Şampiy10
Magazin
Gündem

Rus mu, ABD mi fark etmez!

Afrin’de tankımıza yapılan saldırıda kullanılan füzenin ABD yapımı mı, Rus yapımı mı olduğu tartışılıyor oysa bunun fazla önemi yok.

Her ikisine ve Avrupa ülkelerine ait silahların terör örgütü tarafından kullanıldığı bugüne kadar birçok kez ortaya çıktı.

13 Kasım 2017’de PKK’da ele geçirilen 4500 Kalaşnikof silahının yüzde 72’si Rusya menşeli idi, roketlerin çoğunun da Rusya’dan geldiği anlaşılmıştı.

29 Mart 2017’de Mardin Nusaybin’de PKK operasyonunda Rus yapımı füze ateşleyicileri ele geçti.

30 Mayıs 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Rusya’nın PKK’ya uçaksavar ve füze verdiğini” söyledi.

28 Mart 2017’de Hakkari’de öldürülen bir teröristte İsveç tanksavarı görülmüştü.

O nedenle, Rusya veya ABD füzesi olması fark etmez diyorum, her ikisi de PKK’ya yardım ediyor. Zaten Afrin’de PKK’nın yanında Rusya yok muydu, Fırat Kalkanı operasyonunda TSK’nın Afrin’e geçmesini o önlemedi mi?

Rusya’nın izni olmasa Zeytin Dalı operasyonu “onunla savaşmadan” gerçekleşebilecek miydi?

Şu anda da Rusya’nın bize dost olduğunu sanmak gibi bir yanılgıya düşmeyelim. Afrin operasyonu sınırlanmazsa önümüze beklenmedik bir tablo çıkabilir.

Roketler, füzeler, ‘üs’ler…

Afrin’e Zeytin Dalı operasyonunun 15’inci gününde 8 şehit vermiştik, 5 askerimiz yaralanmıştı, geçen Pazar günü de yine Afrin’de PKK operasyonunda 2 askerimiz şehit oldu, 5 askerimiz yaralandı.

Pazar akşamı Hatay’ın Erol Çavuş Sınır Karakolu’na yapılan havan saldırısında ise 1’i ağır olmak üzere 5 askerimiz yaralandı. Şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifa diliyoruz.

Başbakan Binali Yıldırım Kilis’te açıklama yaptı ve “Bugüne kadar Hatay’a 60, Kilis’e 34 olmak üzere toplam 94 füze saldırısı olduğunu, 7 sivilin hayatını kaybettiğini, 113 kişinin yaralandığını” söyledi.

TSK Afrin’de olduğuna göre, terör örgütü Hatay’a ve Kilis’e Afrin’den nasıl roket atabiliyor sorusunu soranlar var.

Gerçekten bu kadar çok sayıda roket ve füze (geçen hafta “700’ün üstünde roket atıldığı” söylenmişti) nasıl oluyor da Afrin’den hala atılabiliyor, merak edilmeyecek gibi değil.

Aynı zamanda ABD’nin bu kadar sık yaptığı “PKK’ya destek” açıklamalarından sonra İncirlik, Kürecik ve Diyarbakır üslerinin ABD’ye neden kapatılmadığı sorusu da çok duyulan ve cevabı merak edilen bir soru.

Esad faktörü

ABD ve AB’nin “Türkiye’nin PKK endişesine hak veriyoruz” açıklamalarına rağmen TSK’yı “terör örgütü saydıkları ama kendi silahları ve kendi askerleriyle donattıkları PKK karşısında yalnız bırakmaları” büyük planı göstermektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Vatikan’a giderken “1 milyon insanın ölümüne neden olan Esad’la görüşmesinin imkansız olduğunu” dolaylı olarak söyledi. Ancak…

Kendi illerimize aralıksız füze saldırıları yapılıyorsa, terör örgütü arkasına birçok ülkenin desteğini almışsa, kendi vatandaşlarımız tehlike altındaysa bu konu tekrar düşünülebilir.

Diplomasiyi göz ardı etmemeliyiz.

Yazının devamı...

CHP Kurultayı ve baskı meselesi!

Diğer konulara geçmeden önce dün Kilis Süngütepe sınır karakoluna yapılan PKK saldırısında 2’si ağır 6 askerimizin yaralandığı haberine değineceğim. PKK’nın, Afrin operasyonuna paralel olarak ülke içinde de askerlerimize saldırıları arttırdığı görülüyor. “Ortadoğu’da sınırlar değişecek” planında Türkiye’nin de adını geçirdiklerini biliyoruz.

Sınır ötemizde PKK bölgesi kurulmasının amaçlarından biri de Suriye’deki terör ve savaşları Türkiye’ye sıçratmak, böylece bizim ülkemizde de bölünme adımları atmaktır. O nedenle artık Hükümet, karakollarımızın, sınırda ve kırsaldaki askerlerimizin de güvenliğini daha önemle düşünülmeli, bu saldırıların önü kesilmelidir.

İnce’nin adaylığı

Cumhuriyet Halk Partisi 36’ıncı Olağan Kurultayı dün başladı, genel başkan adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce vardı. CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce 2014’te 18’inci Olağanüstü Kurultay’da da Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısında aday olmuş, 740 oya karşılık 415 oyla kaybetmişti.

2016 Kurultayında İnce aday olmadı, birçok kişi bunu “delegelerin etki altında olduğunun bilinmesine” bağlamıştı. Nitekim, Muharrem İnce bu kez de Kurultay öncesi Genel Başkan Kılıçdaroğlu’yla görüşerek “Genel Başkan yardımcılarının insanlara zorla imza attırdığını, delegeler üzerinde bu baskının kaldırılması gerektiğini, ‘seçimlerde devlet imkanlarını kullanıyor diye iktidarı eleştirirken’ parti içi bir yarışta partinin imkanlarını kullanarak avantaj elde etmenin doğru olmadığını söylediğini” açıkladı.

2 Seçimi kazanamazsa…

Muharrem İnce Kurultay’da yaptığı konuşmada, kazandığı takdirde “Partiyi 2 seçimde birinci yapamayan genel başkanın istifa etmesini tüzüğe koyacaklarını” söyledi.

Bu aslında bütün partiler için geçerli olması gereken bir kural olmalı, aksi takdirde liderler 10 seçim kaybetse de, yanlışlarıyla ülkeye zarar verse de yerlerinden oynatılmaları mümkün olmuyor. 12 Eylül rejimi, Siyasi Partiler Yasası ile parti liderlerinin padişah yetkileriyle donatılmasına yol açmıştı. Liderler değişmesini istemediği için hala onun sıkıntısı demokrasiye yansıyor. Yıllar içinde partilerde değişim isteği her ülkede ortaya çıkabilir, demokrasiyi özümsemiş toplumlarda bunun kolaylıkla gerçekleştiğini, hatta liderlerin buna kendilerinin karar verdiğini görürsünüz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ise bir liderin “partisi sahneden silinmeden” kendi isteğiyle koltuğu bıraktığı neredeyse hiç görülmemiştir. İşte yeni liderlerden beklenen, “toplumu da yıldıran” bu alışkanlığı ortadan kaldıracak adımları artık atmaktır.

Temel sorun

Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasında 5 temel sorunu “terör, adalet, milli eğitim, dış politika ve demokrasi” olarak saydı. “İşsizlik ve yoksulluk” unutulmuştu, onu “adalet” başlığının içine mi koydu bilmiyorum ama halka sorarsanız en temel sorunun bu olduğu cevabı görülecektir.

Yazımı yazdığım saatlerde CHP Genel Başkan seçimi yapılmamıştı, sonuç ne olursa olsun ülkemiz için hayırlısı olsun demek kalıyor.

Yazının devamı...

Bir garip DEAŞ ilişkisi!

Dün ABD’nin en az yüz kez tekrarladığı sözün son tekrarını yazmıştım; ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel’in “YPG’ye destek vermeye devam edeceğiz” dediğini…

Üstelik “küresel toplumun onlara minnettar olması gerektiğini” de eklemişti sözlerine.

Aynı gün daha geç saatlerde ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü de önce “Türkiye’den Afrin operasyonunu sınırlamasını” istedi, “Bunun DEAŞ’la mücadelede dikkat dağıtan bir şey” olduğunu söyledi, sonra da “SDG’ye gönderilen silahların DEAŞ’la mücadele tamamen sona erince toplanacağını” açıkladı.

Bu konuşmada “Türkiye’ye yönelik her saldırıyı kınadıkları” da var.

ABD’nin tutumu giderek daha fazla güvensizlik yaratıyor.

Terör örgütü, Suriye’den-Irak’tan “cana ve mala zarar veren” yüzlerce ABD yapımı roket ve füzeyi Türkiye’ye atmaya devam ediyor, bu silahları PKK’ya 5000 TIR’la gönderdiler, şimdi de hem saldırıları kınıyor, hem Türkiye’nin operasyonuna uyarı yapıyor, hem de silahları geri almayacağını bildiriyorlar.

Kaldı ki zaten artık o kadar silahı toplamaları da mümkün değil, kimbilir kaç kentte nerelere gizlendi?

Onlara saldırmıyor

ABD madem ki DEAŞ’la mücadele için binlerce TIR silah, zırhlı araç, kendi askerleri ve koalisyon ülkelerinin askerlerini gönderecekti, bunu “Türkiye’nin de içinde olduğu koalisyon” ile kendisi yapamaz mıydı?

PKK olmadan DEAŞ’ı yenemez miydi?

DEAŞ nasılsa Suriye’nin kuzeyindeki kentleri “ABD desteğindeki PKK’ya bırakırken” hiç zorluk çıkarmadı, hatta çoğunu tek kurşun atmadan terk etti, bunu PKK olmadan da yapardı herhalde.

Pentagon, Türkiye’nin Afrin operasyonu için “dikkat dağıtan bir şey” diyor, DEAŞ’ın “ABD desteğindeki PKK”ya hiç saldırmaması, PKK’nın Afrin’de DEAŞ’a barınacak alanlar bırakması da “garip bir şey” değil mi?

Ayrıca, Suriye’de “büyük ölçüde yenilgiye uğradığı” açıklanan DEAŞ için 5000 TIR ağır silah, mühimmat ve zırhlı araç fazla değil mi?

ABD’nin kendisi dışındaki herkesi saf yerine koyması, alay eder gibi “gerçek dışı” açıklamalar yapması da eylemleri kadar şaşırtıcı.

Kimyasal silah

Üst düzey ABD’li yetkililer “Trump yönetiminin Suriye rejiminin kimyasal silah kullanımının önüne geçmek için gerekirse tekrar askeri operasyon yapmaya hazır olduklarını” söylemiş.

Bu kez Suriye’nin kimyasal silahları “Suriye dışında, hatta ABD de bile” kullanabilecekleri iddia edilmiş.

Bunları söylüyor, sonra bir üsse birkaç füze atıyorlar. Türkiye ise Kuzey Suriye’den atılan yüzlerce füzeyle karşı karşıya.

Dünya çapında kimyasal silah kullanılacağı şüphesi varsa, bunu yapacak olan yönetimi etkisiz kılmaya çalışmaları gerekir.

Bakıyorsunuz, ara sıra karşılıklı tehditler dışında Suriye ile pek bir sürtüşmeleri yok gibi.

BOP devam ettiğine göre hangi ülkenin, hangi ülkeyi desteklediği veya kavgalı olduğu da belli olmaz.

Umalım da bu belirsizlik uzun yıllar bize sorun yaşatmasın.

Yazının devamı...

Afrin harekatı sınırlı mı olacak?

Suriye konusuna girmeden önce önemli bir başka habere kısaca değinelim; dün İstanbul Üsküdar’da bir özel halk otobüsü durağa girdi ve 3 vatandaşımız hayatını kaybetti.

Özel halk otobüsü şirket yetkilisi “Otobüsün kesinlikle süratli olmadığını, aracın ‘beyninin kilitlendiğini’ ve şoförün duramadığını” söylemiş.

İnsanların hayatını kaybettiği böyle olaylarda bu tür mazeretler sorumluların işin içinden sıyrılmasına yetmemelidir. Diyelim ki mazeret doğrudur, acaba araçlar sık sık denetlense, muayeneye alınsa aynı kaza olacak mıydı, bu denetimler ciddiyetle yapılıyor mu? Batı ülkelerinde neden bunlara benzer olaylara sık rastlanmıyor? Bu sorgulamalar mutlaka yapılmalıdır.

Roketler, füzeler

Hakkari Çukurca’da üs bölgesine dün Irak’tan PKK’nın yaptığı füze saldırısında 1 askerimiz şehit oldu, 5 askerimiz yaralandı.

Aynı gün Kilis merkezine roketli saldırı oldu, Hatay’a atılan roket ise şans eseri havada patladı.

PKK’nın sınır ötesinden yaptığı füzeli, roketli saldırılar görüldüğü gibi Suriye ile sınırlı değil, Kuzey Irak’tan da yapılıyor.

IKBY istese şimdiye kadar pekala Kandil ve diğer bölgelerdeki PKK’nın buraları boşaltmasını ve Türkiye’ye oradan yapılan saldırıların, verilen terörist takviyelerinin durmasını sağlayabilirdi.

Esad istese, Türkiye’ye “Afrin’i ve Suriye topraklarını terk edin” diyeceğine, Rusya’nın desteğiyle “Suriye topraklarını” PKK’dan temizleyebilir, “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nün onlar ve ABD tarafından yok edilmesini önleyebilirdi.

‘Minnettar’mış!

Burada “PKK’yı destekleyen” Esad ve Türkiye’nin birlikte operasyon yaptığı “Esad muhalifi” ÖSO var.

Bu tablo ortadayken “Suriye rejimiyle Rusya üzerinden görüşme” yapılması acaba neyi değiştirebilir?

İdlib’de TSK’ya yapılan son saldırılarda rejim güçlerinin yanında (İran’ın desteğindeki) Hizbullah’ın da olduğu haberleri verilmişti.

Bu doğruysa ki hiç de şaşırtıcı olmaz, Rusya da Esad’ın her adımını desteklediğine göre, (dün Sözcü’nün manşetten verdiği gibi) PKK’nın içinde İngiliz’inden Fransız’ına, Amerikalı’sına birçok ülkenin askeri bulunduğuna göre kaç ülkeyle karşı karşıya olduğumuz veya olabileceğimiz iyi hesaplanmalıdır. TSK, Suriye’nin içlerine ilerlerken bu harekat beklenmedik bir savaşa dönüşebilir mi?

“Türkiye’nin PKK konusundaki endişelerini anlıyoruz” diyen ABD’nin Generali Joseph Votel dün “Küresel toplum SDG’ye minnettar olmalıdır. PYD-YPG’ye desteğimiz devam edecek” dedi.

NATO müttefiki’ne karşı

PYD-YPG ve SDG… Herkes (ve Votel da) biliyor ki bunların hepsi PKK’nın kendisidir. ABD ve koalisyonun verdiği destek ve silahlarla Türk halkına ve TSK’ya zarar vermektedir.

Bu durum ortadayken ABD’nin ısrarla yaptığı açıklamalar net şekilde “NATO müttefikine karşı” olma anlamı taşır.. Afrin harekatı Erdoğan’ın dediği gibi “Irak sınırına kadar sürecek” mi, Bozdağ’ın dediği gibi “Sadece Afrin’le sınırlı kalacak” mı? PKK koridorunun diğer ülkelerle bağlantısını gözeterek planları buna göre yapmalıyız.

Yazının devamı...

ABD’nin gizlediği gerçek!

Türkiye’yi Afrin operasyonuna zorlayan nedenler açıktır. Bu nedenlerin başında da ABD’nin PKK’ya yıllardır verdiği destek bulunmaktadır. Amerikan yönetimi “DEAŞ’ı yenmek” bahanesiyle Obama döneminden bu yana PKK ve onun Suriye kolu PYD’ye her türlü askeri yardımı, eğitimi vermekle kalmamış, kendi askerlerini PKK içinde savaştırmış, terör örgütü kabul ettiğini söyleyip durduğu PKK ile “müttefik” olduğunu da açıklamıştır.

Bu uzun süreçte ABD’nin kendi güvenlik kuruluşlarından veya senatörlerinden Suriye politikasını eleştiren ve “PYD ile PKK’nın aynı örgüt olduğunu” belirten açıklamalar da duyuldu, Türkiye da defalarca tekrarladı ama Obama da, Trump yönetimi de bunları yok saydı. Dün Washington’da Hudson Enstitüsü’nün düzenlediği bir panelle ilgili haber gerçeği bir kez daha net şekilde ortaya koyuyor.

Türkiye’yi yalnızlaştırmak…

Bu panele katılan Bush döneminin Savunma Bakanı Müsteşar Yardımcısı Michael Doran, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde izlediği politikayı eleştirirken şunları söyledi:

“Eğer Ortadoğu’da hayati çıkarımız varsa ve bölgede önemli bir rol oynamak istiyorsak bunu ortaklarımızla yapmalıyız… Bu durumda bölgeye baktığımızda çok basit bir soru gündeme geliyor. Türkiye’nin çıkarlarını görmezden gelebilir miyiz? Bence cevap kesinlikle hayır, çünkü Türkiye hayati bir ortak.” “Kendimizle dalga geçiyoruz, YPG-PKK’dır. Türkiye’yi yalnızlaştırırsak durum şu andakinden çok daha kötü olabilir” diyen Doran, Obama döneminden bu yana DEAŞ’la Suriye’de mücadele için ABD’nin PKK’nın kolu olan PYD-YPG’yi seçtiğini” vurguladı.

Bu açıklamalar ABD’nin yaptıklarının, deneyimli devlet adamlarından biri, hem de Pentagon’da görev yapmış biri tarafından ifadesidir. ABD bugüne kadar Türkiye’ye terör saldırılarıyla büyük zarar veren ve sınırlarının ötesine yerleşmesinin vereceği zararı da “Hatay ve Kilis’e sürekli olarak attığı yüzlerce roketle” gösteren PKK’nın PYD veya SDG adı altında gizlenmesine göz yummuş, hatta yardımcı olmuştur.

Asıl niyet…

ABD bugün “Suriye’den çekilmeyeceğini” açıklıyor. DEAŞ Suriye’de büyük ölçüde yenilgiye uğradığına göre aslında ABD’nin Suriye’de işi bitmiştir ancak hala PYD-PKK ile ilişkiyi “Suriye’de kalıcı olmak” için kullanmaktadır.

Bir yandan Suriye’nin toprak bütünlüğünden ve sivillerin korunmasından söz ederken diğer tarafta Suriye’nin toprak bütünlüğünün PKK tarafından ortadan kaldırılmasına, sivillerin de ya çatışmalarla zarar görmesi veya göç etmesine ön ayak olmuştur.

ABD’nin bunları yapmak için Michael Doran’ın söz ettiği gibi “hayati bir nedeni” yoktur. Tek nedenin “Türkiye sınırı boyunca bir PKK koridoru ve sonunda bir devlet kurdurmak” olduğu artık gizlenemeyecek kadar açıktır.

Türkiye Afrin’de başarıyla ilerliyor, ancak ABD’nin ve diğer ülkelerin bundan sonraki süreçte neler yapacağını henüz bilmiyoruz. Samimiyetsiz politikasının kendi siyasetçileri ve bürokratları tarafından açıklanmasına dikkat ederek attığımız adımlarda hiç hata yapmamamız gerekiyor.

Yazının devamı...

Almanlar Afrin’e bir baksın!

ABD ve birçok ülkede olduğu gibi PKK terör örgütü Almanya’da da gösteriler yapıyor.

Özellikle Türkiye’nin Afrin’den PKK’yı temizlemek için başlattığı harekattan sonra bu gösterileri arttırdılar.

Geçen hafta sonu PKK yandaşlarının Almanya’nın Köln ve diğer şehirlerinde yaptığı gösteriler Almanları bile canından bezdirdi.

En fazla alışverişin yapıldığı Cumartesi günü, gösteri nedeniyle alışverişin yüzde 25 azaldığı, her 4 müşteriden birinin PKK gösterisi nedeniyle alışverişe çıkmadığı bildirildi.

Esnaf ve vatandaşlar “ekonomilerinin zarar görmesini” tartışıyormuş.

Alışveriş yapılmadığı için PKK’ya kızan Almanlar, PKK terörü nedeniyle onlarca yıldır Türkiye’deki can kayıplarını, verdiğimiz gencecik şehitleri, şehirlerimizin yakılıp yıkılmasını, savaş meydanı gibi kazılan hendekleri hiç görmüyorlardı.

Merkel bizi aldattı

Ankara’da 35 kişinin hayatını kaybettiği ve PKK’nın üstlendiği kanlı saldırıdan ve diğer saldırılardan sonra Almanya taziyede bulunuyor, sık sık da “Türkiye’ye gitmelerinin tehlikeli olacağı” konusunda vatandaşlarını uyarıyordu.

Bununla birlikte Almanya Başbakanı Merkel milyonlarca Suriyeli mülteci almış olan Türkiye’yi “daha da fazla alması, üstelik kaçak göçle Avrupa’ya geçen her mülteciyi de durdurması” için vaatlerde bulunmak üzere sık sık Türkiye’ye gelmekten çekinmedi.

Bunun karşılığında Merkel’in öncülüğüyle AB “3 milyar avro” verecekti.

Türkiye’ye bu mali desteğin yanında “AB’yle tam üyelik müzakereleri hızlandırılacak”tı.

Hatta bir ara, AB’ye almaya yanaşmadıkları Türklere “Avrupa’da serbest dolaşım hakkı” vereceklerini bile söylediler.

Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan “Suriyeli mültecilere 30 milyar dolar harcadık, AB verdiği sözü tutmadı, sadece 800 milyon avro vermekle yetindi” dedi.

Merkel ve AB bize açıkça yalan söylemiş, 4 milyon mülteciyi barındırmamızı sağladığı gibi “sınırlarını mültecilerden koruma” görevini de Türkiye’ye vermişti.

PKK’ya en çok yardım…

Almanya “PKK’yı terör örgütü tanıyoruz” demesine rağmen her zaman PKK’yı en çok destekleyen ülke olmuştur.

Başta Berlin olmak üzere Almanya’da yüzlerce PKK derneği faaliyettedir ve Alman istihbarat Servisi gibi polisi de PKK derneklerine tam destek vermektedir.

2017 Ekim’inde Alman Polisi’nin resmi sosyal medya hesabından “PKK için görevdeyiz. Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a barış” mesajı yazdığı biliniyor.

Suriye iç savaşından ve IŞİD’in Suriye’de ortaya çıkışından sonra “IŞİD’le mücadele” diyerek ABD ile birlikte PKK’ya askeri destek ve silah desteği veren, onun Türkiye-Suriye sınırı boyunca kentleri almasını sağlayan ülkelerin de başında Almanya var.

Şimdi kalkmış “PKK gösterisi nedeniyle ‘ekonomimiz’ hafta sonunda zarar gördü” diye sızlanıyorlar.

Biz ülkemizde şehitler verirken, Fırat Kalkanı’nda şehitler verirken, şimdi Afrin’de şehitler verirken, askerlerimiz yaralanırken sesiniz niye hiç çıkmadı demek lazım.

Batı ülkelerinin iki yüzlülüğü dayanılır gibi değil!

Yazının devamı...

PKK, FETÖ ve diğer konular!

Afrin’e operasyon başlamadan önce FETÖ operasyonları bütün hızıyla sürüyor, 15 Temmuz darbe girişimi ve bu operasyonlar gündemi kaplıyordu, şimdi doğal olarak tüm dikkatimiz sadece Afrin’e yönelmiş durumda.

Güney sınırımız boyunca uzanan PKK terör koridoru, Afrin’e girmiş bulunan askerlerimizin can güvenliği, Afrin’den Hatay ve Kilis’e PKK tarafından yapılan roketli saldırılar hepimizin öncelikli konusu…

Kalbimiz orada atıyor, ancak bu süreçte Türkiye’nin diğer sorunları ötelenmemeli.

Örneğin: 15 Temmuz’un incelenmesi, FETÖ’nün tüm devlet kurumlarından tamamen temizlenmesi, işsizlik-yoksulluk-yolsuzlukların önlenmesi, yükselen şiddet olaylarına çözüm bulunması, ülkenin doğal güzelliklerini yok eden yapılaşmaya son verilmesi, yaklaşan İstanbul depremi için çözümler aynı sırada yürütülmeli, gündem dışına itilmemelidir.

Fehmi Koru hadisesi

FETÖ deyince, Fehmi Koru’nun 8 yıl önce yazdığı bir yazıya dayanarak SÖZCÜ gazetesi sahibi Burak Akbay ve 3 çalışanına yapılan yargı yanlışından söz etmeden geçmek zor. Gökmen Ulu ve Mediha Olgun aylarca “FETÖ üyeliğinden” tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiler.

Burak Akbay zaten yurt dışındaydı ve dönmedi, hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Fehmi Koru’nun “SÖZCÜ Cemaat projesidir” başlıklı (davanın ana delili sayılan) yazısı nedeniyle verilen bu kararlar sürecinde sesini çıkarmadı.

Ancak birkaç gün önce yapılan duruşmada “tanık” olarak verdiği şok ifadede “Espriydi, hiçbir temeli yoktu, komploculuk yaptım. Bugün belki de ‘gerçek payı olmayabileceği’ hissine kapıldım” dedi.

Tanığın böylesi

Bu olay, espri filan değildir, hiçbir temeli olmayan sözlere “yalan veya iftira” denir ve insanların hayatıyla, mesleğiyle, önde gelen bir gazetenin onuruyla oynamak da “komploculuk yaptım” sözleriyle geçiştirilemez. Yapılan, ibretlik bir medya sahtekarlığıdır. Ayrıca, bırakın herşeyi bir yana kendisi Gülen’in en yakınında bulunmuş, insanları görüştürmek için aracılık yapmış, masasında fotoğrafı çıkmış birinin “tanık olabilmesi” de ciddi tartışma gerektiren bir konudur.

Yargıyı yalan ifadeyle yanıltarak, masum insanlara bu kadar büyük zarar vermenin hukuki hiçbir sorumluluğu yok mudur? “Espri yaptım” demek veya “Ben FETÖ konusunda yanılmışım” demek bazıları için hukuku ortadan kaldırır mı?

Davanın yalan üzerine kurulduğu ortaya çıktığına göre şimdi ne olacak?

Yargı “Kesin delil olmadan silahlı terör örgütü yönetme diye tutuklama yaptık, yakalama kararı çıkardık, yanıldık” mı diyecek? Gazeteye ve söz konusu isimlere “iade-i itibar” mı yapılacak, tazminat mı ödenecek?

En önemlisi, masum olduğu halde Fehmi Koru’nun espri merakı (!) yüzünden ülkesine gelemeyen Burak Akbay için yakalama kararı hala kaldırılmadı ve duruşma nedense 4 ay sonraya; 30 Mayıs’a ertelendi. Gerekçesini merak etmemek elde değil. Gazetecilik son yıllarda çok yıpratılsa da temelinde onurlu, dürüst, adil olmayı gerektiren “saygın” bir meslektir, onu ayağa düşürmeye de kimsenin hakkı olmamalıdır.

Yazının devamı...

Asıl kriz bu!

Devamlı olarak Türkiye ile ABD arasındaki krizin nedenleri aranıyor, maddeler sıralanıyor. Oysa…

Ortadoğu’da sadece iki değil, birçok ülkenin içinde olduğu bir kriz yaşanıyor ve bunun bir tek nedeni var; güvensizlik!

Herkes kendi çıkarına göre adımlar atıyor, kendi çıkarına göre her gün yön değiştirebiliyor ve her yalan da söyleniyor.

ABD ise Ortadoğu için yıllar öncesinden planladığı politikayı aslında hiç değiştirmiyor ama ülkeleri “Adil ve dürüst bir dünya lideri ülke” havasında o plana göre oynatıyor.

Kilis’e roketler…

Dün AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın “Suriye’nin Afrin kentinden Türkiye’ye 720 roket atıldı” açıklamasından söz etmiştim.

Biz bu (çoğu Hatay ve Kilis’e) roketli PKK saldırılarının hepsini duymuyoruz ama Perşembe günü Kilis’e yapılan saldırılar duyulmayacak gibi değildi.

PKK’nın attığı 2 roketin biri tarihi Çalık Camisi’ne, diğeri 100 m. Uzaklıktaki bir eve isabet etti, camide 2’si ağır 8 kişi yaralandı, evde 5 kişi dumandan boğulma tehlikesi geçirerek hastaneye kaldırıldı. Yaralı 2 vatandaşımız hayatını kaybetti.

Birkaç gün önce Hatay’ın Reyhanlı ilçesine bir günde 11 roket atılmış, 1 kişi ölmüş, 47 kişi yaralanmıştı. Aynı gün Kilis’e atılan roketlerde şans eseri hayatını kaybeden olmadı.

ABD ve diğer ülkeler aynı lafları tekrarlayarak sınırımızın ötesinde kendi oyunlarını oynarken biz ağır bir fatura ödüyoruz. Hem askerlerimizden şehit veriyoruz, hem de Afrin’den atılan terörist roketleriyle vatandaşlarımız yaralanıyor, hayatını kaybediyor.

SDG-PKK yalanları

Birçok siyaset bilimcinin, terör uzmanının da vurguladığı gibi Türkiye “sınırında PKK koridoru oluşturulmasına müdahalede geç kaldı”.

Buna rağmen, eğer ABD ve Rusya “Türkiye’ye karşı tutumlarında” samimi olsalardı Türkiye yine de Suriye’ye girmek zorunda kalmazdı, ne Fırat Kalkanı olurdu, ne de Zeytin Dalı operasyonu.

Bakalım şimdi; ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert’in Perşembe günkü açıklaması:

“Biz Afrin’de yokuz. SDG ile çalışıyoruz… Türkiye’nin PKK konusundaki meşru kaygılarını anlıyoruz ve bunu saygıyla karşılıyoruz. Türkleri diğer gruplarla değil, DEAŞ’la savaşmaya odaklanmaya teşvik ediyoruz. Türkiye gözünü DEAŞ’tan ayırdı, PKK’nın peşine düştü”.

Hem PKK ile ilgili kaygılarımızı anlıyor ve saygı duyuyor, hem de PKK ile değil DEAŞ’la savaşmamızı istiyor (ki Afrin’de DEAŞ da PKK ile birlikte TSK’nın karşısında).

SDG ile çalışıyor ama SDG de zaten PKK, aynı örgüt… “Diğer gruplar” dediği de PKK…

ABD, Türkiye’ye “siviller ölmesin, dikkat edin” diye uyarı yapıyor ama “müttefikim” dediği terör örgütü Afrin’de sivilleri canlı kalkan yaparken susuyor.

Hele Savunma Bakanlığı sözcüleri “Afrindeki ‘gruplara’ silah vermediklerini, Fırat’ın Kuzeydoğu’sundaki PYD-PKK’ya verdikleri silahları da takip ettiklerini” söylemiş ki 5000 TIR silahı nasıl takip ettiklerini merak ediyor insan.

ABD’ye öneri; kısa bir süre için DEAŞ’ı bırakıp PKK’nın Hatay ve Kilis’te, Afrin’de “sivillere” verdikleri zarara yoğunlaşsınlar.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.