Şampiy10
Magazin
Gündem

Bir efsane doğuyor

Geçtiğimiz günlerde, Philipp Plein defilelerinin Milano yerine New York moda haftasında gerçekleştirileceği haberini aldık. Çok kısa sürede eşi görülmemiş bir başarı hikayesi yazan genç tasarımcının, önünü görmekte zorlanan bir moda haftasında yer almayı tercih etmesi, o gün bu gündür kafamı kurcalıyor. Elbette bu transfer, giderek sıkıcılaşmaya başlayan ve Marc Jacobs gibi isimler sayesinde eğlencesini korumaya çalışan New York moda camiasına ilaç gibi gelecektir. Defilelerinde devasa kamyonlarla arabaların üzerinden geçen, eğlence parklarında gördüğümüz hız trenlerini podyuma taşıyan, Fergie ve Snoop Dogg gibi isimlere sürpriz performanslar yaptıran ve bu sayede sadece bir koleksiyon değil, bir marka dünyası sunan Philipp Plein’in eğlence denince ilk akla gelen isim olduğu kesin.

Bu da yetmiyormuş gibi sıradan tüketiciye ulaşmayı reddeden birisinden söz ediyoruz. Beyrut’tan Beverly Hills’e kadar onlarca şehirde etiket fiyatı yüzbinleri bulan parçaları başarıyla pazarlayabilen bu ‘lüks-makinesi’ Messi ve Ronaldo gibi isimlerin ve tabii ki ultra zengin televizyon yıldızlarının da favorisi. Hal böyle olunca, Milano’da klasikleşen şıklığın karşısında bir alternatif yaratmaya çabalamak zaman kaybı gibi görünüyor. New York ve dolayısıyla bütün bir kıtadaki eğlenceye aç zenginler, Philipp Plein müşteri listesine bir bir ekleneceğe benziyor.

Şampiyon belli

Futbolla aramın çok iyi olduğunu söyleyemem. Yıllardır taraftarı olduğum takımın oyuncularını saymamı isteseniz, muhtemelen onu bile beceremem. Ancak pek çok hemcinsimi kıskandıracak şekilde San Siro’da, Anfield’da efsane karşılaşmalara şahit olmuşluğum da var. Tabii ki işi moda yönünden ele almak için oralarda olduğumu tahmin etmişsinizdir.

Bazen takımların sunduğu yeni forma tasarımlarına gözüm ilişir, bazen bir takımın büyük bir moda markasıyla anlaştığı haberi gelir. Karşılaştığım son haberse Galatasaray ve HUGO BOSS iş birliğiyle ilgiliydi. Yeni bir haber değil, öyle çok farklı bir detay da olduğunu söyleyemem; ancak, karşıma çıkan fotoğraftaki futbolcular o kadar şık görünüyordu ki bir an kendimi bol yıldızlı yabancı bir takımın fotoğrafına bakıyormuş gibi hissettim.

Ligde durumlar ne bilemem, anlamam. Stil söz konusu olduğundaysa 3 puanın sahibinin Galatasaray olduğundan eminim.

Partiye hazır mısınız?

Kendi adıyla kurduğu ayakkabı markası aracılığıyla moda dünyasında hükmünü sürdüren Amerikalı oyuncu Sarah Jessica Parker, online alışverişin kalelerinden Net-a-porter için özel bir koleksiyon tasarladı. Bu haberi duyunca hemen heyecanlanıp 16 parçalık koleksiyondan yenilikçi bir tasarım ya da çığır açan bir silüet beklemeyin. SJP by Sarah Jessica Parker koleksiyonları klasikleri yeniden yorumluyor ve kadınlara yakın hissedebilecekleri ayakkabılar sunuyor. Belki de tam da bu yüzden, koleksiyonlar yok satıyor.

Hem Sex and the City dizisindeki karakteri hem de kendisi ayakkabı tutkunu olan oyuncunun verdiği son röportaj da bu yönünü bir kere daha gözler önüne seriyor. Yayınlanan röportaj videosunun bir bölümünde Sarah Jessica Parker ayakkabıları çok sevdiğini ve yıllar içerisinde markalardan binlerce ayakkabı ödünç aldığını itiraf ediyor.

Pek çok kadının hayal bile edemeyeceği sayıda ayakkabıyla oyunculuk kariyerinde sağlam adımlar atan Parker, moda kariyerinde hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir partiye hazır. Peki ya siz?

Yazının devamı...

Trump etkisi

Malum, Amerikan Başkanlık seçimleri birkaç gündür hepimizin dilinde. Olayı farklı yönlerden ele alan onlarca haber okusak da benim en çok dikkatimi çeken, süreç boyunca yapılan moda haberleri oldu.

Gün geldi başkan adayı Hillary Clinton’ın tasarımcı tercihleri konuşuldu, gün geldi gardırobuna ayırdığı bütçe başlıklara taşındı. Seçimi kaybettiği gün yaptığı açıklama sırasında giydiği ceket pantolon takımından bile çok derin anlamlar çıkartıldı.

Karşı tarafta ise başkan adayı Donald Trump’ın bir dönem modellik yapmış eşi Melania Trump vardı. Kendisiyse moda tercihlerinden çok yaptığı konuşmalarla ve hakkında pek bir şey bilinmemesiyle gündemdeydi. Ta ki seçim sonuçları açıklanana kadar.

Amerika Birleşik Devletleri’nin ‘first lady’ makamında dört sene geçirmeye hazırlanan Melania Trump, önceki gün Beyaz Saray’a ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Ev sahibi, tahmin edebileceğiniz gibi Michelle Obama’ydı. Geçtiğimiz yıllarda moda tercihleri sıklıkla konuşulan, prestijli dergilerin kapaklarında Amerikan tasarımları içinde görmeye alışkın olduğumuz Michelle Obama’nın bu buluşmaya birkaç sayı önde başladığını söylemek mümkün.

Narciso Rodriguez tasarımı mor üzeri turuncu detaylı bir elbise tercih eden Michelle Obama’nın verdiği mesaj bir hayli net. Zira Rodriguez Küba kökenli bir tasarımcı ve ailesi yıllar önce Amerika’ya göçmen olarak gelmiş. Bu tercih, Donald Trump’ın kışkırtıcı politik duruşuna bir cevap niteliğinde değil de ne?

Kampanya sürecinde renkli tercihlerini gördüğümüz Melania Trump ise buluşma için siyah bir elbise seçmişti. Elbisenin tasarımcısının kim olduğunu bilmiyoruz; çünkü, şu aşamada moda evleri ve tasarımcılar Trump ismiyle yan yana gelmek konusunda bir hayli titiz davranıyorlar. Ancak siyah renk tercihi Melania Trump’ın daha ilk günden ciddiye alınmak istediğini anlatıyor gibi.

Önümüzdeki dört sene boyunca bolca konuşacağımız Melania Trump’a moda dünyasına yeniden ‘Hoş geldin’ diyelim.

The Beatles ruhu tasarımlarda

90’lı yıllarda moda sahnesine adım atan Stella McCartney, ilk erkek koleksiyonuyla karşımızda. The Beatles grubu üyelerinden efsane müzisyen Paul McCartney’nin kızı olan tasarımcının bu mirası ihtiyaç halinde kullanmaktan çekinmediğini biliyoruz.

Örneğin mezuniyet defilesinde Kate Moss ve Naomi Campbell gibi isimleri podyuma çıkartması ve erken dönem tasarımlarını en havalı butiklerde satışa sunması moda dünyasına bazı ipuçları vermişti. Tasarımcının yeni hamlesi olan erkek koleksiyonu da bu mirastan beslenmişe benziyor.

Abbey Road Stüdyoları’nda tanıtılan erkek koleksiyonu, The Beatles döneminin bohem dokunuşunu yansıtıyor. Tasarımcının babasına ait bazı parçaları tozlu raflardan çıkartmasıyla ilk adımı atılan koleksiyondaki kargo pantolonlar, çoraplarla giyilen sandaletler ve bol kesimli tunikler, erkeklere rahat ve özgür bir görünüm sunmayı amaçlamış. Vejetaryen tasarımcının organik malzemeler kullanması ve sürdürülebilir üretim yöntemlerini tercih etmesi de dünyayı kucaklayan The Beatles dönemine bir gönderme olarak görülebilir.

Bakalım erkekler,

Stella McCartney tasarımlarını yeterince ilgi çekici bulacak mı?

Yazının devamı...

Yeni yıl, yeni boyut

Yılbaşı hızla yaklaşadursun, istisnasız bütün markalar müşterilerine farklı deneyimler sunmak ve bu sayede satışlarını arttırmak için yarışmaya devam ediyor. Bu da yetmezmiş gibi yurt dışında sıklıkla uygulanan ‘Black Friday’ ve ‘Cyber Monday’ gibi indirim günleri bu sene 25 ve 28 Kasım tarihlerine denk geliyor. Bu tür özellikli günler de yılbaşı alışverişine dahil edilmeye başladığından beri yeni yıl coşkusu iki aylık bir eziyete dönüşüyor. Ne yalan söyleyeyim, şu dönemde beni mutlu eden şey insanların birbirini ezdiği indirimler ya da ardı ardına gelen bildirimler değil, ışıltılı vitrinler.

Mağazaların yılbaşı için hazırladıkları vitrinleri ve özel sunumları her sene daha büyük heyecanla bekliyorum. Çünkü artık vitrine ışıklı bir ağaç koymak ya da raflar arasında suni kar yağdırmakla yetinmeyen markalar eğlencenin ve yaratıcılığın sınırlarını zorluyor.

Galeries Lafayatte’in sanatçı Lorenzo Papace ile hazırladığı çalışma da yeni yıl kutlamalarına yeni bir boyut katanlardan. Mağaza içerisinde beyaz kağıtlar kullanılarak bir çocuğun hayal dünyasından fırlamışa benzeyen bir dünya yaratılmış. Ancak iş, kağıttan hazırlanmış dev bir yılbaşı ağacı veya onu çevreleyen dekorla kalmamış. Mağazayı ziyaret eden kullanıcılar, telefonlarına indirebilecekleri uygulama sayesinde 3 boyutlu deneyim yaşayacaklarmış. Telefon ekranında kutup ayılarının karda keyifli oynayışını veya mağaza içerisinde lapa lapa kar yağışını izleyebilen ziyaretçiler, bu uygulama sayesinde her gün farklı indirimler veya hediyelerle de karşılaşacakmış.

Ardı ardına e-postalar atarak ilgi çekmeye çalışan marka veya mağazalar yerine ziyaretçilerini deneyimin içerisine çekerek kalıcı bir iletişim gerçekleştirmeyi deneyen Galeries Lafayette’in bu ‘sihirli’ çalışması uzun süre hafızalardan çıkmayacak gibi.

Dünya markası olmak

Türk moda markalarının farklı ülkelerde görünür, bilinir hale gelebilmek için ne kadar uğraştığını düşünürseniz, bir markanın ‘dünya markası’ olmasının arkasında nasıl geniş çaplı bir çalışmanın olduğunu tahmin edebilirsiniz. Üstelik bu çalışmayı sadece bir kere gerçekleştirmeniz yeterli olmaz; küresel bir oyuncu olabilmek için sık sık tekrarlanan, farklı çalışmalar denemelisiniz.

Geçtiğimiz sezon dünyanın 7 farklı şehrinden ilham alarak 7 çanta tasarlayan, sonrasında da bunu bir yarışmayla taçlandıran VERSACE, bu sezon ‘şehir şehir gezme’ fikrini bir adım öteye götürmeye karar vermiş. Dünyayı gezen ‘jet-set’ kadınlardan yola çıkılarak ‘The World Is My Beat’ adlı bir video serisi hazırlanmış. Beijing, Hong Kong, Milan, New York ve Tokyo gibi marka için önemli şehirleri konu alan videolarda hem Donatella Versace’nin şehirlerle ilgili yorumları hem de markanın o şehirdeki sokak stilini nasıl ele aldığından örnekler yansıtılmış.

Yeni proje aracılığıyla marka kadınlara, dünyanın hangi önemli şehrinde olursa olsun, kendi ürünleriyle o şehrin en şık kadını olabileceğini anlatmaya çalışıyor. Ne kadar büyük bir vaat değil mi? İşte bu sayede, hem New York’taki hem Beijing’deki kadınlara hitap ederek dünya markası olunuyor. Darısı Türkiye’de doğup büyümeye çalışan markaların başına.

Yazının devamı...

Instagram’da alışveriş dönemi

Son birkaç yıldır sosyal medyanın göz bebeği haline gelen Instagram, en son özelliği olan ‘alışveriş yapılabilir paylaşımlar’ ile giderek büyüyen bir alana adım atmaya hazırlanıyor. Hepimizin bildiği gibi uygulama, üzerinde bağlantı paylaşılmasına izin vermiyordu. Bu nedenle moda markaları, yerli ve yabancı bazı ek uygulamalar aracılığıyla kullanıcıların alışveriş yapılabilmesi için farklı yollar geliştiriyordu.

Ancak giderek genişleyen mobil alışveriş dünyası karlı bir fırsat olarak görülmüş olacak ki uygulama, işleri kendi eline almaya karar vermiş. Yakın zamanda hayatımıza girecek olan yeni özellik sayesinde artık herhangi bir Instagram fotoğrafında gördüğümüz ve beğendiğimiz ürünlerle ilgili marka ve fiyat bilgisini doğrudan fotoğraf üzerinde bulabilecekmişiz.

Anlayacağınız artık fotoğrafların altına “Çanta nereden?” veya “Ayakkabılar çok güzelmiş; ne kadar?” gibi yorumlar yazmak yok. Onun yerine bir tıkla detayları öğrenmek, bir tıkla sepete atmak var.

Kulaktan kulağa

Kendall Jenner ve Naomi Campbell isimlerini yan yana görmeye alışığım; ancak, denkleme bir de will.i.am girince kafamın karıştığını söyleyebilirim. Benim gibi bu üç ismin nasıl bir araya geldiğini merak ettiyseniz teknoloji, müzik ve stili buluşturan yeni bir ürünü keşfetmek üzeresiniz.

Önce will.i.am ile başlayalım. Black Eyed Peas grubuyla tanıdığımız müzisyen, bir süredir teknoloji ürünleri alanında yatırım yapıyor. Son olarak piyasaya sunduğu Buttons adlı kablosuz kulaklıklar sayesinde gündeme gelen will.i.am işte tam da bu noktada Kendall Jenner ve Naomi Campbell ile buluşuyor. İki top model, hem bu kulaklık markasının ortağı hem de reklam kampanyasının yüzleri olarak karışımıza çıkıyor.

Apple için özel olarak üretilen dört versiyon da dahil toplam sekiz farklı versiyonu olan bu şık kulaklıkların önümüzdeki günlerde Kendall Jenner’ın Instagram ve sokak stili fotoğraflarında sıkça görüneceğinden eminim. Ancak 799 TL’lik fiyatıyla insanı birkaç kez düşündüren Buttons kulaklıkların gerçek hayata ne kadar hızlı karışabileceğinden emin değilim.

Sneaker aşkına

Sneaker tipi ayakkabılar, moda severlerin hayatında ayrı bir yere sahiptir. Her türlü bütçeye hitap edebilen, bu nedenle her tipte moda severin kendisine göre bir model bulabildiği sneaker dünyasındaysa rekabet bakidir.

Online satış sitesi eBay’in ‘En Popüler Sneakerlar’ listesini açıklamasıyla birlikte ortalık bir hayli hareketlendi. Sitenin 2016 yılı içerisinde bugüne kadar gerçekleştirilen satış ve aramalardan yola çıkarak hazırladığı listede ‘en değerli’ sneaker modeli adidas Yeezy 750 Chocolate olmuş. Yeezy koleksiyonundan 5 ayrı modelin listenin üst sıralarında yer alması, zaman zaman eleştirilen Kanye West’in aslında çok da kötü bir iş çıkartmadığını gösteriyor.

eBay’in ‘en çok satılan’ listesindeyse üst sıralarda Nike Roshe One, Nike Air More Uptempo ve adidas NMD Triple White yer alıyor. İki listenin ortak özelliğiyse, Nike ve adidas dışındaki markalara ait sneaker modellerinin listelere girememesi.

Yazının devamı...

Saraydan Ekrana: The Crown

İngiliz politika dünyasının ve kraliyet ailesinin son 60 yılını anlatacak dev bütçeli dizi ‘The Crown’, Netflix’te yayın hayatına başladı.

Dizinin prömiyeri için gittiğim Londra’da hem oyuncu ve yapımcılarla buluştum hem de dizi modasına yakından tanıklık ettim.

En asil kırmızı halı

Son dönemin en iddialı yapımlarından The Crown, dünya prömiyerini birbiri ardına patlayan flaşlar, heyecanlı bir şekilde kameralarla şakalaşan oyuncular ve kırmızı halıyı korumakla görevli kraliyet askerleri eşliğinde gerçekleştirdi. Ben de kırmızı halının nabzını tutmak üzere Londra’nın simgelerinden ODEON sinemasında düzenlenen bu gecedeydim. Dizide Kraliçe Elizabeth’in gençlik yıllarını canlandıran Claire Foy, geceye Erdem Resort 2017 koleksiyonundan bordo üzeri altın rengi işlemeli bir elbiseyle katıldı. 1930’ların doğu ve batı kültürlerini sentezleyen koleksiyondan seçilen bu parça, dizinin başlangıç yıllarını anımsatması ve ‘asil’ duruşu rahat bir kesimle buluşturması nedeniyle büyük beğeni topladı. Prens Philip rolünü üstlenen Matt Smith, lacivert Ermenegildo Zegna takım elbisesiyle kırmızı halıya adım attığı anda bütün gözlerin kendisine çevrildiğini söyleyebilirim. Smith’in kırmızı halı görünümünde örgü bir kravat tercih etmesiyse erkekler için bir trend alarmı olarak görülebilir. Kraliçe Elizabeth’in kız kardeşi Prenses Margaret rolüyle sıkı bir performans sergileyen Vanessa Kirby’nin kırmızı halı tercihiyse nane yeşili bir Emilia Wickstead elbiseydi. Tasarımcının kraliyet ailesinin gerçek üyeleri tarafından sıklıkla tercih edildiğini düşünürsek bu elbisenin tam isabet olduğunu söyleyebiliriz. O kadar ki kendisini kırmızı halıda gördüğümde gerçek bir prenses olduğunu düşündüğümü itiraf etmeliyim.

Sayılarla ‘The Crown’

4 Kasım’da ilk sezonuyla karşımıza çıkan The Crown, Netflix’in bugüne kadarki en büyük bütçeli yapımıymış. Kulislerde dizinin bütçesinin 100 milyon sterlinin üzerinde olduğu konuşuluyormuş. Hem Londra’daki tarihi mekanlarda hem de Elstree Stüdyoları’ndaki muazzam setlerde çekilen dizinin yapım ekibinde günlük olarak 100’den fazla kişi çalışıyormuş. Kraliçe Elizabeth’in düğün sahnesinde kullanılan gelinliğin aslına en uygun şekilde hazırlanabilmesi için 6 tasarımcı, 6 haftalık bir çalışma gerçekleştirmiş. Londra’nın ikonik mağazalarından Liberty London ile 13 Kasım’a kadar sürecek bir iş birliği gerçekleştirilmiş. Eğer önümüzdeki günlerde yolunuz Londra’ya düşerse diziden ilham alan vitrin düzenlemesini görebilir veya mağazanın ikinci katında yer alan kostüm sergisini ziyaret edebilirsiniz.

Işıltının peşinde

Söz konusu kraliyet ailesini ve İngiltere’nin monarşiyi simgeleştirdiği dönemi ele alan bir yapım olunca, bazı özel mekanları ziyaret etmemek olmazdı. 1735 yılında kurulan ve 164 yıl boyunca monarşiye ‘resmi olarak’ hizmet veren mücevher üreticisi GARRARD da bunlardan birisiydi. Bizi ‘Queen Mary’ salonunda ağırlayan marka temsilcileri, eşsiz mücevher tasarımlarından örnekler sundu ve bazı özel anılarını paylaştı. Pek çok kraliyet mücevherinden sorumlu olan markanın tarihinden dikkat çeken olaylardan birisi, Kraliçe Elizabeth’in düğün gününde gerçekleşmiş. Elizabeth’in düğünü için seçtiği taç, duvağının takılması sırasında kırılmış. Bunun üzerine farklı bir taç kullanılması önerilse de kraliçe özellikle bu tacı kullanmak istediğini söylemiş. Hazinenin en özel parçalarından olan taç hızlı bir şekilde GARRARD atölyesine getirilmiş ve bir saat içerisinde tamir edilmiş. Tabi bu kadar kısa zamanda ancak geçici bir çözüm üretilebildiği için tacın iki yarısı arasında ufak bir asimetri varmış. Yine de kraliçenin bunu pek dert etmediği, düğün fotoğraflarından belli. The Crown dizisinde izleyebileceğiniz bu düğün töreni dahil bütün büyük etkinliklerde adından söz ettiren GARRARD’ın en son gündeme gelişiyse Cambridge dükü William ve Kate Middleton’ın nişan töreniyle olmuş. Daha önceleri Prenses Diana’ya ait olan ve anı olarak saklanan bir safir yüzük elden geçirilerek çiftin nişan yüzüğü haline getirilmiş.

Yazının devamı...

Moda Ödülleri’ne geri sayım

Moda tasarımcısı, üst düzey yönetici veya model; sektörün neresinde olursa olsun herkesin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi, yaptığı işlerin takdir edilmesidir. 1989 yılından beri ‘British Fashion Awards’ adıyla sunulan moda ödülleri, bir bakıma bu ihtiyacı karşılar nitelikteydi. Takvimler 2016’yı gösterdiğindeyse İngiliz Moda Konseyi tarafından sunulan ödüllerin adı ‘The Fashion Awards’ olarak değişti. Bu, artık daha küresel bir ödül yaklaşımının benimseneceğinin işaretiydi.

5 Aralık gecesi ışıltılı bir tören eşliğinde sunulacak ödüllere aday isimler geçtiğimiz günlerde açıklandı. Ancak aday listesi moda otoritelerini pek de memnun etmişe benzemiyor. Ne kadar başarılı olursa olsun, geçtiğimiz yıllarda üst üste aday gösterilen ve ödül kazanan bir İngiliz tasarımcıyı bu seneki aday listesinde dört farklı kategoride birden görmek, ödül töreninin küreselleşemediğini gösteriyor. Hele bir de 41 ülkeden 1,500’ün üzerinde aday adayı söz konusuyken.

Benim açımdan bir sıkıntı olduğunu söyleyemem. Öncesinde kırmızı halı kritiği, sonrasında eğlenceli partiler olan her çeşit ödül törenini izlemeye bayılıyorum. Yeni adıyla ‘Moda Ödülleri’ gecesinin de hem aradığımız yarışma heyecanını hem de kırmızı halı şıklığını fazlasıyla sunacağından eminim. Bakalım yeni isim ve yeni yaklaşım bu ödül törenine daha başka neler kazandıracak?

Snapchat ile devrialem

Genç kitleyi elinde tutmak isteyen markaların aklına gelen ilk uygulama olan Snapchat, lüks moda markaların da vazgeçilmezleri arasındaki yerini koruyor. Bundan birkaç yıl önce Burberry ilk taşı atarak bir defile kulisinden Snapchat paylaşımları yapmaya başlamıştı. Sonrasında Gucci, kendi hesabını Hari Nef’e -bir süreliğine de olsa- devrederek uygulamayı yeniden moda dünyasının gündemine taşımıştı. Son olaraksa FENDI, dünya çapında bir Snapchat turu düzenleyerek uygulamanın kalıcılığının altını çiziyor.

Londra, Roma, Seul gibi şehirlerde gerçekleştirilen çalışmada sosyal medyada etkili kullanıcıların FENDI için ürettiği Snapchat içerikleri bir araya getirilmiş. Bu şehirlerse öyle rastgele seçilmiş değil. Örneğin Paris’te gerçekleştirilen reklam çekimi kampanyası veya Moskova’daki yeni FENDI butiğinin açılışı gibi markayla doğrudan bağlantılı etkinlikler bu projeye dahil edilmiş.

Farklı tipteki marka içeriklerini etkili kullanıcılar aracılığıyla sunmak, bütün olan biteni de bir web sitesi üzerinde toplamak aykırı veya daha önce düşünülmemiş bir iş değil. Ancak işin sunum şekli ve yarattığı dünya, projeyi yakından takip etme isteği uyandırıyor diyebilirim.

Uygulama çağı

Hazır moda dünyası ve uygulamalardan bahsetmişken, benim yakın dönemde liste başı olarak seçtiğim mobil uygulamalarsa şöyle:

MiuMiusic: Bu uygulama yeni melodiler, hiçbir yerde göremeyeceğiniz sanat eseri niteliğindeki görseller ve en son MiuMiu ürünlerini bir araya getirip yaratıcı videolar yaratmanızı sağlıyor.

Emotikenzo: Kenzo X H&M koleksiyonu satışa çıkmadan hemen önce yayınlanan uygulama sayesinde klavyenize bu koleksiyondaki desenlerden ilham alan emojiler eklemeniz mümkün.

Gucci D-I-Y: Markanın mobil uygulaması içerisinde konumlandırılan ‘D-I-Y’ bölümünde, sezonun en popüler çantalarından Dionysus modeli ve model üzerine işlenebilen parçalar eşliğinde bir hafıza oyunu oynayabilirsiniz.

Yazının devamı...

Bir yatırım aracı olarak çantalar

Sex and the City dizisinde bir sahne vardır ki, moda ve ekonomi ilişkisine en sivri zekalı yorumlardan birisini katmıştır. Kahramanımız Carrie Bradshaw’ın dudaklarından şu cümle dökülür: “Paramı görebileceğim bir yerde saklamayı seviyorum; gardırobumda asılı olarak.” Kadınların pek çok kıyafet ve aksesuarı satın alırken bir yatırımcı hassasiyetiyle yaklaşmasından yola çıkan bu cümle, lüks pazarın dengelerinin değişmesiyle yeniden anlam kazanmaya başlıyor.

Bryanboy gibi etrafa para saçan ve bunu paylaşmaktan gurur duyan internet ünlülerinin ‘mantıklı’ bir fiyata tasarımcı çanta alamadıklarını dile getirmeye başlamaları ve ikinci el lüks ürün pazarının giderek genişlemesi, bu alandaki yatırımcıları yeni araçlar geliştirmeye yönlendiriyor. Pek çok web sitesi ikinci el lüks ürünlerin satışıyla ilgilenirken bunlardan bir tanesi, Vestiaire, işi bir adım ileri götürmüş ve kullanıcıların çok ilgisini çekecek bir uygulama geliştirmiş. Web sitesi üzerinden veya mobil olarak kullanılabilen uygulama sayesinde elinizdeki çanta veya ayakkabının ikinci el satış fiyatını kolayca hesaplayabiliyorsunuz. Şimdilik Dior, Hermes, Chanel ve Louis Vuitton gibi 12 lüks marka için hazırlanan bu uygulamaya elinizdeki ürünün yapım yılı, kullanım süresi, malzeme bilgisi gibi verileri girmeniz yeterli. Vestiaire sadece bununla yetinmemiş, elindeki lüks ürünleri satmak isteyen moda severlere de birkaç ipucu sıralamış. Örneğin bir ürünü sezonu geçmeden satmak çok daha fazla kar getiriyormuş. Çantalarsa kıyafetlere oranla çok daha iyi bir yatırım aracıymış.

Küba yeniden

Geçtiğimiz Mayıs ayında Küba’da bir defile düzenleyerek dikkatleri üzerine çeken CHANEL, bu defilede sunduğu ‘Cruise 2016/2017’ koleksiyonun reklam kampanyasını da Küba’da gerçekleştirilen bir çekimle taçlandırdı.

Modellerin üzerlerindeki binlerce dolarlık tasarımların, Küba gibi devlet kontrolünde planlı bir ekonomiye sahip bir ülkede sunulması da fotoğraflanması da bir hayli ironik. Ancak Karl Lagerfeld bu ironiyi yüksek moda anlayışıyla harmanlayıp kadrajına rengarenk Havana sokaklarını da dahil ederek yoluna devam edeceğe benziyor.

Sektör nereye gidiyor?

Her ne kadar dergilerimizin kapaklarında dönemin en popüler isimlerini görüyor, birbiri ardına ışıltılı etkinlikler düzenliyor, alışveriş şenlikleriyle moda sektörünü desteklemeye çalışıyor olsak da bazı söylentiler kapalı kapılar arkasında kalmak yerine gerçeğe dönüşüyor. Nişantaşı’nda Versace dahil birkaç lüks butiğin kapanması, Ralph Lauren’in Türkiye’den çekileceği söylentileri ve C&A markasının duygusal bir veda mesajıyla mağazalarını boşaltması gibi gelişmeler sektörün geleceğini görmemizi engelliyor. İşin sadece mağazacılık kısmı değil, yayıncılık kısmı da kan ağlıyor. Geçtiğimiz yıl büyük umutlarla yayın hayatına başlayan bir moda dergisi bu yıl sadece dijital yayın yapacağını duyururken perde arkasında bütün operasyonun sona erdiği dillendiriliyor. Durum, uzun yıllardır sektörde olan diğer yayınlar için de maalesef çok farklı görünmüyor. Zaman ne gösterir bilemesem de sektörün bir an önce toparlanması en büyük dileğim. Sonuçta bu gemi, hep birlikte keyifli işler üretebildikçe seyrine devam edebiliyor.

Yazının devamı...

Geçmişten alıp geleceğe vermek

Çok duyduğumuz ancak anlamını bir türlü kavrayamadığımız, günlük hayatımıza taşıyamadığımız kelimelerden olan ‘sürdürülebilirlik’ H&M’in yoğun çabaları sayesinde kültürel hayatımızın orta yerine düşüyor. H&M’in kreatif danışmanı Ann-Sofie Johansson ile sürdürebilir modanın geçmişten alıp geleceğe neler verdiğini konuştuk.

3. İstanbul Tasarım Bienali ve H&M nasıl bir araya geldi?

Genç yetenekleri moda sektöründe kalıcı hale getirecek çalışmalar yapmayı ve sektörün farklı alanlarını desteklemeyi seviyoruz. Büyük heyecanla sunduğumuz ‘Geleceği Giydirmek’ projesi de sürdürülebilirlik konusunda uzun süredir devam ettirdiğimiz çabaların bir sonucu olarak gelişti.

‘Geleceği Giydirmek’ bize neler sunuyor?

Projede üç aylık bir atölye ve çalışma sürecinin sonunda, farklı genç tasarımcıların ortaya çıkarttığı sürdürülebilir tasarımları bir sergi ile taçlandırıyoruz. Artık kullanılamaz hale geldiğini düşündüğümüz parçalar, çeşitli atıklar ve çöp olarak nitelendirdiğimiz her türlü malzemeyi yeniden değerlendiriyoruz. Bu sayede doğanın döngüsünü tamamlayan tasarımlar, yine sürdürülebilir bir yaklaşım sergileyen Adahan İstanbul Otel’de sanat ve moda meraklılarıyla buluşuyor.

Birinciye iş imkanı sağladık

Sergi alanının seçiminde de ‘sürdürülebilirlik’ ön planda mı?

Tabii ki... Aksini düşünemezdik bile. Eğer döngüyü tamamlamak kavramından bahsediyorsak malzemelerden üretim sürecine, sunum şeklinden birlikte çalışılacak isimlere kadar herkesin aynı döngüde uyum içinde çalışabileceğinden emin olmalıydık.

Bu sonuca gelene kadar hangi aşamalardan geçildi?

Öncelikle bir çağrıyla genç tasarımcılardan başvuruları topladık. Seçilen isimlerle atölye çalışmaları gerçekleştirdik ve ortaya çıkan sonuçları sektörün farklı alanlarında uzmanlaşmış isimler eşliğinde değerlendirdik. Karşılaştığımız nitelikli işçiliğe sahip ve yaratıcı eserler, hepimizi çok memnun etti. Jürinin uyumlu çalışması sonucu ortak bir kararla birinci olarak ilan ettiğimiz Asude Şenoğlu’nu H&M Üretim Ofisi’nde iş imkanıyla ödüllendirdik.

Sonraki adımlarınız neler olacak?

Açıkçası önceliğimiz, mevcut çalışmalarımızı bir adım daha ileriye götürmek. Moda dünyasında tasarım, üretim ve sevkiyat gibi farklı süreçleri sürdürülebilir hale getirmenin önünde çok sayıda engel var; ancak, bu bizi yıldırmıyor. Aksine, daha büyük adımlar atabilmek için cesaret alıyoruz. Eski modadan yeni moda yaratıyoruz diyebilirim.

Doğa dostu bilinci yayıyoruz

Peki, bütün bunlar fiyatlandırma politikanızı etkiliyor mu?

Elbette organik ipek, organik koton veya geri dönüşümlü polyester gibi maddeler işin doğası gereği daha yüksek fiyatlara sahipler. Bu da fiyatlandırmayı etkiliyor. Ancak iş hacmimizi genişlettikçe ve bu tür uygulamaları daha çok tüketiciyle buluşturdukça fiyatları dengeleme şansımız artıyor.

Bazı ürünlerinizi doğal ve sürdürülebilir şekilde üretirken diğerlerini klasik yöntemlerle üretmek aklınızı karıştırmıyor mu?

Her şeyin adım adım ilerleyeceğini düşünmek lazım. Sürekli araştıran, sürekli geliştiren bir marka olarak bu süreçlerde çok farklı öğrenimlerimiz oluyor ve bunları gelecekteki işlerimizde kullanıyoruz. Kimi zaman yeni bir kumaş kimi zaman verimli bir üretim yöntemi geliştiriyoruz. Bu sayede moda sektöründeki sınırları aşarak doğa dostu bilinci yaymaya çalışıyoruz. Tabii her şeyden önemlisi bunu uzun vadeli, sürekli arkasında durulması gereken bir süreç olarak görüyoruz.

Rakiplerinizde durum nedir? Hızlı moda markaları olarak adlandırılan diğer markaların sizinkine benzer çalışmaları var mı?

Günümüzde pek çok markanın doğa dostu çalışmalar yapmaya başladığını görüyoruz. Bu markaları rakip olarak değil, birlikte değer yaratabileceğimiz, sektörün faydasına işler geliştirebileceğimiz iş arkadaşlarımız olarak görüyoruz. H&M olarak 20 yıllık bir sürdürülebilirlik geçmişimiz olduğunu düşünürsek diğer markalarla rekabet etmek yerine kazanımlarımızla onlara ilham vermeyi tercih ediyoruz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.