Şampiy10
Magazin
Gündem

Doktor John ve Norma Öğretmen

Duyarlı, dinamik, heyecanlı ve de yenilikçi…

Sanatın toplum için değerini kavramış genç bir adam. Adı John Skywalker.

Candan bir sağlık emekçisi.

Reformist bir başhekim…

Onu gördüğünüzde ona sıkıca sarılıp sevgiyle, şefkatle kucaklayıp “Helal olsun sana evlat” diyesiniz geliyor.

***

Anlattıklarımı okuyunca sizler de bana hak vereceksiniz.

Pearland ilçe hastanesi hastane olalı böyle bir değişim yaşamadı.

Sanki o senelerce yerinde sayan hastaneye sihirli bir değnek dokunuvermiş.

Değişim Acil’in girişinde başlıyor.

Duvarlara renk renk çiçekler, harika tablolar, küçük küçük biblolar asılmış. Sanki hastaneye değil de bir sanat galerisine giriyorsunuz.

Kapıdan içeriye doğru ilerlediğinizde şaşkınlığınız daha da artıyor. Estetik duygularınız harekete geçiyor. “Aman Tanrım” diye bağırmak geçiyor içinizden.

Her taraf pırıl pırıl, duvarlarda yine o neşeli tablolar, tuvaletler tertemiz. Her taraf mis gibi kokuyor.

Durun daha bitmedi…

***

Hasta muayene edilen odanın kapısı açıldığında, “Yor artık” diyorsunuz.

Sanki beş yıldızlı bir özel bir hastanenin, özel bir bölümündesiniz.

Güler yüzlü hemşireler karşılıyor sizi.

Birden doktorunuz John’ un o içinizi ısıtan sesi duyuluyor:

“Lütfen rahatlayın, sakin olun. Şu andan itibaren bizim yanımızdasınız.”

Ve siz korkularınızı bir kenara attıktan sonra kendinizi bu güzel insanların şefkatli ellerine bırakıyorsunuz. Bundan böyle ne tansiyon, ne şeker, ne de ritm bozukluğu; hiçbir hastalık beni ürkütemez çünkü artık güvenebileceğimiz bir hastanemiz ve de John Skywalker gibi bir başhekimimiz var.

***

Sevgili John doktorum, siz benim şimdiye kadar tanıdığım başhekim tiplemesinden çok uzak bir insansınız. Genellikle onlar odalarından pek çıkmayan, doktorlarla ve hemşirelerle mesafeli, yüzü fazla gülmeyen, hele hele hastalara asla yakın davranmayan kişilerdi.

Ama siz genç arkadaşım, tamamen farklısınız.

Sevecen, güler yüzlü, doktorlara, hemşirelere ve diğer hastane personeline arkadaş gibi sıcak davranan, disiplini asık surat olarak algılamayan, özellikle hastalarla çok yakın bir ilişki içinde olan, kısacası hepimizin özlediği bir yönetici tipi… Ve de harika bir başhekimsiniz.

***

Bütün bunların ötesinde John Oğlum benim, siz sadece Pearland İlçe Hastanesi’ne sihirli bir değnekle dokunup onu cennete çevirmekle kalmadınız. Aynı zamanda siz bu Norma teyzeniz in yüreğinde ve beyninde öyle bir ateş yaktınız ki, şair in dediği gibi beni 70’inde bile “zeytin dikmeye” heveslendirdiniz.

Senelerdir en büyük hobim resim yapmak. Evim yaptığım resimlerle dolu. Ama ne yazık ki son senelerde resim yapmayı bırakmıştım. Kendi kendime diyordum ki, “Aman canım artık yaşım ilerledi. Bu yaşta resim yapsam ne olacak?” Ama sizin sayenizde, hastanedeki o müthiş değişimi gördükten sonra bu olumsuz düşünceleri kafamdan attım. Eve gittiğimde masanın üzerinde duran “Ne güzel bir şey hatırlamak seni” adlı şiir kitabını açtım. Oradan “Yaşamaya Dair” şiirini okumaya başladım. Ne diyordu büyük usta?

“Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı / 70’inde bile mesela zeytin dikeceksin / Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil / Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için / Yaşamak yani ağır bastığından.”

Ve karar verdim. Artık resim yapmaya başlayacaktım. Tabii ki sizin dokunuşunuzla.

***

Az kalsın unutuyordum…

Üst katları gezerken Washington ’un resimlerinin olduğu köşe dikkatimi çekti ve beni çok duygulandırdı. O’nu unutmadığınız ve de unutturmadığınız için teşekkürler John Skywalker. Teşekkürler…

Sonuç olarak, yürümeye başladığınız bu yolda size başarılar dilerim.

Şunu bilin ki, bu yolda asla yalnız olmayacaksınız.

Bizler, yani Pearland’in güzel insanları hep sizin yanınızda olacağız ve bu yolda birlikte yürüyeceğiz.

Siz artık bizim Jonh Oğlumuz ve kıymetli başhekimimizsiniz. Kalbimiz her vakit sizinle.

Kalın sağlıcakla.

Norma Erens , emekli öğretmen.

***

Yukarıdaki mektup, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Pearland adlı bir kasabada yaşayan emekli öğretmen Norma Erens tarafından, ilçesinin hastanesinde mucize yaratan bir tıp insanına hitaben yazılmış.

Bir hastasının bu satırları kaleme almasına sebep olan doktor, başhekim John Skywalker.

Ne kadar güzel bir dille, ne kadar etkileyici yazılmış öyle değil mi?

ABD’de işte böyle insanlar var ve ABD işte böyle doktorlar, böyle emekli öğretmenler sayesinde ABD , öyle değil mi?

***

Değil !

El yazısıyla kaleme alınmış bu mektup virgülüne kadar gerçek. Ama yeri ve isimleri ben değiştirdim.

Pearland değil Armutlu

Yukarıdaki mektup; evet bir emekli öğretmen tarafından bir doktora, ilçesindeki devlet hastanesinin başhekimine yazılmış.

Ancak…

- Dili böylesine etkileyici kullanan emekli öğretmenin ismi Norma Erens değil, Nermin Eren.

- İlçe Pearland değil, Armutlu. Bahse konu, Yalova’nın Armutlu İlçe Devlet Hastanesi.

- Nermin Öğretmen ’in bahsettiği şair okurken yabancı gelmemişti ya hani Nazım Hikmet.

- Resimlerinden oluşan köşeye atıfla “O’nu unutmadığınız ve unutturmadığınız için teşekkürler” dediği kişi ‘Washington’ değil ‘Atatürk’.

- Ve mucizenin yaratıcısı, Amerikalı doktor John Skywalker değil, bu ülkenin bir evladı, Can Yücelsen.

Yalova İli Armutlu İlçe Sağlık Müdürü ve İlçe Devlet Hastanesi’nin sadece 30 yaşındaki başhekimi Can Yücelsen.

Yazının devamı...

Temmuz’un 15’i...

63 polis, 5 asker, 182 sivil… Toplam 250 şehit.

146 polis, 21 asker, 2 bin 27 sivil… Toplam 2 bin 194 gazi.

Bugün yıl dönümünü yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bilançosu bu.

Bıraktığı izler, toplum psikolojisinde açtığı yara da cabası…

40 yıllık geçmiş

15 Temmuz ile ilgili söylenmiş, söylenen ve söylenecek çok şey var şüphesiz. Ama yapılacak şu tespite sanırım kimse itiraz edemez:

15 Temmuz 2016, bedelinin 250 can ile ödendiği 40 yıllık bir hatalar zincirinin sonucudur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni son 40 yıldır yöneten kadroların hepsinin sorumluluğu vardır gelinen bu noktada. Kimilerinin daha az, kimilerinin daha fazla olabilir ama neredeyse yarım asırdır ülke yönetiminde söz sahibi olmuş herkesin bir şekilde dahli var yaşanan dramda.

Bunu ben söylemiyorum…

Ak Parti tarafından hazırlanıp yayınlanan “15 Temmuz, Milli İradenin Zaferi Araştırma Raporu”nda bakın ne yazıyor (Üçüncü Bölüm, sayfa 48 ve 49):

“ (…) Toplumsal alanda olduğu gibi devletin tüm kurumlarında 40 yıldan beri sinsi bir biçimde örgütlenen FETÖ, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri içinde temerküz etmiştir. (…) FETÖ, ikiyüzlülük, takiyecilik, yalancılık, ve ‘amaca ulaşmak için her yol meşrudur’ anlayışı ile hareket etmiş ve insanlarımızın özlem duydukları tarihsel ihtişamı ve İslam İnancını kendisine maske edinmiştir. Bu nedenle toplumumuzda dindar, muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerle etkili bir iletişim içinde olmaya gayret etmiştir. FETÖ, toplumsal dokumuzda ve devlet kurumlarımızda büyük bir tahribata neden olmuştur. Bu örgüt, günümüzde yaşadığımız ve tarihte okuduğumuz tüm örgütlerden çok daha tehlikelidir.”

Devletin hep gündemindeydi

FETÖ’nün devlet kurumlarına sızıp yerleştiği, bahsedilen son 40 yılın 25’inden fazlasında gazeteci olarak konuyu takip etmiş biriyim. Bu mevzuda sayısını hatırlamadığım kadar çok haber yaptım.

Özellikle 90’lı yılların ortalarından, 2000’lerin başına kadar olan dönemde o zamanki adlandırılmasıyla Gülen Cemaati, devletin hep gündemindeydi. ‘Tehdit’ olarak…

Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır (olmayanlar da yakın geçmişe dair kaynaklardan okuyup teyit edebilir) 1995 96’larda, neredeyse her Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, ki o zaman kurul her ay toplanırdı, Gülen Cemaati’nin adı geçerdi.

20 yıl önceki MGK raporları

Yaklaşık 20 yıl önceden söz ediyorum… 1995, 96, 97 yılları…

MGK toplantılarına gelen raporlarda, Gülen Cemaati’nin sistematik şekilde, mensuplarını devlet kurumlarına yerleştirme stratejisi anlatılırdı.

Cemaatin;

- Maddi imkânları sınırlı olan ailelerden başarılı çocukları tespit edip ‘Işık Evleri’ ismi verilen yerlerde, eğitim adı altında saflarına kattığı, beyinlerini yıkadığı,

- Mensuplarının orta öğrenim çağındaki çocuklarını askeri okullar ve polis okullarına yönlendirdiği; üniversite sınavlarında da kamu yönetimi ve hukuk gibi bölümleri tercih ettirdiği,

- Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ordudan ihraç edilen üyelerinin, TSK’nın geleneksel emir komuta yapısına aykırı şekilde, üstlerinden değil, cemaat içinde kendilerinden kıdemli olan astlarından emir aldığı,

- Yurt dışında açtığı okullar vasıtasıyla bir yandan iç kamuoyuna sempatik görünürken, diğer taraftan uluslar arası bir ağ oluşturduğu; bu yolla maddi, siyasi ve diplomatik güç edindiği ve benzeri birçok nokta detaylarıyla vardı o yılların raporlarında.

Özetle, son yıllarda, özellikle de son bir yıldır FETÖ’ye dair konuşulanların hemen hepsi, bu devletin arşivinde bütünüyle var.

Hatta, bugünlerde yine konuşulan; “15 Temmuz’da başarılı olsalardı, Fethullah Gülen, Humeyni’nin Tahran’a dönüşü gibi Türkiye’ye gelecek, milyonlar tarafından karşılanacak, ülke yönetimini ele geçirecek ve rejimi değiştirecekti” ifadeleri de…

Sonuç

15 Temmuz’un yıldönümünde diyeceğim o ki…

Devlet mekanizması, 40 yıllık geçmişi olan, dış destekli bir cemaat hareketinin terör örgütüne evrilmesini sadece raporlara konu etti ama nedense gereğini bir türlü yap(a)madı.

Şimdi esas olan, aynı hatanın, FETÖ ya da herhangi bir başka yapı / örgüt için önümüzdeki on yıllarda tekrar edilmemesidir.

Devlet bugün artık dersini almış görünüyor.

Siyasi iktidarından muhalefet partilerine ve tabii yargı organlarına kadar bütün kurumlarıyla, devlet yapısı, bu ülkenin geleceğini garanti altına almalıdır.

Aksi halde ne 250 şehit yattığı yerde huzur bulabilir, ne çocuklarımız rahat yaşayabilir.

Yazının devamı...

Devletten ‘Buse’ geldi

İki bakanlık birden devreye girdi ve Buse için yeni bir dönem başladı.

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ danışmanlarına, “Buse konusunda ne gerekiyorsa yapılması” talimatını verdiler.

Buse için bir ‘Işık’

Üç gün önce bu köşeden duyurmuştuk Buse’nin dramını.

VATAN, 11 Temmuz 2017 Salı günü “Devletten bir Buse bekliyor” sürmanşetiyle çıktı.

Haberi okuyan Milli Savunma Bakanı Işık, bir danışmanına özel olarak Buse’nin durumuyla ilgilenme görevi verdi.

“Buse kızımız ile ilgili ayrıntılı bir çalışma yapın. Bugüne kadarki süreci araştırın, ne sorunu varsa takip edin, çözüm önerileri üzerinde çalışın ve sonuçları direkt bana getirin.”

Bakan Işık’ın attığı ve Buse için bir ‘ışık’ olabilecek adım, işte verdiği bu talimat.

Sağlık Bakanlığı da devrede

İkinci iyi haber de Sağlık Bakanlığı’ndan geldi.

Bakan Recep Akdağ da VATAN’ın haberi üzerine danışmanlarına benzer bir talimat vererek “Buse evladımız ile ilgili ne gerekiyorsa yapılacak” dedi. Bakan Akdağ’ın talimatı üzerine harekete geçen Sağlık Bakanlığı yetkilileri şu bilgileri verdiler.

- Bakanlık olarak en üst düzey ilgi gösterecek, Buse’nin tetkik ve tedavi detaylarını tekrar inceleyeceğiz.

- Bu çocuğumuzun görmesi için ne gerekiyorsa yapılacak. Göz ve göz cerrahisi alanında ülkenin bütün tıbbi imkanları seferber edilecek.

- Bu sürecin sonunda, beklenen sonuca Türkiye’de ulaşılamadığı ortaya çıkarsa, işte o zaman Buse’nin yurtdışına gönderilmesi için gerekenler yapılacak.

Buse’ye doğum günü hediyesi

Buse, iki hafta sonra, 27 Temmuz’da altı yaşına basacak. Milli Savunma ve Sağlık Bakanlıklarından gelen haberler, küçük Buse’ye bir doğum günü hediyesi niteliğinde. Yaklaşık bir buçuk yıl önce, 17 Şubat 2016’da Ankara Merasim Sokak’taki bombalı terör saldırısında aldığı yaralar sonucu sağ gözü görme yetisini tamamen yitirdi. Sol gözünde ise az da olsa bir ışık algısı olduğunu söylüyor hekimler. İşte umut da bu noktada.

Kafatasında halen hasarlı bir kısım da bulunan Buse eğer sol gözüyle kısmen de olsa görebilirse, dünyası değişecek.

Çünkü bu haliyle devlet okulları da, özel okullar da kabul etmemiş Buse’yi. Oysa Eylül’de yaşıtlarıyla birlikte ilkokula başlaması gerekiyor.

Kafatasındaki hassasiyet sebebiyle görme engelliler okuluna gitmesi de uygun değil. Başına değil darbe almak, sertçe dokunulması bile ciddi risk oluşturuyor zira.

İngiltere seçeneği ve gazilik statüsü

Milli Savunma Bakanı Işık ve Sağlık Bakanı Akdağ’ın özel görev verdiği danışmanları Buse’nin ailesi ile temasa geçtiler. Geçen bir buçuk yıllık tedavi sürecinin detayları, bu danışmanların da takibiyle ilgili uzman tıbbi heyetler tarafından masaya yatırılacak.

Yapılacak değerlendirme sonucu, Türkiye’deki tıbbi seçeneklerin tamamlandığına karar verilirse, Buse’nin tedavisine, devlet imkanlarıyla yurt dışında devam edilebilecek.

Belki ailesinin bulduğu İngiltere’deki hastanede, belki de yapılacak araştırma sonucu tespit edilecek bir başka yurt dışı sağlık merkezinde...

Bu arada Milli Savunma Bakanlığı yetkililerinden gazilik konusunda bir bilgi de geldi.

Genelkurmay’da sivil memur olarak görev yapan ve Merasim Sokak saldırısında kızı Buse ile birlikte yaralanan anne Şenay Şenses’in gazilik işlemlerinin tamamlanmak üzere olduğu bildirildi.

Bunlar çok güzel haberler...

Umarım, tedavisinin Türkiye ya da yurt dışında - sonuçlanmasının ardından Buse’ye ‘gazilik’ statüsü verilmesi konusu da gündeme gelir.

Önce sağlık...

Yazının devamı...

Buse...

“Anne, yine ağlayacak mısın?”

Gözleriyle ilgili ya da o olaya dair bir şey söyleyecekse, önce annesine dönüp bu soruyu soruyormuş Buse...

Göremiyor ama duyuyor çünkü. Biliyor annesinin ağladığını, konu her açıldığında.

Her seferinde aynı soru:

“Anne, yine ağlayacak mısın?”

Doğumgünü yaklaşıyor

Buse 5 yaşını bitiriyor şimdilerde.

İki hafta kadar sonra, 27 Temmuz’da 6’sına basacak.

Sağ gözü hiç görmüyor. Solda ise küçük de olsa bir umut ışığı var. Düşük seviyede bir ışık algısı olduğunu söylüyor doktorlar sol gözünde.

Buse’nin dünyası, yaklaşık bir buçuk sene önce karardı...

Merasim Sokak’ta ölümden döndü

Kim biliyor musunuz Buse?

17 Şubat 2016’da, Ankara Merasim Sokak’ta askeri servis araçlarına yönelik bombalı terör saldırısında ölümden dönen o küçük çocuk.

Hatırlayanlarınız vardır... Patlamada kendisi gibi ağır yaralanan annesiyle ayrı hastanelerde tedavi altına alınan; annesi onu, o annesini soran, o günün 4 buçuk yaşındaki terör mağduru.

Sonradan annesiyle aynı hastanede, aynı odada tam iki hafta tedavi gören çocuk Buse.

Artık göremiyor!

Kafatasındaki riskli bölüm

Sağ gözü, görme yetisini tamamen kaybetti aldığı ağır yaralar sebebiyle. Sol gözünde az da olsa bir ışık algısı var. Yurt dışına, İngiltere’ye gidebilirse belki tekrar aydınlanacak dünyası, bir miktar da olsa...

Kafatasında bir parça da eksik Buse’nin... Kafasının o kısmındaki yumuşak yapı her türlü travmaya açık. En ufak bir çarpma ya da sert bir dokunuş bile ciddi risk anlamına geliyor küçük çocuk için.

Hiçbir okul kabul etmemiş Buse’yi

Buse’nin bu sene ilkokula başlaması gerekiyor. Göremediği için kabul etmemiş hiçbir devlet okulu ya da özel okul.

Önündeki tek seçenek görme engelliler okulu. Ancak orada da, diğer çocukların, özenle korunması gereken kafasına temas etme ihtimali var. Ailesi bu yüzden göndermeyi düşünmüyor Buse’yi görme engelliler okuluna.

İngiltere umudu bürokrasiye takılmış

Anne Şenay Şenses de hâlâ 17 Şubat’ın izlerini taşıyor vücudunda. Yüzünde ve sol kolunda cam parçaları var hâlâ. Aynı, ailenin tek çocuğu, küçük kızının vücudunda olduğu gibi.

Daha önemlisi; anne kız, ruhlarında o günden kalan derin izlerle yaşıyorlar. Tabii baba Hüseyin Şenses de öyle.

Geçen yaklaşık bir buçuk yıl içinde gördüğü tedavi sonunda geldiği nokta ancak bu olmuş Buse’nin.

Anne baba araştırmış, İngiltere’de bir hastane bulmuş bu konularda uzman. Ancak yurt dışında tedavi olmanın bir prosedürü var malum. Bürokrasiye takılıp kalmış durumda İngiltere umudu.

Buse gazi sayılmıyor

Bir de ‘gazilik’ mevzuu var. Genelkurmay’da sivil memur olan anne Şenses için olaydan sonra başlatılan gazilik işlemleri devam ediyor ancak küçük Buse ‘gazi’ sayılmamış. Sadece ‘terör mağduru’ olarak yer alıyor halen kayıtlarda.

Buse’ye ‘gazilik’ unvanı verilmemiş olması, küçük kızın geleceğine dair ciddi bir kazanımdan mahrum kalması anlamına geliyor.

Ve terör kurbanı olan Buse şimdi hem ‘gazilik’ konusunda hem de yurt dışında tedavi görebilmek için büyüklerinden müjdeli bir haber bekliyor.

Devletin Buse’ye vereceği bir doğum günü hediyesi, onun 6 yaşına basarken yeniden doğması demek olacak.

Yazının devamı...

Komuta kademesi aynen devam eder mi?

Üç hafta önce bu sütunda, üç hafta sonra yapılacak Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısına ilişkin bir yazı yer almıştı.

“2017 Yaz Şurası’nın Önemi” ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1076045-yazar-yazisi-2017-yaz-surasinin-onemi/ ) başlıklı o yazıda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) komuta kademesinin 30 Ağustos’tan itibaren nasıl şekilleneceğine dair kulis bilgileri, öngörü ve duyumlar vardı.

Dediğim gibi, o yazının üzerinden üç hafta geçti. Şuraya da üç hafta var.

***

YAŞ toplantısı için hazırlıklar sürüyor. Her kuvvet kendi içindeki çalışmaları tamamladı sayılır. Kurmay albaylar ile general ve amirallerin terfi, görev süresi uzatma ve emeklilik kararları personel başkanlıkları tarafından kuvvet komutanına arz edilmek üzere hazır.

Süreçte artık mevzuat gereği - Milli Savunma Bakanlığı (MSB) da etkin şekilde yer alıyor. Orgeneral ve oramirallerin durumu ise Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve nihayet Cumhurbaşkanı’nın vereceği karar ile netleşecek.

***

Malum, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar 2019’a kadar görevde.

Üç kuvvet komutanlığında ise normal şartlar altında - 30 Ağustos itibariyle nöbet değişimi bekleniyor. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nun görev süreleri doluyor.

Teamüllere göre bu üç kuvvet komutanının emekli olması, yerlerine de yeni silah arkadaşlarının gelmesi gerekiyor.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Yaşar Güler’in bu görevde yine normal koşullarda bir yılı daha var. Ama dediğim gibi bunlar, teamüllerin gereği ve normal şartlar altında olması beklenenler.

***

Soru şu...

Pekiyi Türkiye’de şartlar normal mi?

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hâl (OHAL) ve bu kapsamda art arda çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile artık TSK teamüllerinden söz etmek mümkün değil. Şartların normal olmadığının somut göstergesi de devam eden OHAL. Adı üzerinde, hâl olağan değil...

***

İşte bu ortamda, YAŞ toplantısına üç hafta kala Ankara kulislerinde kuvvetli bir olasılık konuşulur oldu.

“Neden olmasın” denilen ihtimâl; TSK’nın komuta kademesinde bu sene herhangi bir değişikliğe gidilmemesi.

Yani her üç kuvvet komutanının da görev sürelerinin birer yıl uzatılması ve Genelkurmay Başkanı ile birlikte mevcut mesailerine aynen devam etmeleri.

Bu, teknik olarak mümkün.

KKK Orgeneral Çolak 1954, HKK Orgeneral Ünal ile DKK Oramiral Bostanoğlu da 1953 doğumlular. Yani yaş haddine takılmıyorlar. 65 yaş sınırı, bu sene görev sürelerinin uzatılmasının önünde engel değil.

***

15 Temmuz travması henüz yeni yeni atlatılırken, TSK’da darbe girişiminin ardından başlayan temizlik halen sürerken, diğer taraftan terörle yurt içi ve sınır ötesinde mücadelede kayda değer bir ivme yakalanmışken kadroda değişikliğe gidilmemesi seçeneği Ankara kulislerinde mantıklı ve makul karşılanıyor.

‘Aynı kadroyla bir yıl daha devam etme formülü’nü mümkün (hatta muhtemel) görenlerden bazıları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz’un ardından Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı ile ilgili bir soruya verdiği “Dere geçerken at değiştirilmez” yanıtını hatırlatıyor.

Ancak kulislerde ne konuşulursa konuşulsun, kim neyi ne derece mantıklı, ne kadar makul bulduğunu söylerse söylesin; konuyla ilgili konuştuğum herkes aynı noktada birleşiyor ve son cümleleri şu oluyor:

Nihai kararı Cumhurbaşkanı verecek.

Yazının devamı...

Kimse bilmiyor...

Uyuşturucu ile mücadele konusundaki yazılarıma gelen mesajları görmelisiniz. Öyle acı, öyle dramatik ki durum. Öyle ciddi ki konu...

İki örnek aktaracağım az sonra.

Bir bağımlıdan aldığım mektup ilki...

İkincisi de bir annenin yakarışı.

Bir bağımlının mektubu: Kimse bilmiyor, anlamıyor

Adı bende saklı...

“Bağımlıyım... Beş senedir savaşıyorum, iki üç senedir mağlup etti beni. Her şeyimi elimden aldı” diye başlıyor gelen mektup.

“Ne kadar içler acısı durumdayız, bir bilseniz” diye devam ediyor.

Sonra da şunları yazıyor mektubu gönderen okurum:

“Bu illet bizi ne hâle getiriyor, kimse bilmiyor. Böyle giderse gelecekte o yolları kullanacak gençler yok olmayacak ve bu ilgisizlik devam ederse biz anamızın, babamızın cenazesine bile gidemeyecek hâlde olacağız. Bonzai içip ölsek, böyle yaşarken ölmekten daha iyi. İstanbul’da çekirdek gibi satılıyor bu maddeler. Herkes biliyor nereler olduğunu. Neden insanlar bilgilendirilmiyor? Bizim ve ailelerimizin çektiklerini bir bizler biliyoruz, kimse bilmiyor. Parası olan iyi devlet hastaneleri ya da özel hastanelerde. Olmayan, bizim gibi ölüyor. Doktorların yazdığı ilaçlar bile karaborsa. Son 20 gündür temizim. Şimdi askere gideceğim. Benim canım çok yandı, ailemin canı çok yandı, başkalarının yanmasın. İnsanlar madde bağımlılığını ayıplamasın. Bilinçlensinler, neyin ne olduğunu bilsinler. Mesela beyaz diye bildikleri eroinin aslında kahverengi, gri olduğu anlatılsın insanlara. Yeter artık. 14 15 yaşındaki çocuklar içiyor bu zıkkımı. Yardım edin o insanlara. Ben kimseden bir şey beklemiyorum artık ama yardıma ihtiyacı olan çok insan var bu memlekette. Her insan hata yapabilir. Bu yazdıklarımı insanlara yayaymayı ve bazı şeylerin uygulanmasını siz başarabilirsiniz. Kolay gelsin.”

NOT: İsyanını, burada aktaramayacağım bazı ifadelerle dile getirdiği birkaç cümle ve ilaç isimlerini çıkardım sadece metinden. Gerisi aynen okurumun yazdığı gibi.

Bir annenin çaresizce çırpınışı

Ve bir anne...

30 yaşındaki oğlu iki defa kurtulduğu bataklıkta üçüncü kez çırpınan bir anne...

Artık, “En azından gözümün önünde, benim kontrolümde olsun” deyip, yüreği yana yana oğluna uyuşturucu parası veren bir anne...

Ailede huzur yıllardır yok, doğal olarak.

İki defa tedavi görüp kısa süreli güzel günler gördükleri için eş, dost, tanıdık da biliyor durumu. Şimdi onlara da üçüncü kez mahcup hissediyor kendini.

Baba da perişan ama o artık pes etme noktasına gelmiş neredeyse. Pek öne çıkmıyor bu son süreçte.

Evlerini satıp, daha küçük ve tabii daha ucuz bir daire almışlar nispeten alt gelir seviyesindeki insanların yaşadığı bir muhitten.

Aradaki miktarla da, ikinci kurtuluşu kutlamak için bir otomobil almışlar evlatlarına.

Ama bir süre geçmiş, yine olmamış.

Şimdi o otomobili satmayı düşünüyorlar.

N’olur oğlumu hapse atsınlar

Çaresiz anne ne istiyor biliyor musunuz?

Oğlunun cezaevine girmesini istiyor !

İnanılır gibi değil ama bakın ne diyor:

“Murat Bey, sizin çevreniz geniş. N’olur konuşun polisle, mahkemeyle; benim çocuğumu hapse atsınlar. Orada daha güvende olacak. Hem belki tedavisi de orada yapılır. Yoksa böyle devam ederse bu işin sonu belli. Kaybedeceğim ben evladımı bu iş böyle giderse. Benim artık gücüm kalmadı. Psikolojim de bozuldu. Biz bu işin altından kalkamayacağız. Size yalvarıyorum şu çocuğumu cezaevine koydurun.”

***

Biliyorum; bu satırları okuduktan sonra birkaç dakika hüzünlenip “Ah yazık” deyip günlük yaşamınıza döneceksiniz.

Tek istediğim o birkaç dakika içinde “Ben ne yapabilirim” diye bir düşünmeniz.

Belki vardır yapabileceğini bir şey...

Yazının devamı...

AMATEM’deki o çocuklar...

Üç gün önce, 1 Temmuz 2017 Cumartesi günü bu köşede, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un, uyuşturucuyla mücadele konusunda VATAN’a özel açıklamaları yer aldı.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1080941-yazar-yazisi-uyusturucuyla-mucadeleye-var-miyiz-/ )

Kurtulmuş’a konuyla ilgili mesai veren bir hükümet üyesi, bir siyasetçi olarak değil; bir ‘baba’ olarak düşüncelerini de sordum.

Çünkü bu illet, kurbanı olan çocuklar ve gençler ile birlikte onların kardeşlerini, ebeveynlerini ve diğer aile üyelerini de doğrudan etkiliyor.

AMATEM’deki dramatik örnekler

‘Baba’ Numan Kurtulmuş, AMATEM ziyaretinde gördüklerinden çok etkilenmiş.

Umut veren, mutlu eden başarı hikayelerinin olduğunu söylese de, Kurtulmuş orada, dramlarına şahit gençlerin kendi çocuklarından biri olabileceğini düşünmüş.

“Uyuşturucuyla bir şekilde tanışan ve hayatları bir şekilde mahvolan bu çocukların hepsi aslında bizim evladımız” dedi Başbakan Yardımcısı.

Ardından da “Her birimizin evladı bu potansiyel risk ile karşı karşıya. Bu hazin durum bizim çocuklarımızın da başına gelebilir” diye devam etti.

Ve aileler...

“Ben bu mağdurların aileleriyle de tanıştım. O annelerin, babaların, kardeşlerin, eşlerin çaresizliğini gördüm. İnsanın içi acıyor o dramları görünce” diyen Numan Kurtulmuş tanık olduğu iki anekdotu şöyle anlattı:

- Mesela biri, “Ben tam uyuşturucuya başladığımda evlendim, sonra çocuğum oldu. Nasıl evlendim, nasıl çocuğum oldu hiçbir şey bilmiyorum. Dört yıldır bıraktım, şimdi insan olduğumu fark ediyorum, yeniden doğdum” dedi.

- Bir başkası mesela annesiyle gelmişti. Annesine diyordu ki, “Anne sen ne güzel yemek yapıyormuşsun.” Annesi “Evladım ben hep aynı yemekleri yapıyordum” diye cevap veriyordu. Çocuk yemeklerin tadını bile alamıyor, düşünün.

Numan Kurtulmuş sözlerini şöyle tamamladı:

- Bunlar bizim çocuğumuz da olabilir. Bu çok büyük ve zor bir durum. Sadece kullananı hayattan koparmıyor, bütün çevresini kahrediyor, hayata küstürüyor. Çok büyük bir dram. Allah bütün evlatlarımızı korusun. Biz de, hepimiz, kendi payımıza ne düşüyorsa yapalım.

Bir AMATEM anısı da benden

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş AMATEM’de karşılaştığı manzara üzerine işte bunları söyleyince, yıllar önce haber için gittiğim o merkezde şahit olduklarım geldi aklıma,

Tedavilerine devam edilen madde bağımlısı gençlerin aileleriyle birlikte geldiği AMATEM’de gördüklerimin etkisinden günlerce kurtulamamıştım.

O çocuk yaştaki gençlerin gözlerindeki ifadeyi tarif edecek sıfat bulmakta zorlandığımı hatırlıyorum.

Öfke ile hüznün karışımı vardı hepsinin bakışlarında.

Aynı zamanda hem vurdumduymazlık hem çaresizlik...

Vücut dilleri başka başka şeyler söylüyordu. Kimi bir köşede çömelmiş, boşluğa bakıyordu donuk gözlerle; kimi volta atıyor, kimi yerinde duramıyor adeta zıplıyordu olduğu yerde...

Bana da iki doz versin!

Doktorlar, vakanın durumuna göre haftada bir ya da iki gün sakinleştirici ilaçlar veriyordu bazı bağımlılara.

Gide gele tanışmış olan çocuklar birbirlerinin bu ilaçlarını ve dozlarını bile takip ediyorlardı. Mesela doktorun bir doz ilaç verdiği biri babasına çıkışıyordu, “Bak ona iki doz verdiler. Sen de konuş doktorla, bana da iki doz versinler. Bir doz yetmez bana” diye. Oğlunun yüksek perdeden bu isyanının o baba üzerinde yarattığı etkiyi inanın görmek istemezdiniz. Hem o gencin hem de o babanın hâli insanın yüreğini burkuyordu. Örnekleri uzatmayacağım.

Tek söyleyeceğim; lütfen duyarsız kalmayın bu mevzuya.

Gelin ilgilenin, el verin, destek verin uyuşturucuyla mücadele konusuna.

Yazının devamı...

Uyuşturucuyla mücadeleye var mıyız?

Başlıktaki soruyu hepimizin kendimize sormamız gerekiyor.

Sadece bildik sloganlaşmış, kalıp cümleler kurup bu tehlikeyle mücadele ediyor gibi görünmekten bahsetmiyorum.Gerçekten, bilfiil, içtenlikle bu konuda yapabileceğimizin en iyisini yapmaktan söz ediyorum.

Kurtulmuş’tan samimi açıklamalar

Hükümet uyuşturucuyla mücadele konusunda kapsamlı bir çalışma başlattı. Yeni bir hamle… Toplumsal farkındalık ve duyarlılığın artırılması çok önemli.

Yeni dönemde bu hayati konuya öncelikli mesai veren Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile konuştum dün.

İşte Kurtulmuş’un VATAN’a yaptığı özel açıklamalar.

Mesele hepimizin meselesi

- Uyuşturucuyla mücadele, bütün toplumu ilgilendiren, siyasi görüşü, yaşam tarzı ne olursa olsun herkesi yakından ilgilendiren, çok önemli bir milli mesele. Hepimizin çocukları, torunları hayati bir potansiyel tehdit altında. Dolayısıyla, burada samimiyetle, hepimiz işin bir ucundan tutmak zorundayız.

- Siyasetçiler, iş dünyası, spor dünyası, sanat dünyası, medya, eğitim dünyası; herkesin bulunduğu yerden bu mücadeleye katkıda bulunması lâzım.

- Bu mesele sadece polisiye tedbirlerle önlenebilecek bir mesele değil. Tabii ki, uyuşturucunun her türüne ulaşımı imkânsıza yakın hâle getirecek polisiye tedbirleri almamız lâzım ama sonuçta sadece bu önlemlerle kesin sonuç almak mümkün değil.

- Bu konuda toplumsal duyarlılığı artırmamız gerekiyor.

İstatistikler bizi aldatmamalı

- Geçen AMATEM’e gittim; çok güzel başarı öyküleri de var orada. Bunları artırmamız lâzım.

- AMATEM’lerdeki başarı oranımız yüzde 38 civarında. Mesela Avrupa’da yüzde 9’larda bu oran. Evet dört katı civarındaki yüzde 38, bir başarı gibi görünüyor ama bunu tersinden okursak, yüzde 60’ından fazlasının da maalesef geri döndüğü anlamına geliyor bu.

- En tehlikelisi kimyasal, ucuz, işte bu ‘bonzai’ gibi sentetik uyuşturucular. Bir bulaşan, maalesef çok zor kurtuluyor.

- İstatistiklere baktığımızda, bizim durumumuz batı ülkelerinin birçoğuyla kıyaslanmayacak derecede iyi aslında bir yandan da. Ama bu bizi aldatmamalı.

- Bizim en büyük avantajlarımızdan biri, eskiye göre zayıflamış olmasına rağmen, hâlâ aile yapımız güçlü, hâlâ mahalle, komşuluk ilişkileri güçlü, okul yapısı güçlü. Bunlar gibi, uyuşturucuyla mücadelede avantaj sağlayacak güçlü yanlarımızı çok iyi kullanmamız lâzım.

Özel rehabilitasyon köyleri kurulacak

- AMATEM’de arındırılma denilen, yani uyuşturucu kullanmış sonra vazgeçmiş insanların yaşadığı süreçler var. Bu süreçlerde de herkesin; çevrenin, ailenin, mahallenin, okulun, din adamlarının, spor adamlarının, sanatçıların, herkesin büyük desteğine ihtiyacımız var.

- Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin farklı yerlerinde, Uyuşturucuyla Mücadele Köyleri gibi bir takım projeleri gerçekleştirmemiz lâzım. Bu köylerde, çocukların, gençlerin bu arındırılma sürecini tam bir rehabilitasyon şeklinde yaşamaları mümkün olacak. Kurtulanların da iş imkânlarına kavuşacakları ortamların onlara sunulması lâzım.

- Yerele hâkim olup halkla doğrudan, bire bir temas kurma imkânları bulunduğu için belediyelerin çok önemli bir fonksiyonu var bu mücadelede.

- Mesela Ankara’da Altındağ Belediyesi bu konuda bir ekip kurmuş ve çok başarılı çalışmalar yapıyor. Böyle örnekleri çoğaltmamız lâzım. Belediyelerin de bu işin içinde olması çok önemli.

- Tabii sonuçta dediğim gibi, bütün bunları yaparken bir yandan da uyuşturucuya ulaşımı, erişimi imkânsız hâle getirmemiz gerekiyor.

Sigara, uyuşturucunun altlığı gibi

- Üzerinde çalışmamız gereken bir başka çok önemli konu da sigara bağımlılığı. Vakaların geneline baktığınızda bu noktanın önemi çıkıyor ortaya. Mesela 14 15 yaşındaki çocuk uyuşturucuyla tanışıyorsa, bu çocuk mutlaka 10 11 yaşlarında sigaraya başlamış oluyor. Vakaların yüzde 90 95’inde bu böyle. Yani sigara bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığının bir nevi altlığı gibi. Doğrudan uyuşturucuya başlayan çok az. Çok büyük bir kısmı çok küçük yaşlarda sigara bağımlısı oluyor, ardından uyuşturucu geliyor.

- Sonuç olarak, bu konuda farkındalığı artırmamız, 24 saat bir alarm vaziyetinde bütün toplumun bu konuyu gündemine alması lâzım.

- Bu çok zor bir iş. Bir de çok hızlı, geometrik büyüyor. Mücadele kolay değil ama hep beraber, ciddi, kararlı, samimi ve sistemli çalışarak başarmamız gerekiyor bu işi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.