Şampiy10
Magazin
Gündem

Akhisar’dan çıkan Köfteci Ramiz, Avrupa arenasında

Akhisar’dan çıkan ancak aslen Makedon köftesi yapan Köfteci Ramiz, Türkiye’de 132 şubeye ulaştıktan sonra şimdi Avrupa’ya açılıyor. İlk restoranını Haziran ayında Köln’de açıp yayılacak.

Yol üstü lezzet duraklarının belki de en ünlüsü Akhisar’daki Ramiz Köfte’dir benim için. Yaz tatillerimi istisnasız deniz üstünde teknede geçirir, Bodrum’a da kesinlikle arabayla giderim. Benim için tatil İstanbul’dan yola çıktığımda başlar. Susurluk YASA’da bir tost ve ayran, Akhisar Ramiz’de köfte ritüelim oldu yıllar geçse de.



Önce Akhisar’ın içinde merkez çarşıda küçük bir dükkandı Köfteci Ramiz. 2000 yılında İzmir yolu üstünde şube açınca tanınma süreci başladı. Yıllar içinde Köfteci Ramiz o kadar ünlendi ki, 2005’ten sonra hızla yayıldı. Akhisar dışındaki ilk şubesini Levent Çarşı’da açan Ramiz, bugün 132 şubeye ulaşan bir restoran zinciri. Ramiz Köfte restoranlarda günde 5, yılda 2 bin ton köfte satılıyor. Şubelerin ortalama günlük cirosu 110 bin TL civarında.

Önceki hafta üçüncü kuşak köfteciler 1980 doğumlu Ramiz Taşkınlar ve 1986 doğumlu Can Taşkınlar ile bir araya geldik. Öncelikli sorum şu oldu:

“Şubeleştiniz İstanbul’a geldiniz çok sevindim. Ancak ben Akhisar’daki o tadı sanki buradaki şubelerinizde bulamadım. Psikolojik mi, yoksa gerçeklik payı var mı?”

Can Taşkınlar cevapladı:

“Gerçeklik payı hem var hem de yok. Herşeyden önce köftelerimiz tüm şubelerde aynıdır. Çünkü tamamı Akhisar’da üretilir ve günlük olarak şubelere ulaştırılır. Ancak köfte günlük de gitse yolda yorulur. Çünkü dondurulduğu an lezzetinin yüzde 10-15‘ini kaybeder. Ayrıca şubelerin çoğu AVM’lerde olduğu için kömür ateşinde pişirilemez. Doğalgaz ızgarada pişer ve bu da Akhisar’da yediğinize göre bir miktar lezzet kaybı yaratır.”

Köftesine güvenen...

Ramiz Taşkınlar araya girdi:

“Akhisarlı ustalarımızın hakkını da vermemiz lazım. En yenisi 15 yıllık ustalarımız, pişirmede ayrı bir hünere sahip.”

Akhisar’da satılana göre küçük bir lezzet kaybı olsa da, Ramiz Köfte köftesinde çok iddialı. Balıkesir ve Tekirdağ bölgesinde yetiştirilen tamamen dana etinden üretiliyor.

Ramiz Taşkınlar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Yüzde 100 dana etinden, içine sadece ekmek içi, tuz ve soğan ekleyerek yapılır Ramiz Köfte. İçinde baharat yoktur. Bu yüzden yiyene et tadı verir. Bugün ünlüyüm diyen pek çok restoranda köfteye soya kıyması koyarlar maliyeti düşürmek için. Baharatı da dayarlar ki anlaşılmasın. Köftesine güvenen içine baharat koymasın deriz.”

Can Taşkınlar 25 ilde 132 şubeye ulaştıklarını yeni hedeflerinin Avrupa olduğunu söylüyor. Ramiz Gmbh adlı şirketin kuruluşunu tamamlamışlar.

Köln’de ilk şube

Köln’ün en ünlü meydanlarından birinde 600 metrekarelik bir yerin kiralaması gerçekleşmiş durumda. (Bu arada Köln’deki ünlü meydanda metrekare kirasının 20 euro, buluştuğumuz İstanbul’daki AVM’de metrekare kirasının 160 euro olduğunu öğrenince oldukça şaşırıyorum)

Can Taşkınlar, Avrupa açılımını anlatıyor:

“Bize Honolulu’dan Malezya’ya kadar şube teklifleri gelmişti. Ancak biz üretimi kontrol edemediğimiz yerde olmak istemiyoruz. Azerbaycan gibi ülkelere de bu yüzden gidemedik. Almanya’da üretim de yapacağız. İlk yıl 5 şube açmak istiyoruz. 5 yıllık da bir genişleme hedefimiz var. Almanlar ve Avrupalılar kebap ve dönerden bıktı diye düşünüyoruz. Bir de köftemizin tadına baksınlar istedik.”

Akhisar’a özgü bir köfte var mı?

Yolu Akhisar’dan geçenler bilir. Sağlı sollu onlarca köfteci vardır. Ancak Akhisar’ın aslında Akçaabat ya da Tekirdağ köftesi gibi kendine has bir köftesi yok. Akhisar köfte ile Ramiz sayesinde tanışıyor. Makedonya’nın Prilep şehrinden göçen Ramiz Taşkınlar ve kardeşi Manisa’nın Akhisar ilçesine yerleşiyorlar. 1928 yılında bir kez yiyenin unutamadığı Makedon köftesini yapıp, limon sandığından sandalyeli bir küçük yerde satmaya başlıyorlar. 1934’te bugün hâlâ faaliyette olan çarşı içindeki dükkana taşınıyorlar. Yıllar boyunca Akhisar’ın ilk ve tek köftecisi oluyorlar. Sonrasında Ramiz’de yetişen bazı ustalar kendi dükkanlarını açıyorlar ve Akhisar bir anda köfte diyarı oluyor.

Yazının devamı...

Zorlu’da balık baştan koktu

Zincirlikuyu’da Zorlu Center açılışından önce müthiş havalıydı. Başlangıçta hakikaten tüm mağazalar ve food court alanlar için yatırımcılar birbirini yiyordu. Ahmet Nazif Zorlu gazetecilerin röportajlarına sorularına yetişemiyor, araya hatırlı kişileri sokanların Zorlu AVM’de yer bulmaya çalıştıklarını söylüyordu. Bütün bu rivayetler sayesinde Zorlu AVM’de kiralar da uçtu gitti...

Zorlu AVM açılırken herkesin kafasındaki soru ‘İstinye Park’ın pabucunu dama atacak mı?’ olmuştu. Sorunun yanıtı sanırım “Pabucunu dama atmak bir yana yanına bile yaklaşamadı” olacak.

Ne yazık ki Zorlu AVM’de yatırım yapanlar şu an büyük bir pişmanlık ve şaşkınlık yaşıyorlar. Pişmanlık istenen o kadar yüksek kiralara itiraz etmemekten. Şaşkınlık ise ziyaretçi sayısındaki düşüklük. Jamie’s, Tom’s Kitchen ve lüks mağazaların olduğu bölümde sıkıntı yok gibi. Ancak AVM bölümü problemli.

Bu duygular arasında gidip gelinirken ilk havlu da atıldı. City’s başta olmak üzere pek çok AVM’de şubesi olan Balık Evi ilk kapanan işletme oldu. Özellikle food court alanında kiraladığı alanı hemen devretmeye hazır başka yatırımcılar olduğunu da biliyorum. Kapanmamak için direnen bir yatırımcının sözlerini aktarmak istiyorum: “İstinye Park’daki ciromuzu 100 kabul edersek, buradaki ciromuz 25 bile değil. Hafta içi sadece öğlen 1 saatlik dilim içinde satış yapabilirsek yapıyoruz. Hafta içi akşam çok sönük geçiyor. Akşam hareketi sadece hafta sonları oluyor. Prestij diyerek gitmeyeceğiz ancak para kazanamıyoruz. “

Balık Evi yetkilileri, “Umduğumuz gibi gitmedi” demekle yetiniyor. Ancak konuştuğum diğer yatırımcılar Zorlu AVM’nin neden ‘Başarısız’ olduğuna dair pek çok gerekçe sıralıyor. ‘Başarısız’ kelimesini tırnak içinde yazıyorum zira, yatırımı toparlamak da mümkün. Bu anlamda AVM yönetiminin ve Zorlu’nun ve hatta mimar Emre Arolat’ın yatırımcılardan gelen taleplere yanıt vermeleri gerekecek.

Peki bu başarısızlığın nedenleri ne? Kiracılar şu gerekçeleri ortaya koyuyor...

*Metrekare için istenen 250-270 euro’luk kira çok fazla.

*Çok popüler olacak diye bir beklenti yaratıldı ve bu yüzden kiranın cirodan pay şeklinde alınmasına sıcak bakılmadı. Yatırımcılar da fazla sorgulamadı, zira herkes yeterki bir yer bulalım çok para kazanacağız şeklinde bir algıya kapıldı.

*Belki de ilk yıl kira, cirodan pay şeklinde alınmalıydı. Ancak o kadar büyük ilgi vardı ki yatırımcı da buna yanaşmadı.

*Bu yapıda tavanlar çok alçak. Tavanların alçaklığının dışında bir de mimari bazı ayrıntılar food court alanını olduğundan daha dar gösteriyor. Bu konuda Mimar Emre Arolat’tan biraz esneme bekleniyor.

Durum böyle. İstinye Park’taki ferahlık genişlik duygusu Zorlu AVM’de yok. Metro bağlantısı var ancak ulaşım yine de sıkıntılı.

‘Zorlu AVM çok karışık bir dönemde açıldı, Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür, tüketici güvenindeki kayıp belki bu durumu yarattı’ diyeceğim ancak hemen hemen aynı dönemde açılan Akasya AVM’de bu sorunlar yaşanmıyor. Akasya daha şimdiden Anadolu Yakası’nın İstinye Park’ı olarak büyük popülerite kazandı.

Demek ki sorun konjonktürel değil, daha derinde...

Yazının devamı...

Kuş ölmesin diye

Merkez Bankası, bankalardan topladığı TL cinsi zorunlu karşılıklara vadesine göre yüzde 2 ile 4 arasında faiz vermeye hazırlanıyor. Banka kârları yüzde 2-3 artacak.

Bankaların hızlı düşen kârları Merkez Bankası’nı da harekete geçirdi. 2010 yılında zorunlu karşılıklara faiz ödeme uygulamasından vazgeçen Merkez Bankası, kasasında tuttuğu zorunlu karşılıklara bu yılın ikinci yarısından itibaren vade yapısına göre yüzde 2 ile 4 arasında faiz ödeyecek. Bu uygulama kârlılığı azalan ve stresli günler geçiren bankalara bir nebze olsun nefes aldıracak.

Öncelikle zorunlu karşılığın ne olduğunu biraz açalım. Cebinde tasarruf ettiği biraz parası olan Mehmet amca bir bankaya gidip mevduat hesabı açtırdığında banka Mehmet Amca’nın getirip yatırdığı paranın tamamını kullanamıyor. Bunun belli bir kısmını Merkez Bankası’na zorunlu karşılık olarak yatırmak zorunda. Son belirlenen oranlara göre Mehmet Amca’nın yatırdığı para 1 aydan daha düşük bir vadede ise tutarın yüzde 11.5’ini, 1’den 6 aya kadar bir vadeyi kapsıyorsa yüzde 8.5’ini, 6 ay ile 1 yıl arasındaysa yüzde 6.5’ini 1 yıl üstüyse yüzde 5’ini bankanın Merkez’e götürüp yasal karşılık olarak teslim etmesi gerekiyor. Mehmet Amca, ister Türk Lirası hesap açsın, ister döviz hesabı açsın bu kural değişmiyor.

16 milyar TL var

Son verilere göre bankaların bu uygulama ile götürüp Merkez Bankası’na yatırdıkları Türk Lirası mevduatlara karşılık gelen tutar 16 milyar liranın biraz üzerinde.

2011-2012 yıllarında bankalar düşen faiz ortamında hatırı sayılır kazançlar elde edince Merkez’e verdikleri ve faiz alamadıkları bu paranın derdine de düşmediler. Ancak son dönemde bankacılık sektöründe işler değişti. Kazançlar azaldı. Hele hele 2013’ün son çeyreğinde ve 2014 Ocak ayında alınan sonuçlar ciddi S.O.S vermeye başladı. Özkaynak kârlılığı tek haneye düştü.

Bankacılardan Merkez Bankası’na, “Zorunlu karşılıklara faiz isteriz” talepleri gelmeye başladı. Siyasi ortamda yaşanan belirsizlikler, seçim atmosferi, yurtdışı piyasalardaki oynaklık risk primini artırmış vaziyette. Merkez Bankası da bir denge kurma adına para politikasında bir değişikliğin sinyalini verdi.

Bilançolara etkisi

Merkez Bankası kaynaklarıma göre içeride konuşulan oran vade yapısına göre yüzde 2 ile 4 arasında faiz ödenmesinden yana. Eğer seçimler sonrası ekonomik konjonktür biraz daha bozulursa oran 2010’da olduğu gibi yüzde 5’e de çıkabilir. Hatta şimdilik sadece Türk Lirası karşılıklar için düşünülen uygulama döviz cinsi karşılıklara da genişletilebilir. Şu an düşünülen faiz oranına göre hazırlanan senaryoda banka kârlılıklarının yüzde 2-3 civarı artacağı görülüyor. Ancak dediğim gibi Merkez’in ödeyeceği faiz yüzde 5 ve üzerine çıkarsa, döviz hesapları da kapsarsa bilançolara olumlu etkisi yüzde 4 hatta 5’i de bulabilecek. “Bizi çok sıkıştırıyorsunuz. Bir kuş çok sıkılırsa ölür” diyen bankacılar da rahat nefes almış olacak.

Yazının devamı...

Kuşu fazla sıktılar ve...

Bankacılar, “Çok fazla üzerimize geliniyor, kuşu fazla sıkarsanız ölür” diyorlardı. BDDK’nın Ocak raporu, uyarıyı doğrular nitelikte çok olumsuz rakamlarla çıktı.

10 Ocak 2014 tarihli yazımda ‘Bankacılık sektöründe rakamlar çok iyiye işaret etmiyor ve 2014 verileri daha da bozulacak gibi duruyor’ diye yazmıştım. Bankacılık sektöründe özellikle 2013’ün son çeyreğinde başgösteren rakamsal kötüleşmenin maalesef 2014 yılı Ocak ayında zirve yaptığı görülüyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Ocak ayına ilişkin ‘Türk Bankacılık Sektörünün Konsolide Olmayan Ana Göstergeleri’ni açıkladı. Kesinleşmemiş geçici verilere göre, sektörün önemli göstergelerinde ciddi bozulmalar dikkati çekiyor.

Net kâr % 44 geriledi

Söz konusu ayda brüt takipteki alacaklar 30 milyar 300 milyon lira oldu. Brüt takipteki alacakların yüzde 25’lik bir artış göstererek 30 milyar liranın üzerine çıkması dikkat çekici. Ancak daha dikkat çekici olan rakamlar ise kârlılık ve sermaye yeterlilik rasyosu ile ilgili olanlar. Ocak 2014 itibarıyla sektörün dönem net kârı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 44 azalarak 2 milyar 524 milyon liradan, 1 milyar 415 milyon liraya düştü. Özkaynak kârlılığındaki bozulma daha da kötü. ‘Özkaynak kârlılığı hızla tek haneye gidiyor’ diye yazmıştım 10 Ocak yazımda. O zaman elimizde sadece 2013 yılı Ekim ayına ait veriler vardı ve o verilerde özkaynak kârlılığı yüzde 12.42 görünüyordu.

Neden böyle oldu?

2014 Ocak ayı itibarıyla özkaynak kârlılığı bir önceki yıla göre tam 8.8 puan birden düştü ve yüzde 9.1 olarak belirlendi. Bir önceki Ocak ayında yüzde 2.2 olan aktif kârlılık ise yüzde 1’e gerilemiş vaziyette. Bu gerilemelerde özellikle döviz kredilerinin bilançodaki karşılığının büyümesi ve normalden daha fazla provizyon ayrılması ana etken.

Ticari kredilerdeki kârlılık da zarara dönmüş vaziyette. Geçen sene ticari kredilerden 383 milyon TL para kazanan bankalar bu yıl 95 milyon TL zarar yazdılar. Faizler de yükseldiği için bono satışından da bir gelir sağlanamadı.

Bankacılar özkaynak kârlılığının yüzde 15’in altına düşmesini tehlike olarak görürler. Bırakın 15’i, 10’un da altına inmiş vaziyetteyiz.

SYR’de de sert düşüş

Sermaye yeterlilik rasyosu (SYR) standart oranı ise yüzde 15.1 olarak hesaplandı. Bu rakam Ocak 2013’te yüzde 17.8 seviyesinde bulunuyordu. Sermaye yeterlilik rasyosu 2009 yılında ise yüzde 21’ler seviyesindeydi.

Felaket tellallığı değil amacım. Panik yapacak bir durum da yok elbette. Bankalar sermayeleriyle sapasağlam ayakta. Bankaların 195.3 milyar lira özkaynağı mevcut. BDDK da her an tüm bankaları tek tek gözetliyor. Muhtemelen alınan tedbirlerde, getirilen sınırlamalarda biraz gevşeme söz konusu olacaktır.

Yazının devamı...

Para kazanınca dili açıldı

Vodafone Türkiye’nin tasarladığı ‘Önce Kadın’ programı, mobil teknolojilerin değiştirici gücünü kullanarak kadınların ekonomik hayatta daha çok yer almasını amaçlayan bir sosyal iş modeli olarak başladı. Türkiye Vodafone Vakfı tarafından takip edilen program bugüne kadar 3 milyonun üzerinde kişinin hayatına dokundu.

O kadınlardan biri olan Mersin’in Mezitli ilçesi Kale köyünden Muazzez Özer’in başına gelen güzel şeyler, bu programın ne kadar değerli olduğunu ortaya koyması açısından okunmaya değer.

Muazzez Özer ile Londra’da tanışma fırsatı buldum. Vodafone’un her yıl yayınladığı Connected Women raporu bir zirve ile birlikte dünya kamuoyu ile paylaşılıyor.

Muazzez Özer, o zirveye katıldı ve konuşmacı olarak dünyanın dört bir yanından gelenlere tecrübesini anlattı:

“Dokuma ve elişlerim çok beğeniliyordu. Ancak sergileyecek fırsatım yoktu. Mersin Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu ilçemizi ziyarette işlerimi gördü. Ankara’da büyük bir sergi olduğunu söyledi ve oraya katılmamı sağladı. O büyük sergide Vodafone ile tanıştım. Teknolojiyi kullanarak yaptığım elişlerini milyonların önüne çıkarma fırsatını buldum. Sanki sihirli bir değnek değdi. İşlerim açıldı. Kendim yetişemez oldum. Köyümdeki diğer kadınları da eğittim, onlara da iş verdim.”

Artık hayali fabrika kurmak

Vodafone, sahibinden.com üzerinden Muazzez ve diğer yetenekli kadınların ürünlerini pazarlama imkanı yaratmış. Muazzez Özer’in artık bir hayali var. Fabrika kurmak istiyor. Mezitli dokumasının patentinin alınması konusunda da kamu kuruluşları ile işbirliği halinde. Bu arada teknolojiyi kullanarak ekonomik hayatındaki değişimin kendisini ve yakın çevresini nasıl bir yere taşıdığına dair notları da ilgi çekici:

“Eşim çiftçi. En başından beri bana hiç köstek olmadı. Hep destekledi. İki çocuğum var onlar da hep yanımdaydı. Para kazanınca ilk işim ehliyet almak sonra da bir araba sahibi olmak oldu. Teknolojinin hayatımdaki önemini farkettim, bilgisayar kursuna da yazıldım. 4 kızkardeşim var. İkisinin eşi çok kıskanç. Eşleri çok kıskançtı. Onların da ağzı var dili yok. Tek kelime edemezler. Onlara da iş verdim. Para kazanınca söz hakları da oldu. Bir süre sonra onların da dili açıldı. Kendilerine haksızlık yapıldığında eşlerine itiraz edebiliyorlar artık.”

İşte belki de en önemli kısmı burası. Para kazanınca söz haklarının olması, dillerinin açılması ve haksızlıklara karşı durabilmeleri. Bu hakkın tepeden inme verileceği yok. O halde tek seçenek ekonomik özgürlük. Bu ekonomik özgürlüğün karşılığını da Vodafone Grup Bölge CEO’su Serpil Timuray rakamlarla özetledi.

1 yıl= %0.37 büyüme

Dünya genelinde okuma yazma bilmeyen 796 milyon yetişkinin üçte ikisi kadınlardan oluşuyor. Yine dünya genelinde okul çağındaki 66 milyon kız okula gitmiyor. Kadınlar eğitim aldıklarına, bundan daha iyi bir yaşam sürmek için yararlanıyorlar. Kadın eğitim aldığında haklarını öğreniyor ve o haklara saygı gösterilmesini sağlıyor. Kadınların eğitimi ailelerinin sağlığının da anahtarını oluşturuyor.

Annesi okuma yazma bilmeyen bir çocuğun 5 yaşına gelmeden ölme olasılığı yüzde 50 daha fazla. 50 ülkede yapılan yeni bir çalışma tüm nüfusun ortalamasında okula gidilen her bir yıllık yükselmenin ülkenin ekonomik büyümesini %+0.37 oranında arttırabileceğini gösterdi. Sadece 4 yıllık temel eğitimi tamamlayan çiftçiler, kendilerini yüzde 8.7 oranında daha verimli yapabilecek yeni teknikleri ve teknolojileri daha hızlı öğrenebiliyorlar.

Mobil teknoloji kadının emrinde

Vodafone ve Vodafone Vakfı, mobil teknolojinin yaşamları değiştirmedeki etkisini görerek proje geliştiriyor. Türkiye Vodafone Vakfı Başkanı Hasan Süer, Connected Women raporuna dikkat çekti ve kadınların kişisel gelişimini ve ekonomiye katılımlarını destekleyen mobil destekli programların 2020 yılına kadar 22.3 milyar dolar değerinde bir katkı sağlayabileceğini söyledi. Vodafone Vakfı 27 ülkede eğitim, sağlık, çalışma hayatı, güvenlik ve yalnızlık gibi konularda yaşamı destekleyecek hizmetleri inceliyor. Üretilen mobil hizmetlerle 8.7 milyon kadının hayatına etki etmeyi hedefliyor.


Vodafone Grup CEO’su Vittorio Colao, Vodafone Grup Bölge CEO’su Serpil Timuray, Vodafone Türkiye İcra Kurulu Baş. Yrd. Hasan Süel, Londra’da Muazzez Özer’in başarı hikayesini dinledi.

Vodafone’a ulaş e-ticarete başla

Mersinli Muazzez Özer’in de hayatını değiştiren ilan servisinin detaylarını Vodafone Türkiye Kurumsal İlişkiler ve Çeşitlilik Direktörü Gizem Keçeci aktardı: “Hedefimiz kadının ekonomiye katılımı. Bunun için ‘önce kadın ilan servisi’ni başlattık. Servis ile girişimci kadınlar ürünlerini herhangi bir aracıya gerek duymadan tek bir SMS ile pazarlama imkanı buluyor. Kadınlar el emeği ürünlerinin fotoğrafını 2488’e ücretsiz gönderiyor. İlanlar Türkiye’nin en büyük e-ticaret platformlarından biri olan sahibinden.com’daki Vodafone Önce Kadın Mağazası’nda ücretsiz yayınlanarak alıcıyla buluşuyor. Üreten kadına destek olmak isteyenler bu ürünleri online satın alabiliyor.”

Yazının devamı...

Ege’nin sağlıklı otuna akademik destek geliyor

Yemek pişirmenin de bilimi mi olur demeyin. Zengin Ege mutfağını bilimle buluşturmak için sadece gastronomi üzerine 4 yıllık eğitim verecek yeni bir üniversite kuruluyor.

Mehmet Sepil’in adını Mehmet Emin Karamehmet ile birlikte Genel Enerji oluşumunda duyduk. Başta Kuzey Irak olmak üzere dünyanın çeşitli coğrafyalarında önemli petrol ve gaz kaynaklarını satın alarak bir enerji devi haline getirdikleri şirketle.

Fehmi Yaşar ise Türkiye’nin önde gelen senaryo yazarı ve film yönetmeniyken yeme içme sektörüne giren bir isim. 1992 yılında Hayal Kahvesi’ni kurarak yeni bir sektöre geçiş yapan Yaşar, bu işletmeyi 24. yılında 14 şube ile kült bir eğlence mekanı haline getirdi. Ayrıca 1999’da Lacivert, 2001’de Zarifi ve 2009 yılında Osmani restoranlarını hizmete açtı. Bu ikili yanlarına Cevat Akgerman’ı da alarak zengin Ege mutfağını dünya mutfağı haline getirmek için kolları sıvadı. Ege’nin başta yabanil yani yetiştirilmeyen doğada kendiliğinden bulunan otları ve zeytinyağını birleştiren sağlıklı yemekleri meşhur. Meşhur meşhur olmasına da bilim destekli pişirme teknikleri olmayınca uluslararası bir mutfak haline dönüşemiyor. İşte bu üçlü, İspanya’nın Bask bölgesinde eğitim veren Basque Culinary Center’ı örnek alarak İzmir’de sadece gastronomi üzerine eğitim verecek 4 yıllık bir üniversite kurmak üzere harekete geçti.

İzmirli olan Mehmet Sepil, böyle bir projeyi neden başlattıklarını şöyle açıkladı:

“Ege mutfağı çeşidi bol, dünyanın çoğunluğunun damak zevkine uygun ve en önemlisi sağlıklı bir mutfak. Ancak bu coğrafyaya turist sadece yaz aylarında geliyor. Kışın her yer sessiz. Mutfak kültürünü geliştirebilirsek, Ege’yi 12 ay yaşayan, sürekli turist çeken bir yer haline getirebiliriz. İspanya’da San Sabastian’ı örnek aldık. Gençler, profesyoneller ve gastronomi tutkunlarına, gurme mutfağı üzerine eğitimler veren Basque Culinary Center’ı gördük. Gastronomi bilimleri merkezi olan Basque Culinary Center, gıda eğitimi ve alışkanlıkları, gıda eğilimleri, yenilikçi iş yönetimi, yemeklerin hazırlanması ve sunumu üzerine 4 yıllık bir üniversite sistemiyle; diplomalı eğitim veriyor. Michelin yıldızlı aşçılar akademide ders veriyor. Benzerini İzmir’de kurabilir miyiz diye düşündük. Zengin bir altyapımız var. Bu zenginliği bilimle birleştirerek Ege mutfağını uluslararası standartlara taşıyabileceğimize inanıyoruz.”

İki aşamalı plan

Başlangıç sermayesi 10 milyon dolar olan projede Sepil, ‘Ege Mutfak Sanatları Akademisi’ adı altında bir yemek okulu ve bu çatı altında hizmet verecek 4 restoran açacak. Akademi, eğitmen ve kurulum know-how’ı için dünyanın önemli yemek okullarından biri olan Bask Culinary Center ile prensip anlaşmasına vardı.

2015 ilk çeyreğinde açılması planlanan Ege Mutfak Sanatları Akademisi, hedeflerini ‘Ege mutfağını dünya standartlarında tanınan bir mutfak haline getirmek’ ve ‘dünyaca ünlü Michelin yıldızlı şefler yetiştirmek’ olarak belirledi. Akademinin, orta vadedeki hedefi ise vakıf üniversitesine dönüşerek, ‘diplomalı gurme üniversite’ statüsüne kavuşmak.


ManCar, akademinin laboratuvarı olacak

Ege Bölgesi’nde yenilebilen yabani otlara verilen genel isim olan Mancar, bir çok dilde de yemek kültürünün en önemli tanımlayıcısı. Örneğin, İspanyolca ‘manjar’ yemek anlamına gelirken, Fransızca ‘manger’, İtalyanca ‘mangiare’ ve Latince ‘manducare’ kelimeleri yemek yemek anlamına geliyor. Yine aynı kökten gelen Portekizce ‘manjedoura’ ve İngilizce ‘manger’ kelimeleri ise yemlik manasında kullanılıyor. Akademiyi kuracak üçlü, ‘ManCar’ adında restoranlar da açacak. İzmir ve Alaçatı’da açılacak restoranlar akademideki öğrencilerin staj yapabileceği yerler de olacak. Öğrencilere böylece öğrendiklerini okul dışında da uygulama imkanı sunulacak.

Esnaf tarzıyla uluslararası mutfak olmaz

Fehmi Yaşar’ın tespitleri annemizin usulü ile yemekleri pişirerek uluslararası bir mutfak olamayacağımızı ortaya koyması açısından değerli:

- Osmanlı genişlemesinden ve kültürel değerleri harmanlamasından kaynaklı müthiş değerli mutfak kültürümüz var. Türk mutfağını zenginlik açısından Fransız mutfağından sonra ikinci sıraya koyarlar.

- Ancak gelin görün ki biz bu mutfağı bilimle eğitimle ve müesseseleşmeyle bütünleştirememişiz. Pişirme tekniği bir bilimdir. Pişirmenin sırları kimya eğitimi ile öğrenilebilir. Bunun içine ayrıca fizik, biyoloji girer. Finansman ve işletme de tabii

- Pişirme tekniği vitamin değeri, hazım kolaylığı açısından en mükemmeli bulmaya yöneliktir. Yemeğin ölçü ve disiplin işi olduğunu kabul etmiyoruz. Profesyonel hayat ölçü ve disiplin işi.

- Türk mutfağı maalesef esnaf usulü ile hazırlanıyor. Ispanağı alıyor, hamur olana kadar kaynatıyoruz. Vitamininin hangi pişirme derecesinde kaybolmayacağına bakmıyoruz bile.

Yazının devamı...

Tavla performansımız 2023’te ilk 10 zor diyor

Türkiye’de 7’den 70’e herkes bir futbolu çok iyi bilir bir de tavlayı. Ya da bildiğini iddia eder. Ancak dünya tavla klasmanında ilk 50’de bir Türk’ün bile olmaması garip değil mi?

Türkiye’de tavlayı bilmeyen tavlada iyi olduğunu iddia etmeyen yok gibidir. İş güç sahibi de işsizi de, eğitimlisi de eğitimsizi de tavla şampiyonudur. Eminim 1000 tavla ustasına (Türkiye standartlarındaki ustalar) sorsak, ‘Dünyanın en iyi tavlacısı hangi ülkeden?’ diye 999’u ‘bir Türk’tür mutlaka’ diye tahminde bulunabilir.

Ancak gelin görün ki uluslararası tavla klasmanında bırakın şampiyonluğu, ilk 50’de bile Türk yok. Dünya birincisi Falafel Natanzon adında İsrail asıllı bir Amerikan vatandaşı. İkinci Japonya’dan Nasayuki Mochizuki...

İlk 50’ye bakıyorum, bol miktarda Amerikalı var. Danimarkalısı, Alman’ı, Fransızı, Bulgarı hatta İtalyanı var ama tek bir Türk yok. Peki niye böyle?

Bu kadar tavla sevdalısı bir ülkeden dünya klasmanında bir oyuncu çıkmaması garip değil mi?

Bunun cevabını İstanbul Tavla Spor Kulübü Derneği (İSTAVDER) Başkanı işadamı Fuat Erdağ veriyor: “Tavla uluslararası normlarda tıpkı satranç gibi stratejik bir oyun olarak oynanıyor. Tavla bir düşünce sporu olarak görülüyor. İşin içine matematik ve fen giriyor. Adamlar başarılı tavla müsabakalarının hamlelerini bilgisayara yükleyip ders çalışır gibi gece gündüz hamle çalışıyorlar. ”

Dünyanın en iyisi ama

Fuat Erdağ, ilginç bir örnek de veriyor: “Dünyanın en iyi tavlacısı kabul edilen Falafel Natanzon’un herhangi bir turnuvada şampiyonluğu bulunmuyor. Ancak en az hata ile oyun oynayan ve tüm tavlacıların saygısını kazanmış birisi. Diyelim ki siz 9 hata ile oynadınız. Rakibiniz sadece tek bir zarda hatalı oyun oynamasına rağmen size yenildi. Bu hata rakamlarını bilgisayar programı analiz edip söylüyor. Belki siz oyunu kazanıyorsunuz ancak iyi tavlacı olamıyorsunuz, saygı görmüyorsunuz. “

Matematik eksikliği

Fen, matematik ve bilimdeki eksikliğimiz, çok sevdiğimiz tavlada bile ortaya çıkıyor. Aynı futbolda olduğu gibi. Allah vergisi yeteneğimizin üstüne çok çalışarak, bilimi de dahil ederek katkı koyamıyoruz.

Turnuvalar gösteriyor ki bilimsel yaklaşan bizi çok sevdiğimiz Ata sporu diye abartabileceğimiz bir oyunda dahi alt edebiliyor. Şimdi ‘Helal olsun sana bu konudan bile toplumsal bir mesaj çıkarttın ya’ diyenler olabilir. Ancak maalesef durum böyle. Zaten bu realitede yola çıkarak çoğu kişi, Türkiye’nin 2023’te ilk 10 ekonomiden biri olabilmesinin bu şartlarda mümkün olmayacağını düşünüyor.

Fen ve matematik eğitimin odağına yerleşmedikçe de bırakın ilk 10 ekonomiyi, tavlada ilk 10’a giremeyeceğiz.

Fene yatkın bir genci en iyi tavlacı yaparız

Fuat Erdağ’ın şu iddiası tavlada bile konunun dönüp dolaşıp bilimsel metodolojiye dayandığını gösteriyor: “Türkiye’nin en iyi tavlacısı olduğunu iddia eden ve gerçekten de iyi oynayan birini uluslararası müsabakalara hazırlamaktansa tavlayı hiç bilmeyen ancak fen ve matematik kafası olan bir lise ya da üniversite öğrencisini hazırlamayı tercih edebiliriz. O genç 1-2 yıl içinde Türkiye’nin en iyi tavla oyuncusu olabilir.”

Uluslararası turnuva bu hafta Türkiye’de

İSTAVDER’in dünyanın ve Türkiye’nin en iyi tavlacılarını bir araya getirdiği bizde ‘Vido’lu diye bilinen Backgammon Turnuvası bu hafta sonu Yeşilköy’de WOW Hotel’de gerçekleşecek. Turnuvaya dünyanın en iyisi Natanzon da katılacak. Erdağ, “Her yıl şubat ayında yaptığımız bu turnuvayı bir Dünya şampiyonası haline getirmek istiyoruz. Vidolu tavlayı Türkiye’de yaymak için de dernekleşiyoruz” diye konuştu.

Fuat Erdağ, tavlaya gönül vermiş bir işadamı. “İyiydim ancak vidolu strateji oyununu öğrenmem yıllarımı aldı. Sabırla her maçtan sonra hamlelerimi analiz ettim. Gece gündüz çalıştım” diyor. Erdağ, dünya 55’inciliğine kadar yükselmiş. Bakalım bu hafta sonu nasıl bir sonuç çıkacak?

Yazının devamı...

26 mı büyük 400 mü?

Bir iskeleniz olduğunu düşünün. O iskeleyi ihaleyle birine kiralayacaksınız. Bir talipli 26 milyon, diğeri 400 milyon TL veriyor. “Kimi seçerdiniz” diye sormama gerek var mı?

Bir kilo demir mi daha ağırdır, bir kilo pamuk mu diye ilkokul seviyesinde şaşırtmalı bir soru sormuyorum. Çok net bir şekilde 26 mı büyüktür yoksa 400 mü diyorum.

Çünkü önceki gün akıllara durgunluk veren bir ihalede Tavşanlı Belediyesi’nin Başkanı 26’yı 400’e tercih etti. Bu tartışmalı ihalenin detaylarını bilmek öncelikle Yalova’nın Tavşanlı Beldesi’nde yaşayanlar olmak üzere herkesin hakkı diye düşünüyorum.

Yolu Bursa’ya, İzmir’e düşenler Körfez’i dolaşmak istemiyorlarsa öncelikle Yenikapı’dan feribot seferlerine bakarlar. Fiyatları pahalı bulanlar ancak yine Körfez’i dolaşmak istemeyenler bu sefer Topçular’ın yolunu tutup Eskihisar’a arabalı vapurla geçerler.

Rakip üstüne rakip

Topçular-Eskihisar arasında yıllardır İDO sefer yapar. İDO 2011 yılında özelleştirildi. İşletmeyi Tepe-Akfen-Souter-Sera Ortak Girişim Grubu aldı.

Adamlar fiyatlama yaparken, bu hat da dahil olmak üzere Yenikapı’dan Bandırma ve Mudanya’ya olan seferlerin ekonomik gücüne, Kabataş’tan yine Mudanya’ya olan seferlerin ve diğer hatların ekonomik gücüne baktı, ona göre bir fiyat teklif etti.

Önce Mudanya-Kabataş hattında gol yediler, karşılarına bir rakip çıktı.

Yetmedi şimdi de Topçular-Eskihisar hattında yeni bir rakip çıktı.


Yalova’da Topçular İskelesi’ne 300 metre mesafede bir iskele yapıldı ve Negmar Denizcilik-Gök Denizcilik A.Ş. (İstanbul Lines) burada İDO’ya rakip oldu.

İskelenin yer aldığı arsa Yalova’nın Altınova İlçesi Tavşanlı Beldesi’ne aitken İstanbul Lines’ın işletmesine ihalesiz bir şekilde verilmişti. İDO itiraz etti.

Bursa 1. İdare Mahkemesi tarafından “yürütmeyi durdurma” kararı verildi ve 30 günlük süre içerisinde adam gibi bir ihale yapılması istendi. Bu şart gereği 12 Şubat 2014 tarihinde Tavşanlı Belediyesi tarafından yeni bir ihale süreci başlatıldı.

Bu kez İDO da ihaleye katılmaya kararlıydı.

Şartmane ihalenin başlamasına çok kısa bir süre kala ortaya çıktı. İncelendiğinde ise bir tuhaflık vardı.

İhale şartnamesinin 8/a maddesi ile “İhaleye sadece ihale konusu taşınmazın ön tarafını (Deniz Yüzeyinin) Milli Emlak’tan kiralamış olan firmaların katılabilmesi” şartı getirilmişti.

Adrese teslim bir ihale modeli. Bu şartla İDO bir anda aut’a çıktı. İhaleye söz konusu kiralamayı gerçekleştiren Gök Denizcilik A.Ş.’den başka firmanın girmesi imkansız hale getirilmişti.

İDO kararlıydı, saatler içinde hazırlıklarını tamamladı, ihaleye katılmak için gerekli teklif ve taahhütlerini belediyeye teslim etti. İlgili maddeyle ilgili olarak da, “Arsanın ihalesini kazanması durumunda, önündeki deniz kıyısını Milli Emlak’tan aynı şartlarda kiralamayı taahhüt ettiği” şeklinde taahhütnamesini de diğer evraklarıyla birlikte iletti. Ancak teklifi değerlendirmeye alınmadı bile.

Oysa o teklifte tam 400 milyon TL yazılıydı. Yani Gök Denizcilik’in verdiği 26 milyon liraya karşılık 400 milyon lira. Belediye Başkanı Kadri Çiçek, 400 milyon liralık teklifi gördü ancak 26 milyon liraya gözünü kırpmadan iskeleyi teslim etti.

TAMAM REKABET İYİDİR AMA...

Rekabetin olduğu yerde tüketici kazanır. Yani ihaledeki oldu bittiye, adrese teslim şartnameye rağmen, “O hatta bir başka şirket de olsun, İDO istediği gibi fiyat belirleyemesin” denilebilir. Ancak bir ihale yapılıyorsa ve o ihalede teklifler arasında 20 kata yakın çok açık ara fark varsa öncelikle bakılması gereken yer burasıdır. Kaldı ki rekabet bir yana bir de ‘ayıplı mal’ tartışması var. İDO özelleştirilirken, potansiyel alıcılara ‘Bakın yarın öbür gün bu hatlara başkaları da girebilir, haberiniz olsun’ denmemişti. Dense fiyatlamalar çok daha farklı olurdu. Bir de bakıyorum sanki bu türden tuhaflıklar hep bu konsorsiyumun başına geliyor. Atatürk Havalimanı’nı da işleten bu ekip (Souter yok, Tepe de çıktı) HAVAŞ’ı da almıştı. HAVAŞ’ın en kârlı operasyonu havalimanından şehir merkezine yapılan otobüs seferleriydi. Tuttular, Havataş diye bir şirket icat ettiler, HAVAŞ’a rakip çıkardılar. Benzer uygulamalar bu kez İDO’nun başına geliyor. Valla adamlar özelleştirmelere girmeye, devletle iş yapmaya tövbe edecekler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.