Şampiy10
Magazin
Gündem

Her şey böyle başlar...

Güzellik ve yaşlanma üzerine biraz daha gidelim mi?

Evet, her şey birinin “teyze” demesiyle başlar...

Artık bu hangi yaşına denk gelir bilemem...

Değişir.

Çocuğun varsa-yoksa, kilolu veya değilsen, saçına başına, makyajına, tarzına göre değişir.

Kiminin 30 sonlarında, kiminin 40’larında...

Mutlaka bu başına gelir.

Böyle başlar da nasıl devam eder?

Onu da anlatayım.

Bir kere şunu baştan söyleyeyim, yavaş yavaş yaşlanmazsın.

Birden olur.

Bir günde!

Sabah kalkarsın, gözlerinin altı her zamankinden daha fazla mor, daha fazla şiştir.

O güne ait sanırsın. Geç yatmışsındır veya uyuyamamışsındır ya da hastasındır falan. “Geçer” dersin, üzerinde fazla durmazsın.

Ama hayır.

Geçmez.

O günden sonra her sabah öyle kalkmaya başlarsın.

Ama o uzun süre aynı kalır. Daha kötüye gitmez yani...

İki üç sene...

Sonra yine bir sabah kalkarsın, alnında ince bir çizgi. Yastık izi sanırsın önce. Ama o iz hiç geçmez.

O da uzun süre öyle kalır.

Yani iki-üç senede bir gün, aniden yaşlanırsın.

İki üç senede, bir yerin bir tık atar.

Ben şimdi size o ‘tık’ların hesabını yapayım mı?

35-38 arası...

Şımarıksındır. Her yerde, “Aaa.. Yaşlandım artık, yolun yarısını geçtim” diye diye, hem de gülerek dolaşırsın. 45-50 yaşlarına hiç gelmeyeceğini sanırsın. O kadar uzaktır ki! O yaşta bir kadından bahsederken, anneanneni anlatır gibisindir.

38-40 arası...

A-ha! İşte göz altını gördüğün sabah! Hani geçmeyen morluklar... Artık çantanda mutlaka bir kapatıcı bulunur. Ama idare edersin. Artık kremlere başlamışsındır. Öyle çok da düzenli kullanmazsın. Herkesin 32 yaşında gösterdiğini söylediği ve senin de buna sevindiğin yaşlar. Niye seviniyorsan?

40-44 arası...

Dank etme dönemi. Yüzündeki, bedenindeki değişimlerle mi yoksa maneviyatla mı uğraşacağını bilemezsin. Zaman zaman kendini “süreyle” ilgili düşünürken yakalarsın. Yani o güne kadar bir şeyler yapmak için hep vaktin vardır. Ama 40’tan sonra bunların sayısı aniden yarıya iner. Aynı zamanda bütün kremlere kanma, inanma; hepsini deneme dönemin de başlamıştır. Bu arada hâlâ herkes yine yaşını göstermediğini söylemektedir. Ama artık bu durum sinirini bozmaya başlar! Ne yani? Kötü bir yaşta mıyım ki???

44-46 arası...

Paran kısıtlı da olsa kremlerin en pahalısını 12 taksit alırsın. Bir işe yarar mı? Yaramaz da, yaradığını sanırsın. Birini bırakıp ötekine... Ama kafa olarak biraz rahatlamışsındır. Çünkü “Hayır” demeyi öğrenmişsindir. Seksisindir ha! Artık 32 göstermiyorsundur ama... 32’lik danalar sana sarkmaya başlar.

46-48 arası...

Ayna zamanı... Niye? Çünkü yüz ovalin, artık oval değildir! Kimse fark etmese de sen onu görüyorsundur. Durmadan aynaya bakarsın. “Botox ve türevlerine başlasam mı, başlamasam mı?” dönemi... Belki birkaç küçük deneme...

48-50 arası...

Panik olursun. Hayat bitiyor mu ne!

İşaret parmağınla şakaklarından, baş parmağınla da kulağının yakınından yüzünü hafifçe kaldırıp aklından şunu geçirirsin, “1cm. O kadar yukarı kalksa yeter. Fazla değil!” Artık ucuz, doğal kremlere yönelmişsindir. Ya da... Dönüm noktası...

Yani...

Kıçını yırtsan 50’ne kadar dayanırsın.

Annemin özlü sözü gibi:

“Yaşlanmasa kraliçeler yaşlanmazdı.”

Ama moralinizi bozmayın.

Devamı var.

Yazının devamı...

Güzellik ve yaşlanmak üzerine...

Hiç aklında yokken!

Aniden...

Bir anda olur her şey!

Bir gün, bir yerde hem de hiç hazırlıklı değilken bir çocuk sana “teyze” der.

Onca kelime, onca olay arasından o kelimeyi hemen duyarsın.

“Teyze!”

Duymazlık edemezsin.

Bir gün bir çocuk bayramda elini öper. Hem de kendiliğinden...

Gelir, alır elini öper, alnına koyar.

Şaşırırsın.

İlk “teyze” deneyimin sana komik gelir hatta herkese ballandıra ballandıra anlatırsın.

Gülerek...

Herkese anlatırsın çünkü aslında beklediğin, “O-ha! Sana da teyze dediyse!!!”yi duymaktır.

Derler de...

Zira yaşıtların veya senden büyükler için asla “teyze” değilsindir.

Ya da bunu sana bir kadın söyler:

“Bak teyzesi, ne kadar uslu değil mi?”

E, ama artık çok oluyor!!!

Senden intikam aldığını düşünecek kadar paranoyaklaşırsın.

Evet belki de gerçekten intikam alıyordur.

Bunu da anlatırsın.

Anlattıkların sana, “Yok artık! Zaten artık ‘teyze’ lafı mı kaldı? Alaturka!” diyerek kötü kadını eleştirirler.

Sonra ikincisi gelir.

İkinci “teyze” vakası...

İşte o güne kadar sen kendini genç sanıyorsundur...

Bundan sonraki aşama da, “genç gösteriyorsun” aşamasıdır ki, onu daha önce işlemiştik.

Ama okumayanlar için özetleyeyim:

“Herkes ama herkes yaşından genç gösterdiğini sanır ama göstermez. Sadece yaşının bakımlısı veya bakımsızı vardır.”

Güzellik de böyledir.

O güne kadar herkes sana, “çok güzelsin” demiştir.

“Ne kadar güzelsin...”

Ama bir gün biri der ki,

“Ne kadar zarifsin.”

Ne?

Zarif mi???

Nereden çıktı bu şimdi?

Çıkar.

Kiminde 35’te başlar...

Kimine 40 koyar...

Kimi 50’sinde idrak eder...

Gittiğini...

Güzelliğinin ve gençliğinin gittiğini...

İşte bir kadının en önemli dönüm noktalarından biri budur.

Artık kendisini yeniden tanımlaması gerekmektedir.

Format atması...

Ya inatla eski güzelliğine, gençliğine dönmek üzere yola çıkacak...

Ki bunun sonuçlarını hepimiz görüyoruz, kedi kadınlardan!!!

Evet, yavaş yavaş aslan surata dönüşmeye başlayacak...

Ya da bunu es geçip kendisine yeni bir sayfa açacak...

Kendisini artık genç ve güzel diye tanımlamayacak. Zarif, akıllı, mutlu, komik ya da ne bileyim, başarılı, hoş gibi yeni tanımlamalara yönelecek.

Yönelecek de...

Öyle yönelecek demekle olmuyor bu.

Kolay değil.

Hiç kolay değil.

Buna önce kendisi inanacak...

Alışacak...

Benimseyecek...

Daha da önemlisi sevecek.

Yeni halini sevecek.

Hem de eski halinden daha fazla!

Nasıl mı?

Yazının devamı...

Ayrılmanın vahşi tadı...

Daha iyi tarif edilemezdi değil mi!

Ayrılığın tadı...

Başka ne olabilir ki?

Tatlı olmadığı kesin. E, acı ama sadece acı değil. Ekşi, buruk, tuzlu demek, ayrılığa hakaret olur...

Zaten ne diye uğraşalım ki, koskoca şair bulmuş:

“Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var.“

Vahşi...

Gerçekten de ne kadar vahşi!

İnsanı olmadığı kadar ilkel, içgüdüsel ve tetikte kılıyor.

E o zaman boşanmaya da vahşet desek, çok da uçmuş olmayız herhalde...

İşte o vahşeti araştırmışlar. Hem de Türkiye’de...

Ne zaman, neden ayrılınıyor falan...

Ha, şaşırtıcı sonuçlar var mı? Hayır.

Bilmediğimiz şeyler? Yok.

Ama o sonuçlardan güzel tespitler çıkarabiliriz. Daha doğrusu kendimizi onaylayabiliriz.

Mesela, âşıklar daha çok boşanıyormuş.

“Evlenmenizin en önemli nedeni neydi?” sorusunda ilk sırayı, “âşıktım“ cevabı almış.

Boşananların yüzde 32,8’i aşk evliliği yapmış.

Araştırma sonuçlarında aşağılarda bir yerde de başka bir soruyla bunu kesiştirdim ben.

Soru şu:

“Evliliğiniz süresince aileniz, eski eşinizi size uygun buldu mu?“

Kız tarafının yüzde 49,5’inin bu evliliği onaylamadığı ortaya çıkmış.

Demek ki neymiş?

Aileler bu işe çok karışmış.

Ya da...

Aileler bu işten iyi anlıyorlarmış!

Sizce hangisi?

Bence...

Ben hiç beklemediğiniz bir cevap vereceğim size:

Bence ikincisi...

Yani aileler bu işten anlarlar.

Aile de, arkadaş da...

Ama o sırada ne söylesen nafile...

Araştırmada dikkatimi çeken bir başka sonuç da şu:

“Ailedeki boşanmaların, diğer boşanmalar için örnek teşkil ettiği...“

İyi de bunda kötü olan ne?

Eziyet çekerek, abuk sabuk davranarak evliliği sürdüreceğine...

Boşansın.

Şimdii...

Sıra, bana sorarsanız bu araştırmanın en kritik, en önemli sonucunda...

“Tekrar evlenirim” diyenlerde...

Boşanan kadınların yüzde 57,6’sı evlenmeye soğukmuş.

Peki erkekler?

Sizce onlar bu konuda ne düşünüyorlar?

Hemen yazayım:

“Yüzde 64’ü yeni evliliğe sıcak bakıyor.”

Bakar tabii!

Dana!

Bu son sonuç var ya...

Bu sonuç aslında Türkiye’de kadınların ve erkeklerin ne halde olduklarının en güzel göstergesi aslında.

Ne istersen onu çıkarırsın bundan...

Ama en çok, kadınların bunaldığını çıkarırsın.

Kadınlara erkeklerden nefret geldiğini...

Onların ezildiğini...

Onların bıktığını...

Ayrılmanın vahşi bir tadı var ama...

Galiba ayrılanlar hâlâ sevgili değil artık!

Yazının devamı...

Sanki herkes günde 5 kere...

Okumuşsunuzdur; haber şu:

“103 yaşındaki Gladys Gough, bu yaşa kadar gelebilmesinin sebebini hâlâ ‘bakire’ olmasıyla açıkladı.

Asla sigara kullanmadığını, alkol almadığını ve hatta ilaç bile kullanmadığını söyleyen Gladys, ‘Hiç evlenmedim, bir erkek arkadaşım da olmadı. Bunun yaşımla bir ilgisi olması lazım. Yani bir erkeğin yaratacağı sıkıntıları hiç yaşamadım’ sözleriyle uzun yaşamının sırrını açıkladı ve ekledi:

‘Akşam yemeğini hiç atlamadım ve yeterince yemeye dikkat ettim. Erkekler asla yaşamımın bir parçası olmadı.’ Gladys, yaşamını kız kardeşi Edna ile birlikte dünyayı dolaşmaya adadığını söylüyor. Erkeklerin kendilerine yaklaşmaya çalıştığını ancak onları reddedip, kardeşiyle birlikte seyahat etmeyi tercih ettiklerini söyledi.”

Ben yorumumu sona bırakacağım; önce ‘yoğun’ ilgi gören habere gelen yorumlara bir bakın:

- “Aynen iade...”

- “Uzun yaşamakla bakire olmanın ne alakası var? Bence düzgün bir sex yaşamı olsaydı ömrü en az 10 yıl daha uzardı...”

- “Paran yerindeyse ki öyle görünüyor, yaşadığın ülke seni sıkıntıya sokmuyorsa, geçim sıkıntın yoksa, yediğin içtiğin şeylerin yapısıyla oynanmadıysa, soluduğun hava zehirlenmediyse, kaliteli yaşıyosan, sürüngen gibi bir hayat sürmüyorsan yaşarsın o yaşa kadar.”

- “Ot bile tohum veriyor.”

- “Kadın eğer uygun birini bulsaydı belki 150’sini görecekti kimbilir:)”

- “Ot gibi yaşamış haberi yok bi de kalkmış bunu erkeklere bağlıyor.”

- “Açılmadan iade ama garantisi dolmuş. Yerine yenisini vermezler.”

- “Belki de o haklı, kim bilir!”

- “Kusura bakma nineciğim ama sen hiç yaşamamışsın ki...”

- “Yaşayan fosil.”

- “Demek ki biz erkekler olarak kadınlardan uzak dursak 250 yıl yaşarız :)”

- “Süper... En güzelini yapmışsın teyze... Ben de kadınlardan uzak duruyorum zaten.”

- “Ninooşş sigara, alkol yok; bunları anladık da, erkek yok sen niye yaşadın nefes de almasaydın bari :))”

- “Teyze ne yaptın? Bazı anlar vardır ki bir ömre bedel :)”

- “Her koca bir değil, benimki bir melek!!!”

- “Ninoş? Nabdın ninoş sen ya.. Pisi pisine yaşamışsın bu zamana kadar.:):) uyan garii...”

- “Tebrikler... Ömür boyu belirli organlarını esiri olmamış, onları tatmin için servetinden, sağlığından, yapması gerekenlerden vazgeçmemiş. Hayatı yaşamış.”

- “Bizi izleyen, ceza vermiştir kendisine bunca yıl çeksin diye... Ne günah işlediyse artık...”

- “Ninoş, senin çocukluğuna inmek gerek, sorun orda;)”

- “En güzelini yapmış, kimsenin ağız kokusunu çekmeden hayatını yaşamış, gezmiş tozmuş. Ohh, aferin sana ninecik keşke herkes yapabilse...”

- “Ne alakası var; sigara içmeyenler de gırtlak kanseri olabiliyor. Allah cc.ömür vermiş. Gel bizde yaşa bu sitresle kaç yaşına gelebilirsin?”

- “Acil olarak bir erkek arkadaş edin teyzecim. Zararın neresinden dönersen kârdır.”



Şimdii....

Benim de bu yorumculara yorumlarım olacak!

Siz evlendiniz ve Nirvana’ya erdiniz çünkü!

Sanki herkes günde 5 kere... Bir seviş bir seviş, başınızı alamıyorsunuz çünkü!

Bu evlilikler de ömrünüze ömür kattı çünkü!

Geçin bunları, geçin!!!

Yazının devamı...

Bu danaya ne yapmalı?

Şimdi okuyacağınız yazı, yaşanmış bir hikâyeyi anlatmaktadır. Gerçek bir hikâye...

Ha, çok mu şaşırtıcı?

Hayır.

Peki niye size bunu aktarıyorum?

Çünkü...

Önce okuyun, sonra size çünküsünü yazacağım.



- “Bir de şu tip erkekler var; anlatayım da dinleyin. Ben çalıştığım yerde, bir adamla tanışıyorum. İlk kez beraber seyahate çıkıyoruz. Bana bir ilgi, bir alaka, görmeniz lazım. Ben de, ‘Acaba olabilir mi?’ falan diye düşünüyorum. Sonra çocuk benim numaramı istiyor, ben de veriyorum. Ertesi gün benimle görüşmek istiyor. Görüşmek istemesi de şu: Kaldığım otele gelmek istiyor. Her neyse; gelemiyor tabii...

Ondan sonraki gün bana telefon açtı, ‘Nasılsın? İyi misin?’ faslı falan... Sonra bana, ‘Sakıncası yoksa sen beni aramasan sadece ben seni arasam olur değil mi?’ dedi. Ben de direkt, ‘Niye, evli misin, nişanlı mısın?’ diye sordum. (O kadar kanıksamışım ki şerefsizliklerini, artık bu durumlara şaşırmıyorum bile). ‘Evliyim ben ama seninle mutlaka görüşmek istiyorum. Seni çok beğendim’ dedi. Ben de, ‘Evliysen olmaz, arama o zaman!’ deyip kapattm telefonu. Tabii durur mu? Tekrar tekrar aradı, açmadım.

Sonra tesadüfen şirketimizin bulunduğu yerde karşılaştık. Yanında eşi vardı. Bizi tanıştırdı. Oturduk kahve içtik, muhabbet ettik falan... Hiçbir şey olmamış gibi davrandı ama akşam eşinden uzaklaşır uzaklaşmaz aramasını hiç saymıyorum.

Ortalık böyleleriyle dolu. Üstelik utanma duygularını da kaybetmişler. Kur yaptıkları insanları eşlerine tanıştırır olmuşlar. İlginç bir zamanda yaşıyoruz gerçekten. Sadece paylaşmak istedim.”



Eveettt... Dedim ya, aslında olay şaşırtıcı değil.

Yüz kadından ellisinin başına gelmiştir, diğer ellisi de duymuştur... O hale geldik yani!

Gerçi biz yani kadınlar artık onlardan vazgeçtik ama...

Ama onlar hâlâ bunun farkında değiller galiba!

Bu yüzden size bir teklifim var.

B planına geçelim diyorum...

Yani...

Artık bunları kendi hallerine bırakmayalım.

“Bu ne be böyle?”, “Utanmaz dana!” gibi olayı ne bize ne onlara bir şey kazandıran “sitem” statüsünden çıkaracak bir plan...

Biraz korkutalım bunları...

Korksunlar. Bu arsızlıklarından artık vazgeçsinler.

Mesela bu danaya ne yapmalı?

İlk aklımıza geleni...

Hani aslında bunu yapacaksın diye aklımızdan geçeni...

Eşine tanıştırdı ya... “E, geçen gece niye aradın ki? Ne güzel eşin varmış!” demeli...

Diyelim...

Ne kaybederiz?

Yine mi anlamadılar?

Bir C planı hazırlarız artık!

Yazının devamı...

Dekolteden pornoya...

İngiltere’nin ünlü Cambridge Üniversitesi geçtiğimiz günlerde cinsellik dozu yüksek bir tartışmaya sahne olmuş.

Tartışmanın konusu şu:

“Porno kamuya yararlı mıdır?”

Adamlardaki tartışma konusuna bak, bizdekine bak!

Onlar pornoda biz daha dekolteyi aşamadık!

Aslında alacan adamı, o tartışmanın ortasına oturtacan.

Ceza olarak!

“Hebele kübele...” diye anlatsın derdini!

Küreselleşsin biraz!

Konunun bizde tartışıldığını düşünebiliyor musunuz?

Ben düşünüyorum:

“Dekolte kamuya yararlı mıdır?”

Kamu derken???

Amme idaresi mesela...

Oraya yararlı mıdır?

Porno!!!

Bence bunu tartışmaya gerek yok.

Zaten istediğimiz kadar tartışalım, fark etmiyor.

En iyisi...

Konuyu İngilizlerin tartışması...

Biz daha oraya gelmedik. Soru bilmediğimiz yerden geldi!

Onlar da bireysel sonuçlarını çözmüşler herhalde, kamu üzerindeki etkilerini tartışıyorlar. Peki sonucu merak ediyor musunuz?

Tartışma sonunda dinleyiciler arasında yapılan oylamada, “Evet yararlıdır” diyenler ağır basmış.

Demek orada da danalar dana ve çoğunlukta!

Nasıl bu noktaya geldiler acaba?

Bu görüşün oluşmasına katkıda bulunan tartışmacılardan, porno film yönetmeni Anna Span pornonun birçok faydası olduğunu savunmuş. Kendisine faydası olduğu kesin!

Bakalım ne demiş:

- “Bir faydası mesela, insan bedenini ‘demokratikleştirme’sidir.”

Adamlar “İleri demokrasiyi” de aşmış! Bunlarınki neo ileri demokrasi!!!

Devam edelim:

- “Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım: Bedeninin herhangi bir bölümünden, kilosundan ya da ne bileyim fazla tüylü olmaktan yakınan bir kadınla tanışırsam, hemen internette porno aramasını öneriyorum.”

Nasıl yani? “Başka çaren yok” manasında mı? Ayıp ayıp!

Bir dakika, öyle değilmiş:

- “Yakındıkları bazı bedensel özelliklerin, bazı insanları özellikle çeken, onları heyecanlandıran bir şey olduğunu görünce kendilerine güvenleri yerine geliyor.”

Tabii... Bunun da başka yolu yok çünkü!

Ayrıca... Ne diyecek kadın:

“Sen otur kalk, bana dua et!” deyip kıllı kadın pornosu mu seyrettirecek adama!

Neyse ki, aklı başında olanlar da varmış.

Tartışmada pornonun kamuya zararlı olduğunu savunan Amerikalı sosyolog Gail Dines, porno ile cinsel suçlar arasında doğrudan bir bağlantı olduğunda ısrar etmiş.

- “Google’a porno yazarsanız, vahşi, cezalandırma temasının öne çıktığı, kadının insanlık dışı bir muamele gördüğü, onu küçük düşüren görüntülerle karşılaşıyorsunuz. Artık porno derken, 10 yıl öncesinin Playboy’undan, mısır tarlasında objektife gülümseyen çıplak kadınlardan bahsetmiyoruz. Porno endüstrisi çeşitlendikçe çirkinleşti. Porno izlemeye başlama yaşının 14’e kadar düştüğünü düşünürseniz. Erkek çocuklarının cinsel kimliklerinin oluşmasında, bu çirkin yaklaşımın bu kadar etkili olması endişe verici.”

Ne olacak ki?

Cinsel suçluları bize gönderin.

En sapığı 4 yılla yırtıyor nasıl olsa!

Yazının devamı...

Nerede?

Ne nerede?

Mutluluk

nerede?

Her gün başka bir yerde çıkıyor...

Dün sevişmedeydi, bugün okudum, öpüşmedeymiş...

Daha önceleri ailedeydi, arkadaştaydı...

Bir ara da aşkta durdu.

Ama o kısa bir araydı...

Herkesin ağzına... Ağzına bir parmak bal verdi, çekti gitti.

Bazen kalabalıkta...

Bazen yalnızlıkta...

Durmuyor bu galiba...

O önde biz arkada... Ya da tam tersi, biz önde o arkada.

Bir türlü senkron tutturamıyoruz.

Belki de tutturuyoruz da, farkında değiliz.

Dün birisi demiş ki:

“Mutluluk yazık ki hemen yanı başındayken görülmez olan, kaybettiğini anladığında kıymete binen bir duygudur.”

Kaybettiğini anladığında... Geriye dönüp baktığında...

Orada mıdır gerçekten?

Çoğumuz için orada galiba...

Kimininki okul yıllarında kalmış, kimininki bekârlığında...

Kimininki eski işinde, son kariyerinde...

Kimininki de eski bir sevgilide...

Bu yüzden mi insanlar nostaljiye bu kadar düşkün acaba?

Gidip kendine öyle bir albüm alıp dinlemek ister. Ya da tasadüfen duyduğunda hüzünlenir...

Hüzün müdür o yoksa...

Yoksa aslında o yılların, o şarkıları dinlediği zamanların tadını mı yakalamak ister?

Hırsızlık peşinde midir yani?

Ne acayip değil mi?

Sen o anda ne mutlu ol, ne de keyifli... Hatta belki içine et. Ama yıllar yıllar sonra, “Ne güzel günlermiş” de!

Utanmadan!

Yaşarken hissetmediğin çoşkuyu, şimdi anlat!

Şimdi tadını çıkar.

Yaşamazken... Onu kaybetmişken...

Aşk meşk olması gerekmiyor ha, her ne olursa...

Ne aptalca!

Bu durum sadece eski bir şarkıyı dinleyerek ortaya çıkmaz tabii...

Bazen de abartılır.

Mesela bazen kadınlar, saçlarını genç kızlıklarındaki gibi boyatıp, kestirirler...

Surat gitmiş, beden gitmiş, ruh gitmiş, gitmese de değişmiş; ama saçlar eskisi gibi...

Aynaya bakar, eski kendisini arar.

Daha çoook arar!

Mesela bazı erkekler...

Onlarınki çoğunlukla kıyafetlerine yansır. Kazaklarında...

Onlardan giyerler... Boğazlı kazak falan. O eski botlarından...

Ama onlar aynada eski kendilerini aramazlar. Eskiden yaptıklarını ararlar.

Artık nerede ararlar, onu bilemem.

Hani bazı sanatçılar...

Eski şarkılarından yeni albüm yaparlar da... Şaşaalı günlerine döneceklerini zannederler ya, onun gibi.

Oysa...

Eskiye dönmek seni eskisi gibi yapar mı?

Yapar mı hiç?

Yazının devamı...

Yapmış kadar oluyorsun!

Mutsuz musun?

Çok mu mutsuzsun?

Peki şimdi, şu anda seni ne mutlu eder?

Bir bilsen...

Ama nereden bileceksin?

İnsanlar yüzyıllardır bunun peşinde, kimse bulamamış, sen mi bileceksin?

Bir de, herkesin farklı konularda mutsuzluğu olabilir. Mi?

Yani kiminin parası yoktur, mutsuzdur, kiminin sevgilisi yoktur mutsuzdur, kiminin arkadaşı falan...

Yani neyi yoksa ondan naşi...

Ya da vardır da, istediği gibi değildir mesela..

Mutsuzdur.

Böyle mi?

Yoksa mutsuzluk başka bir şey mi?

Ya da mutluluk...

Kafada olan bir şey...

Kafadan mutlu veya kafadan mutsuz musundur?

Bence bu. Kafadan yani...

Ama şimdi sorsan...

Bin kişiden, 900’ü aynı cevabı verir:

“Para.”

Parası, çok parası olunca mutlu da olacağını zanneder. Onunla her şeyi alabileceğini...

Sağlığını bile...

Biraz eski Türk filmi gibi olacak ama olayın aslı bu değil.

Değilmiş.

Aslında doğru; yani istediğin kadar milyon dolarların olsun, “Tık” yoksa...

N’apacan?

Hı?

Şimdi size iyi bir haberim var: Param yok diye üzülmeyin.

Yapılan bir araştırmaya göre para değil ama daha çok seks, kendinizi zengin gibi hissetmenizi sağlıyormuş.

Yani...

Alışverişe gittin mesela...

Süper bir ayakkabı ama satın alman mümkün değil. Mümkün de, çok pahalı, sarsar seni.

Ne yapacaksın?

Git seviş.

Almış kadar olursun!

Ama ona da sıkı sevişmen lazım ha!

Heh heh hee...

Hakkını vereceksin!!!

Ya da süper bir araba beğendin, alman mümkün değil.

Artık ne yapacağını biliyorsun!!!

Ama artık kaç kişiyle, ne yaparsın da aynı mutluluğu yakalarsın, onu bilemem.

Senin için biraz yorucu olabilir!!!

Zaten o kadar seksten sonra gözün araba maraba görmez!

Heh heh hee...

Bakın, bu sefer araştırmacılar iyi çalışmışlar; rakam bile veriyorlar:

Tahminlere göre ayda bir kez ya da haftada bir defa seks yapan kişilerin ortalama 50 bin dolar kazanan bir kişiden daha mutlu olduğu ileri sürülüyor.

Öyle çok da değilmiş ha, ayda ya da haftada bir defa...

İki günde bir sevişsen, senden mutlusu yok yani!

Bir apartmanın sahibiymişsin kadar...

Tabii bir de madalyonun öteki yüzü var.

Ne yani?

Bir apartmanın olsa, seks yapmasan da olur mu?

Ya da onu aldığında...

Alırsan...

Yapmış kadar olur musun?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.