Şampiy10
Magazin
Gündem

Kıskançlık olamaz yine 1 numarasınız

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Başkanı Suma Chakrabarti, Türk özel sektörünü desteklemeye devam edeceklerini belirterek, “2016’da 43 projeye 1.9 milyar euro verdik. Kredilerde en büyük pay Türkiye’nin. 2017’de de bu değişmeyecek” dedi.

Siyasiler Avrupa’nın, Türkiye’yi kıskandığı için ekonomik anlamda önüne taş koymaya çalıştığını söylese de Avrupa’da, finans merkezlerinde öyle bir hava esmiyor. Avrupa finansının kalbi Londra’daki merkezinde buluştuğumuz Avrupa İmar ve Kalkınma Başkanı (EBRD) Suma Chakrabarti, geçen yıl kredi pastasından en büyük payı Türkiye’nin aldığına dikkat çekerken, bu temponun 2017’de de düşmesini beklemediklerini yine Türkiye’nin kredilerden en fazla payı alacak ülke olacağını söyledi.

Banka olarak 2016 yılında Türkiye’de 43’ten fazla projeye 1.9 milyar euro yatırım yaptıklarını belirten Chakrabarti, “Türkiye’de bugüne kadar toplam 9 milyar euronun üzerinde yatırım gerçekleştirdik. Türkiye bizim yıllık ticaret hacmi ve yatırım portföyümüz açısından operasyon yürüttüğümüz en büyük ülkedir. Türkiye bizim için bu yıl da 1 numara olacak” dedi.

Nef ile EBRD’nin Türkiye’de gayrimenkul geliştirmek için kurduğu ortaklığın Londra’daki imza töreninin ardından bir grup Türk gazetecinin soruları yanıtlayan Chakrabarti, Türkiye’nin EBRD açısından çok önemli bir role sahip olduğunu söyledi.

EBRD’nin 1991 yılından bu yana dünya genelinde 4 bin 500’ün üzerinde projeye 110 milyar euro finansman sağladığını vurgulayan Chakrabarti, “Geçen yıl 9.4 milyar euroluk toplam yatırımlarımızın 1.9 milyar eurosunu yani yüzde 20’sini Türkiye’ye yaptık. Türkiye’ye yaptığımız tüm projelerde başarılı olduk. Türkiye’nin potansiyeli yüksek, ekonomisi güçlü. EBRD olarak Türkiye’ye yatırımlarımız devam edecek” diye konuştu.

3 ilde ofisimiz var

Chakrabarti, Türkiye’nin yenilikçi ve dinamik yapısı nedeniyle kendileri için ayrı bir öneme sahip olduğunun altını çizerek, Türkiye’deki birçok projenin diğer ülkelere örnek olduğunu belirtti. Türkiye’de 90’a yakın çalışanlarının olduğunu ve Türkiye’deki çalışmalarının ilk kez özel bir “yönetici direktör” tarafından yönetildiğine dikkat çeken Chakrabarti, şunları söyledi: “Türkiye bizim için liderlik yapan bir ülke. EBRD Türkiye Direktörlüğü, büyüyen bir portföy, yüksek ve devamlı yıllık iş hacmi ve zorlu bir jeopolitik ortamı yansıtacak şekilde, ‘yönetici direktörlük’ statüsüne yükseltilmiştir. Türkiye’deki çalışmalarımız ilk kez özel bir Yönetici Direktör tarafından yönetilmiştir ve bu, ülkeye olan güçlü bağlılığımızı yansıtmaktadır. İstanbul, Ankara ve Gaziantep’teki ofislerimizle 90’ın üzerinde çalışanla ülke genelinde varlık gösteriyoruz. Niye Gaziantep’teyiz. Çünkü mülteci konusunu önemsiyoruz. Oraya destek olmaya çalışıyoruz.”

Yükselen tansiyon yardımcı olmuyor

Başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa’daki ülkelerin Türkiye’ye karşı yürüttükleri antidemokratik uygulamaların ve Türkiye’nin buna verdiği tepki sonrası gerilen ilişkilerin EBRD’nin Türkiye’deki yatırımlarını etkileyip etkilemediği soru üzerine Suma Chakrabarti, şu yanıtı verdi: “Biz aslında Avrupa bankası değiliz. Bizim en büyük ortaklarımız ABD ve Çin. Avrupalı ortaklarımız da var. Kimse bize Türkiye’ye kredi vermeyin demiyor. Ancak artan tansiyon bize yardımcı da olmuyor. Ama bu işin siyasi tarafı. Her iki tarafta yer alan iş dünyası ilişkilerini korumak istiyor. Örneğin geçen ay bir Türk şirkete 10 milyon euro kredi verdik. Yani yaşananlar bizim faaliyetlerimizi etkilemedi.”

Türkiye Varlık Fonu bize yeni fırsatlar yaratabilir

EBRD’NİN Türkiye’deki yatırımları ağırlıklı olarak özel sektörle. Son olarak orta sınıfa yönelik sürdürülebilir, depreme dayanıklı konut inşası için Nef ile ortaklığa giden EBRD, Türkiye Varlık Fonu’nun da yeni iş fırsatları yaratabileceğini düşünüyor ve Türkiye’deki ekip fonu takip ediyor. Temel hedefini daha iyi bir toplum inşasına katkı sunmak ve katılımcı bir ekonomi kurmaya yardımcı olmak olarak özetleyen EBRD’nin Türkiye’deki bazı projeleri şöyle:

- Akfen Yenilenebilir Enerji

- Borsa İstanbul

- Elektronik parçalar üreten asansör teknolojisi şirketi Arkel

- Fibabanka

- Lübnanlı Bank Audi Group iştiraki Odea Bank

- Türkiye, İspanya, Portekiz, Malta, Karadağ ve Singapur dahil olmak üzere 6 ülkede toplam 9 limanla faaliyet gösteren, dünyanın en büyük seyahat gemisi operatörü Global Ports

- Dinamik bir kadın girişimcinin kurduğu (Abraaj Fonu ile birlikte) yönetilen Kayserili yatak üreticisi BRN

- Karo fayans üreticisi Graniser

- Hint Mahindra ile ortak olan tarım makineleri firması Hisarlar

- Paşabahçe

- Faktoring şirketi TAM Factoring

- Türkiye’de büyük bir tarım malları işleyicisi olan Tiryaki

- Amazon’un Türkiye versiyonu Hepsiburada.com

- Sosyal içerik platformu Onedio

- Moda e-ticaret şirketi Trendyol

Yazının devamı...

Maliye beyaz eşyada kaybederken kazandı

Vergi gelirlerini artırmak için vergi oranlarını yükseltmek mi gerekir yoksa tam tersi düşürmek mi?

Türkiye’de süregelen ve cevabı bulunamamış bir tartışmadır bu. Şubat ayı başında devreye sokulan beyaz eşya ve mobilyadaki vergi indirimleri belki de bu konuda ders olacak nitelikte sonuçlar çıkardı.

Malum ekonomide gözle görülür bir durgunluk var.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası tüketici güveninde ciddi bir azalış oldu. Terör saldırıları, azalan turizm gelirleri, referandum süreci derken, temkinli yaklaşım çarşı pazara yansımış vaziyette.

İşsizlik arttı, kredi geri dönüşlerinde de sorunlar yaşanmaya başlandı. Bu tabloyu gören ekonomi yönetimi çok yerinde bir karar alarak bazı ürünlerde piyasayı canlandırmak adına vergi teşvikleri getirdi. 3 Şubat’ta açıklanan kararlarla beyaz eşyada yüzde 6.7’lik ÖTV, Nisan sonuna kadar sıfırlanırken, mobilyada da KDV 18’den 8’e indirildi.

Şimdi sonuçlarına bir göz atalım. Rakamları Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği Başkanı Ergün Güler’den aldım.

Beyaz eşyada çamaşır makinası, fırın, buzdolabı ve bulaşık makinasından oluşan lokomotif dörtlünün Ocak ayı satış adedi 475 binlerdeydi.

Ancak tüm piyasa aktörlerinin üzerinde birleştiği karamsar bir beklenti vardı. Bu tedbirler alınmamış olsaydı; Şubat ayı satış rakamları 400 binlere doğru aşağı yönde evrilecekti.

Yüzde 31.8 artış oldu

Maliye Bakanlığı’nın aldığı bu tedbir sonrası Şubat ayı satış rakamı tam tamına 599 bin 579 adet olarak gerçekleşti. 600 binlik rakama sadece 421 adet ürün kalmıştı.

400 bine düşmek bir yana yüzde 31.8’lik bir artış yaşandı yani. Maliye Bakanı Naci Ağbal, tedbirleri açıkladığı gün, yaklaşık 1 milyar liralık bir vergi gelirinden feragat edildiğini söylemişti.

Ancak ben öyle düşünmüyorum. Evet satış temposu aynen devam etse tüm alanlarda böyle bir yük belki ortaya çıkabilirdi. Ancak zaten duran bir piyasa olduğu için sonuçlar öyle olmadı.

Sadece beyaz eşya kısmında satış rakamlarına dayanarak söylüyorum, belki 75 milyon liralık bir vergiden feragat edildi ancak bunun karşılığında 100 milyon liralık bir vergi gelirine ulaşıldı.

Hatta satış rakamının 400 binlere düşeceğini öngörürsek, Maliye’nin kazancı reel olarak 25 milyon liradan bile fazla oldu diyebiliriz.

Eminim benzer bir tablo mobilyada da yaşanmıştır. Oradaki rakamlara bakmadım. Zaten mobilyada kayıtdışılık fazla olduğu için gerçek resmi görmek de çok mümkün değil. Neyse konuyu dağıtmayalım...

Zincirleme reaksiyon

Bakın beyaz eşyada satışlar artınca ne oldu? Ana üretici de, bayi de yan sanayici de kazandı.

Hepsinin brüt kârı arttı.

Maliye Bakanlığı’nın KDV geliri arttı. Ödenecek Kurumlar Vergisi’ne de pozitif etkisi oldu. 75 milyon liradan vazgeçen devletin kasasına 100 milyon lira girdi. Daha da önemlisi, kapasite kullanımı yükseldi, işçi istihdamı arttı. 12.7 olan resmi işsizlik rakamının daha da artması önlendi. Büyümeye de pozitif yönde katkısı oldu. Ayrıca piyasalara moral aşılandı.

Aslında bir parantez de enerji verimliliğine açabiliriz.

Zira yeni ürün demek, daha düşük enerji israfı demek. Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği Başkanı Ergün Güler’in şu dipnotu etkileyici:

“Türkiye’de 20 milyondan fazla buzdolabı var ve yarısı aşırı enerji tüketen eski tiplerden oluşuyor. Bir gecede bunların tamamını A plus ürüne çevirsek, Türkiye bir Keban Barajı kazanır.”

Bütçe teyid etti ‘uzatın’ dendİ

Tedbirlerin piyasaya olan pozitif etkisini Şubat ayı bütçe gerçekleşmeleri de teyid ediyor. Vergi gelirleri yüzde 4.3 oranında artarak 40 milyar lira civarında gerçekleşti. İşte bu rakamlardan cesaret alan beyaz eşya üreticileri geçen hafta başında Maliye Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı yetkilileri ile görüşerek, sözkonusu kampanyanın uzatılmasını talep ettiler. Masaya da benim yukarıda özetlediğim rakamları koydular. Yaz aylarının yaklaşması ile birlikte özellikle klima satışlarında, vergi dopingi ile birlikte ekstra artış tahminleri yapılıyor. Umalım da Maliye, bu tedbirleri sadece referandum sürecinde toplumda hoşnutsuzluk artmasın, gidişat daha da bozulmasın diye istemeye istemeye almış olmasın. Zira net olarak ortaya çıktı ki vergileri düşürünce gelirler azalmıyor tam tersine yükseliyor.

Vergileri artırınca gelirlerin yükselmediğini ortaya koyan bir de otomotiv rakamları var üstelik masada.

O da ayrı bir yazı konusu olur. Otomotiv sektöründe ÖTV oranları arttıktan sonra Maliye’nin bu alandaki geliri arttı mı azaldı mı tartışabiliriz.

Yazının devamı...

Soho’dan sonra Galataport’ta bir iş kulübü

Özel üyelik sistemiyle çalışan Soho İstanbul’un başarısı ortada. Londra, Berlin, Miami gibi dünyada 18 ayrı lokasyonda hizmet veren Soho House, 23 Mart’ta İstanbul’daki ikinci yaşını kutlayacak. Her geçen gün üye sayısını artıran Soho House İstanbul, şehre çok niş bir soluk getirirken, “Türkiye’de üyelik sistemine dayalı kulüp mantığı yürümez” anlayışını da yıktı.

Soho İstanbul’a üye olmayanlar giremiyor. Üyelik ücreti de bir hayli pahalı. Ancak hemen her akşam Soho House full çekiyor. Açıldığı günden bu güne 2 sene geçen Soho House Istanbul’un, üyelerine 1000’in üzerinde etkinlik gerçekleştirmesi, 75’ten fazla konsere, 400’den fazla konuşmacıya ev sahipliği yapması bu yüzden. Harika bir sinema salonu var. 500’ün üzerinde film izlendi bu salonda, hatta çok özel gala’lar yapıldı.

Kulübün en önemli özelliği kimse kimseyi rahatsız etmiyor, fotoğraf çekilmiyor, herkes dilediğince eğlenebiliyor. Soho’nun başarısını anlatıyorum çünkü bu başarı çok farklı bir modele doğru gidiyor. Serdar Bilgili’nin, gayrimenkul alanında kentin ihmal edilmiş değerlerini yeniden kazandırmadaki başarısı Doğuş Holding ile işbirliğinin anahtarı oldu. İki grup Galataport’ta güçlerini birleştirdi.

Galataport projesinin içinde bu kez sadece işadamlarına yönelik, çok özel ve üyelik sistemiyle çalışacak ‘gentlemen club’ açılacakmış.

Bunu daha önce bazı gruplar denedi başaramadı. Sait Halim Paşa Yalısı’nda ve Yeniköy’de Tahsin Bey Yalısı’nda bu model denenmeye çalışıldı ancak beyin jimnastiği aşamasından öteye gidemedi.

Bu işin anavatanı hiç kuşkusuz İngiltere. 1693 yılından bu yana faaliyette olan centlemen kulüpleri var. Burada büyük iş bağlantıları yapılıyor, milyar dolarlık anlaşmalar olgunlaştırılıyor. Türkiye’de böyle bir model dediğim gibi yok ve “Yürümez” mantığı hakim.

Üyelik ücretinin 30 bin, belki 50 bin hatta 100 bin dolarlar mertebesinde olacağı bir kulübün İstanbul’da işleyip işlemeyeceğini bekleyip göreceğiz. Dediğim gibi Soho’nun başarısı bu kulübün tutacağına dair ipuçlarını şimdiden veriyor.

Bu arada Soho’da Cecconi’s’e de ayrı bir bölüm açmak şart. Üyelik sisteminin haricinde, buraya dışarıdan gelinebiliyor. Modern klasik bir İtalyan restoranı. Venedik’ten yola çıkan; Mayfair Londra, Miami, Barcelona ve Amerika’da da şubeleri olan Cecconi’s el yapımı makarnaları, deniz ürünleri, cicchetti ve Kuzey İtalyan yemekleri ile tanınıyor. Trüf mantarı, kabak çiçeği ve keçi peynirli pizzası muazzam.

Yazının devamı...

Bakanlar ve bakakalanlar

Borsa için kumarhaneyi çoktan geçtim genelev yakıştırması yapıyorum, kızıyorlar.

Sermaye Piyasası Yatırımcıları Derneği yetkilileri...

Lütfen yazıya giriş ifadem yüzünden kağıda kaleme sarılıp bana bir kınama yazısı daha göndermeden önce şu haberi dikkatle okumanızı rica ediyorum.

Geçtiğimiz yılın Haziran ayında Borsa İstanbul (BIST) tarafından Yakın İzleme Pazarı’na alınan Bakanlar Medya, bugün (dün) itibariyle kottan çıkarılıyor.

Şirketin kottan çıkarılma nedeni, halen kendine aktif bir faaliyet konusu bulamaması.

BIST, 16 Haziran’daki “yakın izleme” kararında Bakanlar Medya’nın aktif bir faaliyetinin olmamasını gerekçe göstermişti. Bakanlar Medya’nın bu süreçte Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) matbaacılıktan çıkıp enerji sektöründe faaliyet göstermek üzere yaptığı esas sözleşme değişikliği de Aralık ayında olumsuz sonuçlandı.

Şirket, daha önce belirttiği şekilde Ofen Enerji’nin yönetim kontrolünü sağlayan payların devrini de sağlayamadı. Diğer taraftan Ofen Enerji’nin devir alınması sürecine ve Anadolu Enerji’ye tesis iadesi işlemlerine ilişkin KAP açıklamaları da gecikmeli olarak yapıldı.

Son olarak BIST, tüm bunların yanı sıra şirketin aktif bir faaliyetinin olmaması ve bu durumun 31 Aralık 2016 tarihli kâr veya zarar tablosunun hasılat kalemine yansımış olmasına işaret ederek Bakanlar Medya’yı kottan çıkardı.

İstanbul Ataşehir merkezli Bakanlar Medya’nın uzun süredir

D grubunda işlem gören hisseleri son olarak 4.3 milyon TL piyasa değerine sahip. Son 2 yıldaki zararı ise 5.8 milyon TL olan şirketin faaliyet alanı “çıkartma, takvim, ticari katalog, tanıtım broşürü, poster, kartpostal, davetiye, yıllık, rehber, çizgi roman, boyama kitapları vb. basım hzimetleri” olarak belirtilmişti.

1 yılda nasıl geldi?

Borsa’da bu tarz şirketlerden o kadar çok var ki. Benim anlamadığım kuruluşu 2012 olan bu şirket 2013 yılında nasıl Borsa’da halka açılabildi. Niye kimse bu şirketin çok da tekin olmadığını farketmedi.

Ne yazık ki Borsa da malum çevreler tarafından kuşatılmıştı ve 15 Temmuz darbe girişiminden önce ekonomik olarak güç sağlamak için Borsa’da akıl almaz halka arzlara yeşil ışık yakıldı.

Bir masa bir kasa şirketler Borsa’nın tüm itibarını ayaklar altına aldı.

Borsa İstanbul Kotasyon Yönergesi gereği, borsa tarafından geçerli kabul edilebilecek durumlar dışındaki nedenlerle 1 yıldan uzun bir süre faaliyetleri durdurulmuş olan şirketleri kottan çıkarabiliyor.

Ancak bu bir meziyet değil.

Önemli olan bu tarz şirketleri Borsa’ya gelmeden, yatırımcıların canını yakmadan tespit edip, önünü kesmek.

Yoksa atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra alınan tedbirlerin de bir değeri yok. Zaten buna yatırımcıyı korumak da denmez.

Şirketin niyeti zaten daha ilk günden belliymiş. 3 Haziran 2013’de Borsa’da işlem görmeye başlayan şirketin hisselerinde birinci dakikadan itibaren spekülasyon manipülasyon eksik olmamış.

Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim.

Borsa böyle kötü niyetli patronlar, ibiş yatırımcılarla dolu olduğu sürece bir arpa boyu bile yol alamayacak.

80 milyonluk ülkede Borsa yatırımcısı üçü beşi geçmeyecek.

Ha foreks piyasası gibi hisse senedi piyasasında da küçükler istenmiyorsa onu da bilmek lazım.

Bu haliyle Borsa’da hep Bakanlar kazanacak, İbişler arkalarından bakakalacak...

Yazının devamı...

‘Milli servet, ucuza vermem’ diyor Avusturyalı sözleşmeyi gösteriyor

Aras Kargo’da bir kıyamettir kopuyor. Ucundan haberin içine gireyim dedim, çıkabilene aşk olsun. Konunun 3 tarafı var. Evrim Aras, Austrian Post ve bir de Aras Ailesi’nin diğer üyeleri anne Meral Aras ve erkek kardeş Barış Baran Aras. Barış Baran Aras ilk kez basın karşısına çıkıp konuya dahil oldu. Austrian Post CEO’su Georg Pölzl, derdini anlatmak için İstanbul’a geldi. Kim ne iddia ediyor? Kavga niye çıktı? Bu işin sonu ne olacak? Hepsi bu tek haberde...

Aras Kargo’da bir kavga var ki; mısır patlat geç karşısına seyret. Öyle bir şenlikli...

Benim için herşey Papermoon’da bir öğlen yemeği esnasında Evrim Aras’ı iki yan masada görmemle başladı. ‘Nasıl gidiyor’ diye sordum, vallahi sormaz olaydım.

Bir sordum bin ah işittim. Avusturyalı ortaklarının kendilerini aldattığını, Aras Kargo gibi bir değeri sözleşme hükümlerini gerekçe göstererek ucuza ele geçirmek için türlü finansal oyunlar yapıldığını, bu durumda da sözleşme hükümlerini yerine getirmekten vazgeçtiğini, karşı atağa kalkarak hisselerini satmak yerine Avusturyalılar’a verdikleri yüzde 25’i de geri almak için mücadeleye başladığını anlattı.

Sormaz olaydım demem işin şakası. Gazeteci için bulunmaz hararette bir haber. Olayın içinde ne ararsan var. Kavga kızışmış hatta belaltı sayılabilecek darbeler bile artık kavgada sayılmaz olmuş...

Belli ki bu iş uzayacak

Şirkete sokulmayan hissedarlar, kışkırtılan işçiler. Yumurta atılan yöneticiler. Magazinsel bazı sızdırma yıpratıcı haberler.

Belli ki bu iş uzayacak. Ancak Aras Kargo Türkiye için bir değer. En mühimi 12 bine yakın çalışanının olması. Bu kavga şirketi yoruyor adeta tüketiyor. 2016 finansal sonuçları 2015’e göre işlerin kötüye doğru evrildiğini gösteriyor. Yani taraflar tepiştikçe olan şirkete olacak gibi duruyor. Dolayısıyla 12 bin çalışanı, 1 milyar liraya yakın cirosu olan bu şirketin bir an önce hissedarlık yapısını netleştirmesi, dümende kimin olacağına karar vermesi gerekiyor.

Son gelişme olarak şirkete bir kayyum atandı. Taraflar o konuda bile kavga ediyor. Evrim Aras, kayyumun Avusturyalılar’a rağmen atandığını söylerken, Avusturyalılar, “Biz kayyum atanmasına itiraz etmedik. Biz sadece Evrim Aras’ın danışmanının şirket yönetimine girmek istemesine itiraz ettik” diyorlar.

Ebitda’yı bile bile düşük gösterdiler

Ebitda yani faiz, amortisman ve vergi öncesi kar rakamı, bu kavganın özünü anlamak için önemli. Zira 2013 yılında Austrian Post ilk hisse alımını gerçekleştirdiğinde 3 yıl sonra yüzde 50 daha hisse alacağı, bu hisseleri de Ebitda’nın 8 katı çarpanla satın alacağı bağlayıcı hüküm olarak sözleşmeye yazılmış. Ancak Evrim Aras, Austrian Post’un özellikle EBİTDA’yı düşük çıkarmak için çaba sarfettiğini iddia ediyor. İşte Evrim Aras’ın iddiaları:

- Şirket 2013’de satılırken EBİTDA’sı 80 milyon liraydı. Hissedarlar sözleşmeyi hazırlarken 3 yıl sonra EBİTDA’nın 150 milyon liranın üzerine çıkacağı sözü ile girdiler.

- Fakat öyle engeller çıkarıldı ki şirketin bu rakamlara ulaşmasına imkan verilmedi. Bırakın o rakamlara çıkmayı, gerçekleşen EBİTDA rakamı da ekstra düşük gösterildi. 86 milyon lira çıkan EBİTDA, Avusturyalılar’ın bazı harcamaları düşmemesiyle 63 milyon liraya indi. Bize de bu rakam üzerinden çağrıda bulundular.

- Biz şirkete Avusturyalılar’ı kabul ederken onların know how’ından yararlanmak istemiştik. Şirkete 3 yıl içinde en az 125 milyon lira yatırım yapılacaktı. Ancak bu rakamların yarısına bile ulaşamadık. Aras Kargo’yu özellikle büyütmediler. Planlı şekilde yatırımları ötelediler.

- Yapılan yatırımlar da şirketin ortaklık süresince karlılığını pozitif şekilde etkileyecek yatırımlar olmadı.

- Ancak biz şirketin potansiyelini biliyoruz. Bu yüzden Avusturyalılar’a bize teklif ettikleri rakamın yüzde 40 daha fazlasına onlardaki hisseleri almayı teklif ettim. 1 Eylül 2016’da yazılı bir teklif sundum. Cevap bile vermediler.

Kavgaya dahil değilim satıp çıkmak istiyorum

Barış Baran Aras, annesi Meral Aras ile birlikte kavganın dışında durmaya özen gösteriyor. Evrim Aras’ın mücadelesine destek verdiğini söylemek mümkün değil. “Kendi rızamızla imzaladığımız bir sözleşme var. Bu sözleşme hükümlerine uymamız lazım” görüşünde.

Ancak bir noktanın altını çiziyor. O da ablası Evrim Aras gibi Avusturyalılar’ın şirketin performansını yavaşlattığına inanıyor.

Barış Baran Aras, bu mücadele konusunda ilk kez konuştu ve şunları söyledi: “Biz zaten babamın ölümünden sonra bir mal paylaşımında bulunmuştuk. Aras Holding bende kaldı. Aras Kargo’da sadece hissedarım. Yönetim ablamdaydı. Ancak bu hissedarlık bana faydadan çok zarar vermeye başladı. Ben bir an önce hisselerimi satıp bu işten çıkmak istiyorum. Avusturyalılar’ın verdiği rakama razıyım. Sonuçta yapılmış bir kontrat var. Ancak bu şartlarda gerekirse ablam gelsin hisselerimi ona da verebilirim. Fakat sözleşme buna izin vermiyor. Aslında söylemeye çalıştığım kim alırsa alsın ancak Aras Kargo’ya zarar gelmesin. Zira bu hukuki mücadelenin ne kadar süreceğini kimse bilmiyor. 11 binden fazla çalışan var. Ben onları düşünerek hisselerimi satmaya razıyım diyorum. Diğer taraftan Avusturyalılar’ın şirketin faaliyetlerini yavaşlattığını düşünüyorum. Yani ortada daha farklı bir Aras Kargo ve daha farklı bir EBİTDA olabilirdi. Bu kavgayı hayırlı görmüyorum. Kendi işlerime odaklanmak istiyorum.“

Pölzl: Oldukça cömert bir teklifte bulunduk

Avusturyalılar ciddi insanlar. Kağıt üzerinde ne varsa, yazılı çizili olan ona uyulmasını bekliyorlar. CEO Georg Pölzl, geçen hafta İstanbul’a geldi ve DEİK’in Levent’teki ofisinde buluştuk. O da kendileri cephesinden konuya nasıl yaklaştıklarını anlattı ve Evrim Aras’ın iddialarına yanıt verdi:

- 2015, Aras Kargo’nun finansal açıdan en iyi senesi. Biz de bu rakamları dikkate alarak yüzde 50 hisseyi alma maddesini işlettik. Oldukça cömert bir teklifte bulunduğumuzu düşünüyoruz. Sözleşmede belirtilen formülün üzerinde bir formüle sıcak bakmamız mümkün değil. Zira halka açık bir şirketiz ve yatırımcılarımıza taahhütlerimiz var.

- Yatırımları bile bile yavaşlattığımız iddiasına katılmıyorum. Şirketin hiçbir yatırımına engel olmadık. İkitelli’de büyük bir depo yatırımı yapıldı. Yüzde 50 kapasite ile bile çalıştıramıyoruz.

- Teslimat işi büyüyor ancak kötü yönetimden dolayı karlılık düşüyor. 2015 yılının yüzde 30 gerisindeyiz. Rekabet uyumuyor. Biz elimizden geleni yapıyoruz ancak bu durumu durduramazsak işler daha da kötüye gidecek.

- Evrim Hanım bize “Yüzde 40 daha fazlasına hisselerinizi ben alayım” diye resmi teklif yapmadı. Yapmadığı için de bunun üzerinde konuşmak spekülasyon olur.

- Biz Türkiye’deki yatırımı tesadüfen yapmadık. Doğu Avrupa’da büyüme stratejimizin en önemli parçasıydı Türkiye yatırımı. Buradan İran dahil daha doğuya da gitmeyi planladık.

- Aile içi kavgayı lehimize kullanmaya çalıştığımız iddiasına da katılmıyoruz. Aile içi uzlaşmazlık tam tersine bizi de şirketi de yordu. Bunu öngöremedik.

- Dediğim gibi yüzde 50 hisse için vereceğimiz rakam bellidir. Ancak daha sonra kalan yüzde 25 ilave hisse için farklı bir formül gündeme getirebiliriz.

- Şimdi siz bana “Euro TL karşısında değerlendi. Fiyatı artırsanız yatırımcılarınız nezdinde çok da mahçup olmazsınız” diyorsunuz. Ancak bu şirketin gelirleri de euro üzerinden olsa dediğiniz kulağa hoş gelebilirdi. Sonuçta gelirler de TL üzerinden ve dolayısıyla yaptığımız yatırımın geri dönüşünde de sıkıntı olacak.

Yazının devamı...

Metabolizmanın sırları bu merkezde çözülüyor

Çocukluğumun hatıraları arasında unutulmaz bir Ülker reklamı cıngılı vardı. ‘Önce güneş hava su, sonra bol gıda gelir. Akşama babacığım, unutma Ülker getir’ diyen. Önceki akşam 2014 yılında kurulan Sabri Ülker Merkezi’nin faaliyetlerinin paylaşıldığı toplantıda kürsüye çıkan Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker önce bu slogana dikkat çekti. Artık gelinen noktada bol değil, sağlıklı gıdanın değerinin anlaşıldığını belirtti.

“Kendim ve aileme yedirmeyeceğim hiçbir ürünü ne üretirim ne de satarım” diyen Sabri Ülker’in anısını yaşatmak üzere kurulan Sabri Ülker Merkezi’nin bilim dünyasında heyecan yaratan buluşlara imza atmasından büyük memnuniyet duyduklarını ifade etti. Merkezi kurarken iki şeyi amaçladıklarını kaydeden Ali Ülker “Ürünlerimizle 4 milyar insana dokunuyoruz. Bu bizim üzerimizdeki sorumluluğu inanılmaz artırıyor. Dengeli ve sağlıklı beslenmeyi öğreten programları desteklemek bizim görevimiz. Sabri Ülker Merkezi bu yüzden kuruldu. Ayrıca burada yapılan çalışmalarda Türk gençleri de bilimle zehirlensinler istiyoruz. Sonra Türkiye’ye gelmelerini, başka gençleri zehirlemelerini ve bilim insanlarının tüm kademelerde en yüksek itibarı görmelerini istiyoruz” diye konuştu.

İki önemli buluş

Yıldız Holding’in Harvard Üniversitesi ile iki yıl önce yaptığı işbirliği sonucunda hizmete açılan Sabri Ülker Merkezi, tüm dünyada takdirle karşılanan işlere imza atıyor. Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil başkanlığındaki Merkez, Türk öğrenci ve akademisyenler için de eşsiz bir çalışma ortamı ve bilimsel köprü durumuna geldi. Geçtiğimiz yıl merkezde yapılan araştırma ve buluşların çoğunda genç Türk öğrencilerin olması da bunu gösteriyor.

2016 yılında Sabri Ülker Merkezi’nde gerçekleşen buluşlar ve merkezin faaliyetleri bu hafta Türk bilim dünyası ile paylaşıldı. Sabri Ülker Vakfı’nın ev sahipliğinde düzenlenen toplantılarda Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ve önemli buluşlara imza atan üç öğrencisi Doç. Dr. Furkan Burak, Yard. Doç. Dr. Ebru Erbay ve Doçent Dr. Erkan Yılmaz önce Türk bilim dünyasından bir gruba, ardından da bize yani gazetecilere geçtiğimiz yılın faaliyetlerini anlattı.

Sabri Ülker Merkezi ’nin, kurulduğu ilk günden bu yana toplum sağlığının geleceği için çalıştığına işaret eden Merkez Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, merkezden çıkan araştırmaların, önemli hastalıkların önlenmesi için ‘mihenk taşı kabul edilebilecek düzeyde olduğunu anlattı. Henüz yayınlanmamış ancak heyecan verici gelişmeleri de bilim camiası ile paylaşan Hotamışlıgil, “ Bu imkânı bize sağlayan Ülker Ailesi’ne çok teşekkür ediyoruz” dedi.

“Sabri Ülker Merkezi’nin yetiştirdiği iki Türk doktoru, 2016 yılında dünyada ses getiren keşiflere imza attı. Türk doktorlarımızdan Yardımcı Doç. Dr. Furkan Burak , karaciğere şeker üretme komutu veren yeni bir hormonun keşfini sağlamış. Bu molekülün varlığı 30 sene önce keşfedilmiş ama hormonal görevi fark edilmemiş ve dolayısı ile üzerinde durulmamış. Furkan Burak bu hormonun yepyeni bir görevini saptadı. Bu hormon normalde yağ dokusundan yola çıkıp karaciğere giderek şeker üretme komutunu veriyor. Bu hormonun düzeyleri diyabet, kalp hastalığı ve şişmanlıkta çok yükseliyor. Dolayısıyla bu yükselmeyi önleyebilmek diyabet ve kalp hastalığına karşı yeni tedavi olasılıkları yaratma şansı tanıyor. Furkan Burak’ın yaptığı son çalışma bu öngörünün doğruluğunu ispatladı. Yazdığı makale Science Dergisi’nde yayınlandı ve büyük ilgi gördü.

‘Yediğin ilacın, ilacın yediğin olsun’

Hotamışlıgil, Ülker ailesinin verdiği katkı ile Boston’da ekibi ile birlikte metabolik ve kronik metabolik hastalıklara yönelik çözümler arıyor. Bugün karaciğer yağlanması, diyabet, yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları o kadar yaygın ki her yıl en az 5 milyon kişi bu tür hastalıklar yüzünden ölüyor. Yani kuraklık, savaş kadar önemli bir problem. 2025 yılında bu hastalıklarının dünya ekonomisine yükünün 70 trilyon dolar olacağı öngörülüyor. Hotamışlıgil “Burada çalışılmamış o kadar büyük bir alan var ki, en küçük bir ilerleme bile toplum sağlığına büyük katkılar sağlayabilme potansiyeli taşıyor. Yani Hipokrat’ın dediği gibi “yediğin ilacın, ilacın yediğin olsun” sözü aslında belki de 21. yüzyıl da bunu anlatıyor” dedi.

Kendi laboratuvarını açmak için geri döndü

Toplantının dikkat çeken bir diğer ismi Merkez’de yetişip Bilkent Üniversite’sinde kendi bağımsız laboratuvarını kurmak üzere Türkiye’ye dönen Yardımcı Doç. Ebru Erbay oldu. Erbay daha önce keşfi sağlanan ve yağ asidi tabiatındaki “lipokin”in kalp hastalıkları üzerindeki önemli olumlu etkilerini gösteren bir projeyi kendi grubunda yaptığı çalışmalar ile sonuçlandırdı. Gıdalar içerisinde de bulunan bu lipokin çok yüksek kolestrolü olan deneysel modellerde ağızdan kullanıldığında önemli ölçüde kalp ve damar hastalıklarının önlenmesine yol açabiliyor. Ebru’nun bu çalışması da Science TM dergisinde yayınlanarak bilim camiası ile paylaşıldı.

Sabri Ülker Merkezi’ndeki bir diğer önemli gelişme ise Kasım 2016 tarihinde açılan “Görüntüleme Laboratuvarı” oldu.

Bu laboratuvar, metabolik hastalıklara sebep olan ve hücre alt yapısındaki değişiklikleri ileri mikroskopi ve çok yüksek çözünürlük ile gözlemleme imkanları yaratarak, hücrelerin tomografisini çekerek yeni mekanizmaların gün ışığına çıkarılmasına önemli katkılarda bulunacak.

Yazının devamı...

Avusturyalı ararsa bir değil iki kere düşünün

Aras Kargo’da Austrian Post ile Aras Ailesi’nin ortaklığı 2013 yılında büyük umutlarla başlamıştı. Ancak gelinen noktada taraflar kanlı bıçaklı. Yapılan bir bağımsız araştırmada Avusturyalılar’ın en zıt ortak çıktığını belirten Evrim Aras, “Tecrübeyle sabit” diyor.

Aras Kargo’da Aras ailesi ile Austrian Post’un ortaklığı büyük hedeflere kilitlenen şirkette heyecan yaratmıştı. İş Girişim Sermayesi’nin 2011’de 17.5 milyon TL’ye aldığı yüzde 20 hisseyi 2 yıl sonra 100 milyon liraya Austrian Post’a satması ile başlayan hikaye ne yazık ki şu aralar tatsız devam ediyor.

Austrian Post, 2013 yılında İş Girişim’in elindeki yüzde 20 Aras Kargo hissesini ve bunun yanı sıra Aras Ailesi’nden de yüzde 5 hisseyi alarak şirkete ortak gelmişti. Yani 2013’de şirketin tamamına biçilen değer 500 milyon lira olmuştu. Yapılan anlaşmaya göre, Austrian Post isterse hissesini yüzde 50’nin üzerine çıkaracak ve hakim ortak olabilecekti. Austrian Post bu planı uygulamak istedi istemesine ancak yöntemi biraz tuhaf oldu. Tabir yerindeyse Aras Kargo’yu ölü fiyatına ele geçirmek istedi. Bunun için de aile içi anlaşmazlığı koz olarak kullandı. Bu yüzden de şirket karıştı.

Ben geri alabilirim

Şirkette yüzde 75 hisse Aras ailesinde ancak aile içinde bazı huzursuzluklar var. Evrim Aras ile kardeşi Baran Aras arasında yönetimsel fikir ayrılıkları var. İki kardeşin fikir ayrılığını koz olarak kullanan Austrian Post, Evrim Aras’ın ifadesine göre, ‘şirketi ucuza kapatmak’ istiyor. Barış Baran Aras’ın, “Hissemizi satalım ve şirketten çıkalım” şeklindeki anlayışı Evrim Aras’a göre, Avusturyalılar’ın iştahını kabarttı ve teklif ettikleri fiyatı düşürmelerine neden oldu.

Evrim Aras, “Daha önce şirketin tamamına 1.2 milyar TL değer biçen Avusturyalılar şimdi birden fikir değiştirdiler ve şirketin değerini 600 milyon liraya düşürdüler. Ailemin tavrından da cesaret alıyorlar. Ancak bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bu rakam çok komik” diye konuştu.

Evrim Aras’ın 300 milyon liralık teklifi komik bulması duygusal bir değerlendirmeye de dayanmıyor belli ki. Yani amacı daha fazlasını koparmak gibi görünmüyor. Zira Evrim Aras, Austrian Post’un bu teklifine, karşı teklifle cevap vermiş durumda. Austrian Post’un teklifinin yüzde 40 daha fazlasını ödeyerek yüzde 25 hisseyi geri almak istiyor.

“Şu an şirketin tamamına biçtikleri değer madem ki 600 milyon lira. ‘Demek ki siz elinizdeki yüzde 25 hissenin ederini de 150 milyon lira olarak öngörüyorsunuz’ dedim. Ben de karşı teklif sundum ve gelin elinizdeki yüzde 25 hisseyi bana satın. Üstelik ben size yüzde 40 daha fazla vermeye hazırım. Yani 210 milyon lira ödemeye hazırım dedim” diye konuşuyor.

Olay mahkemelik oldu

Austrian Post bu teklife henüz yanıt vermedi. Taraflar arasında İsviçre mahkemelerinde süren bir tahkim davası başladı. Bu arada şirketin genel kurulu yapılamadı, yönetim kurulu da oluşturulamadı. Yani şirket yönetimsiz kaldı. Evrim Aras şirketi kaptırmamak adına adeta orada yatıp kalkıyor. Bakalım günün sonunda kim pes edecek ve hisseler hangi fiyattan hangi tarafa devrolacak?

PKF’nin araştırması

Avusturyalılar’la ortaklık için iki kere düşünün demek iddialı ve Avusturya işdünyasını da kızdıracak bir ifade. Ancak bunu ben değil, PKF International’ın “Türkiye’de yatırım yapmak” adlı 2016 Mart’ında yayınlanan raporu söylüyor. 400’ün üzerinde şirketle yapılan algı araştırmasına göre milli kimlik, iş yapma şekli ve değerler kriterlerine göre yabancı yatırımcılar içinde kültürel uyarlamaya en az Avusturyalılar uyuyor. Yani Avusturyalılar iş planlarını ve stratejilerini yerel kültür ve değerler doğrultusunda değil, tamamen sözleşme odaklı belirliyorlar. Bu konuda kültürel faktörlere en fazla değer veren ülkeler ise ABD, Almanya, İngiltere ve İtalya olarak çıkmış. Aras Kargo’daki durum da sanki bu raporu teyid ediyor...

Şirketimiz neden çok daha değerli?

2011’de İş Girişim Sermayesi’nin ödediği rakama bakacak olursak Aras Kargo’un o günkü değeri 87.5 milyon lira. Şirket büyüyor, 2013’de 500 milyon lira değer üzerinden Avusturyalılar’a satış gerçekleşiyor. Bugün şirkete Avusturyalılar 600 milyon lira, Evrim Aras ise 1 milyar liraya yakın değer biçiyor. Evrim Aras, bunun nedenini de şu rakamlara dayandırıyor:

“Geçen yılı yüzde 14 büyüme ile 965 milyon TL ciro ile kapattık. 2017 hedefimiz yüzde 19 büyüme. Toplam 825 şube, 29 transfer merkezi, 4 binden fazla araç ve 12 bin çalışanla Türkiye’nin en geniş dağıtım ağına sahibiz. Yönetimsel anlaşmazlıklara rağmen dijital dönüşümü başlattık ve sektörde öncü olduk. Akıllı teknolojiler sayesinde verimliliğimizi, kârlılığımızı ve rekabet potansiyelimizi artırıyoruz. Önümüz açık, hedeflerimiz büyük. Bu şirket fazlasını hakediyor.”

Yazının devamı...

‘Zimmet’teki katı tutum esneyecek

Cazibe merkezleri programının resmen başladığı önceki gün, eksi 9 derecedeki Ankara’da, Çankaya Köşkü’ndeyiz. 23 ile yönelik çok cazip teşviklerin detaylarını veren ve yatırım daveti yapan Başbakan Binali Yıldırım, toplantı sonrası ekonomi gündemine yönelik sorularımızı yanıtladı.

Görüşmemiz tam da Merkez Bankası’nın faiz kararını

açıklamasına dakikalar kala başladığı için ayrıca önemliydi. Her ne kadar yatırımlar için inanılmaz teşvikler sağlansa da sonuçta yatırım kararı, paranın maliyetine yani faize duyarlı bir durum olduğu için sabah açıklanan ‘Cazibe Merkezleri Programı’nın havası, Merkez Bankası’nın 200-250 baz puanlık bir faiz artışı ile tabir yerindeyse ‘güme gidebilir’ moraller bozulabilirdi. Merkez Bankası, ‘Ne şiş yansın ne kebap’ tadında bir karar açıkladıktan sonra biz gerçek gündeme geri döndük. Gerçek gündemde kuşkusuz üretim var, reel sektörün krediye ulaşma sıkıntısı var.

Zimmet düzenlemesi

Başbakan Binali Yıldırım, kredi kullandırma konusunda banka yöneticilerini aşırı tedbirli olmaya sevk eden “zimmet” konusuna ilişkin çalışma yürütüldüğünü belirterek, “Zimmet konusundaki katı tutumu biraz esnetiyoruz. Bunun kararını aldık ve bugünlerde o düzenleme de devreye girecek” dedi.

Yıldırım, bankaların kredi line’larının açık olduğunu, aksini söylemenin haksızlık olacağını belirterek tamamen batmış, yüzdürülmesi, iflah olması mümkün olmayan şirketlere karşı gösterilen tutumun genel bir tutum olarak değerlendirilmemesi gerektiğini ifade etti. Batmaya yakın şirketler için Esnaf ve Ahilik Fonu’nun kurulduğunu ifade eden Binali Yıldırım, “Biz yaşamak, çalışmak, ayakta kalmak veya yeni yatırımlar yapmak isteyenlere daha çok öncelikli destek vereceğiz. Yoksa iflas eden, tamamen tükenmiş bir firmayı tekrar ayağa kaldırıp yürütmek gibi bir görevimiz yok. Bankaların da böyle bir görevi yok” diye konuştu.

Yapıcı bir tutum var

Yıldırım, kredi musluklarının açılmasıyla ilgili bir problem tespit edilip edilmediğinin sorulmasına karşılık, şunları söyledi: “Bir işin sürdürülebilir olması lazım. ‘Dövizde dalgalanma oldu’ derseniz anlarım. Bankalar, belki yeniden değerlendirme yaparsa teminatlar yetersiz gibi gözükebilir. Bundan panikleyip, kredileri geri çağırırlarsa bu yanlış. Biz bu konuda bankalara diyoruz ki, ‘Bu gelip geçici bir durumdur, paniklemeyin. Gerekirse burada biz size destek de verebiliriz.”

Şu anda herkeste yapıcı bir tutum bulunduğunu dile getiren Yıldırım, işletmelerin yaşatılmasının esas olduğunu vurguladı. Yıldırım, şöyle devam etti:

“Zor durumda ben de tepesine bineyim. O adamın yok olmasıyla ne kazanacaksın? Batık kredi tarafına attım, varlık fonuna devrettim... Ne yapıyor, öz kaynakları azalıyor. O yüzden burada zorluklarımız var ama bir şey getiriyoruz, o biraz rahatlatacak. Eskiden beri uygulanan zimmet konusundaki katı tutumu biraz esnetiyoruz. Bunun kararını aldık ve bugünlerde o düzenleme de devreye girecek.

Riskleri hesap edin

Bugün bir kredi verdi, adam yarın emekli oldu. 20 sene sonra çağırıyor, ‘Sen filanca adama kredi vermiştin, o sonradan battı, banka bu kadar zarara uğradı. Şunun hesabını ver.’ Böyle bir şey olmaz. Sen bugünkü şartlara bakarak kredi veriyorsun. Bugün iyiydi, yarın kötü olabilir. 5 sene sonra durumunun bozulacağını nereden bilsin? Bu da tabii karar vericileri biraz zorluyor. Aşırı tedbirli olmaya sevk ediyor. Bu bir sıkıntı, bunu çözüyoruz, ama ipin ucunu bırakmak da yanlış. Yani talimatla, ‘şuna şunu ver, buna bunu ver’ denirse bunun sonu yok, bu batak. Biz diyoruz ki durumuna bakın, inceleyin, müspet düşünün, ama risklerinizi de hesap edin. Burada prensip şudur; emniyet, kabul edilebilir risk seviyesidir. Herkes için farklıdır. Risk alma kapasitesi herkesin değişebilir. Kimi 180’le gider ama riskli bulmaz, kimi 130’u üst limiti olarak belirler. Referans bilgileri öngörülebilirlik için konuyor.”

Büyümemiz tüketime dayanmamalı

Toplantı sürerken Merkez Bankası’nın kararı açıklandı. Politika faizi sabit tutulmuş ancak üst koridorda 75 baz puanlık bir artırım yapılmıştı. Anlaşılması biraz zaman alacak bir değişiklikti. Başbakan Yıldırım, sıcağı sıcağına Merkez Bankası’nın faiz kararına ilişkin “Merkez Bankası işini yapıyor, biz de işimizi yapıyoruz. Merkez Bankası’nın elindeki araçlar bellidir. Onun yapacağı şeyler bellidir, bu konuda tamamen bağımsızdır. Merkez Bankası düşünür, taşınır hesabını kitabını yapar, reel faiz, politika faizi artısı eksisi ne, bunları göz önüne alır, karar verir. Bu kararı da kamuoyuyla paylaşır. Bizim yaptığımız üretim, istihdam ve ihracat. Biz reel ekonomiye yoğunlaştık. Bizim büyüme gibi bir problemimiz var. Merkez Bankası’nın da enflasyon gibi hedefi var. İkisinin birbiriyle uyumlu gitmesini sağlamamız lazım” diye konuştu.

Büyümeden büyümeye fark olduğuna dikkati çeken Yıldırım, ülkede sağlanacak büyümenin “kaliteli” olması gerektiğine işaret etti. Yıldırım, büyümenin sadece tüketime dayalı olmaması gerektiğini vurgulayarak, programlarını tüm bu faktörleri gözeterek yaptıklarını söyledi.

Binali Yıldırım faizdeki artışın konjonktürel olduğunu da savunarak yaz aylarından itibaren Türkiye’de işlerin süratla yoluna gireceğini ve herşeyin daha güzel olacağını da söyledi.

Kurun seviyesi değil stabil olması önemli

ABD’NİN ülke dışındaki sermayeyi içeriye çekmek için harekete geçmesi ve faizleri de artırma yönündeki eğiliminin gelişmekte olan ülkelerde dalgalanmaya neden olduğunu belirten Başbakan Binali Yıldırım, “Türkiye de bundan nasibini aldı. Ülkede ve civarında yaşananlar nedeniyle biz biraz daha ayrıştık. 15 Temmuz’u, 3 koldan terörle mücadeleyi buna dahil edebiliriz. Irak ve Suriye’de yaşananların ülkemize olumsuz etkileri, AB ile aramızdaki yanlış anlaşılmalar. Tüm bunları dahil ettiğimizde benzer ülkelerde yüzde 5-6 sapma olduysa bizde yüzde 8-9 belki de yüzde 10 oldu. Bunlar gelip geçici. Türk ekonomisinin parametrelerine baktığımız zaman, hangisine bakarsanız bakın, benzer ülkelerden iyi konumdayız. Türkiye normal şartlarda bütün bu olanları hak eden bir ülke değil ama bir algı problemi var” diye konuştu. Yıldırım, kurun seviyesinden daha çok stabil ve dolayısıyla öngörülebilir olmasını önemsediklerini de sözlerine ekledi.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.