Ağacın Sesi
'Şu var, Bir ağacı dinlemenin yolu değil bu: Kulağınızı dayayacaksınız gövdesine, gövdesinin değişik yerlerine. Başkalarına aktaramazsınız işittiklerinizi belki (kesin değil)....’
Enis Batur (Dalgınlık Kursları, Kırmızı Kedi Yayınevi)
***
‘Ağacın Sesi’ adlı kısacık denemesinde Enis Batur bizi alır başka bir kıyıya bırakır. İlkin Paris Luxembourg bahçesinde onu karşılayan ‘dehşetengiz’ bir ağaçtan bahseder bize. Sonra Giuseppe Penone’nin bir kitabına ve kitabı tamamlayan CD’ye değinir. O CD’de, İtalyan sanatçının farklı türden on dört ağaca vurarak elde ettiği farklı sesler içinse yazımın başında yer alan cümleleri söyler. Sanki hepimizi ‘görebilmemiz ve kendimizi yoklamamız için’ özel bir yolculuğa davet etmektedir!
Her gün elimizin altından kayıp giden bir kentte bunları düşünürken bir asansörde karşıma çıkan kadının kızgın bakışları karşısında irkilirim! Ve başlarım düşünmeye: Onu dehşetengiz bir ağacın apansız sürprizlerini keşfetmekten alıkoyan nelerdir diye. Yoksulluklar, yoksunluklar, talihsizlikler, adına kısmet denilen tesadüfler, kesişmeler, buluşamamalar, dar açılar, riskler, tahakkümler, hepsi geliverir aklıma. Bunları düşündüğümde, asansörden inerken yüzüne bakıp gülümseyerek ‘iyi günler’ derim ona. O ise homurdanmasını sürdürür. O zaman hangimiz en yalnız olanızdır, bilemem. Ağaçlar mı, bakıp bakıp göremeyenler mi?
Bunu anlatmaya çalıştığım başka biri çıkar ve tüm kalpsiz zamanlarına eşitlenebilecek bir cümleyle ‘her şeyin başı siyaset’ der. ‘Neden yazdıklarında, yazdıklarınla siyaseti gölgeliyorsun?’
O zaman ‘ben siyasetçi’ değilim demek yerine, kulak verip dinlediğim bir kitaptan bahsetmek isterim ona (onu biraz daha sinir edeceğimi bile bile!). Üstelik resimli bir çocuk kitabıdır bu. (Eyvahlar olsun!) Rocio Bonilla’nın ‘Dünyanın En Yüksek Kitap Dağı’ çalışması, hep uçmak isteyen bir çocuğun gözlerinden şiirsel bir merakla uçmayı sorgulatır. Sahi uçmak nedir? Kitabın büyüsel desenleri arasında gezinirken, uçmanın kitaplarla buluşmak olduğunu anlatır bize satırlar. Hayal gücünün insan ömründeki karşılığını, bu ömrü aşan tınısını, o tınının insanı nerelere taşıyabileceğini ve bunun nasıl mucizelere gebe olduğunu. Mucize, cesaret edebilmektir der kitap bize. Cesaret edebilmektir! Farkında olabilmeye, farklı olabilmeye, farksızlığı göğüslemeye, farkındalıkla böbürlenmemeye, anlamaya, çoğunlukla anlamanın yetmeyeceğini bilmeye, yine de yola devam etmeye; evet velhasıl tüm bunları fark etmeye cesaret edebilmektir. (der kitap, sanırım ben de!)
Tüm bunlar hayatımızda olabilseydi bugün yaşadığımız ‘tüm bu siyasi’ açmaz ‘açmaz’ olarak kalır mıydı diye sormadım o başka birine. (Onun zaten bu anlattıklarımı dinlemeye hiç ama hiç niyeti yoktu.)
Ya siz?