Şampiy10
Magazin
Gündem

Samimiyetsiz politikalar!

ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telefon görüşmelerinde Trump “Afrin operasyonunda Türk-Amerikan güçleri arasında bir çatışma ihtimalini önlemek için Türkiye’nin ihtiyatlı davranmasını” istemiş. Kaygılarını iletmiş. Erdoğan da “Silah desteğine son verin” demiş.

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal ise “Afrin’den Türkiye’ye 720 taciz ateşinde bulunulduğunu” bildirmişti.

Öncelikle, artık Trump’ın Türkiye’ye bu konularda uyarı yapma hakkı kalmamıştır.

PKK-PYD’nin sınırımız boyunca toprakları ele geçirmesi ve Türkiye’ye PKK tarafından yapılan taciz ateşlerinin, yarattığı büyük zararın sorumlusu; onları “IŞİD’e karşı müttefik sayarak” verdiği desteğin yanında gönderdiği 5 bin TIR dolusu ağır silah ve patlayıcı ile kendisidir.

Pentagon’un uyarısına rağmen PKK Suriye’nin doğusundan Afrin’e yardıma gitmeyi de sürdürmektedir.

“Türkiye çekilmeli”

Mahir Ünal “PKK, ABD’nin terör örgütü gördüğü bir örgüt” dese de ABD hala “PYD ile PKK bir değil, bizim müttefikimiz PYD-SDG” demeye devam ediyor.

ABD ve diğer Batı medyası PKK’dan “Suriye Kürtleri” olarak söz ediyor, terör örgütü olduğu gizleniyor.

ABD’den Siyaset Bilimci Michael M. Gunther ise açıkça “ABD’nin Kürt gruplarına çok yakın görünmemek için ve ISIS’le savaşmaları için 2015 yılında Suriye Demokratik Güçleri SDG’nin organizasyonuna yardımcı olduğunu” söylemiş ve sormuş:

“Bugünün geleceğini biliyorduk, IŞİD yenildiğinde ABD artık SDG’yi desteklemekten vaz mı geçecek, yoksa devam mı edecek?”

Görünüşe bakılırsa devam edecek. Sonra da Trump kalkıp “Türkiye dikkatli olsun” diyecek.

Trump’ın Danışmanı Tom Bossert dün de Davos’tan “ABD’nin Afrin’de güvenli bir bölge oluşturulması” önerisini tekrarlayarak “Ankara’nın Afrin’den çekilmesini tercih ettiklerini” söyledi.

Bossert, Türk askeri eğer “IŞİD’i yenmek için ABD’nin güvendiği” güçlerle karşılaşırsa, hele bu güçler içinde ABD’liler de varsa bunun “çok kötü sonuçları olacağını” da vurguladı. (IŞİD’i yenmek için derken, o IŞİD nasıl oluyor da Afrin’de TSK’nın karşısına PKK’lı kılığında, PKK’yla birlikte çıkıyor?)

Rusya-Esad meselesi

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ise ABD’nin Suriye politikasının, ülkenin kuzeyinde Kürt ağırlıklı bir güvenlik gücü kurmasının “Suriye’nin bölünmek istemesine yönelik” olduğunu açıklamış. (PKK ağırlıklı demiyor.)

Türkiye’nin Afrin harekatının da “Suriye’nin birliğini sağlama girişimleri için tehlike yarattığını” söylemiş.

Rusya da, ABD de Türkiye’nin Afrin operasyonunu eleştirirken, bugüne kadar sınırımızda yaratılan tehlikede, PKK’nın ilerleyişinde kendileri için özeleştiri yapmak zorundalar.

Esad’la çok yakın olan Putin “Rus güçleri Afrin’den çekilmedi” derken acaba neden Türkiye’nin müdahalesine gerek kalmadan kendileri PKK ve DEAŞ’tan temizlemediler?

Esad, Suriye toprağı olan Afrin’e neden kendisi müdahale etmedi ve izlemekle yetiniyor?

Ortada çok bilinmeyenli, çok tehlikeli bir denklem var ve biz şehitler veriyoruz. Bu denklem acil ve doğru çözülmelidir.

Yazının devamı...

Rusya ile ABD anlaştı mı?

Pazartesi günü Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un röportajında vurguladığı bazı noktalar oldukça düşündürücüydü. (İpek Özbey, Hürriyet)

O röportajda Başbuğ, 2 güzel soruya cevap olarak üzerinde fazla durulmayan iki konuya temas ediyor. Biri “Suriye’deki IŞİD yapılanmasında Esad’ın rolü”….

İlker Başbuğ, Esad’ın “muhtemelen muhalif güçlere karşı kullanmak için IŞİD’in yapılanmasına izin verdiğini” söylüyor.

Esad’ın bu izni, daha sonra Suriye’den başlayıp, Türkiye, Avrupa ve ABD’ye varan IŞİD terör eylemlerinin de nedeni olduğu için çok önemli.

(Zaten Irak’ta başta Yezidi ve Türkmenler olmak üzere binlerce insana uyguladıkları vahşet yetmiyormuş gibi, Suriye iç savaşından sonra diğer ülkelerde de devam ettiler.)

Daha sonra PYD-PKK ile de bağlantılı çalıştığını düşündüren “Suriye’nin kuzey illerindeki IŞİD-PKK el değiştirmeleri” oldu, IŞİD’i destekleyen başka ülkeler olduğu iddiası da tartışıldı ama ABD’nin “PYD-PKK’ya toprak kazandırmak için IŞİD’i kullandığı” iddiası tekrarlanmaya devam etti.

Rejim kimin yanında?

Son bir yıl içinde DEAŞ’ın Suriye’de “büyük ölçüde yenilgiye uğradığı” açıklanmasına rağmen ABD hala DEAŞ bahanesiyle Suriye’de kalmayı ve onunla savaşmak yerine “Türkiye’ye karşı PKK’ya destek” vermeyi sürdürüyor.

Türkiye, Afrin’e “Zeytin Dalı Harekatı”nı başlattıktan sonra PKK’nın Afrin’deki DEAŞ’lı esirleri TSK ve ÖSO’ya karşı savaşmak üzere serbest bıraktığı haberi duyuldu.

Terör uzmanı Abdullah Ağar, PKK’nın aynı zamanda Afrin’deki dağlık alanı da “DEAŞ’a kullandırdığını,

DEAŞ’ın buraları Türkiye’ye sızmak veya barınmak için kullandığını” söylüyor.

Bugün her ne kadar “Moskova üzerinden Suriye rejimi ile görüştüğümüz” söylense de, Esad rejiminin Afrin’deki PKK’lılara destek için giden teröristlere yollarını açtığı da söyleniyor.

Demek ki, Esad’ın “çıkışına da yardımcı olduğu DEAŞ” PKK’ya destek vererek TSK’ya karşı savaşıyor olacak.

Esad’la barışmak…

İlker Başbuğ “Kobani’nin PKK’ya geçmesi kırılma noktasıydı” dedikten sonra ABD ile Rusya arasında Suriye üzerinde gizli bir anlaşma olabileceğinden söz ediyor. Bunun da “Fırat’ın batısı Rusya ve Suriye hükümeti, doğusu ABD ve YPG kontrolünde olsun” şeklinde bir anlaşma olduğunu tahmin ediyor.

Çıkarları söz konusu olduğunda ABD ile Rusya’nın aynı tarafa geçebildiği Suriye savaşı sırasında görüldü.

Ben ABD’nin -şu anda ses çıkarmasa da- koridoru birleştirecek Afrin’in PKK’dan alınıp tümüyle Rusya ve Esad’a bırakılmasına izin vereceğini sanmıyorum. Ancak…

Göstermelik çekişmelerle “gizli anlaşmaların veya gerçeklerin” gizlenebildiğini de çok gördük.

O nedenle, acaba “Esad rejimiyle Rusya üzerinden görüşmek” yerine artık karşılıklı görüşmeye başlamak daha doğru olmaz mı?

“PKK koridoru tamamlanmasın diye” kayıplar verdirebilecek bir savaş yerine Esad’la anlaşarak PKK’ya desteğini kesip, koridor sorununu birlikte çözmek daha akılcı olmaz mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir zamanlar Esad’la iyi dosttu, Suriye ile ilişkilerimiz iyiydi, Türkiye’nin güvenliği için tekrar düzeltmek imkansız olmasa gerek!

Yazının devamı...

Afrin operasyonu ve güvenlik tehdidi!

Türk halkı biliyor ki Hatay ilimize bir ilçesi kadar yakın, hatta neredeyse yürüme mesafesinde olan, 38 km yakınındaki Afrin’in “terör örgütü PKK’nın ve DEAŞ’ın elinde kalması” ülke için ciddi risk taşımaktadır.

Afrin, aynı zamanda Suriye iç savaşı sırasında PKK’nın Suriye Kürdistanı’na hazırlık olarak “özerk kanton” ilan ettiği bölgelerden biridir.

PKK’nın kanton ilan ettiği (Fırat’ın doğusundaki) Kobani ile Suruç arası da 38 km’dir, yani aynı güvenlik riski Kobani için de…

Akçakale sınırımızda bulunan ve ABD-PYD-PKK (hatta DEAŞ) ortaklığıyla işgal edilen, Cezire ile Kobani kantonlarının birleşmesini sağlayan Tel Abyad için de geçerlidir.

Bugün de Afrin’de PKK-DEAŞ işbirliği açıkça görülmektedir.

ABD 2014 yılından bu yana PKK içine askerlerini bile koyarak onun güney sınırımıza bitişik, koridor şeklinde bir alanı ele geçirmesini sağladı.

Gerçekten de bu koridor tamamlandığı takdirde Türkiye, o yürüyüş mesafesindeki PKK kontrolündeki kentlerden “sınırı aşacak PKK’lıların da terör tehdidi” altında olacaktır.

Ülkelerin oyunu

Suriye rejimi, Afrin’deki PKK’lılara destek kuvveti gitsin diye PKK’lı teröristlerin Menbiç ve Rakka’dan (rejime ait bölgenin içinden geçerek) Afrin’e gitmelerine izin verdi.

Rusya deseniz, bir yandan “ABD’ye karşı Türkiye’ye yakın” görünürken diğer tarafta “Rus güçleri Afrin’den çıkmadı” diyerek Türkiye’yi yalanlıyor.

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson dün “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını gidermek için birlikte neler yapabiliriz, görmek istiyoruz. Her iki taraftan sivil kaybının azalmasını isteriz” dedi.

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson “Türkiye, sınırlarını güvenli tutmak istemekte haklı” açıklaması yaptı.

Madem ki Türkiye’nin güvenlik endişesine bu kadar hak veriyorsunuz, sınırımızda o koridoru “ABD ve Koalisyon” olarak PKK iş birliğiyle neden oluşturdunuz da Suriye’yi böldünüz, Türkiye’ye de bu zararı verdiniz diye sormak lazım.

Hatay ve Kilis’e saldırı

ABD bölgeye 5 bin TIR silahı, patlayıcıyı boşuna göndermedi, Afrin’de bu silahlardan ne kadarı gizlenmiştir veya kullanılmaktadır bilinmiyor. Ancak kara harekatı başlatan TSK’nın büyük tehlikelerle karşılaşabileceği tahmin edilebilir, Allah askerlerimizi korusun.

Afrin operasyonunun Türkiye için tek tehlikesi TSK açısından olmayacak, Pazar günü PKK Afrin’den Hatay’ın Reyhanlı ilçe merkezine 11 roket ve havan topu attı, 1 kişi hayatını kaybetti, 4’ü ağır 47 kişi yaralandı.

Cumartesi akşamından başlayarak (dün de 3 roket) Kilis merkezine de roketler atılıyor, 1 yaralı olduğu söylenmişti, evler ve iş yerlerinde ağır hasar var.

ABD’nin gönderdiği 5 bin TIR dolusu ağır silah ve zırhlı araçla Türkiye’ye karşı terör saldırıları yapılırken hala “süre belli olsun, birlikte ne yapabiliriz” gibi açıklamalarına nasıl bir tanım yakıştırmak lazım, kendisi düşünsün!

BOP projesine NATO müttefikine bunları yapmak da dahilmiş demek ki!

Yazının devamı...

Ve Afrin savaşı başladı!

Dün 8 Türk F-16 jet uçağı Afrin’i bombalamaya başladı ve ÖSO (Esad muhalifi Özgür Suriye Ordusu) Afrin’e girdi. Yani Afrin’de nasıl bir denklem oluşacaksa bu denklemin Türkiye tarafı eyleme geçti.

Afrin halihazırda PKK’nın kontrolünde (YPG, PYD, DSG). Bununla birlikte Afrin’de Rus birlikleri de var ve Rusya bugüne kadar bunu açıkça ortaya koymaktan da çekinmedi.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “Türkiye’nin Afrin’den çok İdlib’e yoğunlaşması gerektiğini” söyleyerek Türkiye’nin Afrin operasyonuna karşı olduklarını bildirmişti.

ABD de bu operasyona başlanmaması için Türkiye’yi uyardı.

Abd-pkk işbirliği

Rusya, belki başta Türkiye’nin küçük çaplı bir operasyon yapmasına ses çıkarmayabilir ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Afrin’i bir haftada temizleriz” sözleri bu operasyonun küçük çapta kalmayacağını yeterince anlatıyor.

Afrin’den söz ederken “Menbiç’e de operasyon” yapılacağının işaretleri verilmişti ki orada da PKK’nın yanında ABD askeri bulunuyor.

ABD, Suriye-Türkiye-Irak sınırı boyunca 30 bin PKK’lıdan oluşan bir “Kuzey Ordusu” kuracağını açıklamıştı.

Bu ordunun büyük kısmı zaten bugüne kadar Suriye’de “IŞİD’e karşı savaşıyor” denilen Suriye Demokratik Güçleri adı altındaki PKK’lılardan oluşuyor.

Suriye’nin kuzeyindeki bu PKK-SDG ordularını ABD kendisi eğitti, en son teknoloji silah ve araçlarla donattı. Türkiye’nin güney sınırları boyunca “ABD desteğiyle” oluşturulan bir PKK özerk-bağımsız bölgesine karşı çıkacağı bellidir.

Kaldı ki başta Tel Abyad gibi IŞİD’in açıkça savaşmadan çekilerek PKK’ya bıraktığı kentler olmak üzere bu koridorun oluşmasını sağlayan “DEAŞ karşısında ABD-PKK işbirliğinde” IŞİD’in adeta taşeron bir örgüt olarak kullanıldığı ortadadır.

Kimle savaşacağız?

Dün hem ABD ve Rusya genelkurmay başkanları telefon görüşmeleri yaptılar, hem de ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu telefonda görüştü.

Eğer bu üç ülke arasında, Afrin ve Menbiç’le ilgili diplomatik çözümler üretilmezse bitmeyen ve maddi-manevi büyük kayıplara yol açan savaşlar başlayabilir.

Rusya ve ABD bu kentlerin alınmasında PKK’ya büyük destek verdiler. Kobani’den Batı’ya doğru alınan topraklarda yıllar süren destekleri gizli değildi. Hatta PKK-SDG’li teröristleri ABD Kobani’de eğitti. PKK’lılar sınırımızda eğitim gösterileri yaptılar.

Şu anda Afrin’de Rusya ile veya Menbiç’te ABD ile karşı karşıya gelmemizin Türkiye için, TSK için ne gibi sonuçlar vereceğini bilmiyoruz. Ülkeler bir kez savaşın içine girdiler mi, bu savaşın o ülkelerin bölünmesine neden olduğu Suriye ve Irak’ta yeterince görülmüştür.

Bu nedenle, her ne kadar Afrin artık “PKK koridorunun tamamlanması için son nokta” olsa da bu operasyonda fevri ve iç siyasete yönelik çıkışlar yerine son derece akılcı politikalar izlenmelidir.

Karşımızdaki ülkelerin diplomaside bile verdikleri sözü tutmadığını, TSK’yı Afrin’in içine çektikten sonra daha büyük tehlikelerle karşımıza çıkabileceklerini akıldan çıkarmayalım.

Yazının devamı...

ABD’nin “işbirliği” komedisi!

Öncelikle artık bu “PYD-PKK”yı birleştiren kısaltmaya son vermek gerekiyor. Suriye-Türkiye sınır boyunda illeri alarak koridor oluşturan örgüt “PYD, YPG veya SDG” hangi ad altında olursa olsun PKK’nın kendisidir.

Biz PYD-PKK dedikçe ABD de “Biz PKK’ya yardım etmiyoruz ama PYD (veya SDG) bizim DEAŞ’a karşı müttefikimizdir” diyerek PKK’nın başka isimler altında gizlenmesini sürdürmektedir.

Türkiye bundan sonra “sınırımızda terör koridoru kuran PKK” söylemini kullanmalıdır. ABD, açıkça PKK’yı Türkiye’ye karşı binlerce TIR ağır silahla donatmış, “DEAŞ’tan alıyoruz” bahanesiyle Suriye’nin kuzeyini PKK bölgesi haline getirmiştir.

Desteğe devam

Bu duruma gelinmesinde Türkiye’nin Suriye politikasında yaptığı hataların rolü az değildir ama Suriye iç savaşının başından bu yana ABD’nin “Koalisyon güçleriyle birlikte yapıyoruz” diyerek PKK’nın alan kazanmasında büyük desteği olduğunu da dünya bilmelidir.

ABD ile defalarca resmi görüşmeler yapıldı. Her seferinde “Terör örgütlerine karşı birlikte mücadele” kararları çıktı.

PKK Cezire’den-Kobani’den Afrin’e kadar sınır boyuna yerleşmişken hala ABD Dışişleri Bakanı Tillerson “İdlib’de ve Türkiye’nin PKK’lı teröristlerle ilgili kaygılarının olduğu yerlerde birlikte çalışmaya devam edeceğiz” diyebiliyor.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD Savunma Bakanı Mattis’le konuştuğunda Mattis “Kuzey ordusu haberlerine inanmayın” diyor. Oysa ABD’nin DEAŞ karşıtı koalisyon Sözcüsü Albay Dillon 14 Ocak’ta “30 bin kişilik YPG ‘sınır güvenlik gücü’ ordusunun kurulduğunu” kendisi açıklamıştı.

Savaşa doğru

Fırat Kalkanı operasyonu bitmeden önce TSK Menbiç’e girmek üzere harekete geçmiş ve (PKK’nın da açık talebi üzerine) ABD güçleri tarafından engellenmişti.

Şimdi ABD’nin eğitip donattığı PKK’lı teröristler Menbiç’te konvoy halinde konuşlandı. Amaçları hem TSK’nın Menbiç’e bir operasyon yapması halinde savaşmak, hem de Afrin’e yapılacak TSK müdahalesinde yardıma gitmek.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “ABD’nin ‘sınır ordusu kurmuyoruz’ açıklamasından tatmin olmadıklarını” söyledi ki zaten şu anda ABD’nin Türkiye’ye karşı takındığı tutum, bugüne kadarki ikiyüzlü politikasının son noktasıdır.

Afrin veya Menbiç’e Türkiye’nin yapacağı müdahalelerde, ABD’yi de karşısında bulacağına şüphe yok. Kaldı ki Rusya’nın nasıl bir politika izleyeceği de belirsizdir.

Hatay’ı karıştırmayın

“Obüslerin Hatay sınırından Afrin’deki PYD-YPG hedeflerini vurduğu” haberleri veriliyor. Bu durumda Hatay da Afrin’deki PKK için hedef alınabilir ki çatışmaların Hatay çevresinde yoğunlaşması siyaseten sakıncalıdır.

Türkiye, Afrin konusundaki endişesinde haklı ama Türkiye’nin Güney ve Güneydoğu’sunu içine alacak veya ülkeyi ciddi bir savaşa sürükleyecek adımlar bizi daha da istenmeyen noktalara taşıyabilir.

Acele kararlardan kaçınmalı, savaşsız çözüm için gerekiyorsa Esad’la görüşme yolu bile denenmelidir.

Yazının devamı...

CHP’de liderlik yarışı!

Seçimin ne zaman yapılacağı belli değil ama seçime kadar siyasette birçok yeni gelişme olacağına şüphe yok..

Öncelikle Ak Parti ile MHP’nin seçime ittifakla gireceği kesinleşti. Bunun olacağı anlaşılmıştı ama dün yaptıkları ortak toplantı sonunda “Milli Mutabakat Komisyonu” adı altında bir komisyon kurulacağı açıklamasıyla kesinleşti.

Bu komisyonun sadece seçim ittifakını değil, uyum yasalarını da görüşeceği bildirildi.

AKP-MHP seçim ittifakına karşılık siyaset sahnesine Meral Akşener’in genel başkanlığında İYİ Parti çıktı ki bundan sonraki seçimde oy dağılımını değiştirecek ve Meclis’e girebilecek bir potansiyele sahip olduğu kamuoyu araştırmalarında görülüyor.

Ana Muhalefet Partisi CHP kanadında ise iki gün içinde “iki yeni genel başkan adayı” açıklandı.

Kocasakal ve İnce…

Dünyanın en büyük Barosu olan İstanbul Barosu’nun iki dönem başkanlığını yapmış olan deneyimli hukukçu Prof. Dr. Ümit Kocasakal Çarşamba günü CHP’ye genel başkan adayı olduğunu açıkladı.

“Kurtuluş kuruluştadır” sloganını kullanan Kocasakal, yaptığı basın toplantısında “CHP’nin fabrika ayarlarına, kuruluş değerlerine geri dönmesi” için aday olduğunu” söyledi.

Ümit Kocasakal’ın kararı aslında siyasi partilerde “genel başkan bir kez geldi mi, bir daha -seçimleri kaybetse de, yanlış kararlar verse de- kolay kolay gitmez. Bırakın parti dışını, parti içinden bile kolay aday çıkamaz” şeklindeki kötü alışkanlığı değiştirebilecek cesur bir karar.

Türkiye’de seçim ve siyasi partiler yasalarının bir türlü değiştirilmemesi, milletvekillerini ve delegeleri kendileri belirleyen genel başkanların parti içinde adeta hükümdar konumuna gelmesi, yıllardır siyaseti kilitleyen bir tablo oluşturuyor.

Oysa genel başkan olma şartlarına sahip her vatandaş kurultaylarda rahatça aday olma hakkına ve seçilme şansına sahip olmalıdır, demokrasi bunu gerektirir.

Kocasakal’dan bir gün sonra da CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce “Şubat’ta yapılacak kurultayda genel başkan adayı olduğunu” açıkladı.

Değişim beklentisi

Batı demokrasilerinde iki kez seçim kaybeden genel başkanın bir partinin başında kalması zordur. Bizde ise kaç kez seçim kaybedilirse kaybedilsin “yeni adaylar ortaya çıktığında” ya parti içinde kıyamet koparılıyor, adaylar ihraç ediliyor veya delegeler baskı veya razı etme yoluyla tekrar aynı isimleri genel başkan yapıyor.

Türkiye artık siyasette ayak oyunları oynanacak bir dönemde değildir. Çok uzun süredir aynı genel başkanlar ve benzer seçim sonuçlarıyla bir kısır döngü içine sıkışmıştır.

İçerde ve dışarda büyük sorunları olan bir ülkede siyasi partilerde “daha olumlu siyasetler izleyerek partilerini güçlendirecek” lider değişimleri de beklenmektedir ve bu gereklidir.

Ana muhalefet partisi, bugüne kadar bir ilerleme kaydetmemiş olmasını göz önüne alarak bu değişimi gerçekleştirebilecek mi, bu Şubat kurultayında anlaşılacaktır.

Meclis’te güçlü muhalefet partilerinin olması bir demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır, bunu unutmamak gerekiyor.

Yazının devamı...

DEAŞ ve PKK’nın iş birliği

Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu “ABD’nin tarafını belli etmesi lazım. Müttefiklerini mi

yoksa terör örgütünü mü tercih ediyor” diye sordu.

Bu soru ABD’ye bugüne kadar Türkiye tarafından defalarca soruldu ve ABD son zamanlara kadar hep kaçak cevaplar verdi.

Ya “Türkiye ile tüm terör örgütlerine karşı ortak çalışıyoruz, hepsine karşıyız” diyerek oyalamaya çalıştı veya “PYD ile PKK aynı değil, PKK terör örgütü ama PYD farklı” benzeri laf oyunları yaptı.

Onlar “PYD ile PKK’nın farklı olduğunu” söylerken, PYD’nin içinde bulunan kendi askerleri “Bu iki örgütün aynı olduğunu, bütün PYD eğitim kamplarında Öcalan’ın posterleri ve PKK bayraklarının asılı olduğunu” anlatmaktaydı.

Savaşmadan çekildiler

DEAŞ dedikleri kanlı terör örgütü ABD’nin ikinci masalıydı ki bunu daha en başta, PYD-PKK Suriye’nin kuzeyindeki kentleri sözüm ona DEAŞ’tan tek tek alırken defalarca yazdığımı, DEAŞ’ın Tel Abyad ve birçok kenti PYD’ye “savaşmadan bıraktığına” dikkat çektiğimi gayet iyi hatırlıyorum.

Bu örgüt adeta PYD-PKK’nın Türkiye sınırında toprak kazanarak bugünkü koridoru oluşturmasına fırsat yaratmak için ortaya çıkmış, görevleri tamamlanıp koridorun Akdeniz’e bağlanması noktasına gelindiğinde de “DEAŞ temizlendi” denmişti.

O güne kadar ABD ve koalisyon güçleri bu örgüt bahanesiyle Suriye’de istedikleri gibi özgürce operasyonlar yaptılar ve bunların hepsi Türkiye’nin aleyhine oldu.

Hem sınırımız boyunca bir özerk PKK bölgesi ortaya çıktı, hem de Suriye’den “Türkiye sınırına doğru göçe zorlanan” milyonlarca insan mülteci olarak Türkiye’ye girdi.

‘Müttefik’ kim?

Mevlut Çavuşoğlu’nun “ABD Müttefikini mi yoksa terör örgütünü mü tercih ediyor” sorusunun cevabı uzun zaman öncesinden bellidir.

ABD; PKK ile aynı örgüt olan PYD’nin önce “DEAŞ’a karşı en önemli müttefikleri olduğunu” açıklamıştı, şimdi ise artık hiç gizlemeden “PYD koridorunun tamamlanması” için ortak çalışıyor.

Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bile “ABD defalarca ‘Suriye’de bulunmalarının DEAŞ ile mücadele için’ olduğunu söyledi, DEAŞ yenildi, hâlâ orada olduklarına göre farklı amacı var. Suriye’nin toprak bütünlüğünü istemiyor” dedi.

Gerçek budur. O nedenle Çavuşoğlu’nun hâlâ “ABD ve Batı’nın dürüst olması lazım, Suriye’yi bölmek mi istiyor, toprak bütünlüğünü mü istiyor” sorusunu sorması bugünkü tabloda anlaşılır değildir.

Onlar çok net şekilde Suriye’yi böldüler. Bir istekleri kaldı; PKK koridorunu Akdeniz’e bağlamak. Afrin’le Kobani’yi birleştirmek.

Fransa Savunma Bakanı’nın daha şimdiden “Rojova Kürdistanı’nı tanıyoruz” demesi “koalisyon güçleri”nin de çabasını açıklıyor ama biz nedense fazla üstünde durmadık. Aylardır binlerce TIR dolusu ağır silah ve zırhlı aracın sınır ötemize taşınması da boşuna değil.

Bizim bir hata sonucu karıştığımız küresel bir planın son aşamasıyla meşguller!

Yazının devamı...

ABD’nin oyunu baştan belliydi!

Türk Silahlı Kuvvetleri Cumartesi akşamı Hatay Reyhanlı’daki karakoldan PYD-PKK’nın Afrin’deki birçok mevzisini vurmuştu.

Pazar günü de askeri araçlar Hatay’ın Suriye sınırında devriye gezdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaten bunun işaretini önceden vermiş; “ABD’nin burnumuzun dibinde terör koridoru inşa etmesine sessiz kalınmayacağını, bir hafta içinde bunun cevabının verileceğini” söylemiş “Afrin’i teröristlerin başına yıkacağız” demişti.

Bununla birlikte, Afrin’deki teröristlerin yalnız hareket etmediği, bu koridoru oluşturdukları uzun süre boyunca da ABD’nin hep yanlarında olduğu gerçeği biliniyor.

Pazar günü TSK’nın Afrin’e operasyona başlayacağı ortaya çıkınca ABD anında “Irak ve Türkiye sınırında görev yapması için PKK’nın Suriye kolu PYD’ye 30 bin kişilik bir sınır gücü oluşturulacağını” açıkladı.

ABD ve koalisyon “Bu sınır gücünün komutasının SDG’de olacağını (Suriye Demokratik Güçleri, PYD-PKK’nın kendini gizlemek için verdiği isim) görev yapacakları yerin de Irak ve Türkiye sınırı olduğunu” söylüyor.

Pazar günü Suriye’den Hakkari-Çukurca’ya atılan bir füze er Bülent Alp’in de şehit olmasına neden oldu. Yani PKK Suriye’den de “can almak üzere füze atacak kadar” saldırgan ve tehditkar bir tutum izlemeye devam ediyor ve bunu da ABD’nin açık desteğiyle yapıyor.

Görülen o ki; Rusya-Türkiye ve İran’ın “Suriye’de barışın sağlanması için yaptıkları ve bir süre için çatışmalara ara verilmesini sağlayan Astana ve Soçi zirveleri” artık fazla bir anlamı kalmadı.

İdlib’de olduğu gibi Suriye rejiminin kendisi “çatışmasızlık bölgesi anlaşması” filan dinlemediğine göre bundan sonra tekrar başa dönüleceği düşünülebilir.

Rusya ne yapacak?

Rusya Dışlişleri Bakanı Lavrov “ABD’nin bu çabaları Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verebilir… Eski Obama yönetimi ile yeni Trump yönetimi arasında Suriye politikası konusunda fark yok. Yenisi de ‘rejimi devirmek için’ uğraşıyor, sınırı kontrol etmek için kurduğu ordu Suriye’yi parçalama amacı taşıyor” dedi.

Rusya elbette Suriye’nin de Irak gibi “toprak bütünlüğünden söz edilemeyeceğini, en azından kuzeyde özerk bir PYD-PKK bölgesi kurulduğunu” biliyor. Elbette ABD’de başkan değişince Ortadoğu politikalarının değişmeyeceğini de…

Şimdi önemli olan, Rusya’nın ve Suriye rejimin “ABD’nin son girişimine karşı çıkan” açıklamalarına rağmen, önümüzdeki süreçte “ABD’ye karşı çıkmak için bir eylem yapıp yapmayacakları”dır.

Esad’ın kuzey illerinin bazılarını (Türkiye’nin Suriye iç savaşına müdahalesine kızarak) PKK-PYD’ye kendisinin bırakması, bugünlere gelinmesine neden oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “TSK, Afrin ve Menbiç meselesini halledecektir” diyor. Umalım da PKK koridorunu destekleyen ABD ile koalisyon ülkelerinin yanında karşımıza Rusya, İran ve Esad da çıkmasın.

2003’te ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice tarafından açıklanan “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” planının bir aşamasında olduğumuz görülen bu süreçte Türkiye ve TSK Suriye’de yalnız kalmasın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.