Şampiy10
Magazin
Gündem

Her kadına bir jübile lazım...

Bütün hafta boyunca yalnızlıktan, özellikle de kadınların yalnızlığından söz edip durduk.

“Son sözler” falan diyerekten...

Kadınların isteyerek ya da istemeyerek ama artık yalnız yaşadıkları bir döneme girdiğini alenen görüyoruz.

Ben görüyorum en azından...

Bugün beni taammüden yalnız kalanlar ilgilendiriyor.

Daha doğrusu onlarla bir plan yapmak istiyorum...

Planın ne olduğunu biraz sonra anlatacağım.

Önce şu yalnızlık meselesini bitirelim...

Erkeklerden pardon danalardan umudu kestiklerinden...

Vermeye (kalplerini) doyduklarından...

Aldatılmaktan bıktıklarından...

Hor kullanılmaktan sıkıldıklarından...

Sabretmekten çatladıklarından...

Kadınlar...

Artık akıllandı.

Bir nevi, “böylesi olacağına hiç olmasın“ dönemini de başlatmış oldular.

Belki kendi hatalarından belki danaların danalıklarından...

Ama sonuç bu.

Yalnızlık.

Dedim ya, bugün işimiz taammüden yalnızlığı seçen kadınlarla diye...

Şimdi, tamam karar verildi; onlarsız da mutlu olunabileceği anlaşıldı hatta onlarsız daha fit bir hayat yaşanacağı da kesin ama...

Ama şöyle de bir boşluk oldu.

Bu karar sonuncusunun sonuncu olduğunu bilmeden alındı.

Sonuncu kavga, sonuncu aldatılış, sonuncu yalan, sonuncu sevişme olduğunu bilmeden...

Şöyle bir durum yani:

“Bilseydim ona göre yaşardım ya da ona göre bitirirdim.”

Boşluk bu.

Şimdi başta bahsettiğim o planı açıklıyorum; bu boşluğu dolduracak bir macun lazım!

Ne olabilir?

İşte onu buldum:

Jübile...

Bu kadınlara bir jübile lazım.

Ki, olay temiz bir şekilde kapatılsın.

Ama kendi jübileni kendin yapacaksın, kimsenin eline bırakmayacaksın, yoksa....

Pekiii...

Bu jübileyi nasıl yapmak lazım?

Benim aklıma birkaç yol geliyor...

Mesela son aşkıyla...

Çağırırsın son aşkını...

İstediğin, planladığın gibi bitirirsin...

Ya da daha romantik bir tercihin olabilir...

İlk aşkınla...

Temiz bir başlangıç için temiz duygularla mantığı...

Sevdiği aşklarıyla...

İnsanın sevdiği sevmediği aşkı olur mu? Olur tabii... Güzel bitenler, sevilen aşklar grubuna girer. Onu/onları toparlarsın. Alırsın karşına... Ya da yanına!!!

Ya da...

Hepsiyle...

İlk aşkın, son aşkın, sevdiklerin, sevmediklerin, arada kalanlar, haberi olmayanlar falan...

Hepsini...

Hepsini toplarsın, sıkı bir jübile hazırlarsın kendine...

Heh heh hee....

“İyi de, hepsi toparlanıp ne yapılacak?” diye sormazsınız herhalde...

Kızlar sormaz da, danalar sorar. Bilmediklerinden değil ha, sırf anlatalım diye...

Geçti o günler, geçti!

Hadi canım, hadiii...

Yazının devamı...

Erkeklerin son sözleri...

Tabii önce, “Erkeklerin ‘Son sözler’i var mıdır?” bunu tartışmak gerekiyor.

Var mıdır gerçekten?

Yani öyle bir şey ya da şeyler yaşamış olacak ki, artık yalnızlığa karar verecek. Kendisi buna karar vermese de kader onu yalnızlığa terk etmiş olacak!

Hatta işin aslı, kader onu yalnız bırakmış da onun bundan haberi olmayacak!

Bir erkek için böyle şeyler geçerli midir?

Bu konjonktürde, biraz zor!

Zor ama olamaz da değil.

Yine de bana sorarsanız, ‘motor erkekler’ ki sayıları hiç de az değil, bu duruma geldi.

Geldiler de haberleri yok.

Oysa her şeyin neden eskisi gibi olmadığını bir anlasalar...

Neden artık ikisini-üçünü bir arada idare edemediklerini...

Bırak idare etmeyi, birini bile elinde zor tutmaya başladığını...

Kızların neden onu terslemeye başladığını falan bir düşünseler...

Dank edecek ama...

O halde ben işlerini biraz kolaylaştırayım.

Erkeklerin yalnız kalmadan önceki “Son Sözleri’ne bakalım...



Spor hocasıymış!!!

Adamın biri ona çiçek yollamış!

Adamın biri ona mesajlar atıyormuş, “Ben hallederim” dedi!

Müşterisinin basit bir yemek davetiymiş!

Galiba patronu ona asılıyormuş!

O adamla görüşmeni istemiyorum!

Kız kıza dışarı çıkacaklarmış!

Kız kıza tatile gideceklermiş!

Ne işimiz var mikonosta!

Sadece biraz borç istedim!

Kadınlar kötü şofördür!

Bu saç modeli seni genç göstermiş!

Niçin bir gündelikçi tutmuyorsun!

Durup dururken “İmdat” diye bağırdı!

Kadın ruhundan anlamıyormuşum ağabey psikolog muyum ben?

Sürekli kalbini! istiyormuşum!

Her cuma dışarı çıkılmaz bugün evde oturalım!

Geçme şu televizyonun önünden!

Gaz çıkarmak için banyoya git dedin ben banyoda değilken demedin!

Oturduğumuzdan beri şu adam sana bakıyor!

İlk akşam yemeğini o ödemişti!

Salonda uyuyabilir miyim?

Geçmiş olsun, iyileşince bir akşam çıkalım mı?

Bana gelmeden önce arar mısın, evi dağınık görmeni istemiyorum!

Elimi sallasam ellisi, bana kız mı yok!

Ben daha iyilerini hak ediyor muşum...
Korkma ben sarhoş olmam!

Karım hamileymiş, benden olabilir!

Telefonunun sesi kapalıymış!

Aslında o gruptan nefret ediyormuş!

Bana zaman tanı dedi!

Yazının devamı...

Gelişe göre gidiş...

“Haydan gelen huya gider” gibi...

Öyle midir acaba?

Adam nereden geldiyse oraya mı gider?

Bardan geldiyse bara, evinden geldiyse evine, sokaktan geldiyse sokağa ya da ne bileyim, eski sevgiliden geldiyse ona mı döner?

Yoksa yolu değişir mi?

Bence...

Bence değişmez. Nereden geldiyse oraya döner.

Ama konumuz bu değil.

Hani dün kadınların yalnızlıktan önceki son sözlerini yazmıştım ya, sonra da “Var mı artıran?“ diye sormuştum.

Evet var.

Hem de öyle güzel artırmışlar ki! Bana da olayı biraz daha açmak kalıyor.

Yani bir kadın, neyin karşısında bu ‘son sözleri” söylemiştir? Ne olmuştur da, o lafı etmiştir?

Haklı mıdır, haksız mı?

Hadi bakalım...



- “Ben ona 10 gömlek büyük geldim...”

Ve buna rağmen sana hayranlık duymuyor değil mi? Oysa kendini 10 gömlek büyük gördüğün için onunla olmuştun; bu hiç olmazsa ezilir, değer bilir diye... Ne oldu? Şaşırdın mı şimdi?

- “Gidersen geri gelemezsin...”

O zaten çoktaaan gitmiş, haberin yok senin. Ayrıca yine gelirse yine alırsın onu sen. Lafından belli.

- “Evli ama ayrı yaşıyorum demişti...”

E, ama sen zaten inanmamıştın ki buna... Sadece inanmayı istemiştin! Şimdi niye şaşırıyorsun? Değişir sanmıştın değil mi? Amaannn... Kim değişmiş ki? Kim kimi değiştirmiş ki?

- “Seni seviyorum yalvarırım gitme...”

‘Gitme’ dedin, kafadan kaybettin! Oysa, ‘Gittir git’ deseydin, diyebilseydin... Hadi diyemedin öyle düşünebilseydin...

- “Geniş olacaksın, süründüreceksin...”

Geniş olacaksın demekle geniş olunmaz! Hatta genişleyeyim derken daha da daralırsın. Sen sürünürsün. Son söz için bir iki deneme daha yapman lazım.

- “Çikolata limon tadındayım, onun kaybı...”

Ama belli ki, limonun fazla kaçmış! Yine de bence bunlar senin son sözlerin olmaz. Söyleyecek birkaç lafın daha var.

- “Bize de sakız lazımdı ki sağa sola çekelim...”

Sen onu en iyisi tükür. Arabanın penceresini aç, bütün nefesini içine çek ve var gücünle fırlat gitsin. Sonra da naneli bir tane dene!

- “Amaaaan çok da fifi...”

Fifi mifi... Takıldı mı aklına, takılmadı mı? Sen onun acısını çıkarırsın da o talihsiz dananın son sözü ne olur, onu bilemem.

- “Gelişe göre gidiş...”

Peki gidişe göre geliş olur mu? Bir de bunu inceleyelim.

- “Şu başıma gelene inanamıyorum...”

Sıkı kazık yemişsin, zor toparlanırsın. Üçüncü kazıkta kendine gelirsin. Son söz kıvamına...

- “Allah herkese erkeğin kapasitelisini versin...”

Amiin... Verirse tabii... Ama bu laf bana, biraz çıtayı yükseltmişsin hissini verdi. Yani henüz dersini almamışsın.

- “Noluyosa bunlara adamlar benden sonra sırra kadem basıyor...”

İşte bu gerçek bir son söz!

Ötesi yok!

Yazının devamı...

'Son sözler'

Hani “ölmeden önceki son sözler” diye komik bir liste vardır ya...

“Bu ses ne?” veya “Kıpırdamazsan saldırmaz”, “Bu prizde elektrik var mı?” “Bak şimdi aynısını geri geri yapacam” gibi...

Şimdi ben de kızların, isteyerek ya da istemeyerek yalnız kalmadan önceki “son sözleri”ni yazayım mı?

Peki.

Başlıyorum...

* Nasıl olsa arar!
* Açmayacağım, biraz sürünsün!
* Daha iyisini bulurum!
* İyi çocuk ama o kadar! Renksiz yani!!
* Bu da şişman. Yani çok şişman değil ama geleceği şişman!!!
* Üff... Bu da çok üzerime düşüyor!!!
* Ben aramam, o ararsa düşünürüz!!!
* Çok üşütmüşüm, bi ilaç getirir herhalde!!!
* Çocuk da yaparım, kariyer de!
* Hem güzeelim hem akıllı...
* Aaaa... Bununla mı uğraşacağım???
* Karısıyla kardeş olmamışlar galiba!!
* En son ben aradım, sıra onda...
* ‘You Got a Mail”i seyrettin mi? Olursa öyle olacak ki!!!
* ‘Regliyim’ dedim, ‘İyi o zaman sonra görüşürüz’ dedi!!!
* Yemeğe çıkıyoruz, elini cebine atmıyor!!!
* Artık beni seveni seveceğim!
* Yalnız uyuyabiliyormuş!!!
* ‘Aşkıım’ dedim, sesi değişti. Dana diyeceksin ki!!!
* Erkekler akıllı kadınları sevmiyor!!!
* Evini temizledim, bozuldu. Niye ki?
* Böyle olacaksa hiç olmasın daha iyi!
* Evdekilere ondan çok söz ettim, merak ediyorlar!
* Beni taşıyabilecek bir erkek lazım!
* 5 kilo daha versem...
* Güçlü kişiliğim onu korkuttu!
* “Tatilden sonra görüşürüz” dedi!!!
* Facebook’undan silmiş beni!
* O kız, yakın arkadaşıymış!
* Artık aramıyorum, bulursa o beni bulsun!
* Erkeklere aptalı oynayacaksın!
* Ben yalan söylemem. Beni böyle kabul etsin!



Benden bu kadar...

Var mı artıran?

Yazının devamı...

Uzak durulacak kadınlar...

Her zaman, her yerde uzak durulacak danalar yazılıp çiziliyor ya...

(Bayram bittiği için için artık rahatlıkla dana diyebiliriz!!!)

Bu sefer de kadınları yazmışlar.

Bunlardan uzak durun diye...

Bakalım mı?

Hangimizden uzak duracaklarmış!

Daha doğrusu, durabileceklermiş!..



* “Cimri; her şeyi sizin ödemeniz gerekecek. Hayatı ucuza getirmek için size zehir edecek.”

Bak yaa... Hâlâ bir şeyler ödetmeye çalışıyorlar! Asıl cimri bunlar. Erkeğin de cimrisi hiç çekilmez ha!

* “Kıskanç; dişi kuşa bile bakamayacaksınız. Her akşam üzerinizde başka kokular aranacak...”

Ha tabii... Bu konuda haklısınız! Her akşam başka bir dişi kuşa bakacaksanız, haklısınız. Arkadaşlar bir kadın durup dururken kıskanç olmaz! Her akşam sizi koklamayacak bir kadın arıyorsanız kıskanç olmayanı değil, aptal olanı ya da size muhtaç olanı arayacaksınız. Netekim öyle yapıyorsunuz ya!

* “Müsrif; kadının cimrisi makbul değil, ama müsrifin de yanından geçmeyin. Onun birikimleri yetmeyecek, sıra sizinkilere gelecek...”

Ödü kopuyor dananın, parası gidecek diye... Bakar mısınız, dananın derdi kadının müsrifliği bile değil, sıranın kendisine gelmesi!

* “Sabırsız; 10 dakika bile gecikseniz tepenize binecek.”

E ama 10 dakika var, 10 dakika var! Yani nerede beklediğine bağlı! Bazı yerde zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz, bazı yerde de malum 1 dakika bile insana bir asır gibi gelir. Öyle değil mi? Anladınız siz onu!!!

* “Ağırkanlı; bir türlü yerinden kalkıp harekete geçiremediği için kendi hayatını olduğu kadar sizinkini de yavaşlatacak.”

Ha tabii... Bütün erkekler, hadi yüzde 90’ı diyelim, o kadar sosyallerdir ki! Hele hele evililer... Vinç lazım onlara vinç! Yerlerinden kaldırmak için!

* “Çocuksu; yok bir de onu büyütmekle uğraşacaksın.”

Büyümüş olan seni ne yapsın! Dana! Ayrıca büyüklerin yanında da küçülürsünüz ama!

* “Kötücül; başkalarına kötülük ederken aslında sizin de hayatınızı zehirleyecek...”

Sanki seri cinayetler işleyecek, onu da ortak edecek! Paranoyak mısın nesin?

* “Sert karakterli; ihtiyacınız olduğunda güler yüzünü esirgeyecek.”

İhtiyaç derken? Mesela geç kaldığında, doğum gününü unuttuğunda, dana gibi yayılıp oturduğunda falan değil mi?

* “Aşırı gizemli; gizem oyunu oynayayım derken hayatı içinden çıkılmaz bir bilmeceye dönüştürecek.”

Kafam basmaz ya da onunla uğraşmak istemiyorum desen daha iyi anlayacağız.



Amaannn...

Olmazsanız olmayın....

Çok da tın!

Ayrıca...

Merak ediyorum; hangi dana...

Fıstık gibi bir hatundan...

Şöyle iri göğüslü, yuvarlak kalçalı, şen şakrak bir hatundan...

Cimri diye uzak durur?

Yazının devamı...

İlişki efsaneleri...

Şehir efsaneleri vardır ya, şimdi benim yazacağım da ilişki efsaneleri...

Yani “yok öyle bişey aslında!”

Keşke efsane ilişkileri yazsaydım ama nerdeee???

Doğru dürüst ilişki bile yokken efsane ilişkiyi nereden bulacağım?

Eskidenmiş o, eskiden...

Efsane aşklar...

Efsane ilişkiler...

Kala kala elimizde ilişki efsaneleri kaldı.

Mesela...

“Zıt kutuplar birbirini çeker”

Mi?

Niye çeksin? Çekse çekse bir tane patlatmaya çeker!

Düşünsene hiperaktif biriyle asosyal biri... Bunların neresi ötekini çekebilir ki? Biri ötekine katlanabilir o kadar! O olsa olsa çıkar ilişkisi olabilir diyeceğim, ağır olacak. En iyisi öyle demeyelim ama bunun da bir ilişki efsanesi olduğunu kabul edelim...

“Kavgalar ilişkiyi besler”

Mi?

Niye beslesin? Beslese beslese gıcık katsayısını besler!

Kavga edeceksin, olur olmaz lafları, olur olmaz yerde söyleyeceksin ya da o sana söyleyecek ve bundan besleneceksin! Dayak arsızı olmak gibi marazi bir durum değil mi bu şimdi?

Bu da sürekli kavga edip ayrılma cesareti gösteremeyenlerin çıkardığı bir efsane...

“Herkesin kendine ait bir yaşam alanı olsun”

Mu?

Niye olsun? Olsa olsa o yaşam alanında başka biri olur!

Olmaz mı?

Düşünsene hafta sonları ya da tatillerde...

- Hadi ben gidiyorum”

- Nereye?”

- Kendi yaşam alanıma!

- Oldu canım, fazla terleme sonra üşütüp geliyorsun eve!!!

Niye ayrı alanlar olsun yahu? Daha doğrusu neden aynı alanlar olmasın? Efsane niye ayrı alan diye çıkmış? Niyesi belli. Hâlâ onunla birlikte olmanın başka bir anlatımı yok da ondan!

“Sorunları konuşarak çözmek gerekir”

Mi?

Niye konuşulsun ki? Konuşulsa konuşulsa arkadaşla konuşulur.

Arkadaşına anlatırsın, atar tutarsın, rahatlarsın. Adeta eşinle hesaplaşmış kadar olursun. Yoksa gerçekten sorunları konuşmak kadar saçma bir şey yoktur. Zira asla çözülmez.

Konuşulma aşamasına gelen hiçbir sorun çözülmez. Daha beter sarpa sarar.

En gıcık cümle, “Konuşmamız lazım!” Bu cümle bile başlı başına bir sorun! Duyduğun yerde durmayacaksın, kaçacaksın.

Belli ki seni daraltacak. Üstelik hazırlıklı gelmiş!

“İlişkiyi tazelemek için birlikte seyahate gidilmeli”
Mi? Niye gidilsin ki? Gidilse gidilse ilişkinin sonuna gidilir.

Zaten sorunlusunuz belli; bir de o halde kıç kadar otel odasında, dip dibe iyice gıcık kapmaya... Ki zaten bir tarafın ilişkiyi tazelemek gibi bir niyeti yoktur, ötekine hayır diyemediği için gitmiştir.

Ayrıca sorun şehirde mi? Ya da ha bire şehir mi değiştirilecek? Adam değiştir daha kolay! Heh heh hee...

(Yok, bunu lafın gelişi yazdım.)

Onun için... Efsane ilişkileri de, ilişki efsanelerini de unutun....

Kendi efsanenizi kendiniz yaratın. (Ne demekse!)

Yazının devamı...

Bu harita başka harita!



Dikkatli bakın.

Bu neyin haritası?

Kıyı şeridi sarı, içeriler kırmızı...

Başından söyleyeyim, hayır referandum haritası değil.

Tamam çok benziyor ama referandumla hiç alakası yok.

Ha, bu haritanın açılımıyla, referandum haritasının açılımını birileri analiz ederse o başka!

Sosyologlar, psikologlar falan bir alaka kurabilir.

Ben o kadar ileri gidemem.

Benim yapacağım iki şey var; bu haritanın neyin haritası olduğunu yazmak ve bundan bir sonuç çıkarmak...

Kendime göre tabii...

Önce haritayı anlatayım.

Dün gazetelerde gördüm; üzerinde şu yazıyordu:

“Bölgelere göre sertleşme sorunu”

Kırmızılar, sertleşme sorununa sık rastlanan bölgeleri, sarılar da, sertleşme sorununa daha az rastlanan bölgeleri gösteriyormuş.

Bilimsel bir araştırma bu.

Türk erkeklerinin cinsel sağlık sorunlarıyla ilgili bir araştırmadan...

Araştırmacılar bu durumu Akdeniz usulü beslenmeye ve bu bölgede yaşayan erkeklerin risk faktörlerinin daha az olmasına bağlıyorlar.

Yani sarıların başarısını...

Peki acaba düz mantıkla bakarsak, bu haritadan başka sonuçlar da çıkarabilir miyiz?

Mesela, iç bölgeler de Akdeniz usulü beslense AKP’ye oy vermeyebilirler mi?

Ya da AKP’ye oy verenler daha mı sorunlu?

Başka partiye oy verseler sorunları çözülür mü?

Yok artık! Daha neler?

Ben de abarttım!

Dedim ya, bunu sosyologlar, psikologlar analiz etsin
diye...

Ben ne anlarım ki?

Anlasam anlasam, adamların muhafazakârlaştıkça gerçekten(!) muhafazakârlaştıklarını anlarım.

Bir de, Akdeniz usulü beslenmeyenlerin muhafazakârlaştıklarını...

Ama güzel sonuçlar çıkarabilirim...

Mesela, başkent İzmir olsun!

Ya da Meclis oraya taşınsın.

Kadınlar kocalarına bol bol yeşillik yedirsin...

Evliler iç bölgelere, bekârlar kıyılara taşınsın...

Güvenlik açısından geçişler “sarı vize” ile olsun...

Ayrılanlar sağlık kontrolünden sonra “sarı bölgeye” alınsın...

Henüz hazır olmayanlar “green zone”da rehabilitasyona tabi tutulsun...

Bunlar hayal mi?

Saçma sapan mı?

Peki, en gerekli ve gerçekçi sonucu yazayım o zaman:

Ege’ye yerleşmek şart oldu!!!

Yazının devamı...

Bazıları tatil sevmez...

Diyeceksiniz ki, “tatil sevilmez mi?”

Sevilmeyebilir.

Bazıları tatil sevmez...

Hiç mi?

Sayılır...

Mümkünse.

Hele hele toplu tatiller onlar için eziyetten başka bir şey değildir.

Kim onlar?

Mesela evliler...

5 yıldan sonra tabii...

Özellikle evli erkekler...

Kendilerini şöyle hissederler:

“Aha! Yakalandım. Kaçacak hiçbir yerim yok. kapana kısıldım.”

Zevk almaya da çalışmazlar. Her gün, ertesi gün, bir sonraki gün gözlerinde büyüdükçe büyür. Daha da kötüsü ne biliyor musunuz? Mutlu gibi görünmeleri de gerekir.

Üzerlerinde bir de aile baskısı vardır; “hadi artık sıra sende, bizi eğlendir. Hani aslında bizimle olmak istiyorsun ama vaktin yok ya, al işte sana vakit!”

Daralırlar...

Çok daralırlar...

Bu durum evlilerin kadınlarında daha az görülür. Onların en büyük sıkıntısı çocuk/lardır. Bütün gün evde...

Ama onu da kocaların üzerine atarlar.

Kocalarda da suçluluk duygusu var ya, mecburen çocuk/larla o ilgilenmeye başlar.

Bakın, tatil yerlerinde ya da AVM’lerde babalar uğraşır onlarla...

Kadınlar da intikam alır gibi, salınırlar. Son ana kadar müdahale etmezler.

Başka?

Asla istedikleri gibi bir tatil geçiremeyeceğinin bilincinde olanlar...

Tatil sevmez...

Çalışsa daha iyi yani... Bunlar genellikle yıllık izinlerini de yaşadıkları yerde geçirirler. Bir yere gitmezler. Üstelik bundan hiç de mutsuz olmazlar. Vardır onun kafasında yapacak bir şeyler...

Kendini güzel oyalar.

Tek sıkıntısı, “Aaa, niye bir yere gitmiyorsun?” diye soranlara laf anlatmaktır. Ama ondan da bir süre sonra vazgeçer zaten...

Evli ama sevgilisi olanlar...

Tatil onlar için azaptır, azap!

Anlatmama gerek var mı?

Yok. Bir de hiperaktifler...

Onlar da hiç sevmezler. Tuhaf ama kendilerini kısıtlanmış hissederler...

Bu insanların ortak sloganı şudur:

“En iyi tatil, kısa tatil!!”

İki-üç gün...

Vur-kaç!

Mümkünse yurt dışı...

Ya da hafta sonu deniz kenarı...

Ama o kadar!

Dördüncü güne sarkmaması lazım. Yoksa abuk sabuk yalanlar uydurmaya başlarlar!!! Huzursuzluk çıkarırlar.

Bir başka ortak noktaları daha vardır:

Böyle hafta sonuyla falan birleşen bayramlar... Nefret ederler.

Tam 9 gün!!

Dile kolay...

9 gün!

Daha başlamadan onları bir sıkıntı basar.

Nasıl geçecek?

Evde!

Ya da başka bir yerde: fark etmez, ne yapacak?

Hayır, her yer, herkes tatilde; bahane de bulamaz. Belki yurt dışıyla bağlantılı iş yapanlar yırtabilir. Ama o da belki... Ve kısa süreliğine...

“Ben bi ofise gideyim, fax falan gelmiş mi, bakiim”ler falan.

Oradan tutturursa ne âlâ... Ertesi gün, “Cevap gelmiş mi bakiim“ diye falan biraz da olsa kendini dışarı atabilir.

Diğerleri...

Sıkın dişinizi 5 gün kaldı...

Ne var?

Bazıları sıcak sever.

Bazıları da tatil sevmez!

Hatta sıcak sevenler, tatil sevmez!!!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.