Tezatlar
Halil 17 yaşında. Kendi gücüyle çektiği çöp arabasıyla yaşıyor. Ayağında ayakkabısı yok. Hayal bu ya, bir gün, günübirlik de olsa bir adaya gitmeyi istiyor. ‘Kınalı olabilir mi?’ sorusuna öylece bakıyor.
Ahmet... O da Halil kadar. Bir keresinde Kınalıada’ya gitti. Kendisi gibi arkadaşlarıyla. Bindikleri deli motorda cep harçlığı sadece simit almaya yettiği için simit yediler.
Vuslat kendini bildi bileli Kınalıada’da. Aslen Malatyalı. İşi, sahilin en çılgın dalgalı kıyısındaki en cılız plaj koltuklarına ev sahipliği yapmak. Keyfi, eh işte. Koltuk başına beş lira alıyor; kabin dahil.
Masum, bir ada köpeği. Öğle vakti tüyleri eprimiş bir halde bir palmiyenin gölgesine küt diye atıveriyor kendini. Şekerleme yaptığı sırada karşısında öylece yatan İstanbul’a, onun o görgüsüz dev binalarına bakıp cık cık cık bile etme ihtiyacını duymuyor. ‘Bunu dert etmesi gereken ben değilim’ dercesine.
Günay, bir kaptan. Kısaca Günay Kaptan. Son yıllarda çok sinirli. Şehir hatları vapurunda kaptanlık yapamamanın hüznü, zamanla onda bir ezikliğe dönüştü. Bu yüzden adaya uğradıklarında aşırı gergin oluyor. Yolcuların yarısını almadan, tornistan, sonra gaza basıp gidiyor. Çalıştığı şirket onu kovmaya hazırlanıyor. Günay Kaptan ‘Siz ne bilirsiniz be’ diyor. ‘Denizi siz ne bilirsiniz? Denizde her şey yuvarlaktır’ dese de kendisi son cümlesinin antitezi durumunda. Günay Kaptan sivri, ters bir adam.
İffet. Bir bankada çalışıyor. Günay Kaptan’ın yolcularından biri, o gün adaya uğruyor. Yol boyunca Günay Kaptan’ın bezginlikle gerginlik arasına sıkışmış keskin deniz manevralarından hafif hafif midesi bulanıyor. ‘Neydi o yolda tekneleri falan sollamalar; Allah aşkına, denizle şaka olur mu?’ deyip deyip duruyor. Hayatı çok ciddiye alanlardan bu İffet.
Osman, denizle şaka olmayacağına inanan bir güvenlik görevlisi. Sadece denizle olsa iyi... Ona göre hayatı hayat kılan sadece Bekçi Murtaza’lar. Bekçi Murtaza’nın adını hiç duymamış ama olsun. İşi Kınalıada’nın en abiye kulübüne ev sahibi pozuyla sahip çıkmak. Gelen gidene afra tafra ile hava basmak, buraya herkes giremez diye ukala dümbeleği laflar etmek.
Ve İffet’le Osman karşılaşıyor. İffet o dakkaya kadar Halil, Ahmet, Vuslat ve Masum’u tanımış durumda. Günay Kaptan konusunu ise hiç açmak istemiyor. Yürüye yürüye Osman’ın oraya varıyor. Şu adanın en afili kulübüne. Ve yapmaması gereken bir şey yapıp kutsal kulüp toprağına adımını atıyor. Osman o sırada taş kesilmiş durumda! Nasıl olur da yabancı bir madde buraya adım atabilir sorusu beyninde Günay Kaptan’ınkine benzer dalgalar yaratıyor.
Bu yüzden İffet’in öylesine, ‘buraya nasıl üye olunur?’ sorusunu ‘burası nasıl ele geçirilir?’ sorusu olarak algılıyor. Hiç tanımadığı halde Halil, Ahmet, Vuslat ve Masum’u da orada hayal ediyor ve tansiyonu düşer gibi oluyor. Bereket hemen kendini topluyor ve ‘buraya üye olmak o kadar kolay değil’ diyor ve sonra bombasını patlatıyor ‘Detayları şööööyle uzakta, dışarda konuşalım!’
Palmiye ağacı. Kendini bildi bileli adalı. Uzaktan kıl oğlu kıl Osman’ı ve Osman’ı, derken şu çalımlı kulübü bile ciddiye alan İffet’i seyrediyor. Huzursuzca bir sağa bir sola sallanıyor. ‘Hayat eşittir hey gidi Osman, sana bu rezil sistemin içerisinde vezir olamazsın diyenin alnını karışlarım’ diyor.
Masum, dönüp altında yattığı palmiyeye bakıyor. ‘Bu palmiye deli mi ne!’ diye aklından geçiriyor. Sonra şekerlemesine devam ediyor; ‘tüm bunları dert etmesi gereken ben değilim’ dercesine.