‘Bir Uzak Düş’
“Uyku. En iyisi. Hiçbir şey hissetmiyor insan. Ölüyor. Ne bir acı. Ne bir keder. Hemen geçiyor zaman. Ölüler için de böyle mi acaba?” diye sormuş Yusuf Çopur ‘Bir Uzak Düş’ adlı yeni kitabında.
Babalarını kaybettikten sonra anneleri de kendilerini terk eden ve ayrı ailelerin yanına verilen iki kardeşin buruk öyküsünü anlatıyor Çopur. Yitik kahramanlar olan bu iki genç insan ne yaparlarsa yapsınlar yaranamadıkları, sevemedikleri, karşılığında onları bir türlü bağrına basmayan bir dünyayı ‘yine de’ anlamaya çalışıyorlar. Yoksulluk ve yalnızlık yaşamlarının ana çizgisi olan bu iki kardeş savruldukları bir dünya içinde tutunacak bir yer, cılız da olsa bir dal arıyor.
Düşler galiba, insanın bulunduğu yer, yetiştiği coğrafyaya göre şekil alıyor. Yoksulluğun içine karıştığı bir coğrafyada düşlerin azmanlaşıp bendini aşması da pek mümkün olamıyor sanırım.
Kitabın kahramanları Hüseyin ve Ömer’in öyküsünü okurken Hatay’dan gelen haberlerle günün içine dağılıyorum. Ve yine aklıma ilk önce çocuklar ve kadınlar düşüveriyor.
Sorumsuz cümleler
Yetkililerin ‘ölenlere rahmet, yaralılara şifa’ dilediği televizyon ekranlarının suniliği, şimdilerde billboard’ları kaplayan ve ‘dinozoru dize getiren’ insanın yeni yaşam keşiflerine denk düşemiyor ne yazık ki. Çağımız insanının dize getirebilecekleri kadar dile getirmesi mümkün olamayan kimi gerçekleri üzerine doğru kayıyor düşüncelerim.
Bu ülkede sorumsuzca sarf edilmiş cümlelerin eşliğinde hâlâ insanlar ölüyor. Ölmeye devam ediyor. O sorumsuz cümleler... Gelirim, gösteririm, ödetirim, yakarım, yıkarım cümleleri...
Kefareti asla ödenmeyecekmiş gibi düşünülen, kimi kez dinozorları bile dize getirebileceğine inanan bir ‘güç’ hezeyanının cümleleri onlar... Zenginlik, bolluk ve güç sarhoşluğu esnasında savrulmuş cümleler topluluğu. O her sorumsuz cümleye düşüverense sadece kendi hâlinde bir insan canı...
Söz bitmez
Yine de söz bitmez. O sorumsuz cümlelerin sahiplerine edilecek bir başka cümle olmalı. Gideni geri getiremese de yeni canları ölü canlara dönüştüremeyecek birkaç sözcük...
Ekran diline alışmış zihinlerimizden süzülen birkaç sözcük örneğin; ‘kontrolsüz güç güç değildir,’ gibisinden bir cümle. Dahası da var, var olmasına ama yeri burası değil.
Uzak düşlere zenginler kadar yoksulları, zengin düşleri kadar yoksunlukla yoğrulmuş düşleri de katabiliyorsanız... Güç budur işte.
Ölülere rahmet diliyor yetkililer derin bir uykunun faziletinde gezinir gibi. Üstelik buna inanıyor ve dahası buna inanmamızı arzu ediyorlar. Ne yazık ki gerçek, ‘arzu etmeler’ ülkesini pek sevmiyor.
Suriye’yi suçlamaya devam edelim şimdi... Sorumsuz cümlelerin sorumluluğunu soluksuz kalmış bir ülkenin üzerine atalım. Türkiye’nin böylesi bir arbedenin ülkesi olmadığını ise hiç düşünmeyelim, olur mu?
Aynı yetkililer zamanında savaş çığlıklarına rahmet dileselerdi bugün bu hazin tabloyu yaşamayacaktık.