Şampiy10
Magazin
Gündem

Ana yemek evde yenecek!

“Başkalarıyla birazcık flörtün zararı olmaz. Hatta faydası bile olur” diye yazdım ya...

Tam anlaşılmadı galiba! Ya da ben iyi anlatamadım.

Zira destekleyenlerin yanında itiraz edenler, ufak tefek yerlerde soru işareti olanlar ve hatta tehdit edenler dahi çıktı: “Başkalarıyla flört çok saçma bir şey eğer siz de yapıyorsanız hemen vazgeçin yoksa bu memlekette bu yüzden başınıza kötü şeyler gelebilir. Burası Amerika değil” gibilerinden...

Sanki de Amerika’da herkes herkesle flört ediyor!

Ayrıca benim kiminle ne yapacağımdan sana ne?

Tıpkı senin ne yapacağınla benim ilgim olmadığı gibi...

İnternet kabadayısı!

Neyse ki, bunlardan az çıkıyor.

Tatlı tatlı eleştiren, anlamadığı yerleri soranlar çoğunluk...

Tıpkı aşağıda okuyacağınız mail gibi...

Ona cümle cümle cevap vererek bu konuyu iyice açıklığa kavuşturmak istiyorum.

Ok?



- “Sevgiliniz olması, başka erkeklerle flört etmeyeceğiniz anlamına gelmez... Bakın bu çok güzel bir tespit ama aynısı erkekler için de geçerli sanırım...

(Evet. Zaten onu da yazmıştım.)

- Sevgiliniz olması, başka kadınlarla flört etmeyeceğiniz anlamına gelmez...

(Dahası da var; bu, artık onu sevmediğiniz anlamına da gelmez.)

- Herkes istediğinle flört etsin, bunu acaba Türkiye’de kaç kişi kaldırabilir?

(Gözüne soka soka yaparsan, kimse kaldıramaz. Dedim ya, b.kunu çıkarmayacaksın.)

- Ben Almanya’da yaşıyorum, Almanların bir sözü var: İştahını dışarda açabilirsin ama yemek evde yenecek!

(Hıh! Tam de benim anlatmak istediğim gibi! Vitrinlere bakıp bakıp eve geleceksin...)

- Kadın ve Erkek... Bu oyun hep aynı...

(Doğru söylüyorsun. Ama bir yaştan sonra o oyundan sıkılıyorsun.)

- Çok ilgi gören taraf ilişkide ipleri eline alıyor. Veya aldığını sanıyor...

(Aldığını sanıyor. Ama bir gün bakıyor ki, ortada ip falan yok!)

- Hayatta her şeyin bir bedeli var. Her şeyi yapabilirsin ama yakalanırsan...

(Vitrine bakarken yakalanmak suç değil ki!)

- Güven gider ve o güven bir daha da sağlanmaz. İlişkide heyecan yaratmaya çalışırken tam bitebilir de yani...

(E, ama sen de kendini kaybedip atıştırmayacaksın! O zaman ya yakalanırsın ya da iki yemek üst üste, şişersin, şişer!)

- Bir soru sorabilir miyim Dilek Hanım?

(Sormasan...)

- Sizin erkek arkadaşınız, bol bol flört yapsa... İlişkinize heyecan katmak için....Bunu kabul eder miydiniz?

(Tabii ki, hayır! Kabul etmem ama farkında olacağımı sanmıyorum.)

- Son olarak kısaca kendi görüşümü yazayım:

(Kısa olsun ama...)

- Bence flörte başlandığı anda ilişki bitmiştir.

(Bitseydi, dünyada ilişki diye birşey kalmazdı.)

- Devam etse bile yapan kendisini kandırıyordur.

(Kimse kendini kandırmaz! O laf, hikâye... Herkes başkalarını kandırmaya çalışır.)

- Yaşadığı ilişkide bir şeyler mutlaka eksiktir, onun için flört ile bunu kapatmaya çalışıyordur.

(Bütün ilişkilerde mutlaka bir şeyler eksiktir. Ve hiçbir flört onu tamamlamaz. Tamamlasın diye de yapılmaz. Yani evdeki ekmek kadayıfının kaymağını dışarıda yersen anlamı olmaz! İkisi bir arada olmalı, değil mi?)

- Bilmiyorum belki de ben eski kafalıyımdır.”

(Hayır. Kesinlikle değilsin. Sadece birazcık kendini kandırmaya çalışıyorsun:))

Yazının devamı...

Başkalarıyla flört...

Eşinden ya da sevgilinden başkası olacak yani...

O şartla!

Şimdi, “Zaten insan eşiyle, sevgilisiyle flört eder mi?” diyeceksiniz ki haklısınız, ama ben onlar varken başkalarıyla flörtten söz ediyorum...

Ha, şunu da baştan açıkça belirteyim; kesinlikle aldatmalara karşıyım.

B.kunu çıkarmayacaksın yani!

Ufaktan ufaktan flört edeceksin, o kadar!

Pekii...

Ufak flörtler aldatmadan sayılmaz mı?

Sayılmaz.

Bu aralar farkındaysanız biraz(!) radikalim...

Bence eyleme dönüşmedikçe hiçbir flört aldatma sayılmaz.

Sayılsa var yaa....

Herkes aklından geçenleri, aklına düşenleri itiraf etse...

Onun için kimse kimseyi aptal yerine koymasın lütfen!

Hani dün, “Kendini seksi hissetmenin yolları” yazısında bir madde vardı:

“Başka erkeklerle flört etme fırsatı yaratın...“ diye, oradan yola çıktım.

Önerinin açıklaması da aynen şöyleydi:

n “Sevgiliniz olması, başka erkeklerle flört etmeyeceğiniz anlamına gelmez. McGill Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, sevgilisi olan kadınların başka erkeklerle flört ettiklerinde, kendilerini sevgililerine daha yakın hissettiklerini ve bunun ilişkiyi kuvvetlendirdiğini ortaya çıkarmış.”

Ben olayı biraz daha genişletiyorum...

Hatta benden hiç beklenmeyecek bir tavır içine giriyorum.

Bu, erkekler için de geçerli.

Evet onlar da eşlerinden ya da sevgililerinden başkalarıyla flört etmeliler!

Ha, “Zaten yapıyorlar. Hiçbir fırsatı kaçırmazlar ki!“ diyecekseniz ki bunda da haklısınız.

Ancak arada boyut olarak küçük ama anlam olarak önemli bir fark var!

Bu hakkı onlara biz veriyoruz!

Yani en azından ben veriyorum.

“Gidin len, istediğiniz kadar flört edin!”

Ama şimdi bunlar nerede duracaklarını bilmez değil mi? B.kunu çıkarırlar yani!

İşte tam burada iş kadınlara düşüyor.

Bunlar kadınlarla flört ettiklerine göre (yani çoğunlukla), olayın boyutuna da kadınlar karar verir.

Bu kadar!

Yani sadece o hakkı vereceksin, başka bir şeyi değil!

Hayat böyle biraz daha zevkli hale gelebilir.

Evet, evliliğin veya ilişkin de...

Canlanırsın.

Hayatta hiçbir spor, hiçbir eğlence, hiçbir araba, hiçbir ayakkabı bir insanı tatlı bir flört kadar heyecanlandırıp canlandıramaz.

Ama öyle iş yerinde, arkadaşınla ya da ne bileyim her zaman ilişkide olduğun biriyle değil. O zaman mutlaka b.ku çıkar.

“Eeee? Kiminle o zaman?”

Üff... Onu da mı ben söyleyeyim?

Ne bileyim, eve giderken yandaki arabayla, markette alışveriş yapan biriyle, bir davette uzaktaki bir adam ya da kadınla, havuzda, plajda, uçakta...

Her yerde...

Yeter ki, içinde olsun...

Yeter ki, b.kunu çıkarma!

Yazının devamı...

Seksi olunur mu, doğulur mu?

Kafadan cevabı yazayım:

Bence doğulur.

Sonradan olunmaz.

Bu kadar da netim. (Deyip yazıyı da burada bitirirmişim!)

İstediğin kadar açıl saçıl, dudağını bük, gözünü kaşını oynat, olmaz!

Olmaz, olmaz, olmaz!

Basit olursun, avam kaçarsın falan filan...

Hani dandik kurallar vardır ya, tek yerden dekolten olacak; göğsünü açtıysan, bacağını açmayacaksın, sırtını açtıysan göğsünü, cart curt!!!

Hepsi boş!

Ama uzmanlar buna da el atmış.

Kendinizi seksi hissetmenizin yollarını anlatmışlar.

Peki bu olabilir mi?

İnsan kendisini kendisine seksi hissettirebilir mi?

Bakalım...



- Evdeki dağınıklığı toplayın...

Dağınıklık kadınların dikkatini dağıtan en önemli faktörlerden biri. Erkek arkadaşınızın ne kadar yakışıklı olduğuna ya da onu ne kadar istediğinize odaklanmak yerine evin ne kadar kirli olduğuna takılabilirsiniz.

(Ha, yakışıklıyı buldun, onu isteyecek kadar akıllı ve hoş çıktı, eve getirdin, bütün bunlar oldu yani... Ve evin dağınıklığı işi bozdu! Oldu!)

- İçinizdeki seks bombasını ortaya çıkarın...

Koku, özellikle hafızaya kazındığı için çok önemlidir. Bu nedenle son harika sevişmeniz sırasında kullandığınız parfümü işe giderken çantanıza atın. Gün içinde önceki gecenin ateşli sahneleri bir bir gözünüzün önüne gelecektir.

(Tabii bunun için önceki gece sevişmiş olman, üstelik de ateşli olman falan gerekiyor! İyi de, önceki gece seviştiysen şimdi ne diye seksi hissetmeye çalışıyon sen?)

- Heyecanınızı her fırsatta onunla paylaşın...

Flörtöz e-postalar ve telefon mesajları heyecanın dozunu artırır ve bu da sizi eve gidene kadar aksiyona hazırlar. Göğüs dekoltenizin fotoğrafını çekerek erkek arkadaşınızın telefonuna gönderin.

(Oldu! Sonra da en çok tıklananlara aday olalım!!!)

- Başka erkeklerle flört etme fırsatı yaratın...

Sevgiliniz olması, başka erkeklerle flört etmeyeceğiniz anlamına gelmez. McGill Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, sevgilisi olan kadınların başka erkeklerle flört ettiklerinde, kendilerini sevgililerine daha yakın hissettiklerini ve bunun ilişkiyi kuvvetlendirdiğini ortaya çıkarmış.

(Bak işte bu oldu. Hatta bu konuyu gündemimize alalım.)

- Sizi ateşleyecek bir şarkı seçin...

Çalmaya başladığı anda sevgilinizle yaşadığınız ateşli bir geceyi hatırlamanıza yardımcı olacak bir şarkı seçmeniz tavsiye ediliyor. Bu, seks şarkınız olacak; parçayı eve giderken arabada veya i-Pod’unuzda dinleyerek kendinizi yaşayacağınız heyecanlı saatlere hazırlayabilirsiniz.

(Şarkılardan fal tutalım; şimdi çalan senin seks şarkın olsun! Son sevişme epey geride kaldığı için!!! Kesin reklamlar çıkar!)

- Sevgilinizle buluşmadan önce mutlaka duş alın...

Duş almak beyninize, her şeye yeniden başladığınız, tazelendiğiniz sinyalini verecek ve kendinizi biriyle yakınlaşacak kadar temiz hissetmenizi sağlayacaktır. Duştan sonra kremlenirken, ellerinizin vücudunuzda oluşturduğu ürpertici hisse odaklanarak çıplak olmanın keyfini çıkarabilirsiniz.

(Oldu o zaman! Bakarsın buluşmaya da gerek kalmaz!)

- Hayalinizdeki aksiyon için daha özenli giyinin...

Karşınızdaki erkeğe onunla birlikte olmak istediğinizi belli edecek şekilde giyinmeniz çok önemli.

(Neyse o kıyafet! Ayrıca kıyafete değil, bir parmağının hareketine bakar bunlar!)



Yok, yok...

Gördüğünüz gibi sonradan olunmuyor.

Yazının devamı...

Teşekkürler Behzat Ç.

Başka ne diyeyim ki?

Teşekkürden başka...

Hı, bir de, “Helal olsun!” derim...

Senaryo, oyuncu, yönetmen, müzik ve yapımcısıyla...

Her şeyiyle...

Sezon boyunca ağız tadıyla bir dizi seyrettirdiler bize...

Ve nihayet sezon finalini...

“Final öyle olmaz, böyle olur” iddiasında...

Ağzımız açık, gözler faltaşı olmuş durumda seyrettik.

TV karşısına mıhlandık.

Biter bitmez telefon trafiğinde de fazla konuşmadık aslında, konuşamadık. Birbirimize hep aynı sözcükleri tekrarlayıp durduk,

“Vay bee! Nasıl yani????”

Yorumları sabaha bıraktık.

Dün sabah hepimiz Türkiye gündeminden değil, diziden ve süper sezon finalinden konuşmak istiyorduk.

Konuştuk da!

Dizideki her şeyin ne kadar sahici olduğundan...

Diğerleri gibi ajitasyona da gerçek hayatta olmayan yanlış gurur ve namus anlayışlarına da yapmacık dizi diyaloglarına da gereksiz uzatmalara ve ağırlığa düşmediklerinden...



Biz bu dizide hem güldük hem ağladık, hem kızdık hem de meraklandık...

Gündemdeki siyasi ve sosyal meselelere gönderme yapmalarına bayıldık.

Cesaretlerine hayran kaldık.

Reytingin onların esiri olduğundan...

Müziklerinden...

Hele hele Hayalet’in söylediği türküden...

Derinden derinden...

Harun’un naifliğinden...

“Madem öptürmeyecektin, neyi ima ediyon bana! Neyi?” deyivermesinden....

Akbaba‘nın kâbuslarının gerçeğe dönüşmesinden...

Eda’ın gerçekleri oraya buraya saçmasından...

Savcı’nın aşkının sakinliğinden...

Tahsin‘in sevimli arkadaşlığından, koruyuculuğundan.

Ve...

Behzat Ç‘nin yıkılışından...

Hiçbirimizin tahmin edemediği ve gerçekten şaşırdığı finalden...

Şule’nin mezardan çıkmasından...

“Nasıl yaa???”

Yani sıkı bir dizi nasıl olurmuş gördük.

Gördüler!

Bunlar ortak görüşlerimizdi...

Ama benim kimseye söyleyemediğim duygularım da vardı.

Mesela gurur duydum.

Türkiye’de böylesine bir dizi yapılmasından gurur duydum. Ukalalık olmasın diye söyleyemedim.

Bir de...

E, benim öyle şehir fanatikliğim olmamasına rağmen bir Ankaralı olarak da koltuklarım kabardı tabii...

Doğrusu, zaman zaman kendimi şöyle cümleler kurarken buldum:

“Ankara yaparsa böyle yapar.”

“Nasıl da İstanbul piyasasının bip bip bip:)))”

Hayır yani altüst etti anlamında!

Heh hee....

Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gidiyor.

Ama aynı anda da, havaya girip İstanbul’a transfer olurlar diye de korkuyorum. Sanki oraya giderlerse bu tatları da kaybolacakmış gibi!

Öyle gibi geliyor...

Gidecekler diye bir duyumum falan yok ama...

İstanbul’un gerçek olmayan sihrine kapılmasalar...

Kendilerini kaybetmeseler...

İstanbul, Ankara’nın gerçek dünyasına gelse... (Ki hazırlar!)

Umarım gitmezler!

Gitmesinler...

Gitmeyin...

Yazının devamı...

Ayakkabı ve libido

“Ne alaka?” diyecekseniz...

Çok alaka!

Bir insanın libidosuyla ayakkabısı arasında direkt bağlantı vardır.

Birbirinin göstergesidir.

Libidosuna göre ayakkabı giyer ve giydiği ayakkabıya göre libidosu artar ya da düşer.

Evet. Aynen öyle!

Libidosuna göre ayakkabısını seçmesini anladınız da, libidosunun ayakkabısına göre değişmesini mi anlamadınız?

Değişir değişir...

Yani evden sıfır libidoyla çıkar ama gelen tepkilerle yavaş yavaş yükselmeye başlar. Beğenilen insanın libidosu yükselir...

Beğenilirse tabii ki...

Ama genellikle insanlar o günkü libidosuna göre ayakkabısını seçer.

Daha önce ‘ayakkabı’ ipuçlarını detaylı yazmıştım.

Ama geçenlerde bir haber okudum; diyordu ki,

“Topuklu ayakkabı tercih eden kadınların cinsel hayatlarının daha renkli olduğu ortaya çıktı. 50 yaşın altındaki 66 kadında yapılan araştırmada kadınların duruşlarına önem verildi.“

Araştırmada kan akışıyla ilgili fiziksel bir durumdan bahsediliyor.

Olabilir...

Ya da olmayabilir...

Fiziksel kısmından anlamam ama işin duygusal tarafını da kaçırmam!

Yani bir kadının ya da bir erkeğin ayakkabısından o günkü libido derecesini bir bakışta saptarım!

Dedim ya daha önce detaylı yazmıştım diye... Ama madem konu açıldı, yeni bir başlık açalım mı?

Kadınların yazlık ayakkabılarına göre libido tespiti...

Yazlık versiyonu...

Nasıl?

Başlıyorum...

- Spor ayakkabı...

Giyiyorsa en azından o gün niyeti yoktur. Libido, tam puan 100’se o gün onunki 40 falandır. Seksi değil, romantik veya komik bir günündedir. İhtiyacı odur yani...

- Klasik, deri ve topuklu...

A-ha! Libido yüksek ama... Ama alan yok! Kadın kolay kolay kimseden hoşlanmıyor, hoşlandıkları da dolu oluyor ya da onlar kadından hoşlanmıyor. Tutturamıyor yani! Yoksa libido süper!

- Platformlu...

Platformla libido arasında da direkt bir bağ vardır. Doğru orantı. Platform yükseldikçe libido artar! Hem de öyle bir artar ki, beğeni kriterlerini bile düşürebilir.

- Babet...

Biliyorsunuz, oldum olası gıcığımdır. Hele 30’un üstündeki bir kadın babet giyiyorsa... Kesin sahtekârdır. Ya da dengesiz. Kafası yaşına, yaşı kafasına göre değildir yani... Libidosu mu? Onu bilemem ama sonucun kötü olduğu kesin!

- Hasır...

Hasır dolgu topuk sandaletlerden giyiyorsa, vasat bir kadındır. Libido anlamında! 45-50’lerde falan... Hatta bunun farkında bile olmayabilir. Edilgendir.

- Parmakarası...

Hııı... Parmakarası var, parmakarası var! Süslü püslü, bilekten bağlı falansa libido yüksektir. Hele hele ayak parmağına yüzük, bileğine halhal taktıysa... Takar yani!



Bütün bu tespitler size itici gelmesin.

Çünkü;

Bir kadının libidosunun düşük ya da yüksek olması kötü bir şey değildir.

O anki bir durumdur!

Yazının devamı...

Stres

Biliyorsunuz, ben bu “uzun yaşama” takıntısına takığım.

“Sanki vazgeçemeyecek kadar güzel yaşıyorsun da!” mantığıyla...

Herkes mi uzun yaşamak ister yahu?

Aslında uzun yaşamak falan değil olay, kimse ölmek istemiyor. Oysa belki de daha güzel olacak! Kimbilir???

Neyse ne!

Sonuç olarak her yıl uzun yaşamanın formülleri yenileniyor.

Ama bu sefer bildiğimiz değerler altüst olmuş.

Yavaş yavaş benim kriterlerime geliyorlar!

2011 yılının en son ‘uzun yaşam’ sırlarına bakalım mı...



1- ÖZENLİ OLUN: Bilinçli yaşayanlar, sağlıklı bir yaşam sürüyor, serotonin hormonunu daha fazla salgılıyor.

(Bilinçli derken? Sigara içmeyen ve 3 ‘beyaz’dan uzak duran falan mı? Yok canım! Her gün değişen zararlı kriterlerine rağmen mi?)

2- SEÇİCİ OLUN: Arkadaşlık ettiği kişilere dikkat edenler uzun yaşıyor.

(Panik ataklardan, pesimist ve alınganlardan uzak duracaksın mesela...)

3- ÇOK NEŞELİ OLMAYIN: İyimserlik sanıldığı kadar işe yaramıyor. Sürekli neşe hali, hayatın gerçeklerine karşı kişileri dayanıksız kılıyor.

(Zaten biliyorsunuz, iyimserlikle salaklık arasında çok ince bir çizgi var. O çizginin farkında olan var, olmayan var!)

4- EN KÖTÜSÜNDEN KORKMAYIN: Kötü bir olay karşısında daha kötülerinin yaşanacağı endişesine kapılanlar daha kolay risk alabiliyor.

(Biz onlara kısaca gözükara diyoruz. Ama pek uzun yaşadıklarını söyleyebilir miyiz?)

5- SPOR SALONLARI

ÇÖZÜM DEĞİL: Spor salonundan çıkmayanlar, sürekli mekân değiştirerek sosyalleşenlere göre daha kısa yaşıyor.

(Nasıl yani? O bardan bu kafeye, bir lokantadan ötekine gidenler mi? Bak, onların daha uzun değil ama daha zevkli yaşadıkları kesin!)

6- BOŞANMAK İYİ GELEBİLİR: Mutlu bir evlilik mutlu ve uzun yaşamın anahtarıysa da, boşanmak da bir o kadar iyi gelebilir.

(Heh heh hee... Biz ne diyoz??? Yıllardır...)

7- KARİYER HIRSI YARARLI: Stresli bir iş, insanı dinç kılıyor. Kariyerlerine dört elle sarılanlar daha uzun yaşıyor.

(Onun için bırakmak istemiyorlar ya! Bırakınca da... Hayat da onları bırakıyor. Ama yine de bu fikre yürekten katılıyorum. Stressiz iş, iş değildir. Sadece maaş kapısıdır ki ne sana ne patronuna faydası olur.)

Şimdi seçiminizi yapın.

Uzun yaşamak mı, zevkli yaşamak mı?

Yazının devamı...

X Jenerasyonu kadınları...

X Jenerasyonu derken?

Kim bunlar?

Anlatacağım...

Şöyle özetlemişler:

“Başarılı, mutlu, çocuksuz!”

Tabii bu üçü de zincir gibi birbiriyle bağlantılı olmalı herhalde...

Birinden biri olmazsa olmaz yani...

Mesela, başarılı ama çocuklu...

Çocuksuz ama mutsuz...

Veya çocuksuz ama başarısız...

Olmayacak!

Hepsi bir arada olacak!

X Jenerasyonundan olmanın başka şartları da var.

“X Jenerasyonu”nu temsil ettiği kabul edilen bu kişiler, 1965-1978 yılları arasında doğanları kapsıyor.

Şöyle bir araştırma yapmışlar:

Günümüzde kariyer sahibi olan 30 - 40 yaş aralığındaki kadınların neredeyse yarısının çocuksuz olduğu ortaya çıkmış.

Diğer yarısı mutsuz demek!

Ki öyle!

Aralarından her kim çıkıp, “Yoo... ben mutluyum” diyorsa ya yalan söylüyordur ya da gerçek mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyordur!

Bu kadar da iddialıyım.

Bir tek kadın grubu hariç: Kocasını sallamayanlar! Kendilerine hayat kuranlar ki onların sayısı da evliler içinde yüzde 1 falandır.

Biz yine araştırmaya dönelim...

Yüksek eğitim görmüş kadınların yüzde 43’ü, kariyerlerini aile kurmaktan öncelikli tutuyormuş.

İyi.

Yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyoruz.

X Jenerasyonu kadınlarından uzun süreli bir ilişki içerisinde partnerleriyle birlikte yaşayanların oranı ise yüzde 75’miş.

Yani başarılı, mutlu ve çocuksuz kadınlar “bazılarının” sandığı gibi eciş-bücüş değil.

Eskiden danalar ve beceriksiz kadınlar, bu söylemleri çirkin, erkek bulamayan ve o yüzden feminist olduğunu sandıkları ya da umdukları kadınlardan beklerlerdi.

Ama ne oldu?

Bazı kadınlar doğru yolu buldu.

Hem de hâlâ onların “eksik” olduklarına inanmak isteyen evli, çocuklu ve mutsuz bir çoğunluğa rağmen!

“Bir de hayat arkadaşın olsaydı...”

“Çocuğun olsaydı...”

Diyen...

Kendini aklamaya çalışan bir çoğunluğa rağmen!

Bakın şimdi...

X neslinin tipik bir örneği olan 44 yaşında bir kadın ne demiş?

“Ben kadınların çocuk sahibi olmak için baskı görmediği bir nesilde yetiştim. Ailemin de tek önceliği iyi bir iş sahibi olmamdı” demiş.

İşte bunu yapmayan kadınların er ya da geç, ama mutlaka bir gün geleceği nokta aynıdır:

“Keşke bir işim olsaydı!”

Yazının devamı...

Neden 97.3 gün?

“Seni seviyorum” demek zor mudur, kolay mı?

Hani dün bu konuya girmiştik...

Ben de, “bazıları kolay, bazıları da çok zor söyler” diye yazmıştım.

Aslında biraz kolaycılardan yana taraf da olmuştum.

Oysa bütün bunlara gerek yokmuş!

Neden biliyor musunz?

Çünkü bu meselenin de olurunu bulmuşlar!

“İlanı aşk için 97 gün bekleyin” diyorlar...

Kim mi diyor?

Geçenlerde okumuştum; ABD’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü... (MIT)

Ama Massachusetts’i bir kerede düzgün okuyanlar yazının devamını okuyabilir!

Tabii önce bu araştırmayı neden MIT’nin yaptığını bulmamız lazım.

Bu konular artık teknolojiye mi bağlandı?

Da, benim haberim yok!

Aldatmalar falan teknolojik gelişmeler olarak mı kabul edilecek? Ya da aldatmamalar...

Bakarsınız teknoloji aşk-meşk işlerini daha iyi çözer!

Çözer mi çözer!

Teknoloji ve aşk!

Nasıl yan yana gelir ki?

Mesela yalancı adama elektrik verirsin! Heh hee...

Çin malı elektrogitar alırsın, “Çal” dersin!

“Çal sevgilim çal:)))”

Tamam, cıvıtmayalım bakalım MIT ne diyor?

MIT, “Seni seviyorum” diyen kadın ve erkekler üzerinde bir araştırma yapmış.

E, normal; hiç demeyenler de var!

Onlar ayrı bir kategori, ileride inceleriz...

Bu araştırmada, “Seni seviyorum” demenin en iyi zamanı 97.3. günmüş!

Neden?

Çünkü daha önce söylenenler inandırıcı gelmiyormuş.

Peki daha sonra söylenenler?

O yok.

Daha oraya gelmemişler!

Biz geldik de geçiyoruz bile ama...

Teknoloji asıl onları incelese!

Neden 100 değil, 3 ay değil de, 97.3 gün acaba?

Kabak tadı vermesin diye herhalde...

Hani, “e artık söylemesin daha iyi!” noktası...

Oysa öyle bir nokta yoktur ki!

Sadece söylediği nokta vardır ve o noktayı biz derhal, itinayla noktalı virgüle çeviririz!

- Bir daha söyle, bir daha!!!...

- B.kunu çıkarmasak!

Araştırmaya göre, “seni seviyorum” sözünü ilk söyleyenler yüzde 61 oranında, erkeklermiş.

Kadınlardan daha önce söylüyorlarmış yani!

Söylerse tabii!!!

Bunlar, “Seni seviyorum”la, “Benimle evlenir misin”inin aynı anlama geldiğinden korkarlar ya!

Onun için de hep son ana saklarlar...

Yani baktı ki vermesi (kalbini) uzadı...

96 gün geçti ve hâlâ tık yok...

Seninki, 97’inci günün öğle sonrası birden, “seni seviyorum” diyebilir.

97.3 buradan geliyor. Öğleden sonra anlamında!

Neden 97.8 değil?

Yani neden akşam değil?

Kadın akşama kadar havaya girsin diye...

Offf, Of!

Bıktım ben bunlardan!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.