Şampiy10
Magazin
Gündem

Çözüm getirmiyor ama olsun!

The New York Times’da yazan bir gazeteci var; adı David Brooks...

Kafayı bilim adamlarının insan davranışlarını inceleyen araştırmalarına takmış.

Bir de diyor ki, “Bunların hiçbirisi çözüm getirmiyor ama yeni fikirleri teşvik etmesini umuyorum.”

İşte ben burada devreye giriyorum; araştırmalardan çıkan yeni fikirler aşamasında!

Onları bulup her gün dosyalayıp arşivliyormuş.

Ruh ikizim!

David...

Dur bir bakayım nasıl bir adam? Yakışıklı mı?

Bakıyorum...

Tıh! Ben almam.

Sadece arkadaş olalım!!!

Heh hee...

Bu Google da iyi mi, kötü mü karar veremedim.

İnsanın hayal kurmasına bile izin vermiyor. Bir anda her şey bitiveriyor...

Ha, “Adam çok yakışıklı çıksa ne yapacaktın?” diye sormayın...

Zaten çok yakışıklı bir adam, niye kafayı bunlara taksın ki?

Gider başka şeylere takar!

Heh hee...

Ama bizde böyledir ya, ilk bakışta hoşlandığın birine hemen Google’dan bakmaca...

Araştırmaca...

Bu konuyu başka bir gün inceleyelim...

Bugün David’in (arkadaşız ya!) topladığı araştırmalardan birkaçını yazmak istiyorum...

Gerçekten ilginç.

İlginç olduğu kadar eğlenceli de...

“Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da!” gibi bir şey!

Cıvıttım iyice...

Hemen ilk araştırmayı yazayım bari...

Mesela...

- Klasik araştırmalar, insanların kendi inançlarından duydukları şüphe arttıkça, çelişkili biçimde onları yaymaya eğilimli olduklarını göstermiş.

Bu araştırmadan ben yeni bir fikir üretebilirim ama bunu size bırakıyorum.

Mesela:

- Memelilerde dişiler, aynı soyun üyeleriyle çiftleşmemek için doğurganlığın dorukta olduğu dönemlerde erkek akrabalarından kaçıyormuş. Kadınlar da doğurganlığın zirvede olduğu dönemlerde babalarıyla, erkek akrabalarıyla daha az ve kısa görüşüyorlarmış.

Bizdeki akraba evliliklerini şimdi daha iyi anlayabiliriz.

Mesela...

- Yaz saati uygulaması ile üniversite giriş sınavında düşük puan almak arasında şaşırtıcı derecede güçlü bir ilişki varmış. Üstelik bu konuya bir açıklık getirilmemiş.

Bizde de yaz saatinde ÖSYM sapıtıyor!

Mesela:

- Erkek satranççılar, çekici kadınlarla yaptıkları maçlarda, faydasını görmedikleri halde daha riskli stratejiler izliyorlarmış.

Heh heee..

Yazık!

Mesela...

- İnsanlar, öğrenmesi zor bilgileri hatırlıyormuş. Örneğin zor okunan puntolarla yazılan bilgilerin, kolay okunanlara göre daha iyi anımsandığını görmüşler.

Reklamcılara tüyo!

Şimdi gelelim benim dikkatimi çeken başka bir araştırmaya...

l “Bir önceki partnerini terk etmiş birisiyle mi yoksa terk edilmiş olanla mı çıkmak istersiniz?”

Hadi bakalım...

Araştırma sonucu elimde!

Ama siz biraz düşünün.

Yeni fikirler çıkacak mı, bakalım...

Yazının devamı...

Yorulur, yıpranır ve biter...

Ben anlamıyorum...

Türkiye’de, “Kendisini mutlu hissedenler“in oranı yüzde 77...

Türkiye’nin yüzde 77’si mutluymuş!

Onun için herkes dalacak yer alıyor!

Aynı araştırmada, “İşini kaybetme korkusu yaşayanlar” yüzde 68, “Telefonlarının dinlenilmesinden endişe duyanlar” yüzde 52, “Çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamayacaklarını düşünenler” yüzde 76...

Ama biz mutluyuz!!!

Bu üçü bile insanın uykularını kaçırır, insanı depresyona sokar; onlar nasıl mutlu, gerçekten anlamıyorum...

Türkiye’de evlenenler azalıyor, boşananlar hızla çoğalıyor ama “Evliliğin modası geçmiş bir kurum olduğunu düşünenler” yüzde 8 çıkıyor.

Bunu hiç anlamıyorum...

Geçenlerde “Evlilikler yorulur mu?” tartışmasında Prof. Dr. Haydar Dümen demiş ki:

* “100 yıl sonra evlilik kalmayacak.”

Ben biraz daha abartayım:

Aslında şimdi de kalmadı da, bunu kabul etmemiz 100 yıl sürecek!

Daha doğrusu kadınların bunu anlaması...

Haydar Bey öyle güzel özetlemiş ki...

* “Evlilikler yorulur, bir adım ötesinde yıpranır, onun bir sonrasında da biter. Yorgunluk, yıpranma ve yıkılma evliliklerin kaderinde var.”

Giriş, gelişme, sonuç...

Bir nevi kompozisyon oluşturma...

Yazıyorsun, bitiriyorsun.

Bitirmelisin...

Ama bizim kompozisyonlar bitemiyor.

Elde kâğıt kalem, karalayıp duruyoruz... O kâğıdı buruşturup buruşturup atıyoruz; olmadı, yeni, temiz bir kâğıt çıkarıp tekrar yazmaya başlıyoruz.

Ama bitiremiyoruz...

O zaman bu işi edebiyatçılara mı bırakalım?

Yoo...

Onların hiç mutlu evililik hikâyesi yazdıklarına rastladınız mı?

Hatta mutlu aşk?

Hayatta mutlu aşk, mutlu evlilik olsaymış sanat olmazmış...

Sanat mı, aşk mı o zaman?

Sanat için aşk!

Heh hee...

E, bu hayata da sanat yakışır!

Ben sayıklamayı bırakayım da hocamızın söylediklerine bakalım:

Hoca diyor ki:

* “Dünya değişiyor, ömürler uzuyor... Artık iki insanın bir araya gelmesi zor. Elli yaşında hayat bitiyordu şimdi 50’sinde hayat yeni başlıyor. Çok başka bir dünya bekliyorsun kocandan ya da karından. Eskiden insanların beklentileri fazla değildi. Ama artık dünya ve beklentiler değişti. 100 yıl sonra evlilik diye bir şey kalmayacak.”

İyi de hocam...

Tamam evlilik bitecek, ok.

50’sinde hayat kimin için yeni başlıyor?

Adamlar için...

Peki ya kadınlar?

55 yaşındaki bir kadın için hayat nasıl yeniden başlayacak?

Yazının devamı...

Panpiş deyip geçme!

“Güzele bakmak sevaptır” diye biliriz değil mi?

O-hooo...

O eskidendi!

Devir değişti.

Zaten artık herkes güsel!!

Hatta artık herkes en güsel!!

Kimse yaşını göstermiyor; gösterecek başka yerleri de yok ama olsun!

Kimse kimseyi beğenmiyor; beğenilecek bir tarafları yok ama o da olsun!

Herkesin canı sağolsun...

Yani diyeceğim, artık öyle güzele bakmanın sevabı falan kalmamış...

Artık göğüslere bakılacak!

Niye mi?

Anlatayım...

Almanya’da üç hastane tarafından ortak yürütülen çalışmada “iri göğüslere bakmanın özellikle 40 yaş üzeri erkeklerin ömrünü 4-5 yıl uzattığı ortaya çıkmış.

E, zaten bakıyorlar....

Sanki şimdiye kadar bakmıyorlardı! Öyle yaş uzasa, bizimkilerin 150 yaşına kadar yaşamaları gerekirdi!

De...

Ben yine araştırmaya taktım.

Koskoca doktorlar niye böyle bir araştırma yaparlar ki?

Hayır, nereden akıllarına gelir?

Kahve molasında iri göğüslü kadın doktora bakarken,

“Yahu, Hans, düşündüm de insanın ömrü uzar, ömrü!” diyor mesela...

Hans da araştırmacı doktor, “Doğru söylüyorsun, ben şunu bir araştırayım!”

Bir de Alman bunlar. Ben de onlara güvenirdim. Yani ürettikleri mallara... Bakın şimdi, araştırmayı nasıl yapmışlar:

200 erkeği iki gruba ayırmışlar. Bir grup günde 10 dakika iri göğüslere bakmış, bir grup ise iri göğüslerden mahrum kalmış! (lafa bak!) 5 yıl süren araştırma sonucunda göğüslere bakan erkeklerin kan basınçlarının ve kalp ritmlerinin daha düzenli olduğu ortaya çıkmış.

Adamlar da gey midirler nedirler?

Benim bildiğim adam iri göğüse bakınca, kalbi ritmini mitmini şaşırır.

Baksana kadın bir, “Panpiş” dedi, bizimkilerde nabız 200...

Bitmedi...

Alman bilimadamları diyormuş ki, “İri göğüslere bakmak, günde 30 dakika spor yapmaya bedel!”

Tilkiye “Tavuk sever misin?” diye sormuşlar, “Gülmekten cevap veremiyorum” demiş. Onun gibi bir durum yani...

Slikon olması fark eder mi acaba? Ya da iri göğüs buladı, uzun bacak falan idare eder mi?

Artık bku çıkar bu işin.

Sabah yürüyüşü yerine:

“Hanım, ben göğüs bakmaya çıkıyom, merak etme!

“Ha, tamam. Geç kalma bak!10 dakika, saat tutacam ona göre...”

..............

“Nerde kaldın sen? 1 saattir ortada yoksun!”

“Yok aşkım, yok! Şöyle 500 kalorilik bir göğüse rastlayamadım bugün. Bu yeni neslin göğüsleri küçülmüş!”

Şeytan diyor ki, çık sen de bak!

Bak da, nereye?

Kadınların ömrü nasıl uzayacak?

Biz bu gidişle...

Mecbur spor yapacağız!!!

Yazının devamı...

'Nefret de aşka dairdir!'

Aşka uzaktan bakmak...

“Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli” gibi birşey...

Hele hele aşk acısına uzaktan bakmak, en paha biçilmezi...

Hadi bugün ikisine de biraz uzaktan bakalım.

Bu sefer keyfini çıkaralım...

Eski aşklara, aşk acılarına gülümseyelim...

“Allah korusun” diye tahtaya vuralım.

Şöyle rahatça arkamıza yaslanalım...

Ve hatırlayalım...

Psikeart diye bir dergi var, bilmeyenler için; her sayısında ayrı bir konuyu işliyor; Yaratıcılık, Cinsellik, Yalnızlık, Tükenmişlik vb...

Psikiatrist, gazeteci, edebiyatçı... Her telden insanlar o kunu hakkında yazıyor. Çok keyifli bir dergi.

Son sayısında konu: Aşk acısı...

Ben (izin de almadım ama...) Ayhan Eğrilmez’in yazdıklarından alıntılar yaptım.

Onun aşk ve aşk acısı üzerine toparladıklarını aldım...

Alın size bir psikiatrsit gözünden ‘aslında’ bizim yaşadıklarımız...

“Bir insanda yaşadığınız hayal kırıklığı onun gerçek karakteridir. Geriye kalansa sizsiniz, özlemleriniz ve yanılsamalarınız!”



“Aşk acısı bazen ‘atıf tutkunluğu’ndan doğar; ‘Oysa ben sana neler adamıştım...’



“Aşk acısı bazen örtük bir hiddet ve nefret barındırır. Karşılık vermeyen arzu nesnesine duyulan hiddet ve nefret adresine yöneltilemediğinden, ‘Bir gün karşılık verecek’ fantezilerini koruyabilmek için küpüne zarar verir ve eziyet eder. Nefret de aşka dahildir!”



“Çoğu aşk hayaldir! Hayalkırıklığı aşkın sonunda şöyle dillendirilir: ‘Sen aslında ...sın!’ Yanılsama öznesinden menkuldür oysa!”



“Aşk romantik mastürbasyondur! Bazen zorantılı bir hale gelir!”



“Aşk arzu doyurucu bir fantezidir ve arzu doy(urula)maz! Ne acı!”



“Aşk acısı ya bilinçli vedalaşmayı sağlar ya da kara sevdaya dönüşür.”



“Aşk acısının anatomisi: Seversin, kavuşamazsın, aşk olur. Kavuşursun, aşk ölür. Kavuşup da sevişmeyi sürdürebilene aşk olsun!”



“Aşk acısı ‘ruhsal cinayet’ gerektirir! ‘Biricik’ kıldığınızı ‘sıradan’ insan kategorisine iade etmezseniz acı bitmez.”

Yazının devamı...

Herkes tatildeyken...

Herkes tatildeyken sen buradaysan...

Yani yaşadığın yerde...

Gitmemişsen henüz...

Ya da gidememişsen...

Aslında çok da üzgün değilsindir. Durmadan gelip gidenlere, telefonda tatilde rarstladığında falan, “Ayyy, ne güzel! Biz de burada sürünüyoruz...” muhabbeti yapartığına bakma!

Yalan...

Yalan söylüyorsun!!!

Şrakkk!!!...

Mevsiminde tatil yapmamanıın iki nedeni vardır: Ya birlikte gidecek birini bulamamışsındır ya da ertelemişsindir.

Geç tatili tercih edenlerdensindir.

Eylülcüler...

Geç tatilciler farklıdır.

Bir kere yüzde 90 hatta yüzde 95 bekardır.

Hiç evlenmemiş, boşanmış farketmez; bekardır.

Sevgilisi de yoktur.

Yalnızdır yani...

Ama yalnızlığı sevenlerden...

Öyle yalnızım diye vızıldıyanlardan değil! Onun tadını çıkarmayı öğrenmiş olanlardan...

Kesin eylül için sıkı bir program yapmıştır.

Pusuda beklemektedir...

Soranlara da söylemez; “Ben Eylül’de çıkacağım herhalde...” gibilerinden geçiştirir.

Geç tatilciler yaz ortasında şehirde kalmanın da tadını çıkarır.

Geçenlerde okumuştum, bir Fransız dergisi yazın tatile çıkmayanların avantajlarını sıralıyordu.

Ben de onlara katkıda bulunayım.

“Tatiliniz yarı fiyatına gelecek, plajlar bomboş ve tertemiz olacak. Her şeyden önemlisi, herkes çalışırken tatil yapmanın tadını çıkaracaksınız.”

(Evet, çocuk çığlıkları da olmayacak. Bizimkiler çocuklarının plajda veya havuzda çığlık çığlığa bağırmalarına izin veririrler? Sessiz ya da normal bir sesle oynamaları gerektiğini neden öğretmezler?)

“Yaz boyunca ofiste işler durgun olacak, rahat bir çalışma dönemi geçireceksiniz.”

(Evet, ofistekiler ya yeni geldikleri ya da gidecekleri için güleryüzlü ve neşeli olacaklar.)

“Trafikte saatler harcamayacaksınız.”

(Evet, kavga, sinir de yok. Aç radyonu, pencerelerini de; cıstak cıstak evine mi nereye gidiyorsan git.)

“Şefiniz tatilde olacağı için sizi kontrol edecek kimse olmayacak; kendi kararlarınızı alabileceksiniz.”

(Evet, tıpkı annenlerin ya da (eski) eşinin seyahate gitmesi gibi... Ha, yine çalışırsın ama olsun; o duygu başka!)

“Herkes tatildeyken ofiste kalmak şefinizin gözünde sizi çok iyi gösterecek.”

(Evet, fedakarlık yapmış gibi!)

“Tatile çıktığınız sırada bütün iş arkadaşlarınız çalışıyor olacağı için, kimse size ihtiyaç duymayacak. Aranmayacaksınız.”

(Evet, kaybolmak diye bunu denir! Kendini kaybedersen tabii!!! Ki etmek lazım!)

“Tatilden döndüğünüzde herkes size imrenecek; ofisin en havalısı ve en bronzu siz olacaksınız!”

(Evet, bronz kısmını bir tarafa bırakırsak, en iyi tatili senin yaptığın kesindir.)

Yazının devamı...

Seks bedenden çıkınca

Çıkar mı?

Seks bedenden çıkar mı?

Cevabı basit değil mi?

Vakti zamanı gelir, çıkar.

Biraz çırpınırsın, uğraşırsın belki üzülür, inkar edersin ama çıkar.

Eninde sonunda çıkar ve arkasına bakmadan gider.

Nankör!

Bir de ona sormak lazım tabii... Öyle nankör deyip geçivermek kolay! “Sen zamanında hakkını verdin mi?” diye sorarlar adama!

Hakkını, değerini verdin, kıymetini bildin de, o mu nankörlük ediyor?

Ediyor galiba...

Günü gelince, hayatımızdan çıkıyor.

Hiç girmeyenler var, çıksa ne olur?

Heh hee...

O da doğru!

Pekii...

Seks insanın ruhundan çıkar mı?

Pazar günü okuduğum Cemil İpekçi röportajında diyordu ki,

“Ne bedenim ne ruhum artık cinsellik istemiyor.”

Cesarete bak!

Samimiyete bak!

Hadi beden bölümünü anladık diyelim...

Ama ruh kısmı...

İşte onu biraz kurcalamak lazım.

Sorular sormak, çözmek lazım.

Ruh-beden ilişkisini kurmak lazım.

Asıl önemlisi sonra ne oluyor, onu bulmak lazım!!!

Ben sormaya başlıyorum...

Seks, insanın bedeninden mi yoksa ruhundan mı önce çıkar?

Daha düzgün sorayım:

İnsanın önce ruhu mu yoksa önce bedeni mi cinsellikten uzaklaşır?

İkisi birden mi?

Yok, sanmıyorum; önce bedenden uzaklaşır...

Ruhu sonradan bu duruma alışır.

Uzlaşır.

Yapabilirse tabii...

O yürek, o samimiyet, o cesaret ve o akıl varsa!

İnsan akıllandıkça, erdikçe seksten de uzaklaşıyor gibi bir teorim var benim. İçgüdülerini yenmeyi onları altetmeyi öğreniyorsun ya, ondan...

Öğreniyorsan tabii!!!

Eğitiyorsan kendini!!

Şöyle basit bir sağlama yapayım; hani deliler sekse ve sigaraya düşkündürler ya, neden?

Akıl olmadığından!

Eremediklerinden...

Bunu cahil toplumlara kadar uzatabilirsiniz.

Bir başka soru da şu:

Nasıl anlarsın?

Cinselliğin, bedeninden ve ruhundan çıktığını nasıl anlarsın?

Kadınlar için bunu anlamak daha kolay tabii...

Daha kolay çıktığı için belki de...

Hayatlarında “iktidar” diye cinselliği tanımlamadıklarından belki de...

Ama erkekler için...

Kendi istekleriyle vazgeçmeleri mümkün müdür?

“Bedenim ve ruhum cinsellik istemiyor” diyebilirler mi?

Böyle hissedebilirler mi?

Yoksa...

Bedenlerinden gitse de, cinsellik onların ruhlarından asla çıkmaz mı?

Onları ayakta tutan bu gönüllü esaret mi?

Galiba öyle!

Ruhların bir türlü çıkmıyor.

Çıkarmak da istemiyorlar. Korkuyorlar...

Çünkü bilmiyorlar.

Ve işte sıra en önemli soruda:

Sonra ne oluyor?

Vazgeçtikten sonra...

Bunu bilmiyorlar.

Ruhen ve bedenen cinsellikten vazgeçtikten sonra...

Benim bildiğim belde simitlerin oluştuğu...

Peki insanın ruhunda neler oluşur?

Yazının devamı...

Metreslik mi, don yıkamak mı?

Kadın doğsam evlenmezdim, metres olunca erkeklerle aşk yaşıyorsun, karısı olunca donunu yıkıyorsun.”

Dün okudum; Cemil İpekçi, Vatan Pazar ekinde Aşye Aydın’a verdiği röportajda söylemiş bu sözleri.

Hatta biraz daha açmış:

“Erkekler sahip olduktan sonra kadına hiçbir değer vermiyor. Kadınlar anaları oluyor. Ama metres olunca hem çok değerli oluyorsun hem aşk yaşıyorsun hem de donunu çorabını yıkamıyorsun.”

İlk bakışta ciddiye almadan okuduğunda, “Hakkaten ha!” diyor musun?

Evet.

Hiç düşünmeden yorumlayınca gülüyor musun?

Evet.

Hele danalar...

Danalar bayılır bu laflara...

Ama lafın “Ben kadın olsaydım” tarafına...

Bunların, kadın olmakla ilgili fantezileri pardon, tek bir fantezisi vardır ya, o da önüne gelenle yatmakla ilgili...

Hepsi, “Kadın olsaydım, kesin fahişe olurdum” derler ya!

Bir de zevkle gülerek...

Ağızları kulaklarına varır danaların...

O an, kadın olmaktan tek anladıkları istedikleriyle yatabilme imkanıdır.

Ama Cemil İpekçi gey olduğu için herhalde, olaya daha duygusal yaklaşmış.

Değerli olmaktan, aşk yaşamaktan falan söz ediyor.

Hele hele, “Kadınlar anaları oluyor”, “Sahip olduktan sonra kadına hiç değer verilmiyor” sözlerine katılmamak mümkün değil.

Ama kadını metreslikle, don yıkama arasına sıkıştırmak...

İki tercih arasında bırakmak...

Biraz acımasızca değil mi?

Hatta epey karamsar, dibe çeken bir yaklaşım değil mi?

Ayrıca...

Bir kadın gözünden bu ikisi, don yıkamak ve metresliği kıyaslayacak olursak...

Hani farz edelim ki bu iki seçeneği var!

“Hangisi daha iyi?” diye sorsan...

Ya da,

“Hangisi daha kötü?” diye...

Hatta biraz da konuyu açsan...

Ya metres olacaksın, adamın biriyle o istediği zaman ama sadece o istediği zaman seks yapacaksın ve bu yüzden değer görüp iyi yaşayacaksın...

Veya adamın kahrını çekip donlarını çoraplarını yıkayacaksın. Üstelik vasat bir hayatın olacak ve değer görmeyeceksin...

İşte bu seçenekler var ya...

İnsanı insandan soğutur.

Bu yüzden bıkmadan usanmadan diyorum ki:

Metreslikle don yıkamanın dışında da yollar var.

Ama bunların biraz uzağına düşüyor.

Başka semtte...

Hatta belki başka şehir ya da başka ülkede...

O kadar uzak yani...

Kadının metres olmadığı, don da yıkamadığı bir yer.

Öyle bir yer var.

Yeter ki kadın o yola çıkmak istesin!

Yazının devamı...

Çapkınlık zor zanaat!

Bilim adamları çapkınların hayatın kolaylaştıracak bir gözlük geliştirmiş.

Zor tabii...

Hayat onlar için de zor!

Kadını bulacaksın, tavlayacaksın sonra başından atacaksın falan... Zor yani!

Bilim adamları da çapkınların bu durumuna çok üzüldüler herhalde!

E, ne de olsa insanlık sorunu!

Çaresiz dertler içindeler!

Bence var ya, bilim adamları ikiye ayrıldı. Bir kısmı hayat kurtarmaya diğer kısmı da kalan sağlara hayatı kolaylaştırmaya yönelik çalışıyor.

Kaç saniyede âşık olunur, ideal seksin anatomisi, işaret parmağıyla şey arasındaki bağlantı falan, onlar ikinci grup...

Şimdi de sıra çapkınlara gelmiş demek ki!

Ama çapkın deyip geçmeyin. Onlar da çeşit çeşit...

Evlisi var, bekârı var...

Tembeli var, hiperaktifi var...

Hızlısı var, yavaşı var...

Duygusalı var, gerçekçisi var...

Salağı var, akıllısı var...

Salağa yatanı, akıllıyı oynayanı...

Var yani...

Bu gözlük en çok hangisine lazım olur acaba?

Bence hepsine...

En çok da...

Hani erkeklerin bir hayali vardır ya, “Abi aslında kafadan soracaksın mesela... Verecen mi kalbini vermeyecen mi?” diye...

Sonra da çok gülerler...

Komik gerçekten ama...

Nesi komikse???

Onlar işte... Bu gözlüğü severler.

“Takacan gözlüğü, bakacan. Ona göre hiiç uğraşmayacan!”

Sanki taş atıp kolu yoruluyor!

Neyse, gözlüğü anlatayım size...

Bu gözlük üzerindeki sensörler karşıdaki kişinin mimiklerini ve hareketlerini inceliyormuş. Mimikleri kamerada yüklü 24 yüz ifadesiyle karşılaştıran gözlük tavlamaya çalışılan kız hakkında ışıklarla bilgi veriyormuş.

Bir de şu yüz ifadelerini merak ettim...

Gözlükteki...

Hangisi, vereceğim kalbimi ifadesi acaba?

Ağzı kulaklarında, kuyruğunu pat pat yere vurarak sallayan bir kız!

Sen anlamayacan, gözlük anlayacak ha!

E, o işi de mi gözlükle yapacan???

“Bir saniye tatlım, şu gözlügü (affedersin!) takmam lazım!”

İnsanı kötü kötü konuşturuyorlar...

Bitince de çıkarır gözlüğü, bir sigara yakar artık. “Koçum benim! Seninle daha çook çalışacağız, çok!” diyerekten...

Şimdi size gözlüğün nasıl çalıştığını da anlatayım.

Kenarında küçük küçük ışıklar var.

Kırmızı yanarsa, ‘Kız sıkılmış’ demek...

Sarı yanarsa, ‘Biraz daha çalışman gerekiyor’ demek...

Yeşil yanıyorsa, ‘Hoşlanmış’ demekmiş.

Oysa öyle yüz ifadesine falan gerek yok ki!

Taksınlar gözlüğü, gelsinler.

Onlara yapılacak tek hareket var...

Tek hareket!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.