Şampiy10
Magazin
Gündem

Fotoşoplu hayatlar...

Geçenlerde okumuştum, siz de görmüşsünüzdür; İngiltere, L’Oreal‘in Julia Roberts‘ı model olarak kullandığı reklamları, “gerçeği yansıtmadığı“ gerekçesiyle yasaklamış.

İlanlardaki fotoğraflarla fazla oynandığı gerekçesiyle...

Fotoşop yapılmış yani...

Olay şöyle gelişmiş:

Önce, İngiltere’nin ‘Reklam Standartları Otoritesi,’ Julia Roberts’ın ürünü kullanmadan önceki fotoğraflarını görmek istemiş.

Şirket de ünlü oyuncunun “kırmızı halıda çekilmiş” fotoğraflarını göstererek, yıldızın zaten güzel olduğunu ve fotoğraflarının olağan halinin fotoşop gerektirmediğini savunmuş.

Reklam Standartları Otoritesi ise ürünün gerçekten işe yarayıp yaramadığını anlamak için Roberts’ın fondöten uygulanmadan önceki fotoğraflarını görme konusunda ısrar etmiş.

Ama firma bu talebi “sözleşmeye aykırı olduğu” gerekçesiyle geri çevirmiş.

Ve ilanlar gerçeği çarpıttığı gerekçesiyle yasaklanmış.

Julia Roberts fondötensiz fotoğrafını verememiş...

Bırak fotoşopsuzunu, makyajsızını bile gösterememiş!

Ne tuhaf değil mi?

Dünyanın en güzel kadınlarından biri, büyük ihtimalle hiç de öyle değil!

Ama biz bunu bile bile...

Hatta o da bunu bile bile...

Bir halüsinasyona inanıyoruz.

Hem de hiç işimize gelmemesine rağmen!

Daha da ilginci, hiç inanmak istemememize rağmen!

Gerçek olmadığını bildiğimiz bir duruma ulaşmak için uğraşıp duruyoruz.

Biz uğraştıkça, o biraz daha uzaklaşıyor.

Halüsinojeni makyaj ve fotoşop olan bir hayalin içinden çıkamıyoruz.

Bırak çıkmayı, her geçen gün ona daha fazla bağlanıyoruz.

Hem ‘Julia’ hem biz, bir halüsinasyona inanıp onun peşinden gidiyoruz.

Julia aslında Julia değil, biz de biz değiliz.

Göründüğü gibi olmayan insanlara benzemek için dökülen paralara, emeklere, hayallere, hayatlara bak!
Sonuca bak!

Her sabah kalktığnda aynada kendisini çirkin gören milyonlarca kadın!

Bu güzellik girdabından nasıl kurtulacaksın da kendini iyi hissedeceksin?

Mutlu hissedeceksin...

Mümkün değil!

Daha da acıklısı, içinden asla çıkamayacağımız bu durumu yaratan da biz kadınlarız...

Adamlara kriter yaratan da biziz!

Dünya, kadınlar ve erkekler o halüsinasyona bu kadar sarılmış, bu kadar inanmış ve onunla bu kadar iç içe yaşarken...

Nasıl “Dur!” diyeceksin?

Kime diyeceksin?..

“Oldu!” derler adama...

Ama her zamanki gibi beterin beteri var:

Gençlik- güzellik halüsinasyonuyla uğraşanlardan beteri...

Bir de böyle hayatlar var!

Fotoşoplu hayatlar...

Yazının devamı...

Anahtarın laneti...

Evlilik - dostluk ilişkisinden bahsettik ya...

“Evlilik dostluk bitince mi yoksa dostluk başlayınca mı biter?” diyerekten...

Açıkçası ben de çaktırmadan, dostluktan yana taraf tuttum.

“Dostluk başlayınca, asıl evlilik de o zaman başlamış demektir”e getirmek istedim.

Aşkın ve seksin bittiği yerde, başka bir şeyin başlaması gerekiyor donesiyle...

Hem de sıkı bir şey olmalı...

Yoksa...

Aşk-meşk bitti diye ayrılınsa...

Yani!!!

Ben bunları düşünürken Ali‘den bir mail geldi:

“Evlenmek için imza atmak, bir ilişkide anahtar almaya benzer.

Şayet evlilikten önce bir ilişki yaşanmışsa ve sonra evlenmeye karar verilmişse, bu aynen sevgiliyken anahtar almak gibidir.

Anahtarı vermenin (almanın değil) asıl sebebi nedir biliyor musun? İlişkiyi zirveye taşımak, birlikte daha çok vakit geçirmek filan değildir.

Anahtarı veren çoğu zaman erkektir. Amacı artık sevgilisine ulaşmak için daha az enerji ve vakit kaybetmektir.

Yani her buluşmadan önceki hazırlıklar, rezervasyonla uğraşmalar, hediye yahut çiçek için karar vermek, sipariş etmek bir hayli uğraş ve vakit gerektirir. Oysa anahtar verdiğin kişi artık kapıyı açtığın an elinin altındadır.

Düşünülmüş olan şudur; erkek yaşadığı ilişkiden memnundur, sevgilisi de gayet iyi bir kadındır ve artık o kadar merasime katlanmaya(!) gerek yoktur.

Anahtar vermek aslında ilişkinin duraklama dönemine girdiğinin göstergesidir. Erkeğin heyecanının kırılma noktasıdır ki erkek bunun farkında değildir.

Onun amacı kadının kalbine! girerken daha az uğraşmaktır.

Bu yüzden anahtar kabulünden sonra ilişki hızla bitişe gider. (Bkz: Anahtarın Laneti)

Bir ilişkide evlenmeye karar vererek (ki çoğu zaman teklifi erkek yapar) imza atmak da, aslında artık ilişkinin duraklama dönemine girdiğini, duygu trendinin yataya döndüğünü gösterir.

Trendin yönünün aşağı dönmesi ise kaçınılmaz sondur. Hatta trend çoğu zaman X ekseninin altına (eksiye) düşer ama evlilik bitirilemez. (Bkz: İmzanın Laneti)

İlişkide aşk eşittir sekstir. (İyisi şansına.)

Aşk gitmiş, seks bitmiş, dost kalsan ne yazar kalmasan ne yazar!”



İşte bu mail’i okuduktan sonra aklım başıma geldi.

Sıcaklardan mı nedir, biraz uyumuşum demek ki!

Şimdi bunu düşünüyorum:

Erkekler için dostluk önemli midir?

Yazının devamı...

Evlilik ne zaman başlar ne zaman biter?

Evlilere bulaşmayayım, onları acılarıyla baş başa bırakayım, “kendi düşen ağlamaz” deyip kafamı çevireyim diyorum ama olmuyor.

Bir türlü olmuyor...

Kafamı çeviriyorum, gözüm takılıyor...

Bir laf, bir olay beni yine oraya çekiyor.

Şimdi ne mi çekti?

Geçenlerde “kötü evlilik yoktur, sadece evlilik vardır” diye bir yazı yazmıştım. Orada ‘tehlike sinyallerinden’ bahsetmiştim.

O yazı üzerine bir mail geldi, aynen şöyle:

l “Biraz da Friedrich Nietzsche’nin ‘Evlilik aşk bittiği için değil, dostluk bittiği için tükenir’ sözü üzerinde dursanız...”

“Olur” dedim, “itin olur!”

Böyle demedim tabii, daha kibarca bir cevap yazdım.

Zaten ne zamandır aklımda bu konu vardı. Ne zamandır, biliyor musunuz?

Birkaç hafta önce iki ünlü, şimdi kim olduklarını tam hatırlamıyorum, yanak yanağa gülerek poz vermiş şunları söylemişlerdi:

l “Kanka olduk, boşanıyoruz.”

İşte o zamandan beri...

Yani...

Nietzsche ne demiş, bunlar ne yapıyor!

Hadi hemen “Koskoca Nietzsche mi bilecek, sen mi bileceksin?” diye olayı kestirip

atmayalım...

Bir daha düşünelim...

Nietzsche mi haklı, onlar mı?

Evlilik...

Dostluk bitince mi biter, dostluk

başlayınca mı?

Hadi ikisine de bir göz atalım. Basitçe inceleyelim mi?

Dostluk bitince ne olur, başlayınca ne olur?

İlkinden başlayayım. “Dostluk bitince”den...

Evlisin, âşıksın, hatta hâlâ sevişiyorsunuz bile ama dostluğunuz bitmiş. Yani mesela ne olmuş? Güvenmiyorsun ona...

Arkanı kolluyorsun...

Yalan söylüyorsun...

Yalan söylüyor, biliyorsun...

Falan, falan...

Ama gözün başkasını görmüyor...

Bir tek onu istiyorsun...

Ya da:

Evlisin ama artık eski heyecanın yok, hatta artık sevişmiyorsunuz bile ama iyi dost olmuşsunuz... Yani mesela ne olmuş?

Ona güveniyorsun...

Onu kolluyorsun...

O seni kolluyor, biliyorsun...

Konuşuyorsun...

Falan, falan...

Ama o eski heyecanları arıyorsun...

Birinin sana âşık olmasını özlüyorsun...

Hangisi acaba?

Hangi evlilik bitmiş, hangisi başlamış?

Sakın kimse, “hem aşk hem dostluk bir

arada olur” demesin.

Öyle bir şey yok! Kimse kimseyi ve kendisini kandırmasın.

İkisinden birine razı olsun!

Ya oturduğu yerde otursun ya da

gittirsin gitsin...

Aklınızı biraz daha karıştırayım mı?

Peki o halde, evlilik ne zaman başlar?

Yazının devamı...

Google’dan adam tanımaca...

Google’dan adamı buldun...

Veya bulamadın, fark etmez...

Aradın taradın, iyi kötü bilgiye sahipsin.

“İyi-kötü” diyorum çünkü hiç bilgi olmaması bile bir bilgidir.

Neyin bilgisi?

Adamın bilgisi!

Evet.

Adamın netteki konumu onun nasıl biri olduğu hakkında güzel ipucu verir bize...

Yani sıra geldi Google’dan adama tanımacaya...

“Yok artık!” demeyin...

“Adamı oradan mı tanıyacağız? Bu hale mi geldik!” de demeyin.

Hiçbir şey demeyin.

Sanki şimdiye kadar kendi yöntemlerinizle çok iyi tanıdınız!

Aynen aklınızdaki gibi çıktı!

Manavdan aldığın kavun-karpuz bile tahminlerini bu kadar yanıltmaz!

Gerçi sonradan “Belliydi aslında!” dediniz ama artık çok geç olmuştu değil mi?

Olsun.

Bundan sonra uyanık olun bari...

İşe adamı Google’dan arayarak başladın ya, şimdi onu nasıl tanıyacaksın, anlatayım...



Şimdiii.

Adamın...

- Kendi sayfası varsa...

Şöyle anlatayım; ben olsam almam. Bu adamda bir terslik vardır. Üstelik de o tersliği hemen anlayamazsın. Ya bencildir (yani aşırı bencil!) ya narsist. Nasıl anlatsam? Hıh buldum; adam ‘eller iyisi’dir. Büyük ihtimalle de cimridir.

- Face’te resmi varsa...

Resmini koymuş ama fazla bilgi de yoksa bu adam, adam olur. Ama bununla mesajlaşmaya falan uğraşma. Klasik bir adamdır, eski yöntemlerle cilve yapman lazım.

- Face’te resimleri varsa...

Tatil, doğum günü, barda, dağda falan resimlerini koyuyorsa bunun en az iki sevgilisi vardır! Ya da öyle olsun istiyordur!! (Heh hee...) Ruhen ya da bedenen çapkındır yani... Eğer ruhen çapkınsa hem eğlenir hem evlenebilirsin. Ama bedenen çapkınına düştüysen... Şanş!

- Resmi yoksa...

Bunu da almam. Kıskanç bir sevgilisi ya da karısı vardır. İkisi de yoksa daha beter. Asosyaldir, düzelmez.

- Hem face’de hem Twitter’da faalse...

Bu adamla başa çıkılmaz! Kıçı başı ayrı oynar bunun. Ama eğlenirsin. Sadece eğlenirsin! Kaptırma kendini derim ben!

- Hiçbirinde yoksa...

Ne Face, ne twitter... Adam kesin evli ve evli kalacak! Ya da çok çalışıyor ve hep çalışacak! Seninle bir işi olmaz ve olmayacak! Yolun başındayken “ayrıl” bu adamdan!!!

Bence böyle...

Netteki konumlarına göre adamlar böyle...

Peşinen yazayım:

Aynı kriterler kadınlar için geçerli değildir.

Onların farklı göstergeleri vardır.

Bilmiyorum...

Onları yazıp yazmayacağımı bilmiyorum...

Yazının devamı...

Google’dan adam aramaca...

Kadınlar birinden hoşlandığında...

Hatta bazen hoşlanması bile gerekmez, bir adam ilgisini
çektiğinde...

Sadece tipi değil...

Bazen sadece ismi, bazen yaptığı iş bazen de sadece sesi bile ilgisini çekebilir.

Yani bir şey, tek bir done içini kıpırdattıysa...

İşte o zaman...

Bir kadın ne yapar?

Adamın ismini soyadını Google’a yazar.

Google’dan adam aramaca...

Google’dan sonra Face’ten...

Artık adam hakkındaki eksik bilgi neyse...

Evli mi?

Ne iş yapıyor?

Peki kız arkadaşı var mı?

Varsa kim?

Neyin nesi?

Arkadaşları kimler?

Ortak arkadaş var mı?

Bakarlar...

Araştırma yaparlar...

Adamla (olacaksa) ikinci görüşmelerinde onun hakkında neredeyse her şeyi biliyor olurlar.

Bu iyi mi, kötü mü, sonra tartışırız...

Ondan önce çok fena bir durum vardır; onu anlatayım...

Şimdi, adamın ismini yazdı değil mi?

Aynı isimden Face’te bir sürü var.

Haydaa...

Tek tek açar hepsini...

Genelde şak diye o çıkmaz.

Resimsiz, bilgisizlerden biridir ama hangisi?

Daha da kötüsü var; adam Face’te değildir mesela...

Görsellere girer; saçma sapan resimler çıkar karşısına...

Adam hakkında bilgi almak için bu sefer değişik versiyonlar dener.

Nasıl?

Mesela adamın adı atıyorum, Mehmet Tan olsun.

“Mehmet Tan kimdir?”
“Mehmet Tan hakkında bilgi”yle başlar.

Oralardan farklı bilgi gelmez.

Artık abartmaya başlar:

“Mehmet Tan ve eşi.”

Tık!

Tıh, yok bir şey...

“Mehmet Tan tatil.”

Tatil siteleri açılmaya başlar. Bütün Mehmet blogları falan...

Sinir basar.

Bu arada kimbilir kaç saat geçmiştir...

Pekiii, bu durumda kadınlar ne yapar?

Bu durumda kadınlar ikiye ayrılır:

Hırs basanlar...

Ki onlar adamın peşini bırakmaz. Ne yapıp edip adam hakkında adamın bildiğiniden daha çok bilgi toplarlar...

İkinci grup ise:

15 dakikalık aramadan sonra doğru düzgün bir bilgiye ulaşamadıklarında, sıkılıp “adamdan ayrılırlar.”

“E, sen de ne çabuk ayrıldın ama...” diyenlere de savunması hazırdır:

“Ben elimden geleni yaptım. Aradım, aradım, aradım... Ama ondan ses seda yok. Çok bekledim, sabrettim. Hayatımı ona adayamazdım. Bu hatayı daha önce çok yaptım!”

Heh hee...

Ama...

Bir de hemen bulursa...

Tek tıkla...

Adam hakkında her türlü bilgi eline geçtiyse...

O zaman ne yapar?

Aldığı bilgilere göre değişir.

Adamın nasıl biri olduğu oradan da anlaşılır.

Netteki konumuna göre...

Nasıl mı?

Buna kısaca şöyle diyebiliriz:

Google’dan adam tanımaca...

Onu da anlatayım mı?

Yazının devamı...

Kötü evlilik yoktur!

Evet.

Kötü evlilik yoktur.

Sadece evlilik vardır.

Heh hee...

Yani aslında evliliğin iyisi kötüsü yoktur; evlilik evliliktir. İçinde şiddet, alkol olmadığı sürece birbirinden ayıramazsın.

Ayırmaman da gerekir.

Zaten neye göre ayıracaksın?

Neye göre, kime göre iyi veya kötü diyeceksin?

Kimi, adam çok karışıyor diye şikâyet eder, kimi karışmıyor diye...

Kimi, kadın titiz diye övünür kimine titizlikten gına gelir...

Bilemezsin yani...

Ama uzmanlar bıkmadan usanmadan evliliğe kriterler getirmeye uğraşıyorlar.

Şunu yapın, bunu yapmayın diye...

Bütün amaçları evlilikleri uzatabilmek.

Evlilikleri düzeltebilmek...

Şimdi de “Kötü evliliğin 8 göstergesi”ni bulmuşlar.

8 göstergeymiş!

9 değil, 7 değil...

Bakalım mı...



1- Eşiniz uyumaya gittiğinde siz televizyon izliyorsanız...

(Mecbursun çünkü! Evlendiğin yetmiyormuş gibi bir de aynı anda uykunun gelmesi gerekiyor!)

2- Biriniz uyurken diğeriniz yatakta kitap okuyorsa...

(Bak, televizyon seyrettirmez, kitap okutmazsan daha kötüsü başına gelir; hayal kurar. Artık ona da karışamazsın!)

3- “Neyin var?” sorusunun cevabı “Hiç” oluyorsa...

(Kimbilir kaç kere bozguna uğradı ki, ‘Hiç’ diyor! Zaten bir süre sonra o da sormamaya başlar.)

4- Dışarda buluşmamak için bahaneler üretiyorsanız...

(Dışarıda buluşacaksan niye evlendin ki!)

5- Eşiniz iş hakkında şikâyet ederken onun sıkıntısını paylaşmak yerine “yine iş...” diyorsanız...

(E, ama onun anlatacağı da hep aynı sorundur. Aynı kişi ve aynı sözler!)

6- Birbirinizin ailesini ziyaret etmekten hoşlanmadığınızı söylüyorsanız...

(Ne yani? Yalan söylesin daha mı iyi??)

7- Birlikte televizyon izliyorken sosyal paylaşım sitelerinde dolaşıyorsanız...

(Hangi TV programı başka bir şey yapmadan izlenecek kadar iyi ki!)

8- Çocuklar dışında konuşacak konunuz kalmamışsa...

İlişkinizi gözden geçirmenin vakti gelmiş demektir.

E, iyi...

Gözden geçirin bakalım...

Geçir geçir nereye kadar...

Şimdi bu kriterleri okuyan kimbilir kaç evli, “Keşke sadece bunlar olsa!” diye içinden geçiriyordur....

Kimbilir kaç evli, “bunlar kötü göstergelerse biz çoktan bitmişiz” diyordur...

Bozmayın moralinizi...

Kötü evlilik yoktur.

Sadece evlilik vardır.

Yazının devamı...

O zaman terk mi edelim?

Hadi bakalım, alın size empatik bir soru daha:

“Terk etmek mi zor, terk edilmek mi?”

Şimdi diyeceksiniz ki, “sen de taktın bu ‘terk’ olayına... Ayrılmadan yaşasak biraz da!”

Yaşayın!

Zaten yaşıyorsunuz da!

Zira bizim ahali ‘ayrılmayı’ bilmez.

Beceremez...

Bıçak kemiğe dayanana kadar bekleriz.

Çoğunlukla da bıçağın kemiğe dayandığını fark etmeyiz. Öyle yavaş yavaş, fare gibi üfleye üfleye, uyuştura uyuştura derine iner ki, o can acısı kaşıntıya dönüşür.

Biz de kaşınırız.

Kimi gider dışarıdan birine kaşıttırır kendini, rahatlar...

Kimi de evde sırtını duvara dayar, duvardan medet umar.

Eliyle uzanmaya çalışır...

Ama eli hiçbir zaman o kaşınan yere ulaşmaz.

Yavaş yavaş çoğalmaya başlayan azınlık da, ya terk eder ya da terk edilir.

İşte bu yüzden soruyorum; bakın bir daha tekrar ediyorum:

“Terk etmek mi zor, terk edilmek mi?”

Hadi bakalım, ölümlerden ölüm beğenelim...

Bir dakika!

Beğenmeden önce terkçilere şöyle bir göz atalım...

İkiye ayrılırlar:

- “Ben kimseyi terk edemem”ciler.

Ve:

- “Beni kimse terk edemez”ciler...

Kendilerine böyle bir tarz atfederler...

Niyeyse???

Kesin, terk edilme korkusundan....

Oysa ne fark eder ki?

Ha terk etmişsin, ha terk edilmişsin...

Sonuçta ayrılmışsınız ya!

Bu yetmiyor mu?

İyi de, ikisinin etkisi aynı mı?

Terk edenle, edilenin...

Aynı değil ama var.

Yani ikisi de sıkıntılı...

Hatta yarışırlar.

Birinin başı, diğerinin sonu kötü...

Yani terk edileni biliyoruz; acısı, hiddeti, hırsı o andan itibaren başlar.

Terk edeninki ise, onun iç daraltısı, sıkıntısı, suçluluk duygusu, korkaklığı o andan önce başlar. Epey önce...

Terk edilenin acısının geçmesiyle terk edenin acısının başlama süresi neredeyse aynıdır.

Kurar, kurar, kurar...

Kimbilir kaç kere teşebbüs eder.

Kimbilir kaç kere vazgeçer...

Kim bilir kaç kere kendisine yenilir.

Kimbilir kaç kere yutkunur.

Amma güzel anlattım ha! Birini terk edesim geldi!

Yok yok, terk edilsem daha iyi!

Bazıları da öyledir ya...

Terk edilmek için elinden geleni arkasına koymaz, sırf kendi terk edemediği için...

İşte sonra da, “ben kimseyi terk edemem” der.

Len sen çoktan bu ilişkiyi bırakıp gitmişsin; ruhun, aklın başka yerde...

Hatta çoğu zaman bedenin de...

Nereye terk etmiyon, kimi terk etmiyon?

Kimsin len sen?

Yazının devamı...

Terk edenle mi, edilenle mi?

“Bir önceki partnerini terk etmiş birisiyle mi yoksa terk edilmiş olanla mı çıkmak istersiniz?”

Dün tam burada kalmıştık...

Güzel soru...

En azından kimse, “ikisi birden“ ya da “hiçbiri“ diye tatsız cevap veremez.

Taraf olmak zorundasın.

The New York Times‘tan David Brooks‘un yazdığı araştırma konularından biri bu. Yani cevap elimde...

Esas cevap.

Bilim adamlarının bulduğu...

Ama isterseniz önce ben bu konudaki fikrimi yazayım.

Yoksa benimkini sona mı saklasam?

Evet evet... En son noktayı ben koyayım...

O halde araştırmaya göz atalım:

- Bilim adamları, erkeklerin, muhtemelen kendilerinin de terk edileceği korkusuyla, önceki erkek arkadaşını terk ettiğini öğrendikleri bir kadına daha az değer verdiklerini bulmuşlar.

Terk edileni tercih ediyorlar.

Ne ilginç değil mi?

Ama bence başka bir nedeni daha var. Yani erkeklerin, terk edilen kadınlara karşı olan ilgilerinin farklı sebebi de var.

Hatta tek nedeni...

Çünkü:

Daha kolay tavlarlar.

Kendilerini daha güçlü görürler.

Özellikle de yeni terk edilmiş kadın...

Çok hoşlanmasa da, yeni terk edilmiş kadın gördüklerinde bunların biti kanlanır. “Ben şuna bi yardımcı olayım“ havasına girerler.

Kadın o sırada sudan çıkmış balık gibidir ya, bunlar da alır o kadını, suya bir batırır bir çıkarır, bir batırır bir çıkarırlar.

Danalar!



Bakalım kadınlar hangisini tercih ediyormuş...

(Tercih edilecek hal kalmış gibi!)

- “Kadınlar, terk eden kişi olduğunu öğrendikleri erkeklere, muhtemelen bunun çekiciliğe işaret ettiğini düşünerek, daha fazla değer veriyor.”

Hayır, o öyle değil.

Yani çekiciliğe işaret ettiğinden falan değil.

Kendisi terk ettiyse, o kadına ilgisi kalmamış demektir de ondan...

Hatta büyük ihtimalle nefret ediyordur. Zira bunlar nefret etmeden terk edemezler.

Ya nefret edecek ya da terk edilecek yani...

Ama...

Terk edilen bir adam, o kadını ömür boyu yüreğinden silemez. Sevmese de, istemese de silemez. Ve bunu her kadın bilir.

Şunu da bilir:

O dana, o kadının peşini asla bırakmaz. Bir şekilde takip eder; nerede, ne yapıyor, hayatında biri var mı?

Gerçi onun için bu soruların cevabının hiçbir önemi yoktur.

Önemli olan şudur:

İçgüdüsel olarak hep onunla yatmak ister. Artık böyle ödeşeceğini mi düşünür, eşitleneceğini mi umar, bilmiyorum...

O da dana yani!!!



Şimdi gelelim benim fikrime...

Fikrim geldi!

Bir kere, terk eden hep terk eder!

Bir kere, terk edilen de hep terk edilir!

Daha da gelmem buraya! deyip, çeker gidermişim!

Terk edermişim...

Terk eden olayım, yalnız kalayım!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.