Seçim yoksa neden konuşuyoruz?
Gerçekten merak edilmeyecek gibi değil. Bir yandan devamlı “seçim 2019’da” derken diğer tarafta aralıksız olarak seçimden ve “olası ittifaklardan” söz ediyoruz.
CHP “Bu seçim demokrasiden yana olanların birlikte mücadele edeceği bir seçim olacak. 2018’de daha büyük mutabakatları, buluşmaları sağlayacak siyasete ihtiyaç var” diyerek başta “İYİ Parti” olmak üzere diğer muhalefet partileriyle ittifakı işaret ediyor.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “CHP ile seçim ittifakı yapmayacaklarını ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde 2’nci tura kalan muhalefet adayını destekleyeceklerini” söyledi. Buna rağmen CHP “ittifak” tercih ettiği görüşünde ısrarlı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Biz aday çıkarmayacağız, karşılık beklemeden Erdoğan’ı destekleyeceğiz” dedi. Bu söz anlaşılmayınca “Türkiye’nin yüz yüze olduğu tehditlere karşı Yenikapı bilinci”nden söz etti.
Hep darbe mi beklenecek?
Burada “yeni darbe girişimleri olabileceğini” kast etmiyorsa hangi tehdidi kast ediyor, yine pek anlaşılır gibi değil.
FETÖ’cüler hala devletten temizlenmediğine ve operasyonlar sürdüğüne göre yeni darbe girişimi ihtimalleri hiç bitmeyecek ve bir önemli seçim daha OHAL şartlarında mı yapılacak o da belli değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’den sonra “ittifak” ifadesini pekiştirirken bunu “Milli mutabakat” olarak adlandırdı.
Erdoğan, 2019 seçiminin “yerli ve milli” olanlarla “ipi başka mahfillerin elinde olanlar arasında geçeceği açıktır” diyor.
Önceki seçimlerde duyulmamış olan “yerli ve milli” tanımlarının neden bu kadar sık tekrarlandığı merak ediliyordu, bu sözlerle anlaşılmış oldu. Ancak…
Eşit şartlar ve ysk
Bütün siyasi partiler bundan sonraki seçimlerin “siyasi etiğe uygun, dürüst ve şeffaf” olması için gayret göstermelidir.
Seçimlerde medya büyük ölçüde tek partinin kontrolünde hareket ediyor. Belediyelerin çoğu, bu nedenle afiş panolarının hemen hepsi, miting meydanları, salonlar tek partinin elinde.
Oysa Anayasa’ya göre “siyasi partilerin eşit şartlarda ve dürüstlükle yarışacağı ortamı hazırlama” ile ilgili görev ve bütün işlemler Yüksek Seçim Kurulu’na verilmiştir.
Bu eşitlik son yıllarda yapılan seçim ve referandumlarda mevcut değildi ama YSK’nın bir itirazı da duyulmadı.
O nedenle, eğer seçim sürecine girdiysek veya girilmiş gibi davranıyorsak tüm partiler artık demokrasinin şartlarına ve toplumun beklentilerine uymalıdır.
Örneğin, Devlet Bahçeli’nin “MHP’de kongre talebinin görüldüğü, genel başkan değişimi istendiği dönemde” daha önce yaptığı gibi, kanıt olmadığı halde “rakiplerini veya kızdığı tüm siyasetçileri FETÖ’cülükle suçlamak” kabul edilemeyecek bir yöntemdir.
Rakiplere Balyoz-Ergenekon (kumpas) davaları sırasında da “darbeci” veya “PKK ile aynı çizgide” gibi yakıştırmalar yapılıyordu, bugün de istendiği anda “FETÖ’cü” veya “dış güçlerle bağlantılı” gibi imalar yapılıyor.
Seçim ne zaman olursa olsun, bunlardan vazgeçerek topluma dürüst-eşit-adil bir seçim sunmak YSK ile hükümetin görevi olmalıdır.