Şampiy10
Magazin
Gündem

Gecikecek mi?

Üçüncü havalimanı inşaatı tam gaz gidiyor gitmesine de zeminle ilgili sıkıntılar bir türlü bitmiyor. 26 Şubat 2018’e yetiştirilmeye çalışılan havalimanının açılış tarihinin 29 Ekim 2018’e ‘Kayma’ ihtimali var.

Havacılık da denizcilik gibi meraklı olduğum bir alan ve üçüncü havalimanı da ayrıca özel ilgi alanım. Zira 24 Ocak 2012’de yeni lokasyonu duyurmak ilk bana kısmet olmuştu.

Bakın o tarihte neler yazmışım: Etrafımdakilere “İstanbul’a üçüncü havaalanı nereye yapılacak biliyor musunuz?” diye sordum. İstisnasız hepsi ‘Silivri’ dedi. Ben de öyle biliyordum. Ancak duyumlarıma göre üçüncü havaalanı için başka bir lokasyon öne çıkmış durumda. İstanbul’a düşünülen üçüncü havaalanı herkesin tahmin ettiği gibi Silivri’ye değil, Belgrad Ormanları’nın batısında bir alana yapılacak gibi duruyor. Ön hazırlıklarda bu alanın daha uygun olacağı görüşü öne çıkmış görünüyor.

Havaalanı için düşünülen yeri nokta atış olarak belirlemem şu an mümkün değil. Ancak ulaştığım bilgilere göre Tayakadın, İhsaniye, Ağaçlı ve Akpınar noktalarının arasında bir yere, eski kömür ocaklarının bulunduğu bölgeye yapılacak üçüncü havaalanı.

Konuya yakın çevrelerden edindiğim bilgilere göre, Kanal İstanbul projesi, üçüncü Havaalanı projesi ve Kuzey Marmara otoyol ve üçüncü köprü projesi birbirini tamamlayacak...

O yazıda sözkonusu zeminin problem çıkarabileceğine de dikkat çekmiştim. Gelelim bugüne. Üçüncü havalimanı için inanılmaz bir çalışma var. Devasa kamyonlar, yurtdışından gelmiş özel eğitimli ağır iş makinası operatörleri, binlerce işçi...

Sıkıntılar bitmiyor

Hepsinin amacı bir an önce havalimanı inşaatını bitirmek. Hızlı bitirmenin ekonomik olarak da bir mantığı var. Zira ihaleyi kazanan konsorsiyum ne kadar çabuk bitirirse daha çok işletme süresi kazanmış ve gelirini de artırmış olacak. Bunun için bir de hedef konmuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum günü olan 26 Şubat 2018’de ilk uçağın yeni havalimanına inmesi planlanmıştı. Ancak duyumlarıma göre zeminin azizliği bu planı geciktiriyor. Zaten zeminin sorun çıkaracağı, çok özel inşaat teknikleri kullanılmasının zaruri olduğu biliniyordu. Gerek yapım aşamasında olan birinci pist’te, taksi yollarında ve gerekse ana terminal binasında bazı kaymalar sözkonusu olmuş durumda. Bu sürpriz gelişmeler karşısında havalimanının açılışının 2018 başında değil de sonunda gerçekleşmesi daha akla yatkın görünüyor.

Yeni açılış tarihinin 29 Ekim 2018 olabileceği konuşuluyor. Daha karamsar olanlar 2019’a da sarkabileceğini ifade ediyorlar. İnşaatı gerçekleştiren konsorsiyum bu konuda henüz bir açıklama yapmadı. Sorulara da “Herşey planlandığı gibi gidiyor” diye cevap veriliyor.

Bekleyip göreceğiz. Ancak ne var ki bir süre daha Atatürk Havalimanı’nda her geçen gün artan yoğunluğun meydana getirdiği çileyi çekeceğiz gibi görünüyor.

Yazının devamı...

Hafifleyen kanatlarla 300 milyon dolarlık sipariş

Karbon elyafta dünyanın sayılı üreticilerinden olan Akkök Grubu, en büyük rüzgar türbini üreticisi Vestas’tan 300 milyon dolarlık sipariş aldı. Kanatlarda kullanılacak elyaf siparişi gelince DowAksa kapasiteyi ikiye katlamak üzere süper teşvik başvurusu yaptı.

Türkiye ve yurt dışında

18 üretim tesisi, 5 bin çalışanı olan, Türkiye’nin gerçek sanayicilerinden Akkök Grubu, gelen sürpriz sipariş üzerine DowAksa’da kapasiteyi ikiye katlamak için harekete geçti.

Önceki akşam Akkök Holding’in İcra Kurulu Başkanı Ahmet Dördüncü ve İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Raif Ali Dinçkök ile iftar yemeğinde bir araya geldik.

Ahmet Dördüncü, grubun gelecek planlarını anlatırken çok yeni bir gelişmeyi gündeme getirdi. Dünyanın en büyük rüzgar türbini üreticilerinden biri olan Alman Vestas’ın 4 yıl için 300 milyon dolarlık karbon elyaf siparişi verdiğini söyledi ve “DowAksa zaten full kapasite ile çalışan bir tesisimizdi. Yeni siparişi hazırlayabilmemiz için kapasiteyi iki katına yakın yükseltmemiz gerekecek” dedi.

Zeybekci ile randevu

DowAksa’nın Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Berkman’ın bu gelişme üzerine Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’den randevu alıp görüşmeye gittiğini söyleyen Dördüncü, “Süper teşviklerden yararlanarak bu yatırımı gerçekleştirmek istiyoruz. Yenilenebilir enerji önümüzdeki dönemde yükselen değer olacak gibi görünüyor. Sadece Çin ve Hindistan’ın bu alandaki siparişlerine yetişebilmek için bile üreticiler çok çalışacak. Bize de çok iş düşecek” dedi.

Teknoloji geliştirmeye çok özen gösterdiklerini kaydeden Dördüncü, karbon elyafta dünyanın sayılı üreticilerinden biri olduklarına dikkat çekti. Karbon elyafın geleceğin ürünü olduğunu ve kullanım alanlarının her geçen gün arttığını ifade eden Dördüncü, rüzgar türbinlerinin kanatlarında karbon elyaf kullanımının da ilk olduğunu söyledi.

Ahmet Dördüncü, şöyle devam etti: “Yapılan anlaşma ile 4 yılda 300 milyon doların üzerinde karbon elyaf kompozit malzeme satacağız. Fabrikanın yıllık kapasitesi şu anda 3 bin 500 ton. Devlete teşvik için başvurduk. Teşvik ile kapasite artırma yatırımı gerçekleştireceğiz. DowAksa’nın kuruluşunda açıkladığımız 1 milyar dolarlık yatırıma ulaşma hedefimiz konusunda kararlılığımızı sürdürüyoruz. Bu siparişi almamızın en önemli nedeni ise, türbinler için daha dayanıklı ve hafif karbon elyaf malzeme üretecek teknolojiye sahip olmamız. Hafif ve dayanıklı karbon elyaf sayesinde daha verimli ve hafif kanatlar yapmak mümkün olacak. İleri teknoloji ile üretilen bu kanatlar ile rüzgâr türbininin daha verimli çalışmasını sağlayacak.”

Yazının devamı...

Vestel ‘eşit şans’ verdi engelli, engeli kaldırdı

Vestel, engelli vatandaşların kullanabileceği özelliklere sahip ürün gamına sürekli yenilerini ekleyerek bu alanda fark yaratmaya başladı. Renk körleri için özel televizyon üreten Vestel, ALS ve MS hastalarına özel göz kırpınca kanal değiştiren televizyon yaptı.

Yurt dışına sık sık çıkanlar farketmiştir. Etrafta ne kadar da çok engelli insan görünür. Oysa Türkiye’de sokakta çok fazla engelli insan görmezsiniz. Bu durum ne yazık ki Türkiye’de insanların daha sağlıklı olmalarından kaynaklanmıyor. Türkiye’de hayatın engelliler için çok zor olması, şehirlerin engelli dostu olarak dizayn edilmemesi bu durumu yaratıyor. Oysa engelliler fırsat yaratıldığında hapsoldukları evden çıkıp günlük hayata karışmayı istiyor. Sadece sokağa çıkmak değil, işgücüne de dahil oluyor ve üretmenin, para kazanmanın haklı gururunu yaşıyor.

Önceki gün Vestel İcra Kurulu Başkanı Turan Erdoğan ile birlikte Manisa’da Vestel City’yi gezdik. 1.1 milyon metrekarelik kapalı alana sahip devasa üretim tesisi gerçekten ‘City’ unvanını fazlasıyla hakediyor. Kocaman bir şehri andıran tesis inanılmaz günlük kapasite rakamlarına sahip. Her 2.3 saniyede bir beyaz eşya, her 1.8 saniyede de bir televizyon bantlardan çıkıyor. Günlük 34 bin 700 adetlik üretim kapasitesine sahip tesislerde üretilen ürünler 170’in üzerinde ülkeye ihraç ediliyor.

Fakat bu ziyaretimizde konu ekonomik büyüklükler, işlerin nasıl gittiği, yeni yatırımlar değil. Bu kez Vestel City’ye eşit şans verildiğinde üretime katılan engellileri ve engelli insanlar için üretilen özel ürünleri görmeye geldik.

Turan Erdoğan, 2015’te başlattıkları eşit şans projesine dikkat çekiyor. “Engellilere eşit fırsat verildiğinde ve doğru çalışma ortamı sağlandığında, engelsiz çalışanlar ile birlikte uyum içerisinde üretken bir biçimde iş hayatına katılabileceklerine inanıyoruz. Bu nedenle 2015’te “Eşit Şans” projesini başlattık” diyen Erdoğan, şu an itibarıyla engelli personel sayısının yüzde 5’i geçtiğine dikkat çekiyor.

İşletmelerde toplam istihdama oranlı bir engelli çalıştırma mecburiyeti var. Ancak çoğu işletme engellileri bir yük olarak görüyor ve bu yasanın sağından solundan dolanmanın yollarını arıyor. Böyle bir ortamda Vestel’in niyeti de yaptıkları da çok anlamlı. İşitme engelliler, görme engelliler hatta down sendromlu ve zihinsel engelliler bile Vestel’de yapacak bir iş bulmuşlar.

Önce engellilerden oluşan bir üretim bandı kurulmuş. Görmüşler ki buradaki üretim performansının normal bantlardan hiç farkı yok. Daha çok yüklenmişler engelli istihdamına.

Bu alanda bir know how’da oluşmuş. Turan Erdoğan “Diğer sanayi tesisleri ile de bu öğrendiklerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Daha çok işletmenin bu konuda hassasiyet göstermesini istiyoruz” dedi.

Yazının devamı...

Sosyal girişimciliğin PİRİ olabilecek hamle

Sivil toplum kuruluşu olan YGA, sosyal girişimcilik alanında model olabilecek bir hamle yaparak YGA Girişimleri A.Ş’yi kurdu. Amaç sponsorlara ihtiyaç duymadan topluma fayda üretebilmek. A.Ş’nin en önemli gelir silahı sanal bir rehber olan PİRİ

Sosyal girişimci “kâr etmeyi amaçlayan ama elde ettiği kârı, topluma fayda üretmek için kullanan girişimci” olarak tarif ediliyor. Dünyada örneği çok. Mesela Harvard. Henüz okuyan ya da yeni mezun öğrencilerinin start-up sayılabilecek griişimlerine ortak oluyor. O start-up başarıya ulaştığında girişimci öğrencisiyle birlikte okul da hissesi oranında kazanıyor. Ama bu kazanç hep daha iyi bir Harvard için kullanılıyor. Elde edilen kazanç yeni start-up’lara ilk can suyu olarak konuluyor. Bunun Türkiye’de de bazı denemeleri oldu. Bilkent Üniversitesi, bu tarz çalışmaların içinde yer aldı, almaya da devam ediyor. Bir STK olan TEMA Vakfı da gelir getirici bazı çabalar içine girdi. Mesela bal üretip satarak gelir elde etmeyi ve bu geliri de yine amaçları doğrultusunda kullanmaya çalıştı.

İdealist yatırımcılar

Faaliyetlerini çok yakından takip ettiğim Young Guru Academy de (YGA) şimdi benzer bir atak yaptı. Yüzde 50’si YGA’nın yüzde 50’si de bensiz girişimcilerin, idealist yatırımcıların olacağı YGA Girişimleri A.Ş. kuruldu.

A.Ş. şimdilik 3 ana kolda faaliyeti olacak. Türkiye’nin en büyük yüzen güneş enerjisi projesi TYT, görme engellilere yönelik çalışmalar yapan Poi-Labs ve bir sanal rehber uygulaması olan PİRİ. Bu girişimler aslında birer YGA’lı olan gençlerin ortaya çıkardığı projeler. YGA’nın felsefesinde egolarından arınmış yani egosu küçük kalbi büyük, takım çalışmasına yatkın, bu sayede kat üstüne kat çıkma becerisi olan gençler yetiştirmek, bu gençleri bir araya toplamak var. Her yıl binlerce genç arasından bu özelliği taşıyan özgüvenlileri bulup çıkarıyor. Onları çok önemli mentorlerle buluşturup gelişimlerini izliyor. Bir hedef için biraraya gelmelerini, güçlerini birleştirmeyi sağlıyor. Bunlar da YGA’nın felsefesine inanmış hayal ortakları sayesinde yapılabiliyor. İşte kurulan A.Ş, sponsorlar olmadan da bir hayalin peşinden koşabilmeyi sağlayacak gelişmenin en kuluçka hali. Tabii çerçevesi iyi çizilmiş, şeffaf, hesap verebilir bir yapı da çok önemli. Bu modelin çalışmaması için bazı riskler de yok değil. Ancak YGA, egosu küçük, idealist insanların toplandığı bir çatı olduğu için ben başarı şansını çok yüksek buluyorum.

Bahsettiğim bu 3 önemli projenin de çok önemli gelir getirici hikayeleri olabilir. Özellikle PİRİ uygulamasını geleceği olan, önü açık bir girişim olarak gördüğümü söylemem lazım.

Saffet Emre Tonguç’la çok eğlenceli turlar

Saffet Emre Tonguç’un PİRİ ile yollarının kesişmiş olması belki de bu projenin iş yapacağına olan inancımı artıran çok önemli bir detay.

Pek çok ünlüye İstanbul’u gezdiren ‘İstanbul Hakkında Her Şey’ kitabı 100 bin satan, ‘En iyi rehber’ ödülünü dört kere alan tek kişi olan Saffet Emre Tonguç da bu projenin bir parçası. Piri adlı aplikasyonda Saffet Emre Tonguç’un sesi var. Anlatırken bilgiyle dedikoduyu o kadar güzel harmanlıyor ki; çok eğleniyorsunuz. Başta İstanbul olmak üzere şehirleri, tarihi mekanları onunla geziyorsunuz, onun sesinden dinliyorsunuz. Lütfen bu uygulamayı yani PİRİ’yi telefonunuza indirin. Sadece tarihi yarımada, Edirne, Kapadokya değil. Mesela Cihangir’i ya da Beyoğlu’nu bu aplikasyonla ve Tonguç’un anlatımı ile gezin. Bambaşka bir Cihangir bulacağınızdan eminim. İnsanlara müthiş bir seyahat özgürlüğü sağlayacak bir uygulama. Çığır açacak bir sesli yürüyüş aplikasyonu.

Türkiye’nin dışında pek çok yeri de içine alacak çalışmalar titizlikle yürütülüyor. Milano, Londra, Amsterdam, Barcelona, Paris...hepsi Piri’nin içine girecek. İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça versiyonları da olacak.

İnternetinden yemiyor.GPS üzerinden senin nerede olduğunu, nerede durduğunu görüyor ve Saffet Emre Tonguç anlatmaya başlıyor.

Yazının devamı...

Hiç kopmayan ilişki gün gelir kopar mı?

Siemens’in Türkiye’deki geçmişi 1850’li yılların ortalarına kadar uzanıyor. 1856’da ilk telgraf cihazı Siemens tarafından Türkiye’ye getiriliyor. Genel kanının aksine ilk elektrik santrali de 1912’de değil 1906’da yine Siemens tarafından Türkiye’ye getiriliyor. Bilinenin aksine diyorum zira 1912’de Silahtarağa’da yani şu an Bilgi Üniversitesi’nin kampüsünde yer alan santral, İstanbul’un ilk santrali sayılıyor ve ilk elektrikle tanışma da bu yılda gerçekleşti diye düşünülüyor.

Oysa 1906’da Dolmabahçe Gazhane arazisinde Türkiye’nin ilk enerji santrali, 1912’de olduğu gibi yine Siemens tarafından kuruluyor. Beşiktaş’tan Kuruçeşme’ye uzanan sahil boyunda ve biraz da tepelerdeki tek tüm haneye ilk elektrik sınırlı olarak veriliyor. Şale Köşkü’nün elektriği de yine bu santralden sağlanıyor.

Kesintisiz faaliyette

Sadece telgraf ve elektrik değil. İlk X-ray cihazı, ilk hidroelektrik santral de yine Siemens tarafından kuruluyor. Siemens’in Türkiye’deki tarihi, biraz da Almanya ile olan siyasi ve ticari ilişkilerimizin birebir yansıması. İkinci Dünya Savaşı döneminde bile Siemens Türkiye’deki ofisini kapatmayan tek yabancı şirket olarak dikkati çekiyor. 170 yıllık Siemens, Türkiye’deki 160’ıncı yılını “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Siemens Tarihi” adlı kitapla kutladı.

Siemens’in Türkiye’deki 160’ıncı yılının anısına planlanan ve Osmanlı Tarihçisi ve Araştırmacı-Yazar Behice Tezçakar Özdemir’in kaleme aldığı “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Siemens Tarihi” kitabı bir anlamda Osmanlı’dan günümüze Almanya’nın Türk sanayisi ve endüstriyel gelişimi için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Siemens, kaynak niteliği taşıyacak bu eserle, Türkiye’de son

160 yıldır yaşanan endüstriyel gelişimi Siemens perspektifinden okuyor.

Yazar Behice Tezçakar Özdemir, bu kitapla Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ve Siemens Şirket Arşivi’nden daha önce çıkarılmamış pek çok belgeyi, bilgiyi ve fotoğrafı literatüre kazandırırken, Osmanlı ve erken Cumhuriyet Devri endüstri tarih yazımına yeni bilgiler ekleyen bir kaynak da ortaya çıkarıyor.

İade-i hafıza

Kitapta iletişim, ulaşım, enerji ve endüstri, şehir ve bina teknolojileri, insan kaynağı ve eğitim, savunma, sağlık konulu 7 başlık altında ilk telgraftan telefon hatlarına, ilk elektrik santrallerinden fabrikalara kadar sanayileşme yolunda kilometre taşı olan birçok önemli gelişmenin Osmanlı ve Türkiye’nin hangi bölgelerine hangi tarihlerde ulaştığı da anlatılıyor. Eser, savaşta, barışta, reform ve devrim yıllarında, İmparatorluk dağılırken, Cumhuriyet kurulurken kısacası 160 yıl boyunca Türkler ve Almanlar arasında hiç kopmayan ilişkiyi Siemens üzerinden aktarıyor. Aslında tam da Avrupa Birliği ve Almanya ile ilişkilerimizin gerildiği bir döneme denk gelen bu kitap iade-i hafıza niteliğinde. Çalışmaları 2 yıl süren kitabın sayfaları biraz karıştırıldığında iki ülke arasındaki bağın kolay kolay bozulamayacağı da anlaşılıyor aslında.

Geçmişten belgelerle geleceğe ışık tutan ve şu an yalnızca 1.500 adet basılan kitap satışta olmayacak. Her kopyası ayrı ayrı numalarandırılmış olan kitap, kaynak kitap olarak çeşitli devlet ve üniversite kütüphanelerine ve ilgili kurumlara gönderilecek.

SIemens Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Hüseyin Gelis, Siemens’in Türkiye’deki yolculuğunda dönüm noktalarını paylaşmak adına “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Siemens Tarihi” kitabını hazırladıklarını söyledi. “Endüstri 4.0’a giden yolda, ilk endüstri devriminden başlayarak tüm gelişim süreçlerine hakim olmamız gerektiğine inanıyoruz” diye konuşan Gelis,

Yazının devamı...

Kaliforniya’dan Tonya’ya Bilim Müzesi için geldiler

Türkiye’ye bilimi sevdirmek için 2018’de İstanbul’da açılması planlanan Aziz Sancar Bilim Merkezi, Young Guru Academy’nin (YGA) hayal ortaklarını şu aralar en çok heyecanlandıran en yeni proje. YGA ile ne yazık ki biraz geç, henüz bu yılın başında tanışmıştım. Sinan Yaman bu sivil toplum örgütü çatısı altında öyle bir taraftar grubu oluşturmuş ki etkilenmemek imkansız. Kendi fikrine aşık değil, özgüvenli birlikte başarmaya odaklı, takım oyununa yatkın gençleri ve bu gençlere yine aynı felsefe ile mentorlük yapacak hayal ortaklarını bir araya getiriyor.

YGA’nın en yeni projesi dünyadaki benzerlerini çok ötesine geçecek bir bilim müzesi kurmak. YGA’nın en önemli hayal ortaklarından olan ve dünyadaki tüm bilim merkezlerini inceleyen Prof. Mehmet Toner, “Eğer hayal ettiklerimizin yüzde 10’unu bile bu merkezde gerçekleştirirsek, tüm benzerlerinden çok daha ileride bir bilim merkezine kavuşuruz” diyor.

Azin Sancar’ın adının verileceği bu merkez deneyim üzerine odaklanacak. Mevcut müzelerde sergileri değiştirmek için çok yatırım yapmak gerekirken; dijital müzenin tüm içeriği tek bir flash disk ile değişecek. Son teknoloji sayesinde gelen bu esneklikle dijital sergi temaları sıkça değişecek; ziyaretçiler her ziyarette farklı bir merkez geziyor olacak.

Berkeley de hayal ortağı

Dünyanın en iyi bilim üniversitelerinden biri olan UC Berkeley de YGA’nın felsefesinden etkilenip hayal ortağı olmayı tercih edenlerden. Berkeley yönetimi başarılı yüksek lisans öğrencilerini Young Guru Academy’nin bilim projesinde çalışmak üzere Türkiye’ye gönderdi. YGA inovasyon modelinin ders olarak okutulduğu Berkeley’nin

5 yüksek lisans öğrencisi inovasyon modelini 3 hafta YGA gönüllüleriyle sahada deneyimleyecek.

Berkeley öğrencileri Türkiye’ye gelir gelmez ayaklarının tozuyla YGA Hayal Ortakları TAV Havalimanları İcra Kurulu Başkanı Sani Şener ve Sera Grup Genel Müdürü Ozan Şener’in destekleriyle Trabzon Tonya’da açılan bilim atölyesine gittiler. Berkeley öğrencileri 3 hafta boyunca Tonya’da kalacaklar ve YGA’lılar ile birlikte dünyaya örnek olacak bir Bilim Merkezi’nin iş planını hazırlayıp sonrasında YGA danışma kuruluna sunacak.

Chelsea Harris, Amol Borcar, Jeanne Godleski, Annie Victoria Porter, Mariana Martinez Alarcon’dan oluşan ekip üyeleri yüksek lisans öğrencileri olmalarının yanı sıra profesyonel olarak danışmanlık, finans ve yatırım sektörlerinde iş tecrübesine sahipler. YGA projelerinden ilham almak için Berkeley’den gelen Chelsea Harris, “Bu program Berkeley tarihinde bir ilk. YGA sadece öncü projelerle dünyada ilklere imza atmakla kalmıyor, bu projeleri yapış biçimiyle, yarattıkları yüksek güven iklimi ile dünyaya ilham veriyor. Bu anlamlı projede görev almak çok değerli ama daha önemlisi tanıklık ettiğimiz bu özgün YGA iklimi” dedi.

Kitabi bilgilerle bilim öğrenilmez

YGA Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Yaman, Türkiye’de bilimi sevdirmek için çalıştıklarını, ayrıca YGA’nın derinleştiği konularda inovasyonlar geliştirdiğini anlattı. Yeni nesillere daha iyi bir dünya bırakma hayaliyle YGA’yı kurduklarını söyleyen Yaman “Birlikte bir ilke imza atmak istiyorsanız dört dörtlük hayal ortaklarına ihtiyacınız var. Egosu küçük, kalbi büyük; zihni berrak, elleri hızlı. Ancak kendi küçük çıkarlarını aşabilenler, birlikte başarmayı başarabiliyorlar. Biz de bunu aşılamaya çalışıyoruz. 5 aşamalı mülakatla YGA’lı yaptığımız öğrencilerde öncelikle takım oyuncusu olma özelliğini arıyoruz. Birlikte başarma kabiliyetini sahada çalışırken geliştiren gençlerimiz ve onlara eğitim veren, mentorlük yapan alanlarında çok değerli hayal ortaklarına sahibiz” dedi. Çocuklara bilimi sevdirmeyi amaçlayan bilim setleri hazırladıklarını kaydeden Yaman, bilim müzesinin de bu yolda büyük bir açığı kapatacağını söyledi. Yaman, “Bilim kitabi bilgilerle sevdirilmiyor. Çocuklar bilimi oynayarak görerek sevebilirler. Bunun için çabalıyoruz” diye konuştu.

Hedef daha nice Aziz Sancar’lar çıkarmak

Baba ocağı Tonya’da eğitime büyük destek veren, Nobel ödüllü bilim adamı Aziz Sancar, Prof. Mehmet Toner ile YGA Bilim Projesi’nin danışma kurulunda yer alan TAV Havalimanları İcra Kurulu Başkanı Sani Şener, Bilim Müzesi projesine de büyük destek veriyor.

Tonya’da bilim odaklı eğitim veren okulun devreye girmesi ile Trabzon’un TEOG başarı puanının yukarı çıktığını söyleyen Şener, “Türkiye’nin kalkınması ve sosyal refah seviyesinin yükselmesinin yolu bilim ve eğitimden geçiyor. YGA, bu konuda başarılı çalışmalar yürütüyor. TAV olarak 2013 ‘ten beri YGA’nın çalışmalarına destek veriyoruz. Ayrıca 5 yıldır YGA’nın Hayal Ortağıyım ve Bilim Projesi’nin danışma kurulundayım. YGA’nın projeleriyle çocuklar bilimi deneyerek anlayacak, sevecek. Bilim müzesi dünyadaki benzerlerinden çok daha inovatif, sürekli yenilenen bir merkez olacak” diye konuştu. Tonya’daki okulda eğitim gören küçük Hayrettin’den söz eden Şener “Fırsat eşitliği sunduğumuz zaman Hayrettin gibi küçüklerimiz yeni Aziz Sancar’lar olma yolunda ilerleyecek” dedi.

Yazının devamı...

Koyun keçi sesi yerine çocuk sesi

Tam 51 yıl sonra yeniden açılan Gökçeada’daki Rum Ortaokulu ve Lisesi’ndeyiz. Turkcell’in katkıları ile oluşturulan teknoloji sınıfının, spor ve sosyal tesislerinin açılışı gerçekleşiyor. Türkiye’deki Rum cemaatinin bu açılışa verdiği önem katılım düzeyinden anlaşılıyor. Başta Fener Rum Patriği Bartholomeos olmak üzere törenin çok önemli konukları var. Yunanistan’dan, ana karadan ve geçmişte Gökçeada’da yani İmroz’da yaşamış Rumlar’dan bu açılış için işini gücünü bırakıp yollara düşenler var.

Toprağına geri dönüş

51 yıl önce okulun son mezunlarından biri olan Yorgo Zarbozan’ın sözleri geride kalan yarım asırlık dönemde yaşananları özetliyor: “Adeta imdadımıza yetiştiniz. Öğrenciler yokken buralar sessizdi. Hüzünlüydü. Okul harabeye dönmüştü. Kara tahtası üstünde son yazılanlar duruyordu ancak içinde çocuklar yerine keçiler koyunlar vardı. Bir toplum için din ve eğitim en önemli şeylerdir. Eğitim eksik kalınca pek çok aile Girit’e Atina’ya, İstanbul’a göçtü. Şimdi burası yeniden canlanıyor şenleniyor. Bunu görmek çok ümit verici.”

Okul müdürü İoakim Makis Kamburopulos’un sözleri de oldukça anlamlı: “1968-1969 öğretim yılında tek kelime Türkçe bilmeden annemle bu okulun kapısından geçmiştim. Yarım asır sonra burada bu güzellikleri yaşayacağımı aklımdan geçiremezdim. Mesele hak, adalet, eğitim, sevgi, saygı, beraber yaşama kültürü ise gerisi teferruattır diye düşündük ve yılmadık. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın da gururunu taşıyarak devlet kurumlarının kapısını çaldık. Sağ olsunlar, kimse bizi geri çevirmedi. Çocukluğumdan beri şimdi bulunduğumuz noktada suların biriktiğini ve kış aylarında bahçenin çamurdan ibaret olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Şimdi burada başka bir hayat var. Ne kadar gururlansak yeridir. Sevgili öğrenciler; siz yokken buralar sessizdi, hüzünlüydü. Geçen sene geldiniz ve hayatımızı şenlendirdiniz. Şimdi de okul bahçesinin heyecanı, coşkusu köyümüzü şenlendirecek, ümitlerini dallandıracak, beklentilerini artıracak.”

İmroz Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Laki Vingas, şu an okullarında 33 öğrenci bulunduğunu ve bunların ailelerinin birçoğunun Selanik, Girit, İstanbul ve Atina’dan göç ettiğini bildirdi. Vingas, Gökçeada’nın eskiden olduğu gibi çok kültürlü geleneğine tekrar kavuştuğunu ifade etti.

33 öğrencisi var

TURKCELL, yarım asır sonra 2015 yılında yeniden açılan ve 33 öğrencinin eğitim gördüğü Gökçeada Rum Ortaokulu ve Lisesi’nde öğrenciler için bir teknoloji sınıfı, ayrıca açık spor alanı, amfi tiyatro ve botanik bahçesinin bulunduğu spor ve sosyal tesis inşa etti. Teknoloji sınıfında öğrenciler 3 boyutlu yazıcı, Arduino elektronik öğrenme kitleri ve yazılım ekipmanlarıyla teknoloji konusunda eğitim alabilecek, hediye edilen kodlama kitleriyle yazılımlarını oluşturarak geleceğin yerli yazılımlarını ortaya çıkarabilecek.

İmrozlu Bartholomeos: Toplumlara ilham versin

Kendisi de Gökçeadalı olan Fener Rum Patriği Bartholomeos, eski adı “İmroz” olan Gökçeada’da, kurumsal eğitimin yarım asır kesintiye uğradığını ve adadaki Rum toplumunun göç etmek zorunda kaldığını söyledi. Bartholomeos, şunları kaydetti: “Ne mutlu bizlere ki devlet kurumlarımız ve Gökçeada halkı çabalarımıza destek veriyor ve Turkcell gibi büyük bir şirket bu ücra köyde eğitim çabası içinde olan İmroz Eğitim ve Kültür Derneği ve yönetimindeki okullara bu tesisi kazandırıyor. Ortak yaşamın en iyi örneğinin sağlam temeller üzerinde geliştiği Gökçeadamız, Yunanistan ve Anadolu arasında binlerce yıl var olmanın yanı sıra barış ve huzur adası olarak toplumlarımıza ilham versin.”

Terzioğlu: Dünya göçten korkarken bir umut vesilesi

TURKCELL Genel Müdürü Kaan Terzioğlu, Gökçeadalı çocuklar için burada olduklarını ifade etti. Terzioğlu, “Hakikaten ben şunu hissediyorum; onlar dedelerinden ninelerinden daha şanslılar, aynı benim dedemden ninemden daha şanslı olduğum gibi... Birinci Dünya Savaşı sonrası mübadeleyle Türkiye’ye gelmiş bir ailenin mensubu olarak, dünya göçten korkarken, eve dönen insanların hikayelerini görmek bir umut vesilesi. Burada o kadar güzel konuşmalar dinledik, o kadar güzel videolar izledik ki bana, Turkcell’e bu fırsatı verdiğiniz için sizlere teşekkür etmekten başka bir şey kalmadı” ifadelerini kullandı.

Yazının devamı...

Borsa’nın çakallarını ‘Ev’e misafir etmeyin

Borsa’nın ilk gayrimenkul sertifikasının ilk hafta performansı kötü çıktı. Arz döneminde bazı büyük Borsa oyuncularına iskontolu satış yapılması, gerçekten ev sahibi olma hayali ile sertifika alan yatırımcıları üzdü.

Türkiye’de çok ciddi bir gayrimenkul furyası yaşandıktan sonra ekonomik büyümenin de yavaşlaması ile birlikte frene basıldı. Markalı konutların sadece üst gelir grubuna hitap etmesi, arsa fiyatlarının yüksekliği nedeniyle orta gelirlilere konut üretmekte yaşanan sıkıntılar yeni bir enstrüman olarak gayrimenkul sertifikasının denenmesine neden oldu.

Madem ev alma hayali kuranlar bir anda 500-600 bin liraları veremiyordu, o zaman metrekare metrekare alabilirlerdi. Tabii işin aslında bu enstrümanın ev alma hayali kurup alamayandan çok ev satma hayali kuran ancak satamayan müteahhidin işine yarayacağını da gözden kaçırmamak lazım.

Ev almak isteyen ya da ev satmak isteyen... Herkesin amacı farklı olsa da Park Mavera 3 projesi ile start alan ilk gayrimenkul sertifikasının çok önemli bir misyonu vardı.

Zira Park Mavera 3 sadece kendi projesinin finansmanını sağlamayacak, bundan sonra Borsa’da sertifika satacak inşaat şirketlerine de referans olacak.

İlk hafta hisse performansına baktığımızda daha ilk dakikadan itibaren büyük bir hayal kırıklığı dikkati çekti. Adeti 42.5 TL’den halka arz edilen hisse ilk işlem gününden itibaren o fiyatı bir daha görmedi. Dün de işlemlerin büyük bölümünün 39.00 liradan geçtiğini görünce merak edip sordum. Öyle ya ev alma hayali ile sertifika alanlar neden daha siftah bismillah sertifikasını üstelik yüzde 10’a yakın kaybı göze alarak satar ki?

32 liralık iskonto

Bu işte bir tuhaflık olduğu belliydi.

Nitekim bazı büyük oyunculara iskontolu gayrimenkul sertifikası satıldığını duydum. Satışlar 32.00 liraya kadar dahi yapılmış. Ortalaması 37.5 TL olmuş.

Tamam bir projeden bir tane değil de 20 tane daire alana ciddi indirim yapılır da Borsa’dan sertifika alacak olana aynı indirimi yapmak hiç mantıklı değil.

Çünkü dediğim gibi bu ilk sertifika arzı ve sonra geleceklere de referans olacak. Ya iyi bir referans olacak, pek çok inşaat şirketi bu enstrümanı kullanıp satışlardaki tıkanıklığı aşacak ya da kötü referans olacak, bu silah daha kullanılamadan elde patlayacak...

Bu gayrimenkul sertifikasında alım satım dengesinin iyi yönetilmesi gerekiyor. Bazı müteahhitler projeyi yapar satar ve ‘Sattım kurtuldum’ der. Sertifika olayı öyle değil. ‘Sattım kurtuldum, bundan sonra Borsa performansı beni ilgilendirmez’ diyemezsiniz...

Yeni katılanlar ders alıyorlar

Borsa’da yıllardır süregelen bir oyun var. Zaten küçük yatırımcı sayısının her geçen yıl azalması da bu yüzden.

Halka arzda konsorsiyum lideri olan Vakıf Yatırım’ın paylaştığı bilgilere göre, gayrimenkul sertifikasının halka arzında, toplam 143 milyon 242 bin 425 lira değerindeki her biri 42.50 lira olan 3 milyon 370 bin 410 adet gayrimenkul sertifikası satışı gerçekleştirildi. Halka arza toplam 5 bin 244 adet bireysel yatırımcı 2 milyon 141 bin 506 adet sertifika talebinde bulunurken, 5 bin 38 yatırımcının talebi karşılanarak 1 milyon 775 bin 842 adet sertifikanın bireysel yatırımcılara satışı yapıldı. Diğer taraftan 41 kurumsal yatırımcının 2 milyon 64 bin 568 adet talebine karşılık 39 kurumsal yatırımcıya 1 milyon 594 bin 568 adet sertifikanın satışı yapıldı. Ortalama talep büyüklüğü 17 bin lira oldu. Yani ev hayali kuranlar şimdilik 17 bin liralık yatırım yaparak bu hayale bir başlangıç yaptılar.

Bir başka önemli nokta ise gayrimenkul sertifikası sayesinde Borsa’nın 1.400 yeni yatırımcısı olmuştu. Yani 1.400 kişi hayatında ilk kez yatırım hesabı açtırdı ve Borsa’dan kağıt aldı. Talebin yüzde 55’i Anadolu’dan geldi. Sermaye piyasalarında yeni açılımlar için heyecan verici bir başlangıç. Ancak sanırım bu yeni yatırımcılar da Borsa’nın karanlık yüzünü görecekler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.