmışken sizce bu ortamda bir bedelli askerlik kararı çıkar mı?

OMEGA 3’TE AĞIR METAL RİSKİ

Beyin ve kalp, damar sağlığı başta olmak üzere insan vücuduna faydaları kanıtlanmış bir ürün biliyorsunuz balık yağı.

Piyasada Omega 3 takviyesi olarak satılan ve tüketilen birçok ürün var. Geçen gün bir eczacı arkadaşım sayesinde bu ürünler ile ilgili yeni bir detay öğrendim. Belki de benim için yeni bir bilgidir ama önemli bir ayrıntı…

Eczaneye uğradığımda, kasanın yanında, en öndeki kutular dikkatimi çekti. İthal bir balık yağı / Omega 3 kapsülü.

Muadillerinden bayağı pahalı olduğunu görünce farkını sordum.

Kutunun bir köşesindeki damgayı gösterip, ürünün adını şimdi hatırlayamadığım özel sertifikalı olduğunu söyledi arkadaşım.

“Ne ifade ediyor o sertifika” dediğimde aldığım cevap şu oldu: “O sertifika, bu üründeki Omega 3’ün ağır metallerden arındırılmış olduğunun garantisi.”

Yani…

Benim buradan anladığım, piyasadaki Omega 3 takviyelerinin en azından bir kısmı - ağır metal içeriyor olabilir.

“Beyin, kalp ve damar sağlığımızı koruyalım diye aldığımız Omega 3 kapsüllerinde ağır metal riski mi var” sorusunu bu vesileyle Prof. Osman Müftüoğlu’na havale etmiş olayım.

Hocam, cevap bekliyorum…

Sağlık ve huzur içinde, gönlünüze göre bir bayram dileğiyle…

Yazının devamı...

Nasıl bir ‘acil’ alımmış bu!

31 Mayıs’ta Şırnak’ta meydana gelen helikopter kazasının ardından, gündemde ‘helikopter engel tespit sistemi’ var.

2010’dan bu yana alınacak

TSK’nın envanterindeki helikopterler için bir engel tespit sistemi ihtiyacı aslında bugünün konusu değil.

Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) 2010 yılında bu konuda bir yurt içi geliştirme ihalesi açmış. Sektörün önde gelen firmalarından teklifler toplanmış ancak bir süre sonra proje modeli değişmiş. Yurt dışından hazır bir sistem alımı modeline dönüşmüş proje. Bu değişikliğin gerekçesi ise ihtiyacın aciliyeti.

İhtiyacın en hızlı şekilde karşılanması için ‘doğrudan acil alım’ prosedürü işlemeye başlamış.

Başlamış ama aradan geçen bunca yıl içinde, o ‘acil’ olması gereken alım bir türlü gerçekleşememiş.

Pekiyi neden?..

Sorsanız, alacağınız cevap “bürokrasi işte” olur.

Ağır işleyen bürokrasi…

Nedir bu engel tespit sistemi?

Engel tespit sistemi, kabaca tanımıyla; helikopterin görüş alanında olmayan engelleri pilotun ekranda görmesini sağlayan ve uyarı veren bir sistem.

Özellikle kötü hava şartları ve gece uçuşlarında, güzergah üzerindeki, yüksek gerilim hatları, dağ, tepe, bina, minare vb fiziksel engelleri bildiren bir erken uyarı sistemi.

Üç hafta kadar önce Şırnak Uludere / Şenoba’da düşen Cougar tipi helikopterde Tümgeneral Aydoğan Aydın ve 12 silah arkadaşı şehit oldu.

Helikopter gece uçuşu sırasında yüksek gerilim hattının tellerine takılarak düştü.

Yani, 7 yıldır bir türlü sonuçlandırılamayan proje tamamlanmış ve o Cougar’a da helikopter engel tespit sistemi takılmış olsaydı, belki de o 13 asker bugün hayatta olacaktı.

Ama ne oldu?..

O canlar gitti, ateş düştüğü yerleri yaktı.

Milli Savunma Bakanı ve Başbakan talimat verdi ve helikopter engel tespit sistemini konuşmaya, tartışmaya başladık.

Her zaman olduğu gibi, acı tecrübe sonrası…

Acil alım!

Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın internet sitesine girin.

Önce ‘Projeler’ kısmına, ardından MEBS (Muharebe Elektronik Bilgi Sistemleri) başlığına, sonra da ‘Elektro-Optik Sistem Projeleri’ alt başlığına tıklayın.

Listenin beşinci maddesi ‘Helikopter Engel Tespit Sistemi Projesi’.

Bakın neler yazıyor:

Amaç: Türk Kara Kuvvetleri helikopterlerine engel tespit kabiliyetinin kazandırılması.

Kapsam: KKK’lığı envanterinde bulunan 172 adet helikoptere engel tespit sistemi entegrasyonu.

Proje modeli: Acil alım.

Mevcut durum: Tedarik faaliyetlerine devam edilmektedir.

Acaba başka neler var?

Helikopter kazası oldu, 13 şehitten sonra eğiliyoruz mevzuya.

Benzer bir durum yakın geçmişte jammerlar (sinyal kesici cihazlar) ile ilgili yaşanmıştı.

Hatırlayın; PKK’nın uzaktan kumandalı el yapımı patlayıcılarla düzenlediği saldırılarda art arda ve çok sayıda şehit verilmesi üzerine gündeme gelmişti acil jammer alımı.

İnsan ister istemez düşünüyor böyle olunca…

Acaba adı ‘acil alım’ olan ama yıllardır bekleyen daha ne projeler var ve hayata geçirilmeleri için acaba hangi yeni acıların yaşanması bekleniyor.

Yazının devamı...

Dikkat, bu bir reklamdır!

Mehmetçik Vakfı’nı duymayanınız yoktur.

35 yıllık, saygın, güvenilir bir yardım kurumu Mehmetçik Vakfı.

Vakfın hedef kitlesi, vatani hizmetini yaparken şehit olan veya herhangi bir nedenle hayatını kaybeden Mehmetçiklerin bakmakla yükümlü olduğu yakınlarıyla malul gazi ve engelli olan Mehmetçikler ile çocukları.

Dediğim gibi, hepimizin bildiği, tanıdığı, adını duyduğu bir vakıf.

Peki ya TSK Dayanışma Vakfı?..

Sadece zorunlu askerlik hizmetini yapan er ve erbaşlar ile ailelerine yardım eden Mehmetçik Vakfı’nı biliyoruz ama Türk Silahlı Kuvvetleri Dayanışma Vakfı’ndan neredeyse hiçbirimizin haberi yok.

Yazının başlığında bahsettiğim ‘reklam’ da bu işte.

Size TSK Dayanışma Vakfı’nın reklamını yapacağım...

İlk 16 yıl bağış almadan...

Vakıf; subay, astsubay, sivil memur, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve sözleşmeli erlerden şehit olanlar ile görevdeyken hayatını kaybedenlerin aile fertlerine, gaziler ya da malul olanların ise kendilerine nakdi yardım yapıyor.

2000 yılında kurulan vakıf ilk 16 sene, yardımlarını bağış almadan, sadece TSK personelinin ödediği yıllık katkı paylarından toplanan paralarla yaparak geçirmiş.

Bu süre içinde şehit ya da görevde yaşamını yitiren 2 bin 173 personelin aile fertlerine ve malul olan bin 96 kişinin de kendilerine; toplam 78 milyon 200 bin TL nakden ödeme yapmış.

Profesyonel ordu, profesyonel şehitler

Son dönemde terörle mücadelede başarılı sonuçlar alınmasındaki en önemli etkenin, arazide profesyonel personelin görev yapması olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve maalesef onların şehit ya da gazi olduğunu...

Son yıllarda TSK’nın personel yapısında gidilen değişim sonucu özellikle terörle mücadele ve yurtdışı harekatlarda, yükümlü erbaş ve erlerin yerine artık subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sözleşmeli erlerden oluşan profesyonel personel görev yapıyor. Bu yeni yapının sonucunda da, profesyonel personel kayıpları doğal olarak artış gösterdi.

Ömer Halisdemir ve diğer kahramanlar

TSK Dayanışma Vakfı, 2016 yılında şehit olan ve hayatını kaybeden toplam 456 personelin aile üyeleriyle malul olan 109 kişiye nakden yardımda bulundu.

Bu 456 kayıp arasında 15 Temmuz’un sembol ismi Şehit Astsubay Ömer Halisdemir de var.

Geçen yılki yardım miktarı 26 milyon 400 bin TL. Yani 2000 2015 döneminde yapılan toplam yardımın üçte biri seviyesinde.

Ve 2017...

Bu senenin ilk altı aylık döneminde ise ailelerine yardım yapılan şehit sayısı 205.

Tümgeneral Aydoğan Aydın ve silah arkadaşlarının şehit olduğu son helikopter kazasındaki 13 personelin de dahil olduğu bu 205 kişinin aile fertlerine 11 milyon TL vefat yardımı yapıldı.

TSK Dayanışma Vakfı, aynı dönemde malul olan 59 kişiye de yaklaşık bir milyon TL yardımda bulundu.

Vakıf yetkilileri etkin terörle mücadele kapsamında verilen şehit sayısının maalesef arttığını, bu durumun sonucu olarak da vakfın 2016 yılı gelirlerinin, yardımlar için yetersiz kaldığını belirtiyor. Bu tablonun maalesef - önümüzdeki dönemde de değişmeyeceği görülüyor.

İşte bu nedenle, profesyonel askeri personele yardım yapan tek vakıf olan TSK Dayanışma Vakfı hepimizin bağışlarını bekliyor.

Hesap Numaraları

Şehit aileleri ve gazilere yapılan yardıma destek vermek için vakfa bağış yapabileceğimiz banka hesap numaraları şöyle:

Yazının devamı...

Bu fırsat da kaçmasın

PKK, 1984’te başladı bu ülkede kan dökmeye.PKK terörüyle mücadele 33 yıldır sürüyor. Yan ve/veya dış etkenlerin de etkisiyle bazen örgüt şiddetin dozunu, bazı dönemlerde de devlet mücadelenin yoğunluğunu artırır.

28 yıldır bir gazeteci olarak bizzat şahit olduğum terörle mücadele böyle bir döngüyle devam ediyor.

***

Geçmişte dönem dönem olduğu gibi şu son aylarda da PKK terörüyle mücadelede ciddi bir başarı söz konusu. Sayısal bir başarı...

Özellikle etkin hava harekatları eşliğinde, her gün operasyon var sınırın iki yanında da.

Öldürülen, yakalanan örgüt üyesi sayısı ile imha edilen ya da ele geçirilen silah ve mühimmat miktarında gözle görülür bir artış var.

Örgüt silahlı insan gücünde, kurulu düzeninde ve lojistik birikiminde çok ciddi kayıplar verdi son dönemde. Kayda değer bir bilanço önümüzde duran.

İstihbarat birimleri ve güvenlik güçleri terörle mücadele tarihinin dikkat çekici bir dönemine imza atıyor.

***

Bu tablonun birkaç başat nedeni var.

Birincisi arazide terörist ile karşı karşıya gelenlerin artık çok büyük oranda - profesyonel personel olması.

İkincisi teknolojik ve teknik donanımda gelinen seviye. Özellikle İnsansız Hava Araçları’nın (İHA) verimli kullanılması... Hem silahlı hem silahsız İHA’lar, PKK ile mücadelede çok etkin ve belirleyici rol oynuyor.

Üçüncü ve son nokta da, bölgesel konjonktür gereği örgütün Türkiye sınırları içindeki silahlı güçlerinin kayda değer bir bölümünü Suriye topraklarındaki YPG PYD saflarına taşımış olması.

***

Dedim ya...

Geçtiğimiz on yıllarda, benzer dönemlere şahit olduk.

Örgütün ciddi güç kaybettiği, terör eylemlerinin iyice azaldığı periyotlar yaşandı.

Bölgesel konjonktürün etkisinin yanı sıra Ankara’daki kararlılık ve siyasi irade seviyesiyle de doğru orantılı oldu hep kat edilen mesafe.

Ama dönemsel sayısal başarılara rağmen bir türlü bitmedi PKK terörü.

Bunun nedenini de yine terörle mücadele edenler izah etti.

Üniformalı ya da sivil birçok yetkiliden, hep aynı şeyi duyduk:

“Sivrisinekleri öldürmek tamam ama asıl bataklığı kurutmak lâzım” cümlesiyle özetlenebilecek tespitten söz ediyorum.

Dağa çıkışların önünü kesecek tedbirlerin alınması gerektiği şeklindeki demeçlerden...

Örgütün uluslararası bağlarını, maddi kaynaklarını, sahip olduğu dış siyasi desteği kesmek için yapılması gerekenlerin anlatıldığı röportajlardan...

Terörle mücadelenin sadece askeri / silahlı yöntemlerle çözülemeyeceği beyanlarından...

PKK terörünü bitirmek için siyasi, ekonomik ve sosyal adımların da atılması gerektiği yönündeki açıklamalardan bahsediyorum.

Biliyorsunuz işte. Hepimiz biliyoruz...

***

Diyeceğim şu...

PKK terör örgütü; hem Suriye’ye kaydırdığı insan gücü sebebiyle hem de güvenlik güçlerinin mücadele performansının sonucu olarak, Türkiye dahilindeki en güçsüz dönemlerinden birini yaşıyor.

Benzer bir noktaya en son çözüm sürecinden önce gelinmişti.

Şimdi...

Çözüm sürecinde yaşananların da (ve tabii o dönemi kimlerin nasıl sabote ettiğinin) tecrübesiyle...

Hendekler kapatılmış, kent çatışmaları sonunda il ve ilçe merkezleri büyük oranda temizlenmişken...

Kritik merkezlerde yeniden yapılaşma dönemi başlamışken...

Hazır bu noktaya gelinmişken, acilen daha fazlasının yapılması gerekiyor.

Fiziki rehabilitasyonun tek başına yeterli olmadığını biliyoruz.

Bölge ekonomisini sınırın diğer tarafına bağımlı olmayacak şekilde - canlandıracak, bölge insanının refah (ve bağlantılı olarak) huzur seviyesini artıracak, insani, medeni, demokratik bir iklimi kalıcı olarak - oluşturmak için yapılması gerekenlerin hızla hayata geçirilmesi şart.

Bundan evvelkilerden farklı, bu defa kesin sonuç alacak şekilde ama.

***

Ne devleti yönetenlerin, ne bölge insanının...

Bu ülkenin, daha öncekiler gibi bu fırsatı da heba etme lüksü yok.

Olmamalı.

Yazının devamı...

‘Katar’daki yapay bir kriz’

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, Ankara’daki iftar programında basın kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bir araya geldi. İftar sonrası açıklamalarda bulunan Kurtulmuş, körfezi 10 gündür çalkalandıran krizle ilgili açıklamalarda bulundu. Krizi ‘Yapay bir kriz’ olarak niteleyen Kurtulmuş, “Yani herhangi bir şekilde iki ülke ya da bir ülke ve karşı taraftaki diğer ülkeler arasında reel bir sebebe dayanan bir kriz değildir. Hiçbir anlamı yoktur. Hiçbir background’ı (arkaplanı) yoktur bu krizin. Birden ortaya çıkarılmış, türetilmiş, birtakım komplo teorileri içerisinde de büyütülmüş bir krizdir” dedi ve ekledi: “Örnek olsun diye söylüyorum, İran-Irak arasında savaş öncesindeki krizin birtakım reel şartları vardı. Suriye’deki bu derin ve 6 yılı aşkın krizin başlangıcında çok reel gerekçeleri vardır. Ama bu krizin herhangi bir gerekçesi yok. Dolayısıyla bizim bunun altını çizmemiz gerekiyor. Bu, doğru bir tavır değil. Bir başka ülkeye karşı takınılmış olsaydı da doğru bir tavır değildi. Burada daha fazla birtakım gerginlikleri oluşturmaktan başka gerekçesi yok. Çok uzun süre de sürdürüleceğini zannetmiyorum. Biraz, Trump’ın ziyareti sonrasında ortaya çıkan havadan etkilenmiş görünüyor bölge ülkeleri. Ama sonuçta işte nihayetinde bunu dengeleyecek başka tavırlar da ortaya çıkıyor. Fransa’nın İngiltere’nin tavrında olduğu gibi. Ben bu krizin çok aşırı noktalara uzanmadan bir türlü dengeleneceğini düşünüyorum. Belli bir anlayışın da ortaya çıktığını, müspet diyebileceğimiz bazı gelişmelerinde olduğunu ifade etmek isterim. İngiliz ve Fransız tarafı da Katar ile ilgili müspet sayılabilecek bazı görüşleri dile getirdiler. Herkes görüyor ki bu büyük bir kriz potansiyeli taşıyor.” Kurtulmuş’un açıklamalarından satır başları şöyle:

‘Sorumluluğun farkındayız’

“Tabii Türkiye olarak bizim İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı dolayısıyla da ayrı bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğun da farkındayız. Görüşlerimizi dile getirerek aradaki farklılıkların bir an evvel diplomasi yoluyla çözülmesi sorunun geride bırakılması için çaba sarf ediyoruz, sonuç almayı da ümit ediyoruz. Ortaya konulan bu ambargolar, televizyon kanallarının kapatılmasına varacak olan, sözüm ona tedbirlerin de aslında Körfez İşbirliği ülkelerinin genel standardına da aykırı olduğunu ifade etmek isterdim. Bu bölgede herkesin yapması gereken bu özgürlük alanlarının önünün açılması halkın katılım süreçlerinin desteklenmesini temin etmek, bunu ortadan kaldıracak olan birtakım uygulamaların konulmasını da yanlış buluyoruz. Kaldı ki bölge halkları tarafından yakından tanınan bazı din adamlarının ve bazı yardım ve hayır kuruluşlarının da terörist listesine dahil edilmesini de çok anlamsız bir çaba olarak görüyorum. Zaten malum bu listeler yayınlandıktan sonra, zaten BM tarafından da kabul edilmiş listeler değildir, bu listelerin havada kalacağı anlaşılıyor.”

‘Bedelli askerlik programda yok’

“Geçen sefer çok büyük bir beklenti vardı ve milyonlarca insanın talebiydi. Ama başvuru nasıl oldu? Talep öyleydi. Bu aşamada böyle bir çalışma yok. Gündemde böy le bir konu yok. (SORU:Terörle mücadelede bildiğim kadarıyla süreli askerler gönderilmiyor. ) O da var ama nihayetinde bizim milletimiz askerlik meselesini kafasında böyle ayırmıyor. Yani büyük oranda uzmanlar bu mücadelenin içerisinde ama diğer unsurlardan da hiç olmazsa, geride de olsa istifade ediyorlar. Yani gündemde yok.”

‘DAMAT’ ELEŞTİRİLERİ

‘Mahkemeler devam ediyor’

“Yargılama süreçleri ile ilgili olarak süreç devam ediyor bildiğim kadarıyla. Tahliye edilmiş olsalar da mahkemeler devam ediyor. Mahkemelerin objektif bir şekilde sonuçlandırılarak karar almalarını temenni ederiz. Yine bir başka eleştiri de siyasi ayak meselesidir. Ben ilk günden itibaren 17 Temmuz’dan itibaren söylemiş birisi olarak söylüyorum, bu kadar hazırlanmış bir darbe teşebbüsünün mutlaka çok farklı yerlerde ayaklarının olması muhtemeldir. Bu mahkemeler ve diğer bütün mahkemelerin hepsini kamuoyu yakından izliyor. Amacımız sulandırılmadan, niteliği değiştirilmeden, özellikle çatı davalarının sulandırılmadan sonuçlandırılması sonuç alınabilmesidir.“

‘Zamanı geldiğinde’ kabine değişir’

“Türkiye’de ilk defa bir kabine değişikliği olacak değil. Çok sayıda kabine değişikliği oldu. Zamanı geldiği zaman, gerekli görüldüğünde kabine değişikliği yapılır. Cumhurbaşkanı, Başbakan oturur, konuşur, bu değişiklikler yapılır. Toplantılar da bu gündeme gelmedi. Aksine Cumhurbaşkanı ve Başbakan 180 günlük çalışma takviminin hazırlanmasını ve Temmuz başı gibi uygulanmaya konulmasını Bakanlardan talep ettiler. Siyasi irade kiminle nasıl çalışacağını ortaya koyar.”

Yazının devamı...

2017 yaz şurasının önemi

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) kurmay albaylar ile general ve amirallerin emeklilik ya da terfilerinin belirlendiği Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısına yaklaşık bir buçuk ay var. Bu yılki yaz şurası her şeyden önce, mevcut Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’dan sonra TSK’nın başına kimin geçeceği hakkında fikir verecek olması açısından önemli.

Normal şartlar altında Akar’ın görevde iki yılı daha var. Genelkurmay Başkanı, 30 Ağustos 2019 tarihine kadar görevinin başında.

Kara Kuvvetleri Komutanı kim olacak?

Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın görev süresi bu 30 Ağustos’ta doluyor.

1954 doğumlu, yani 63 yaşında olan Çolak’ın görev süresinin uzatılma ihtimali elbette var. Ama bu ihtimal gerçekleşmez ve Orgeneral Çolak bu yıl emekli olursa, yerine gelecek isim, aynı zamanda büyük olasılıkla 2019’un genelkurmay başkanı olacağı için ayrı bir önem taşıyor .

Salih Zeki Çolak’ın emekli olması halinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı için en kuvvetli aday, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler.

Güler’in dışındaki ikinci olasılık ise 15 Temmuz 2016 gecesinin öne çıkan isimlerinden, şu anki Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar.

Yani, YAŞ kararları teamüller doğrultusunda çıkarsa, Hulusi Akar’ın ardından, 2019-2023 döneminin genelkurmay başkanlığı için ilk sıradaki aday Orgeneral Yaşar Güler. İkinci ihtimal ise Orgeneral Ümit Dündar.

Teamülün önüne geçen KHK

TSK’da teamül, kara kuvvetleri komutanlarının bu koltukta iki yıl görev yaptıktan sonra genel kurmay başkanı olmaları şeklindeydi.

Bu durum, geçen yıla kadar, TSK Personel Kanunu’ nda “Genelkurmay Başkanı; Kara, Deniz veya Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış general ve amiraller arasında n , Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca atanır” ifadesiyle yer alıyordu.

Ancak bu madde, geçen yıl 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında, 16 Ağustos 2016 tarihinde yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile “Genelkurmay Başkanı, orgeneral ve oramiraller arasından Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca atanır” olarak değiştirildi.

Yani artık herhangi bir orgeneral ya da oramiral hükümetin önerisi ve Cumhurbaşkanı’nın oluru ile genelkurmay başkanı olarak atanabiliyor.

Bu nedenle Ankara’nın teamüller çerçevesinde şekillenen geleneksel ‘şura kulisleri’ artık geçmiş yıllardakinden farklı bir noktada.

Deniz ve Hava’da da nöbet değişimi

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nun görev süresi geçen yıl bir seneliğine uzatılmıştı. Yani normal koşullarda Bostanoğlu’nun bu 30 Ağustos itibariyle emekli olması bekleniyor. Ancak 1953 doğumlu Bostanoğlu’nun da yaş haddine bir yıl daha var. Yani teknik olarak görev süresinin bir kez daha uzatılmasının önünde engel yok.

Ama tahminler ikinci bir uzatmanın olmayacağı yönünde. Bu durumda Bülent Bostanoğlu’ndan boşalacak koltuğa Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele’nin oturmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Hava Kuvvetleri’nde de Orgeneral Abidin Ünal iki yıllık görev süresini 30 Ağustos’ta tamamlıyor. Fakat onun da 65 yaş sınırına bir yılı daha var. Ünal da 1953 doğumlu. Dolayısıyla görev süresinin bir yıl uzatılması mümkün.

Abidin Ünal’ın emekli olması durumunda ise yerine, kuvvetteki diğer Orgeneral, Eskişehir’deki Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Hasan Küçükakyüz’ün getirilmesi kesin görünüyor. Yaş haddine dair bir not ile bitireyim…

Askeri kulislerde, yaş sınırı konusu da geçmişten farklı şekilde değerlendiriliyor. Gerek görülürse, 65 yaş sınırını kaldıran bir KHK çıkartılması yoluyla konunun gündemden düşebileceği konuşuluyor. Böyle bir düzenlemenin hayata geçmesi, komutanlar ile ilgili verilecek kararlarda (kuvvetler için 65, genelkurmay başkanlığı için 67) yaşın kriter olmaktan çıkması anlamına gelir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.