Şampiy10
Magazin
Gündem

TSK’da hâlâ kaç FETÖ’cü var?

15 Temmuz tartışmaları bitmiyor. Bitmemesinin sebebi hala o gün ve geceyle ilgili çelişkilerin olması, yapılan konuşmalarda da çelişkilerin devam etmesi. Özellikle Balyoz-Ergenekon sürecinde mahkum konumunda tutulan ve sonunda “kumpas” denilerek serbest bırakılan askerler o günlerde ve bugün yapılmakta olan hataları açıkça anlatıyorlar.

Örneğin FETÖ mağduru Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz “2008-2015 arasında binlerce Cumhuriyetçi askerin TSK’dan temizlendiğini” hatırlatıyor.

15 Haziran 2017’de Eski Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı Ahmet Zeki Üçok “FETÖ halen çok güçlü, TSK’da hala 50 bin FETÖ mensubu var, uygun koşullarda darbe yapabilirler” demiş.

Merak edilmez mi; “FETÖ’cüler devlet kurumlarından büyük ölçüde temizlendi” açıklanmaları yapılırken TSK’da 50 bin FETÖ’cü hala nasıl barınabiliyor?

Özkök’ün tutumu

Ahmet Yavuz aynı zamanda Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün katıldığı 2004 MGK’sında “Gülenciler’in devletin tüm kurumlarında, özellikle TSK, Emniyet gibi en önemli kurumlarda kadrolaştığını” açıklayan bir sunum yaparak uyardığını…

Ancak aynı Hilmi Özkök’ün “kumpas” Balyoz davasında olup bitenden habersizmiş gibi ifadeler kullandığını anlatıyor.

2004 MGK’sında “Gülen cemaatinin, mevcut rejimi yıkarak yerine dini esaslara dayalı bir rejim kurma hedefi, devleti içten ele geçirmeyi amaçladığı” Genelkurmay’ın MGK’ya verdiği raporda mevcut.

Demek ki Özkök ordu içindeki bu tehlikeli yapılaşmayı biliyor ve sadece bir sunum yaparak bekliyor, sonunda da “bu örgütün Balyoz-Egenekon davalarında rol oynadığını” bilmiyormuş gibi, silah arkadaşları yıllarca tutuklanır, ömür boyu ağır hapis cezalarına mahkum edilirken susuyor.

Sorumlu değiller mi?

Yine eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel “Ergenekon ve Balyoz’dan mağdur olan arkadaşlarım için üzüntüm büyük, yüreğim yanıyor” dediği konuşmada 15 Temmuz için “Eğer TSK’dan böyle bir hareket çıkmışsa hepimizin sorumluluğu var demektir. Sayın Cumhurbaşkanı ve ben özür diledik ama yetmez, hepimiz dilemeliyiz” sözlerini de söylemişti.

Orduyu yöneten kişiler, Genelkurmay başkanları, siyasi yöneticiler “devlet kurumlarına çalıntı sorularla giren, nasıl olmuşsa hiç fark edilmeden terfiler verilen, zamanında fark edilip ihraç edilerek yargı karşısına çıkarılmayan” terör örgütü mensuplarından sorumludur.

Zaten Özel de “sorumlu olduklarını” söylemiş.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ise, 2004 MGK’sındaki rapora, Balyoz sürecinde askerlerin detaylarıyla ve hatta isimler vererek yaptığı bilgilendirmelere rağmen “Kimse bu cemaatin darbeye cüret edeceğini tahmin edemedi” demişti.

Oysa ÇYDD’nin kurucusu rahmetli Türkan Saylan, daha 1999 yılında TV’de “Gülenciler’in devleti kuşattığını, asker, polis, vali, öğretmen olarak yayıldığını ve çok vahim bir durum olduğunu” anlatmış.

Onun gördüğünü, devletin, MİT’in görememesi ve Akar’ın 15 Temmuz’a kadar tahmin edememesi nasıl değerlendirilmeli?

TSK’da şu anda kaç FETÖ’cü var, Akar da sayıyı biliyor mu acaba?

Biliyorsa, aldığı önlemleri açıklamalıdır.

Yazının devamı...

Barzani’nin Kürdistan referandumu

Dört-beş gün önce Ak Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk “FETÖ’nün yeni bir kalkışma yapabileceğini” söylediği bir açıklama yaptı.

“Henüz bu örgütün özel yetiştirilmiş, Karlov suikastındaki tetikçileri ortaya çıkmadı…Özellikle Hatay’a dikkat çekmek istiyorum.

Senaryonun en kirli tarafında bir Alevi-Sünni çatışması var. Beraberinde PKK tüm elemanlarını şehirlere indirerek ses getirecek eylemler üzerinden bir Türk-Kürt çatışması oluşturmak istiyor”.

Bu sözlerin üzerinde durulmadı ama Trabzon’un Maçka kırsalındaki PKK çatışması ve Adana’da PKK’nın 15 Ağustos’ta kanlı saldırı planının neyse ki erken ortaya çıkması (ve önlenmesi) bu konuşmadan kısa süre sonra oldu.

Türkiye’de siyaset aynı konulara kilitlenmiş gibi… Bu kadar üzücü terör saldırıları yaşanırken hala parti ve lider çekişmelerinden vazgeçemiyoruz.

Neden Hatay?

Hatay’a dikkat çekilmesi önemli.

IKBY Başkanı Barzani 25 Eylül’de yapacağı “Bağımsızlık, Kürdistan’ın ilanı” referandumundan vazgeçmeyeceğini önceki gün bir kez daha “bağımsızlık dışında bir alternatif yok” sözleriyle anlattı.

AKP Ardahan Milletvekili Orhan Atalay 1 Temmuz 2017’de “Referandum orada yaşayan insanlar için temel bir haktır” demişti. Aynı şekilde Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu “Irak Anayasası’nın onlara verdiği bir haktır. Türkiye buna saygı göstermelidir” dedi.

Irak Anayasası’nın onlara verdiği bir hak ise, bu hakkı Irak Başbakanı Haydar el-İbadi bilmiyor mu ki “Bu referandumu ve sonuçlarını tanımayacağız” diyor?

Irak’ın bölünmesi bu kadar destek görecek idiyse neden bugüne kadar “Irak’ın (ve Suriye’nin) toprak bütünlüğünün Türkiye için önemli olduğunu” söyledik durduk? PKK’nın şehir eylemleriyle bir Türk-Kürt çatışması çıkarmak istemesi, özellikle “bitişiğinde PYD-PKK’nın Afrin kantonu bulunan Hatay” üzerine plan yapması, Barzani’nin Rudaw TV’sinde gösterilen haritalar hatırlandığında beklenmeyecek bir ihtimal değil.

Erdoğan’ın sözleri

2017 yılında da ekrana getirilen haritada küstahça “Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun yanında Hatay, Mersin gibi illerimiz de Kürdistan sınırları içinde” gösteriliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 26 Şubat 2017’de Mesut Barzani ile Ankara’da yaptığı görüşmede ona “Bağımsız Kürdistan için acele etmeyin” demişti.

Daha sonra, 6 Temmuz 2017’de France 24’e şunları söyledi: “Barzani ve Irak yönetimi buna hazır olmadığı gibi Irak’ın bütünlüğüne aykırı bir adımdır… Böyle bir adım attığınız zaman ‘parçalamaya başladım’ demektir, bunu diğerleri takip edecektir”.

Irak’ta yapılacak Kürdistan referandumunun benzeri Türkiye’de yapılabilir mi sorusuna ise “Türkiye üniter bir yapıya sahiptir. Biraz sıkar” cevabını vermişti.

Irak referandumunu büyük ihtimalle Suriye’deki PYD kantonlarının izleyeceğini düşündüğümüzde, 2 milletvekilinin “temel bir haktır” sözleri daha da anlaşılmaz oluyor. Zaman kaybetmeden sınırlarımızda olanlara ve teröre yoğunlaşmalıyız.

Yazının devamı...

Erken seçim ve CHP!

Ak Parti’nin kuruluş yıldönümünü kutladığı gün birden ekranda CHP’de genel başkan değişikliğine neden olan “kaset” tartışmasına rastladım.

Ülkenin şu anda içte ve dışta karşı karşıya olduğu ciddi sorunlar yerine hep geçmişle uğraşan bir psikolojiye saplanıp kaldığımız için insan bu “nereden çıktı” dedirten konuşmaları yadırgamıyor artık.

Burada görüldüğü gibi Türkiye’de bir olay istendiği zaman siyasi malzeme olarak kullanılıp, istendiği zaman rakiplere karşı silaha dönüşebiliyor.

Hatta rakipler söz konusu olduğunda “gerçekle hiçbir ilgisi olmayan iddialar, karalamalar” etik filan gözetilmeden, ancak en geri kalmış ülkelerde görülebileceği gibi sırf “yıpratma amaçlı” olarak ortaya atılabiliyor.

Bu olayda “Baykal’ın 3 gün susup 4’üncü gün istifa etmesi” konunun gerçek olduğuna işaret de sayılmıştı. Ancak “CHP ve Genel Başkanı Kılıçdaroğlu üzerine gitme furyası” bu kadarla kalmadı.

Şimdi de Enis Berberoğlu’nun tutuklanması olayıyla CHP Lideri doğrudan ilişkilendirilip, yargıya da baskı anlamında “sıranın ona geldiği” ima ediliyor.

Türkiye son bir yıl içinde bir yaprak gibi savruldu, bir felaketten diğerine sürüklendi.

PKK ve IŞİD teröründen kurtulmak için gösterilmesi gereken çabanın ve zamanın “rakip liderleri yok etmek” için harcanması…

Dünyanın gözünde “demokrasinin, hukukun iyice ortadan kalktığı bir ülke” imajının pekiştirilmesi… Toplumu büyük tepkilere sürükleyecek adımların atılması çok ama çok yanlış olacaktır.

Bu uyarıları düşmanca değil, dostça görüp dikkate almak hükümete yarar sağlar.

Sandık güvenliği

Son günlerde birçok kişinin “gerçek gündeminde” olan konular ise terör ve erken seçim.

Bize sorular, mesajlar geliyor. Bunlar arasında “seçimin 2019 yerine, 2018 Mart’ında olacağını” iddia edenler var.

Buna neden olarak “Yeni kurulacak partinin dengeleri önemli ölçüde bozacağı, bunun önünün kesilmesinin isteneceği” gösteriliyor.

Demokratik ülkelerde yeni partiler kurulabilir, yeni liderler çıkabilir ve özgüveni olan partiler ve liderler de bunu dert etmez, etmemelidir.

MHP eski Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özdağ, Hürriyet’teki röportajında; Meral Akşener liderliğinde kurulacak olan ve hazırlıklarını tamamlamaya çalıştıkları partinin “merkez sağ” değil, “milli merkez”de olacağını, merkezin sağında ve solunda olan bütün vatanperverleri davet eden bir parti oluştuğunu anlattı.

Bunları söylerken çok önemli bir olayı hatırlatarak “16 Nisan referandumunda Türkiye’de sandık ve sandık güvenliği kalmamıştı. Yapmamız gereken ilk şey tekrar bunları sağlayacak şekilde yola çıkmak” dedi.

Yüksek Seçim Kurulu’nun 16 Nisan referandumu bittikten sonra, oylar sayılmaya başlanırken verdiği “mühürsüz oyların geçerli sayılması” kararı unutulmuş görünse de, büyük kitlelerde “benzer bir durumun bundan sonraki seçimlerde yaşanabileceği” endişesi yerinde durmaktadır.

Seçmenin oyunu güvenle kullanabilmesi açısından, zaman varken “bu ihtimalin kesin şekilde nasıl bertaraf edilebileceğini” tüm partiler düşünmelidir.

Yazının devamı...

Bir gece Kandil’de…

Haberleri dinledikçe, okudukça insan “Türkiye artık hiç gülmeyecek mi” endişesine kapılıyor.

Öncelikle ortada bir “yargı sorunu” olduğunu kimse göz ardı edemez. Öyle kararlar çıkıyor ki yargıdaki FETÖ üyelerinin hala temizlenmemiş olduğu akla geliyor.

FETÖ’den tutuklananları tutuklayanların da FETÖ’cü çıktığı bir süreçte her şey mümkündür. Örneğin “FETÖ üyesi oldukları iddiasıyla” tutuklu bulunan insan hakları aktivistleri “Bizim FETÖ ile ne ilişkimiz olabilir? Biz solcuyuz, FETÖ’cü değiliz. Almanya’ya tepki olarak tutuklandık ama biz Türk’üz” diyorlar.

Aralarında ciddi rahatsızlık bildiren kadın tutuklu, “sol gözüm protez, 2 günde bir bakımı gerekiyor, 20 günde bir bakılabiliyor” diyen erkek tutuklu var.

Müdahale edilebilir

Kadın aktivistlerin bir arada kalmalarına bile izin verilmiyor, hepsi tek başına tecrit edilmiş halde. Aynen tutuklu Sözcü ve Cumhuriyet gazetesi mensupları gibi, tutukluluk için kabul edilebilir bir neden gösterilmeden cezaevinde tutulma süreleri uzatılıyor.

KHK ile ihraç edildikleri işlerine dönmek için açlık grevinde olan bir akademisyen, diğeri öğretmen 2 kişi tutuklu vaziyette ve ölmek üzereler ama onlara da müdahale edilmiyor.

Tecavüzcülere, katillere “iyi hal indirimi” yapabilen bir yargının bu olaylardaki katılığı dikkat çekici değil midir?

Toplumun yargıya güvenini büyük ölçüde etkileyen, Türkiye’ye dünyanın gözünde “hukukun işlemediği bir ülke” imajı veren bu tür kararlar üzerinde durmak hala gerekmiyor mu?

FETÖ mensuplarının yerleştiği ve kurdukları kumpaslarla asker-sivil yüzlerce kişiye yıllar boyu hapis işkencesi yaşattığı yıllardan geçtik. Sonra “kumpas” dendi ve o işkenceler unutuldu. Türkiye “benzer haksızlıkların yaşanmaması için” bu acı deneyimden ders çıkarmalıdır.

DEAŞ ve PKK

Sokakta gösteri yapan kadınları tartaklayan, üstünü başını dikkatle arayan polis, yakalanan ve İstanbul Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen DEAŞ’lıyı aramadığı için terörist sakladığı bıçakla 1 polisimizi şehit etti, kendisi de öldürüldü.

Bu DEAŞ’lı “canlı bomba” olduğu şüphesiyle İstanbul’da yakalanmıştı. DEAŞ militanlarını yakaladıktan sonra serbest bırakan mahkemelerin bunda sorumluluğu yok mudur?

Türkiye’de kaç IŞİD militanının serbestçe dolaşmakta olduğunu biliyor muyuz?

Batman’da 2 askerimiz(27 ve 24 yaşlarında), Tunceli’de 1 askerimiz (24 yaşında) PKK saldırılarıyla şehit düştü.

Hain PKK terörü Güneydoğu’da kalmıyor, Karadeniz’de Trabzon’da 15 yaşındaki Eren Bülbül ve kıdemli bir başçavuş da PKK saldırısında şehit düştü.

ABD hala “PKK konusundaki hassasiyetinizi anlıyoruz” deyip PKK’yı silahlandırmayı sürdürüyor.

MHP Lideri Devlet Bahçeli ise Irak ve Suriye’de Kürdistan ilanına az zaman kalmışken, PKK terörü yıllardır ara vermezken şimdi “Bir gece Kandil’de görünmenin zamanı gelmiştir” diyor.

PKK-PYD’nin çoktan Kandil dışında başka merkezler kurduğunu ona kim anlatacak? Şimdiden 2019 yılındaymış gibi seçime yoğunlaşacağımıza güney sınırımızı ve PKK’yı gündeme oturtmak zorundayız.

Yazının devamı...

Eğitim ve mülteciler!

Üniversite yöneticileri önemli açıklamalar yapıyor.

MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Tankut YGS sınavında başarının düşük, ikinci sınav olan LYS’de 80 soruluk matematik sınavında ortalamanın 15.7, 30 soruluk fizik sınavında ortalamanın ise 6.8 olduğunu “ürkütücü” olarak açıklamış. (Cumhuriyet)

Tüm sistemde üniversitelerde boşluk oranı geçen yıl yüzde 7’den, bu yıl yüzde 24’e çıkmış.

Prof. Tankut “Öğrenciler üniversitenin her derde deva olmadığını fark ettiler, yüzde 46’sı tercih bile yapmadı” diyor. “Üniversitelerin hala geçen yüzyıldaki gibi ‘içerik odaklı’ eğitim verdiğini, 21’inci yüzyıl yetkinliklerini geliştirmek için gerekenin yapılmadığını” anlatıyor.

Büyük ihtimalle “üniversite mezunlarının iş bulamayıp açıkta kalmasının” da 2017’deki başarısızlık ve isteksizlikte rolü var. Gençlere umut verecek istihdam alanları açmak, eğitimde başarıya yöneltecek çözümler üretmek hükümetlerin birinci görevlerindendir.

Cihatı bilmek…

İlk ve orta öğretimde yapılan müfredat değişiklikleri de 21’inci yüzyıl yerine geçmişe dönük değişiklikler.

“Cihat’ı bilmezsen matematik öğrenmenin ne yararı var” şeklinde bir açıklamanın öğrencilerin matematik, fizik, kimya gibi bilimsel dersleri öğrenme isteğinde kırılma yaratacağı açık değil midir?

Bugüne kadar “devlet okullarında verilen yeterli din eğitimini alarak” ama diğer derslerinde de kazandıkları başarılarla okul bitiren milyonlarca insan hayatta başarısız mı oldu?

Türk okullarından mezun olup dünya çapında bilim araştırmalarıyla bir numaraya yükselen profesörlerimiz, örneğin Mardin’de doğup İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitiren, 2015’te Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar önce cihat eğitimi alarak mı bu başarıya imza attı?

Okullarda temel din bilgileri, dinlerin nasıl çıktığı, o süreçte neler yaşandığı elbette öğretilebilir ancak…

İmam hatiplerde verilen detaylı bilgilerin hepsini devlet okullarında vermek, bütün okulları imam hatip çizgisine getirmek, “bilim eğitiminin önemini küçümseyen açıklamalar” yapmak bugün üniversitelerde karşılaşılan tablonun daha da kötüye gitmesine neden olacaktır.

Mülteciler ve bizimkiler

Suriye iç savaşı bitmesine rağmen ülkelerine dönmeleri teşvik edilmeyen milyonlarca Suriyelinin çocukları bir başka ciddi sorun ve bu sorun giderek yüzbinlerle artacaktır.

MEB 833 bin Suriyeli çocuktan sadece 480 binini örgün eğitime dahil edebilmiş. Bakanlığın “çocukların özellikle imam hatip ortaokullarına yönlendirilmesi kararı” hazırlanan raporlarda yer almış.

Suriyeli öğrencileri teşvik etmek için “burs, yurt, taşımalı eğitim, nakit desteği” gibi eğitim destekleri verileceği de bildiriliyor. İnsanın aklına ücra illerde, köylerde “üzerinde köprü olmadığı için tehlikeli nehirleri her gün 2 kez sallarla geçen veya dize kadar karda ayakkabısız, paltosuz okula giden öğrencilerimiz” geliyor.

“Eğitim ve çocuklar” bir ülkenin geleceği demektir, bu konularda kararlar Meclis’te tüm partilerin konuşup tartışmasıyla alınmalıdır.

Yazının devamı...

Erken seçim söylentileri!

Türkiye’nin içerde ve dışarda bin türlü sorunu, problemi var ama gündem birdenbire tümüyle 2019 seçimlerine kilitlendi.

Durum böyle olunca “erken seçim” de konuşulmaya başlandı.

Oysa ülke bir referandumdan yeni çıktı, her seçim ve referandum zamanı durduruyor, maddi ve manevi zararlar giderek artıyor.

Uzun tatillerin etkisi de aynı.

Bunca sorunlu bir süreçte tatil değil, devletin hükümetin bunlara tek tek eğilmesi, toplumun da işine gücüne bakarak ülkenin kalkınmasına katkıda bulunması gereken zamandayız.

Yüzde 49 ve yüzde 51

Cumhurbaşkanı Erdoğan Giresun’da yaptığı konuşmada “16 Nisan referandumunda alınan yüzde 51.4 oy Ak Parti oyu değildir. ‘Hayır’cıların aldığı yüzde 48.6 oy da sadece CHP oyu değildir” dedi.

Çok doğru. Peki, konuşmalarında “Ak Parti teşkilatlarında yorgunluk olduğundan, teşkilatları güçlendirmek gerektiğinden” söz ettiğine göre acaba bir erken seçim hala olabilir mi?

Aslına bakarsanız Türkiye’de artık hiçbir konuda “kesinlikle olmaz” demek mümkün değil, beklenmedik her gelişme olabiliyor.

Olası bir seçimde ise iktidar partisinin karşısında; referandumdaki gibi aynı görüşte birleşmiş değil, oranlara bölünmüş partiler var.

MHP’nin durumu

Bunlar arasında kilit roldeki parti -eğer barajı geçerse- MHP, MHP ve Bahçeli için en büyük korku ise Meral Akşener’in kurmak üzere olduğu parti.

Eğer barajı geçerse diyoruz çünkü MHP, Bahçeli’nin 7 Haziran sonrası gösterdiği uzlaşmaz tutumun etkisiyle 5 ayda 39 milletvekili kaybetmiş, partisinin oyu yüzde 16.8’den 11.8’e düşmüştü.

Bunun üzerine “genel başkan değişikliği” isteyen parti içi muhaliflerinin olağanüstü kongre yapılması talebine karşılık hemen hepsi disiplin yoluyla ihraç edilmiş ve onları destekleyen çok sayıda teşkilat da ya istifa etmiş veya kapatılmıştı.

Bütün bu engellere rağmen MHP’de değişim talebinden vazgeçmeyen muhaliflerin önünü kesmek için Bahçeli o günlerde “Okyanus ötesinden hazırlanmış oyunları bozmak için elimizden geleni yapacağız” gibi ifadeler bulunan konuşmalar yaptı.

Hukuk dışı siyaset

Birkaç gün önce kongre sürecini hatırlatacak şekilde MHP Kocaeli Gölcük İlçe Teşkilatı yönetimi ve üyelerinden 410 kişi “Meral Akşener’in kuracağı partide yer alacaklarını belirterek” istifa etti.

Bursa Yenişehir’de 215 kişi “Ülkücülerin MHP politikalarından rahatsız olduklarını” söyleyerek partiden ayrıldı.

Bu gelişmeler üzerine ilginç bir şekilde MHP yönetimi yine aynı yöntemi denedi.

Kongre tartışmaları sırasında Bahçeli ile MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın yaptığı “okyanus ötesi” yakıştırmasıyla ürkütme baskısını bu kez MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman üstlenmişti:

“Okyanus ötesinden beslenen kökü içerdeki dış mihraklar bedeli ne olursa olsun amaçlarına ulaşamayacak.”

Siyasette hiç değilse “asgari etik kurallarına” uymak gerekir.

MHP yönetimi artık bu hukuk dışı kolaycılığa son vermeli, her zora geldiğinde rakip gördüğü kişi ve kitlelere böyle bir suçlama yapıştıramayacağını görmelidir.

Yazının devamı...

Erken seçim söylentileri!

Türkiye’nin içerde ve dışarda bin türlü sorunu, problemi var ama gündem birdenbire tümüyle 2019 seçimlerine kilitlendi.

Durum böyle olunca “erken seçim” de konuşulmaya başlandı.

Oysa ülke bir referandumdan yeni çıktı, her seçim ve referandum zamanı durduruyor, maddi ve manevi zararlar giderek artıyor.

Uzun tatillerin etkisi de aynı.

Bunca sorunlu bir süreçte tatil değil, devletin hükümetin bunlara tek tek eğilmesi, toplumun da işine gücüne bakarak ülkenin kalkınmasına katkıda bulunması gereken zamandayız.

Yüzde 49 ve yüzde 51

Cumhurbaşkanı Erdoğan Giresun’da yaptığı konuşmada “16 Nisan referandumunda alınan yüzde 51.4 oy Ak Parti oyu değildir. ‘Hayır’cıların aldığı yüzde 48.6 oy da sadece CHP oyu değildir” dedi.

Çok doğru. Peki, konuşmalarında “Ak Parti teşkilatlarında yorgunluk olduğundan, teşkilatları güçlendirmek gerektiğinden” söz ettiğine göre acaba bir erken seçim hala olabilir mi?

Aslına bakarsanız Türkiye’de artık hiçbir konuda “kesinlikle olmaz” demek mümkün değil, beklenmedik her gelişme olabiliyor.

Olası bir seçimde ise iktidar partisinin karşısında; referandumdaki gibi aynı görüşte birleşmiş değil, oranlara bölünmüş partiler var.

MHP’nin durumu

Bunlar arasında kilit roldeki parti -eğer barajı geçerse- MHP, MHP ve Bahçeli için en büyük korku ise Meral Akşener’in kurmak üzere olduğu parti.

Eğer barajı geçerse diyoruz çünkü MHP, Bahçeli’nin 7 Haziran sonrası gösterdiği uzlaşmaz tutumun etkisiyle 5 ayda 39 milletvekili kaybetmiş, partisinin oyu yüzde 16.8’den 11.8’e düşmüştü.

Bunun üzerine “genel başkan değişikliği” isteyen parti içi muhaliflerinin olağanüstü kongre yapılması talebine karşılık hemen hepsi disiplin yoluyla ihraç edilmiş ve onları destekleyen çok sayıda teşkilat da ya istifa etmiş veya kapatılmıştı.

Bütün bu engellere rağmen MHP’de değişim talebinden vazgeçmeyen muhaliflerin önünü kesmek için Bahçeli o günlerde “Okyanus ötesinden hazırlanmış oyunları bozmak için elimizden geleni yapacağız” gibi ifadeler bulunan konuşmalar yaptı.

Hukuk dışı siyaset

Birkaç gün önce kongre sürecini hatırlatacak şekilde MHP Kocaeli Gölcük İlçe Teşkilatı yönetimi ve üyelerinden 410 kişi “Meral Akşener’in kuracağı partide yer alacaklarını belirterek” istifa etti.

Bursa Yenişehir’de 215 kişi “Ülkücülerin MHP politikalarından rahatsız olduklarını” söyleyerek partiden ayrıldı.

Bu gelişmeler üzerine ilginç bir şekilde MHP yönetimi yine aynı yöntemi denedi.

Kongre tartışmaları sırasında Bahçeli ile MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın yaptığı “okyanus ötesi” yakıştırmasıyla ürkütme baskısını bu kez MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman üstlenmişti:

“Okyanus ötesinden beslenen kökü içerdeki dış mihraklar bedeli ne olursa olsun amaçlarına ulaşamayacak.”

Siyasette hiç değilse “asgari etik kurallarına” uymak gerekir.

MHP yönetimi artık bu hukuk dışı kolaycılığa son vermeli, her zora geldiğinde rakip gördüğü kişi ve kitlelere böyle bir suçlama yapıştıramayacağını görmelidir.

Yazının devamı...

TSK toptan suçlanabilir mi?

Başta TSK olmak üzere devlet kurumlarına “çalıntı sınav soruları”yla veya başka torpillerle girmiş ve terfi verilmiş on binlerce FETÖ’cü 15 Temmuz’da ülkeyi bir felaketin eşiğine getirdiler.

Silahlı Kuvvetler’in içindeki “FETÖ cuntası ve onlarla birlikte hareket eden bir grup askerin” hain girişiminin yine TSK içindeki vatansever askerler ve halkın darbecilere karşı çıkmasıyla önlenmesi Türkiye için büyük bir şanstı. Aradan bir yıl geçmesine rağmen medyada ve siyaset dünyasında 15 Temmuz tartışmaları devam ediyor. Medya tartışmalarında “Devletin 2 kurumu; MİT ve Genelkurmay’ın çok hatalarının olduğu” tekrarlanmakta…

MGK toplantıları

Bu hatalar “15 Temmuz öncesi” ve “15 Temmuz günü ile gecesi” olarak ikiye ayrılabilir. Bunları zaman zaman gözden geçirerek doğru sonuca ulaşmak mümkündür.

Hilmi Özkök “2004 MGK’sında devleti Gülen tehlikesine karşı uyardık ama bir şey yapılmadığını gördük” demişti.

Örneğin burada “madem ki Genelkurmay Başkanı olarak görmüşsünüz, siz TSK’da nasıl bir önlem aldınız” sorusu ortaya çıkıyor.

“Bu MGK’dan sonra neden devlet kurumlarında acilen ciddi bir araştırma yapılmadı” sorusu ortaya çıkıyor.

2014’te 10 saat süren MGK toplantısında FETÖ ve devletteki örgütlenmesi konuşulmasına rağmen “15 Temmuz sonrasında yapılan temizliğin hemen o tarihte yapılması” neden başlatılmadı sorusu da var.

Çürümüş mü?

Burada bazı noktaların kesinleşmesi lazım; Mesela bir meslektaşımızın TV’de; Hilmi Özkök’ü suçlamaktan başlayıp sonunda orduyu toptan suçlamaya varması, “Halkın en güvendiği kurum ama çürümüş” demesi dikkat çekiciydi.

15 Temmuz günü darbecilere direnerek girişimi başarısız kılan askerleri, tankların önüne çıkan veya Astsubay Ömer Halisdemir gibi direnirken şehit olanları unutmak ve ordu için bu şekilde genelleme yapmak, kanımca TSK içindeki vatansever askerlere de, ülkeye de haksızlıktır.

Emekli Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok ise aynı programda Balyoz ve Askeri Casusluk kumpaslarıyla “Ordunun en değerli 958 askerinin TSK’dan tasfiye edildiğini, onların yerine FETÖ’nün katillerinin getirildiğini” hatırlattı ve “Hiçbir yerde buna izin verilmezdi” dedi.

15 Temmuz’u hazırlayan süreçte, FETÖ mensuplarının haksız şekilde önü açılarak kurumlara girmesi ve yükselmelerinin yanında bu kumpasların rolünü tartışmak doğru yöntemdir.

İstihbarat meselesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyanet için yaptığı “Geç kaldılar” vurgusu gibi…

MİT için söylediği “Bir istihbarat zafiyeti var. Çünkü, doğru istihbarat olmuş olsa bunun önüne geçilebilirdi” sözleri gibi… Başbakan Yıldırım’ın “15 Temmuz gecesi 22.30’a kadar MİT’ten bilgi alamadığını” söylemesi gibi…

Şimdi darbe girişiminin lider kadrosundan olduğu bildirilen eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün “Komutan yapılmasının yanında bir de YAŞ üyesi yapılması ve askerlere terfi verme yetkisi olması” gibi…

15 Temmuz’a gelinen süreçte ve o gün içinde kurumların ihmalleri, yanlışları ortaya çıkarsa 15 Temmuz daha iyi anlaşılabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.