Şampiy10
Magazin
Gündem

Tipin midir, değil midir?

Ahmet Hakan, pazar günü benim alanıma girmiş.

“Belki de tipindir” başlıklı bir yazısı vardı...

Özetle, “İnsanları tiplerine göre değerlendirmemek gerekir“ diye...

Yok yok, özetle falan olmayacak bu iş!

En iyisi cümle cümle yazdıklarına takılmak...



- “Bir kadının bir erkek için ya da bir erkeğin bir kadın için ‘Tipim değil’ dediğini işitince fena oluyorum.”

(Ne var bunda fena olacak? Hiç demediniz mi? Ya da hiç aklınızdan geçmedi mi? Sakın ‘Hayır’ demeyin.)

- “Hiç anlamıyorum bu ‘tipim değil’ yaklaşımını.”

(Şimdi ben anlatacağım...)

- “Her insan ayrı bir muamma değil midir?”

(Öyledir de, hepsi de ‘değerli muamma’ değildir! Hatta şöyle bir baktığında bazıları çok açık fire verir.)

- “O muammayı tipe indirgemek de neyin nesi?”

(Şöyle anlatayım: Mesela hem de en azından, tişörtünün yakalarını kaldırıp gezen adamdan bi b.k olmaz! Gömleğinini düğmesini göbeğine kadar açandan da... Ya da plajda pür makyajlı bir kadından... 1.50 boyuna 85 kilosuna rağmen mini etek ve platformlu ayakkabı giyenden de! Şimdi bu kadını size düşünseler ne derdiniz?)

- “Hadi diyelim ki ‘tip’ önemli...“

(Yani hep kılık kıyafetten bahsettim ama o da insanın kişiliğini yansıtmaz mı? Ayrıca iyi ki çıplak değerlendirme yapmıyoruz! Zaten biraz geç olurdu!)

- “Ama o zaman görünüş olarak tutmadığın şahsın, başka bir hususiyetiyle seni yerden göğe yükseltmesi durumunu ne yapacaksın?”

(Yok! O yakasını kaldıran adam var ya, mesela onun beni bir yere yükseltmesine imkân yok! Ama epey aşağılara indirebilir. Ben vermem kalbimi yani!)

- “Ya da... Görünüş olarak pek tuttuğun bir şahsın, başka hususiyetleriyle seni yerden yere çarpması durumunu ne yapacaksın?”

(Çok tuttuysak, biraz çarpabilir yani!!! Şaka şaka! Ya zaten artık çarpmayanı yok ki! Önceleri ağlayıp üzülüyorduk da şimdilerde ilk firede bırakıyoruz.)

- “Sonuç? ‘Tipim değil’ deyip geçmemek gerekir.“

(Yok artık! ‘Toprak olacaz’ deyip tipin olana da olmayana da bakalım o zaman!)



Yani ille de yakışıklılık, güzellik meselesi değil tabii...

Anlıyorum...

Ahmet Hakan’ın iyi niyetini ve idealist yaklaşımı anlıyorum ama...

Şaşırdım. Çünkü:

Hem empati yapmayı sevmez ama hep de yapardı...

Bu sefer yapmamış!

Yazının devamı...

Gerçek hayata dönmek...

Bu ara böyle bir sendrom var ya; “gerçek hayata dönüyorum!..” Bunu söyleyip uzun yıllardır yaptıkları işleri bırakıyorlar.

Az buz da değil ha! En azı 10-15 yıl emek vermiş, oradan para kazanmış çoğu da başarılı ve hatta ünlü kişiler.

“Ben artık işimi bırakıyorum” deyiveriyorlar.

Niye?

“Gerçek hayata dönüyorum.”

E, neredeydin ki?

Benim içimden de bu soruyu sormak geliyor.

Tabii aklıma takılan başka bir soru daha var:

“Gerçek hayat derken?”

Ama onu sonra soracağım.

Üstelik bu sendrom tek bir meslekten de çıkmıyor. Hani “geniş ve çalkantılı bir yaşam biçimi olan” sanatçılardan çıkıyor diyemiyorsun.

Gazetecilerden, sanatçılara, kamu yöneticisine kadar geniş bir yelpazesi var.

Herkes de bu sendromu bir yerinden tutuyor...

“Ya, işte ben de gerçek hayata döneceğim de, 5 yıl sonra...“

“Aslında dönmek lazım.”

“Emekliliğime 2 sene kaldı, ben de o zaman döneceğim.“

“Helal olsun, dönmüş.”

Yahu nereden nereye dönüyorlar, gerçekten anlamadım.

Bir de öyle bir dönüyorlar ki, manalı açıklamalarla falan, sanki biz böceğiz.

Dönmeyenler yani...

Gerçek hayata dönmeyenler!

Belki biz zaten gerçek hayatın içindeyiz!

Şimdi gelelim o soruya:

Gerçek hayattan anladıkları ne acaba?

Bakkal dükkânı açmak mı?

Ya da ne bileyim; küçük bir sahil kasabasında fırıncı olmak mı?

Yoksa bahçe çapalamak mı?

Ne?

Hiçbir şey yapmayıp boş boş oturmak mı?

Fırıncı olunca gerçek hayatta oluyorsun da, gazeteci olunca olmuyor musun?

O daha mı naif, kolay geliyor ne?

Tabii bir de fırıncılara sormak lazım. Onların arasında da yalan hayatlar yaşayanlar yok mudur?

Entrikacılar, üçkâğıtçılar, mesleğini kötüye kullananlar yok mudur?

Orada mücadele yok mudur?

Ya da bütün şarkıcılar yalan hayat mı yaşıyor?

Eee?

O zaman “gerçek hayat” dedikleri nedir acaba?

Yaptığın işle, “gerçek hayatın” nasıl bir bağlantısı olabilir ki?

Aklıma bir tek cevap geliyor:

Bunlar herhalde yaptıkları işle, yaşadıkları hayatın aynı olduğunu zannedenler...

Yaptıkları işle varolduğunu sananlar...

Oysa iş ayrı, sen ayrısın.

Adı üstünde; o, iş.

Gideceksin, layıkıyla işini yapacaksın. Sona gerçek hayatını yaşayacaksın.

O, iş.

Hayatın değil ki!

Yani ne bileyim, genel müdürsen evinde de genel müdürlük mü yapıyordun?

Gazeteciysen, bir kafede arkadaşlarınla otururken gazetecilik mi yapıyordun?

Şarkıcıysan, annen kahvaltı hazırladığında gidip orada şarkı mı söylüyordun?

O zaman haklısın.

Ama bu senin şahsi problemin.

Hatta beceriksizliğin...

Tamam, zamanının çoğu orada geçiyor ama iş dediğin hayatta yapmak istediklerini yapmana olanak sağlayan bir aracıdır.

Ama onunla var olursan, onunla da bitersin.

Fırıncı da olsan, bakkal da olsan, çiftçi de olsan fark etmez.

İşle hayatını aynı kefeye koyarsan...

Bitersin.

Yazının devamı...

Alternatif evlilik planları...

Dünya bir yandan evliliği sürdürmenin yollarını bulmaya çalışırken bir yandan da ona alternatif yollar aramayı sürdürüyor...

Daha doğrusu, bir kısım bilim adamı klasik evlilikleri daha iyi ve zevkli hale getirmenin peşinde biliyorsunuz...

Neredeyse bütün evliler, “Evet diyen ağzımı seveyim!” noktasında olmasına rağmen!

Ya da bütün dünyada boşanma sayısı her yıl yüksek oranlarda artmasına rağmen!

Diğer bir grup da, evliliğin sürdürülebilir bir proje olup olmadığını sorguluyor.

Alternatif evlilik planları yapıyor...

İlk akıllarına gelen de, çok eşlilik...

Hatta bir tartışmada uzmanlardan biri diyor ki:

- “Yirminci Yüzyıl’ın en büyük tabusu evlilik öncesi cinsellikti. Bu yüzyılın tabusu ise çok eşlilik. Şimdi toplum bunu kırmaya başladı. Artık birçok çift birbirini aldatıyor ve bunu normal karşılıyor.”

Ayrıca ABD’de 4 milyon kişinin kendisini çok eşli olarak tanımladığını ve çiftlerin yüzde 21’inin açık evlilik yaşadığını yani boşanmadan başkalarıyla birlikte olduklarını da eklemiş.

Bizde de böyle ama bir farkla!

Kimse bunu kabul etmeden böyle yaşıyor.

Görmezden gelerek...

Yine yapılan bir araştırmada, kadınların yüzde 65’i, erkeklerin de yüzde 80’i, “yakalanmayacak olsam, aldatırdım” diye düşündükleri ortaya çıkmış.

Hepsi yanlış!

Hiçbiri ne bir alternatif ne de evliliği kurtarabilecek bir yol...

Nasıl ki evlilik ve tek eşlilik insan doğasına aykırıysa, çok eşlilik de o kadar aykırı!

Tabulardan, ahlaki durumlardan falan bahsetmiyorum.

İnsan doğasından söz ediyorum.

“E, o zaman ne?” diye soracaksınız değil mi?

Bakın şimdi...

Önce ‘ne olmadığına’ bakın.

Evlilik ve tek eşlilik insan doğasına aykırıysa, aykırı olmayan durum ille de bunun tam tersi midir?

Öyle değilse, böyle...

Tek eşlilik kötü, çok eşlilik olsun!

“Islak değilse, kuru”dur gibi bir şey bu!

Oysa ıslak değilse ille de kuru olmayabilir...

Değil mi?

Nemli, az nemli, çok nemli, kuruya yakın...

Yani...

Başka bir şey bulunmalı...

Başka bir durum olmalı...

Yapmacık olmayan...

İçinde yalan dolan olmayan...

Kurgusuyla insanı daraltmayan...

İnsani bir şey!

İşte bence asıl bunu aramalılar...

Bunu aramalıyız!

Mesela...

Geçenlerde bir mail geldi; aşk-meşk işlerinde feriştah olan Fransızların icadından bahsediyordu:

- “Fransızlar bulmuş ve uygulanıyor: “Conqubinage”. Birlikte yaşama kararı aldığınızda belediyeye gidip iki şahitle bir kâğıt imzalıyorsunuz. Bir örneği sizde kalıyor. Bu imza sizin bir dizi haktan yararlanmanızı sağlıyor. Ayrılmaya karar verdiğinizde de belediyeye bildirimde bulunup bitiriyorsunuz, kâğıdı da yırtıp atıyorsunuz. O kadar... Dertsiz, kavgasız, dövüşsüz...”

Onlarınki vergiyle falan alakalı olabilir ama beyin cimnastiği için de iyi bir başlangıç olabilir.

Mi?

Yazının devamı...

Kimsin len sen?

Öyle durumlar vardır:

“Kimsin len sen?” durumları...

Başka hiçbir cümle, o durumu bu kadar güzel ifade edemez!

Söyleyeceğin hiçbir şey, bunun yerini tutamaz.

Çünkü o durum, yapacağın hiçbir hareketin söyleyeceğin hiçbir sözün anlatabileciği gibi bir durum değildir.

Yani bağırmak, küfretmek veya kızıp hırslanmak onun karşılığı değildir.

“Kimsin len sen?” durumu diye bir durum vardır.

İşte o durum karşılığında ona söyleyebileceğin tek cümle budur:

“Kimsin len sen?”

En çok tanımadığın kişilerden gelen mail’lerde bu duruma düşersin.

Evet, hiç tanımadığın biri sana, “Sen” diye hitabeder. Hadi onu geçtim, bir de hakaret eder. Mail’i sahte bir adresten almanın verdiği cesaretle abuk sabuk yazar. Çirkin şeyler yazar.

İşte o anda ağzından o cümle çıkar:

“Kimsin len sen?”

Bazen de tam tersi olur; güzel şeyler yazar. Ama fazla güzel. Aslında ona güzel de denmez ya! Yılışıktır yani...

Aklı sıra iltifat eder ama içinde rahatsız edici imalar vardır.

İşte o anda da ağzından ilk o cümle çıkar:

“Kimsin len sen?”

İş yerinde, yolda, oturduğun bir kafede falan adamın biri alenen asılır sana. Alenen ama! Hiç utanmadan, biraz da arsızca yapar. Hem de hoşlanmadığın biri... Hoşlanmayı bırak, senden hoşlanmasını bile istemediğin biri.

Ne diyebilirsin ki?

“Kimsin len sen?”

Hadi bunlar neyse...

Olabilir...

Ama çok garip bir “Kimsin len sen?” durumu vardır.

“Kimsin len sen?” durumlarının en tuhafı:

Sabah uyanırsın...

Yanında en az 5 yıllık kocan yatıyordur.

Ona şöyle bir bakarsın; öyle rahat, öyle fütursuzca ve seni öyle benimsemiş bir halde yatıyordur ki!

Garipsersin!

Birden yabancılaşırsın...

Tuhaf gibi görünüyor ama...

O anda, o birkaç saniye süresince, gün içinde yaşadıkların aklına gelir. Sana söyledikleri, yaptıkları, yaptırmaya çalıştığı şeyler. Hayır öyle büyük ve kötü şeylerden bahsetmiyorum.

Mesela, kendisi uyandığı zaman seni de uyandırması aklına gelir.

Mesela, “Sırtımı kaşısana” demesi aklına gelir.

Akşam yaptıkları aklına gelir!

Seni bu kadar benimsemesine, hiç çekinmemesine, ne bileyim belki de senden hiç korkmamasına o anda şaşırırsın.

“A-a!” dersin, “Gerçekten ya!!”

Bir de yanında öyle yattığını görünce...

İşte o anda...

Ne dersin?

“Kimsin len sen?”

Yazının devamı...

Affedersiniz(!) çıkarıyorum!

Ben hep önce erkeklerin eğitilmesini düşünenler tarafında oldum...

Kitabı masaya koyarken bile, “Affedersiniz(!) koyuyorum” diyen erkeklerin...

Otobüste genç kızlara yumruk atan erkeklerin...

O yumruk atarken oturup seyreden erkeklerin...

Karısını, kızını, kardeşini döven erkeklerin...

Eski karısı, eski sevgilisi üzerinde hak iddia eden erkeklerin...

Hızını alamayıp onları öldüren erkeklerin...

Töre cinayeti işleyen erkeklerin...

Kadınları intihara mahkûm eden erkeklerin...

Tabii ki büyük ceza görmelerini, ama aynı zamanda ve hatta öncelikle bu erkeklerin ve bu erkeklerin oğullarının eğitilmesi gerektiğini düşünenler tarafındayım.

Nerede, ne zaman öğreteceksin?

Okulda değil mi?

Küçükken başlayacak değil mi?

Zaten bilgiye dayalı bir şey öğretmiyorsun, bari hayata dair bir şeyler öğret değil mi?

Hatta asıl onu öğret!

Ek dersler koy, ne bileyim var olanı güçlendir...

Değil mi?

Ama hayır.

Biz olanı da kaldırıyoruz...

Dün Vatan‘da Kıvanç El yazdı:

“Eski programın ‘Hak ve Özgürlüklerimiz’ başlıklı 3’üncü ünitesinde yer alan ve öğrencilere aktarılması istenilen ‘BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi‘ yeni programda yer bulamadı.”

Ha, bu sözleşmede ne vardı?

“Kadın-erkek eşitliği, evlilikte eşit olunduğu, kadın ve erkek algısına karşın kalıplaşmış yargılardan arınılması gerektiği, kız öğrencilerin okullaşması için çalışmalar yapılması, kadın istihdamı için çalışma yapılması.”

Başka?

“Haydi Kızlar Okula kampanyasına ilişkin öğrencilerin bilgilendirilmesi istenilen bölüm çıkarıldı.”
Başka?

“Öğrencilerin empati yapmalarını öngören eski programın yerine yeni programda bu konu yerine Toplam Kalite Yönetimi eklendi.”

Başka?

“Kişi dokunulmazlığı, özgürlüğü ve güvenliği, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü, yaşama, örgütlenme, çalışma, sağlık, eğitim, dilekçe, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, seçme ve seçilme hakkı gibi haklar üzerinde durulur ifadesi de düzenlendi. Bu ifadede yer alan örgütlenme, dilekçe, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı ifadeleri çıkarıldı.”

Her gün gazete sayfaları kadın ölümleriyle dolup taşıyor...

Yüzü gözü mosmor kadın fotoğraflarında geçilmiyor...

Gün geçmiyor ki, bir kadın taciz edilmesin...

Urfa’da kadın intiharları yılda 15’ten ilk altı ayda 146’ya çıkıyor...

Bunlara karşı ne yapılıyor?

Eğitimden, affedersiniz çıkartılıyor!

Yazının devamı...

Şortlu veya şortsuz ne fark eder ki?

Ben o otobüstekilere taktım...

Adamın biri, bir genç kıza yumruk atıyor, sebebi ne olursa olsun; hiç kimse de kılını kıpırdatmıyor.

Adam, “beni görmediniz” diye bir de el sallayıp çekip gidiyor.

Şu saat oldu, henüz o otobüsten bir kişi çıkıp da, “ben oradaydım” demiyor.

Susuyorlar...

İnsanım diyenlere bak!

Ben o otobüstekilere taktım.

Adama değil!

Çünkü adam yobaz olabilir, cahil olabilir hatta meczup bile olabilir...

Her toplumda bunlardan çıkabilir.

Ama o otobüstekiler...

Hâlâ susuyorlar...

Dün çok mail geldi...

Şöyle düşünenlerden:

“Bu toplumun ahlakını yolsuzluk yapanlar değil, başını örtmeyen, uzun etek giymeyen hanımlar bozuyor.

Bir gün Karaköy’den Kadıköy’e gemiyle geçiyordum. Karşımda bir genç bacak bacak üzerine atmış oturuyordu. Yanımda oturan orta yaşlı bir adam gence bağırdı: ‘Ayıp değil mi bacak bacak üzerine atmış oturuyorsun? Dünyayı sizin gibi gençler bozuyor...’ Bu sözler üzerine genç sesini çıkarmadı, düzgünce oturdu.”

Böyle düşünenler arasında:

“Türk halkı manevi açıdan iflas etmiştir. Din artık bir bez parçası ve namaz-oruç gibi şekilcilikten ibarettir.

Salt iyilik (cennet için bonus kazandırmıyorsa) iyilik değildir artık bu ülkede. Vicdan, haysiyet, akıl, mantık, onur, sevgi kavramları ‘out’tur.”

Ama dedim ya...

Ben o otobüstekilere taktım.

Bu; şortlu, şortsuz, dinli dinsiz meselesi değil artık.

Ne hale geldiğimiz meselesi...

Siyasi platformlarda yaşanan ayrılıkların sosyal hayatımızı, insani yapımızı nasıl yıprattığı meselesi...

İnsanların nasıl insanlıktan çıktığı meselesi...

Hayır, bunun dinle ilgisi yok.

Bunun şortla da ilgisi yok.

Ben bu dünyada hiçbir gerçek Müslümanın böyle bir davranışta bulunacağına inanmıyorum.

Ben bu dünyada hiçbir gerçek Müslümanın ve vicdanlı hiçbir kimsenin buna seyirci kalacağına da...

Ama biz...

Biz artık çok değiştik!

Bilmem belki de hep böyleydik de, haberimiz yoktu!

Geldiğimiz yere bakın!

Toparlanmamız ihtimali yok mu acaba?

Bir arada yaşayabilmemiz ihtimali?..

Tahammülle değil, hoşgörüyle ve birbirimize sahip çıkarak bir arada yaşayabilmemiz ihtimali...

Hiç mi yok?

Yazının devamı...

O otobüste, yumruk atan adamı kimse görmedi mi?

Okudunuz herhalde!

Voleybolcu ‘kızımızın’ yaşadıklarını...

Şortla otobüse binip ayaklarını uzattığında...

Neler olduğunu detaylı anlatmış.

Evet, okudunuz belki ama bir daha okuyun:

Kendiniz yaşamışsınız gibi; kızınızın, arkadaşınızın başına gelmiş gibi okuyun.



“Otobüsün yarısı boştu. Adamın biri geldi, kim olduğunu bilmiyorum. 40-45 yaşlarında, benden 1-2 santim kısa bir adamdı. Bana bakıyordu devamlı ben de bir şey olacağını fark ettim ama hiç dönüp bakmadım. Akşam 21.30 otobüsüydü. Yorgun olduğum için uyukluyordum zaten.

Otobüsün yarısı boş olmasına rağmen yanım boşalınca adam yanıma geçti. Geçerken bilerek ayağıma çarptı. Ben de ayağımı tuttum. Özür dilemesini bekledim ama adam yanıma oturdu. Ben de bir şey söylemedim, sadece baktım. Sonra dönüp bana ‘kusura bakma ama ayaklarını bu şekilde uzatamazsın burası toplu taşıma aracı’ dedi. Ben de siz geçerken ayaklarımı çektim zaten yorgun olduğum için uzattım ayaklarımı dedim.

Ardından adam ‘sen toplumun ahlakını bozamazsın, yaptığın terbiyesizlik. Toplumun ahlakını, namusunu senin gibi insanlar bozuyor’ diyerek hakaret etmeye başladı. Çok şaşırdım. Siz benim bütün gün ne iş yaptığımı bilmiyorsunuz. Ayağım sakat ve sporcuyum. Bütün gün koştum ayaklarım yara ve uzatmam gerekiyordu, uzattım. (Dedim ve çok da muhatap olmak istemedim.) Adam söylenmeye devam etti. Altımda da basketbol şortu vardı. Yorgun olduğum için daha rahat giyinmiştim. Daha sonra bana, ‘çıplak bacaklarını uzatmışsın, toplumu cezbediyorsun, sen toplumun namusunu bozuyorsun, çıplak bacaklarınla bize gösteriş yapıyorsun.’ Önce ne söyleyeceğimi şaşırdım. Babam yaşındasınız, benim gibiler mi toplumun ahlakını bozuyor diyince tekrar başladı hakaret etmeye. Benim gibiler değil sizin gibi görüşü dar olanlar yapıyor böyle şeyleri. Kızınız yaşında bir insanım dedim ve bana söylediği şeyleri ben de ona söyledim.

Bu sırada yumruğunu kaldırdı sen bana böyle şey söyleyemezsin diyerek yumruk attı. Dudağımı patlattı. Önce şoka girdim ardından sinirlenerek bağırmaya başladım.”



Buraya kadar her şey iğrenç!

Neyi tartışacaksın ki?

Adamın namus anlayışını mı?

Saldırganlığını mı?

Hayır.

Neyi tartışmamız gerekiyor biliyor musunuz?

O otobüstekileri...

O otobüsteki herkesi...

Yaşananları yine o anlatsın:

“Otobüstekiler sonra bizi ayırdılar ama yardım isteyince bir kadın bana, ‘Tamam uzatma artık, akşam akşam başımıza bir iş çıkarma’ dedi. Üstüm başım kan içinde ‘Otobüsü durdurun, ben polisi aramak istiyorum’ deyince elime vurup engelleyenler oldu. İETT şoförüne de durmamasını söylediler.

Ben tekrar polisi arayınca adam otobüstekilere dönüp, ‘Benim vurduğumu gören oldu mu?‘ diye sordu. Kimse ağzını açmayınca o da, ‘Bakın işte ben ona vurmadım, o kendine vurdu’ diyerek otobüsten indi. İnerken de bana el salladı.”



Şimdi sormak istiyorum:

O adam, “Benim vurduğumu gören oldu mu?” diye sorarken...

O otobüsteki bir Allah’ın kulu, “haklı ya da haksız” genç bir kıza yumruk atılmasına neden karşı çıkamadı?

Hiçbirinin mi içi sızlamadı?

Neden kimse kılını bile kıpırdatmadı?

Gerçekten de o otobüste kimse o adamı görmedi mi?

İşte biz aslında bunu tartışmalıyız!

Yazının devamı...

Boşanma partisi

Evlenirken oluyor da, boşanırken niye olmasın?

Neden parti verilmesin?

Şimdi diyeceksiniz ki, “Evlenirken iki taraf da seviniyor ama boşanırken en azından bir taraf üzüntülü olur!”

Yok yaa...

Evlenirken iki tarafın da keyifli olduğunu nereden çıkardınız?

O zaman da, bir tarafın içinde büyük bir sıkıntı vardır. “Ben ne yapıyorum?” sıkıntısı...

Tıpkı sabah uyandığında yanında tanımadığın birinin yattığını görmen gibi!

O sırada içinden, “Hs..rr! N’apacam lan ben şimdi?” dersin ya, nikâhtaki “Evet” de aynı histedir!

Ton aynıdır yani...

Kadınlarda da...

“Aman ne gerek vardı! Şart mıydı yani!” durumları gibi! “Hayır” diyemediğin ya da egona yenildiğin gecelerin sabahındaki surat ifaden vardır ya, onun gibi!
Boşanırken de böyle olur.

Taraflardan biri çok neşeli, öteki...

Öteki b.mb.ktur!

Dolayısıyla parti veren sevinen olacaktır.

Versin tabii...

Aslına bakarsanız bence üzülen de versin! (Parti! En azından önce parti!)

Şimdi aslında bu olay ABD‘de başlamış. Son modaymış!

İyi!

Oradan bize çabuk gelir!

Kim Basinger‘ın eşi Alec Baldwin‘den boşandıktan sonra düzenlediği partiler boşanan kadınlar arasında moda haline gelmiş.

Alec Baldwin’den ayrılınca da parti mi verilir be!

Ben de verirdim ama...

Ağlama partisi verirdim.

Böyle söyleyince şey derler ya, “İçini bilemezsin!”
Sanki bilsem Alec’le evlenecem!

“Dışarıdan böyle de kimbilir ne huyları var?”

Tamam o zaman, Alec’le evlenmekten vazgeçtim!

“Ayrılıyorum ondan! Hatta bir süre kimseyle çıkmayıp kafamı dinleyeceğim!!!”

Heh hee...

Ne diyordum?

Ha, bu partilere bir de ritüel oluşturmuşlar.

Kadınlar eski kıyafetlerini ve mücevherlerini satıyorlarmış.

Hem para kazanıp hem de eski eşyalarından, anılarından kurtulmanın yolu açılıyormuş böylece...

Parti de öyle evde ya da bir lokantada üç beş arkadaşla kafa çekmece falan değil ha! Aynı düğün gibi otellerin balo salonunda falan yapılıyormuş...

Ama bence bu kadarla kalmamalı!

O geceye biraz daha renk katmalı!

Benim de aklıma, sizin gibi geceye erkek striptizciler geliyor ama hayır!

O da olsun ama asıl başka, daha yaratıcı bir şey bulmamız lazım!

Mesela, atıyorum; bütün ex’leri mi çağırsak?

Yok!

Onu jübilemize saklayalım...

Mesela bütün arkadaşları, boşanan kadına uygun buldukları bir adamı partiye getirsinler...

Hepsi ona kur yapsın.

Biri çiçek alsın, diğeri dans etsin, öteki şiir okusun, yok okumasın! Ne bileyim böyle hoş hareketler yapsınlar işte!

Moral böyle olur!

Fikir güzel de!

O kadar adam nerde?

Bulsalar arkadaşları alır zaten!

Heh hee...

Yok canım, sadece o gece, parti için!

O kadar!

Ritüeli de genişletmeli...

Boşanan kadının ayakkabısının altına isimler yazılmalı!!!

Gecenin sonunda çiçek atılmalı...

İlk boşanan kim olacak diye!!!

Heh heh hee...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.