Şampiy10
Magazin
Gündem

Doğru sıralama

Konu yine nereden nereye geldi...

Benim planım aslında farklıydı...

Konuyu başka bir yere getirecektim. Danaların staj yapması gerektiğinden girip sonra da, “İlk hamleler”den çıkacaktım.

Ama gel gör ki, sıralamada takılıp kaldık.

İlişki sıralamasında...

Aşama önceliklerinde...

Bir erkeğe göre ideal sıralama şuydu:

1. Farkına varış. 2. Tanışma. 3. Kalbini verme! 4. Aşk. 5. İlişki

Böyle olmasını istiyorlarmış...

Ve hatta Türk kadınları bu sıralamayı bir türlü öğrenememiş.

Ama biz de bu sıralamayı, “Hadi len!” diye öylece atıvermedik. Bir düşünelim, tartışalım dedik. Yani diyorlar ki ve istiyorlar ki:

Hemen tanışalım, yatalım, iyiyse âşık olalım sonra da uyarsa ilişkimiz devam etsin...

Bu değil mi?

Sıralamanın meali bu.

Bakın, tarafsız ve tepkisiz kalmaya çalışıyorum. Ama yine de bir şeyler yanlış gibime geliyor...

Bu iş böyle yürümez!

İki taraf da böyle mutlu olmaz.

Zaten kızlar da diyorlar ki, “Onların sıralamasına uysak, bizi hafif kadın sınıfına sokarlar.”

E, haksız da değiller.

Dolayısıyla bizdeki sıralama da şuydu:

1. Farkına varış. 2. Tanışma için karar verme süreci. 3. Güvenme 4. Aşk 5. İlişki 6. Hak ettiğine karar verme. 7. Kalbini verme!’’

Tamam, bu da tuhaf...

Sıkıcı...

Ve hatta yanlış.

Adamın farkına varacak, neyin nesi araştırıp, Google’dan falan tarayıp tanışmaya karar verecek, sonra uzuuun çıkmalar başlayacak ve sürekli test edilecek. Güvenirse âşık olacak. Bu sefer de büyük aşkına, büyük kişiliğine layık olup olmadığı ölçülecek falan filan da kalbini verecek!!!

Benim bile içim daraldı.

Hayır, aşamalar tamamlanınca ayrılma vakti de gelmiş oluyor!

Yine kızlar, “Bizi bu sıralamaya iten yine erkekler değil mi?” diye tepki gösterseler de, bu da yanlış arkadaşlar...

Yanlış!

İki sıralamanın da eksiklikleri veya fazlalıkları var.

Elimizdeki malzemeyi iyi bir heykeltıraş gibi işlememiz gerekiyor... Ki ortaya şık, zevkli ve kaliteli bir durum çıksın.

Sonu gelmese bile, “İyi ki yaşamışım” diyebileceğimiz ilişkiler yaşansın.

Şimdi ben size her zaman olduğu gibi doğru sıralamayı vereceğim.

Uygularsınız uygulamazsınız, o sizin bileceğiniz bir şey...

1- Farkına varış

2- Hemen tanışma

3- Anlaşma

4- Aşk

5- Kalbini verme

6- İlişki

Budur...

Yazının devamı...

Danalar İtalya’ya, kadınlar...

Tam tahmin ettiğim gibi oldu...

“Danaları İtalya’ya staja gönderelim” diye yazdım ya, cevaplar hazır, hemen hepsi

“Asıl siz gidin” seviyesinde...

Yaratıcılıklarına her zaman hayran kalmışımdır!

Her seferinde beni böyle şaşırtırlar!

Ama hakkını yemeyeyim, arada bir yapıcı ve hatta düşündürücü fikirler de geliyor.

Onu sona saklayıp önce tepkililere bakalım.

Mesela demiş ki:

- “Adamlar İtalya’dan döndükten sonra şoka girecek. ‘İtalya’dakiler kadınsa, burdakiler ne o zaman?’ diyecek bence. Kaybeden hatunlar olur.”

(Tabii İtalya’da bir kadının yanına yaklaşabilirlerse! Bizimkiler bir garip havalara girip uzuuun uzuuun kesmeye hazırlanırken İtalyan hatunlar bunlara meczup muamelesi yapmazlarsa! Hatta belki dana bile zannedebilirler! Heh hee...)

Tabii ılımlı gibi davrananlar da var:

- “Konuyu tam da anlayamadım ama gene de danalara önerdiğiniz staja itiraz etmiyorum. Velakin düvelerin de danalar kadar görgülerini artırmak için staja ihtiyaçları var gibime geliyor. Danalarla beraber düveleri (dişi dana) de gönderseniz daha temiz bir iş yapmış olursunuz bence.”

(Bak, staja giden geri dönmez ama! İyi düşün, bunu anlayacağını sanıyorum!!!)

Laf çakanları atlamayalım...

- “O üç takım elbiseyi kaç farklı dana giydi kimbilir ama hiç giyilmemiş gibi davranacaksın yoksa cici kız nasıl olursunuz...:D Yersen.”

(Biz ne zaman ‘cici kadın’ oluruz biliyor musun? Siz cici kız aramayı bıraktığınız zaman... Ki bu da kurslarda var!)

Olayı genele yayanlar da var tabii...

- “Sayın Dilek Önder bacı. Uzun zamandır dana kelimesini kullanmadınız. Şimdi ‘danalara staj’ başlığı ile yazınızı okuduk. Askerlik görevini yapanlar erkek, güvenlik güçlerinin büyük kısmı erkek, devlet yönetim kadrolarında olanların büyük kısmı erkek, bakanlar kurulu erkek ağırlıklı, başarılı bilim ve tıp adamları erkek. Dünya bile erkek.”

(Efe dayı! Dünya onun için bu halde ya zaten!)

Ve sıra geldi yapıcımsı olana...

Ali de diyor ki:

n “Bizde kadın buram buram ev kızı kokar, en marjinali bile ev kızı kıvamındadır. Mecbur kalmamışsa yahut evlenmemişse anne evini terk etmez. Dişi olmayı (vamp değil) bir türlü beceremez. Bu yüzden sürekli bir özgüven eksikliği içerisindedir. Öncelikleri ve sıralamaları hep yanlıştır.

Şu sıralamayı bir türlü öğrenemez;

1. Farkına varış. 2. Tanışma. 3. Kalbini verme! 4. Aşk. 5. İlişki

Bizdeki sıralama:

1. Farkına varış. 2. Tanışma için karar verme süreci. 3. Güvenme 4. Aşk 5. İlişki 6. Hak ettiğine karar verme. 7. Kalbini verme!

Çok yanlış...

Sonuç olarak kadınımızın alması gereken yol uzun, aşması gereken dağ yüksek, yemesi gereken ekmek kırk fırın, örnek alacağı city Hollywood’tur.”

(Erkekler İtalya’yasa kadınlar Hollywood’a diyor da...

Ben oraya değil, sıralamaya taktım.

Doğru mu söylüyor acaba?

Yazının devamı...

Danalara staj

Diyorum ki:

Bizimkilere son bir şans daha versek mi?

Ama bu kesin sonuncusu...

Bunları yurt dışına staja gönderelim.

Artık orada da düzelmezlerse, günah bizden gitsin.

Çok büyük beklentim yok açıkçası ama belki, belki aralarından bazıları ayılır. Yani elini yüzünü yıkayıp kendine gelmesi gibi bir şey...

Gelir mi, gelir!

Gelmezse...

Kendi kaybeder!

Ben organizasyonu yaptım. Önce İtalya’ya sonra Fransa’ya göndereceğiz bunları...

Daha doğrusu, önce İtalya’ya, sonra baktın iş ciddiye gidiyor o zaman Fransa’ya...

Niye biliyor musunuz?

Başka türlü olmayacak da ondan!

Geçenlerde bana şöyle bir şey oldu:

Birden yabancılaşıp kendimize çemberin dışından bakmaya başladım. Ne gördüm biliyor musunuz? Trajikomik bir drama!..

Hem de her alanda...

Herkesin kendisini başrolde sandığı bir tiyatro oyunu...

Hiçbir şey gerçek değil.

Hiçbir şeyin ciddiyeti yok.

Üstelik o ciddi olmayanlar komik ve eğlenceli de değil. İşin trajedisi de burada zaten.

Hem de siyasetten ilişkilere kadar, her şey...

Ben kendi alanımla sınırlı kalıp şöyle bir tahlil yaptım:

Bir başlangıç olmuş, yanlış bir başlangıç. Bir değersizlik atmosferi oluşmuş sanki ve oradan nefes almaya başlamışız. Oksijenin içine onursuzluk, korkaklık karışmış.

İşin kötüsü vücutlarımız buna uyum sağlamış.

Anormal bir psikolojiye girmişiz ve birbirimizi, ilişkileri habire aşağıya çekmişiz.

Aşağı normal olmuş.

Şimdi orada debelenip duruyoruz.

Yanlışların içinde doğruyu bile aramıyoruz. Sadece tepki veriyoruz.

Kötü duyguların esiri olmuşuz.

Karı-koca ilişkileri gibi, hani yıllar sonra bir an gelir ve o soruyu sorarsın ya, “Biz ne zaman bu hale geldik?” diye...

Tam öyle işte...

Tam o andayız!

İşte bu yüzden ve bir umut, bizim danaları staja gönderelim diyorum.

Evet, önce İtalya’ya...

İtalya’da ne öğrenecekleri malum!

Hayır, o değil.

O da var, da... Önce giyim-kuşamdan başlayacaklar. Zevkli giyinmeyi, en azından tişörtlerini pantolonun içine sokmamayı falan öğrenecekler.

Mor pantolonun bile bir erkeğe nasıl yakışacağını falan...

Ahhh... Ah!

Ne diyordum ben???

Heh hee...

Sonra...

Yeme-içme kısmı var. Orada gurme kurslarına göndereceğiz bunları...

Bu arada kulakları mecburen biraz da olsa klasik müziğe, aryalara falan alışacak. Hatta biraz uzun kalsalar zevk almaya bile başlarlar da...

Veee...

Son olarak sırada kadınlarla ilişkiler var.

Bir kadına nasıl bakılır?

Nasıl bakılır da, yakılır...

Nasıl yanına gelinir ve neler söylenir?

Neler söylenmez?

Nasıl dokunulur?

Nasıl öpülür?

Nasıl...

Bütün bunları öğrenmeleri lazım.

Yoksa...

Bunlar var ya; iki ay bakacaklar, bakacaklar, bakacaklar...

Tanışmaya çalışacak, çalışacak, çalışacaklar...

İki laf etmeye uğraşacak uğraşacak, uğraşacaklar...

Sonra mesaj, mesaj, mesaj...

Üfff....

Biz o arada üç takım elbise dikeceğiz, haberleri olmayacak!

Heh heh hee...

Yazının devamı...

Gittim, geldim, ne öğrendim?

Hani bazı filmler vardır, izledikten sonra değişirsin...

Bazı kitaplar vardır, okuduktan sonra farklılaşırsın...

Bir şey kaparsın ondan.

Bir şey...

Ya zaten bildiğin bir şeydir de, o zaman dank eder ya da hiç bilmediğin bir şey...

O filmden, o

kitaptan arda kalan tuhaf bir

heyecandır.

Tarifi zor.

Ama sende bıraktığı duygu şudur:

İştahın artar...

Öğrenmeye ve yaşamaya iştahın artar...

Ondan biraz

daha istersin...

Biraz daha...

Dünya, çevrendeki insanlar, evin, sevgilin, eşin, kedin, işin aynıdır ama sen eski sen değilsindir...

Yolun değişmiştir artık!

Ama bunu da bir tek sen bilirsin...

İş, onu unutmayıp

sıkıyorsa uygulamaktır.

Yoksa...

Sıkıcı hayatına devam edersin.

Bazı yolculuklar da

böyledir.

Bir şey, bir şeyler

öğrenip dönersin.

Heyecanlı, iştahlı ve farklı...

Zaten öğrenmeden ya da bir şeyler dank etmeden dönüyorsan, o gitme gitme değildir.

O tatil tatil değildir.

Çok mu uzattım?

Peki.

Şimdi size, “Bu gidişimden neler öğrendim?”i

yazayım...

Bakıp gülümsedikten sonra 30 saniye içinde girişimde bulunmayan adamlarla hiiç uğraşılmayacak...

Girişimde bulunmayı bırak, bir de üzerine havalara giriyorsa, açıkça hor görülecek.

Kendine

bakmayan adama

bakılmayacak...

Dünyada gerçekten de yakışıklı -ve adam-lar olduğu hatırlanacak.

Hem yakışıklı hem de neşeli adamlar...

Fırsat buldukça gidilip onlara bakılacak.

Kalbini birine vermen gerekiyorsa onlara

verilecek.

Daha çok spor yapılacak.

Kıçı kalkık bütün adamlara, “Niye ki?”

muamelesi uygulanacak.

Sıkıcı ve neşesiz insanlardan uzaklaşılacak.

Sağlık dışında hiçbir şey ciddiye alınmayacak.

Türkçe müzik

dinlenmeyecek.

Bir erkek için üzülünmeyecek.

Bir erkek veya daha fazlası için sevinilecek.

Süslenilmeyecek.

Beyan esas alınacak.

O gün esas alınacak.

10 küçük parça yerine 1 iyi parça alınacak. (Giysi anlamında!)

Duygusal ve fiziksel abartıların basit ruhlara ait olduğu unutulmayacak.

Yani hiçbir duygu abartılmayacak...

Takılıp kalınmayacak...

Uzatılmayacak...

Ertelenmeyecek...

Değerine göre ederi verilecek. (Bu giysi için

değil!)

Bütün bunlar “Önümüze gelene...” veya “Vur patlasın, çal oynasın” diye algılanmayacak.

Yani...

İyi bir tatildi...

Geldim.

Yazının devamı...

O hesap kesilir!

Madem ki konu hesap kesmeye kadar geldi...

Hem de nereden?

Taa güzel öpüşmekten hesap kesmeye kadar geldik ya, bize de helal olsun!

Ama hayatta da sıralama aynen böyle değil mi?

Önce öpüş-kokuş sonra hesap...

Yani kimse, önce hesabı kesilip sonra öpülmüyor!

Ha, öpe öpe hesabı kesilenler hariç tabii!!!

Konuya öpüşmelerden girip “yarım kalan şeyler“den hesap kesmeye kadar gelmiştik.

“Yarım kalan her şeyin hesabı bir gün kesilir” demiştim.

O kadar da eminim yani!

Sen de kesersin...

Senden de kesilir...

Ama hiçbir hesap açık kalmaz!

İlahi adalet gibi bir şey yani...

İyi ya da kötü her ne varsa...

Kötüleri kısa geçelim...

İntikamı yani...

Hatta hayatta da es geçelim. Niye biliyor musun?

Çünkü sen intikam için hiçbir şey yapmasan da, kılını bile kıpırdatmadan hayatına devam etsen de, onun hesabı nasıl olsa kesilecektir.

Mutlaka!

Üstelik öyle senin bilmediğin yerlerde ve zamanlarda da değil.

Görürsün ya da duyarsın.

İşte sırf bu yüzden içini boşu boşuna kinle doldurma. O kötü duyguları sen alma.

Bırak...

Bekle...

En azından adisyonun kopyası sana gelir!

Gelelim güzel hesaplara...

Yarım kalan güzelliklere...

Başlamadan biten, tam yaklaşırken uzaklaşan tutkulara...

Uzaklaşan.

Çünkü tutkular kaybolmaz, sadece bir süreliğine uzaklaşabilir senden.

Sonra bir gün, hiç beklemediğin bir anda...

Ya da kimbilir, taammüden...

Belki hemen belki de yıllar yıllaaaar sonra karşına çıkar.

O an var ya, o an...

Her şey bıraktığın gün, ayrıldığın an gibidir.

Bedenin ondan sonra yaşadığın bütün benzerlerini sıfırlar, o dakikaya döner.

Sanki aradan onca yıl, onca insan geçmemiş gibi...

Sanki hiç yıpranmamış, hiçbir şey öğrenmemiş ve o ara hiç yaşanmamış gibi...

O zaman utandıysan yine utanırsın...

O zaman korktuysan yine korkarsın...

O zaman kalbin yerinden fırlayacakmış gibi atıyorsa, yine atar.

Yani yarım kalmaz.

Onu da tamamlarsın.

İyi ya da kötü tamamlarsın.

O hesap da mutlaka kesilir!

Hiç unutmadığın ama uğruna hayatı hiç sekteye de uğratmadığın her neyse...

Geçmiş hanendeki bir odada sırasını bekler.

Ama size bir haber vereyim.

İyi bir haber:

Sen unutmazsın ya...

O da unutmaz!

Gelir.

Mutlaka gelir!

Yazının devamı...

Yarım kalan şeyler...

Şeyler...

Neler mesela?

Yarım kalan neler?

Yarım kalan ilişkiler...

Yarım kalan aşklar...

Yarım kalan sevişmeler...

Yarım kalan öpüşmeler...

Bunların içinde en fenası hangisidir?

“Herkese göre değişir” diyeceksin... Ve yanılacaksın! Çünkü bunların içinde biri var ki, asla geri dönmek istemezsin.

Onun dışındakiler yarım kaldığı için aklın, ruhun onun devamını ister. İyi ya da kötü ama tamamlansın istersin. O sonu özlersin.

Ama o birini var ya...

Yarım kalan sevişmeleri...

Onu hiç ama hiç özlemezsin.

Kendisini istetmeyen bir yarım kalandır o.

Tamamlamak istemezsin.

Geriye dönüp o ana baktığın zaman gülümsemezsin hatta yüzünü buruşturursun; “Igh...” diye...

Ne romantik ne de komiktir.

Asıl soru şimdi geliyor:

“Peki en güzeli hangisidir?”

Yaa...

Hadi bunu cevapla kolaysa!

Sanki hiçbiri gibi değil mi?

Sanki yarım kalan hiçbir şey güzel olmazmış gibi değil mi?

Ama hayır, bilemedin...

Bunların içinde yarım kalmasına rağmen güzel olan bir şey var.

Hem de çok güzel!

Hangisi biliyor musun?

Hiç uzatmadan yazayım:

Yarım kalan öpüşmeler...

Hatta başlamadan biten öpüşmeler daha da tatlıdır.

Hani dün, “Öpüşmek güzeldir” diye yazmıştım ya, kesmedi...

En güzelini de atlamayayım dedim.

İyi yapmış mıyım?

Şimdi diyeceksiniz ki, “Öpüşen var, öpüşemeyen var! Üzerimize gelme!“

Olsun.

Siz de, hayal kurun. Kendi kendinize oyunlar oynayın; eskilerden en güzelini seçin falan...

Yarım kalan birini...

Veya o bir türlü başlamayan bir öpüşme anını...

Var ya, öpüşsen o kadar güzel olmayabilir!

Hani anlar vardır; oraya giden yol daha güzeldir, tam öyle...

Bir şey olmuştur ya da o bir şey olmamıştır ve yarım kalmıştır.

Yarım...

Sana yaklaşmıştır, sen ona yaklaşmışsındır...

İkiniz de biraz sonra olacakların farkındasınızdır.

Ama olmamıştır.

Yarım kalan hiçbir şey, hiç kimseyi onun kadar tatlı gülümsetemez.

Yarım kalan hiçbir şey, onun kadar naif, onun kadar temiz olamaz.

Çünkü içinde ne kızgınlık ne intikam ne yenilgi ne de zafer var...

Ama bir şey söyleyeyim mi?

Bu hayatta hiçbir şey yarım kalmaz!

İyi ya da kötü şeyler...

Hiçbiri...

Hesap mutlaka kesilir!

Yazının devamı...

Öpüşmek güzeldir...

Hele yeni birisiyle...

Yeni tanışmışsın, birbirinizden hoşlanmışsınız ve birkaç çıkıştan sonra...

Evet, galiba öpüşmelerin en güzeli bu! Yeni birisiyle, ilk öpüşme...

Yok, yok! Düşündüm de, ilk 3 öpüşme...

Hatta favorim üçüncüsü...

İlkini yabancılık, etki-tepki ölçümü, hiç inanmadığım ten uyumuyla geçersek, ikinci veya üçüncüde olayın tavan yapması gerekir.

Çiftine göre değişir tabii...

Yasak ilişkilerde veya oraya varış süresi uzarsa, ikincisi en iyisidir.

Hatırlasana...

Kalbinin yerinden fırlayacak gibi küt küt atışını...

Onun sana yaklaşmasını...

Dudaklarına bakışını...

Hooop!

Yeter. Orada kal!

Bu kadarını

hatırla...

Daha ileri gitme!

Ama üçüncüye kadar beklediysen...

yani zaten üçüncü de tutku etkisi yapmazsa, boşuna uğraşma.

Daha da olmaz!

“Hiç yoktan iyidir” diye de yapma! Olaydan soğumaya, yabancılaşmaya başlarsın.

Hatta “kimseyi bulamamalar“ bu yabancılaşmadan doğar.

Kalbin eskisi gibi hızlı atmamaya başlar...

Şimdi diyeceksiniz ki, “uzmanlık alanın mı?“

Hayır.

Uzmanlık öyle olmaz, şöyle olur; alın size öpüşmek üzerine yapılan bir araştırma.

Tabii benim parantez içlerimle birlikte...



-“Erkeklerin yüzde 37’si öpüşürken gözlerini açık tutar. Kadınların ise yüzde 97’si kapatmaktan yanadır.”

(Göz kapama yüzdesi, duygusallık yüzdesiyle aynı orandadır. Yani gözler ne kadar kapanıyorsa o kadar duygusallaşılır. Ona göre...)

-“Bir dakika süren öpüşme

26 kalori yakmanızı

sağlar.”

(Bir dilim karpuz kadar! Yani amaç saptırmaya değmez. Sporun yeri ayrı, bunun ayrı!)

-“İki işi öpüşürken vücuttaki tüm kasların çalıştığı araştırma sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.”

(Ne acayip değil mi? Dudağın öpüşüyor, her yerin çalışıyor!)

-“Kendi saç renginize sahip birisiyle öpüştüğünüzde daha tutkulu olduğu söylenmektedir.”

(İnsana en çok yakışan, saçının rengindeki kıyafettir. Bu da benim tespitim. Ama konuyla ilgisi yok, o ayrı!)

-“Zifiri karanlık da olsa beynimizdeki nöronlar karşımızdakinin dudaklarının yerini belirlememizi sağlar.”

(Özellikle evlendikten sonra! Ama ilk üç öpüşmede önce dudaklara bakılır ya! Sanki bakmasa bulamayacak!)

-“Bir öpücük acıyı azaltmada morfinden 10 kat daha etkili olabilir. Çünkü öpüşmek vücutta bulunan doğal ağrı kesicileri devreye sokar.”

(Artık, “Başım ağrıyor!“ da diyemeyeceğiz yani!!)

-“Normal şartlarda bir insan hayatının 14 gününü öpüşerek geçirir.”

(O da 40 yaşına kadar herhalde!)

“Hindistan’da bıyıklı bir erkeğin birini öpmesi hâlâ teknik olarak yasa dışıdır.”

(Hepimiz Hintliyiz!!!)

-“Orta Çağ’da İtalya’da öpüşürken görülen bir çift evlenmeye zorlanabilirdi.”

(O yine iyiyimiş! Bizde hâlâ bu yüzden cinayet işlenmiyor mu?)

-“En ünlü öpüşme sahnesi Gone with the Wind filminde Clark Gable ve Vivien Leigh arasında yaşanmıştır.”

O da ne sahnedir ama!..

Yok yok...

Gerçekten de öpüşmek güzeldir...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.