Şampiy10
Magazin
Gündem

Mükemmel yalan var mıdır?

Hemen cevabını vereyim:

Vardır.

Peki, mükemmel yalancı var mıdır?

Hayır.

İnsan hayatında çok yalan söyleyebilir ama bunlardan sadece ikisi, üçü mükemmeldir.

O da akıllıysan...

Ama bir kere dahi yakalanırsan, bir daha yalan söyleme hakkın olmaz.

Bu yüzden mükemmel yalancı yoktur.

Yani yalan söyleyebilirsin ama yalancı olmayacaksın.

Hani her yerde, “Yalan söyleyeni nasıl anlarsınız?“ın ipuçları verilir ya...

Ben tam tersini yapacağım; size mükemmel yalan söylemenin tüyolarını vereceğim.

Bugün kötülüğüm üzerimde!

Gerçi yalan, çoğu zaman iyi niyetle söylenir, hani tatsızlık çıkmasın...

Karşısındaki kırılmasın diye!

Onun için iyi yalan söylemek lazım.

Başlıyorum...

Bunun aslında tek kuralı vardır, gerisi teferruattır.

İnanmak...

Söylediğin yalana önce kendin inanacaksın. O kadar inanacaksın ki, gerçeği unutacaksın.

Hayat senin için de o yalan üzerinden devam edecek!

Niye en önemlisi bu biliyor musunuz?

Çünkü insanlar yalanı, yalancıyı hemen anlar. Kendisi de söylediği veya o yalanı beklediği için midir nedir, yalanı hisseder.

Daha doğrusu yalan söylediğini...

Ve bu hisler hep doğru çıkar.

Ama sen inanırsan, herkes de sana inanır.

Önemli bir şey daha var; hem de çok önemli!

Karşındakini aptal yerine koymayacaksın.

Zekâsına hakaret etmeyeceksin.

Bunun şu yararı vardır; sana inanmasa bile katlanabilir. Ama aptal yerine koyarsan, işte ona katlanamaz.

Buna dikkat et!

İyi bir yalan seç.

İki çeşit yalan vardır:

1- Bütün detayları en ince noktasına kadar düşünülmüş.

2- Yalan olamayacak kadar saçma!

Dikkat edeceklerin şunlar:

- Detaylı yalanı tercih ediyorsan bunu bir satranç oyunu gibi düşüneceksin. 10 hamle ilerisine kadar düşünüp planlayacaksın. Gelebilecek her türlü soruya cevabın olacak. Ama hiçbir zaman hepsini birden söylemeyeceksin. Tek tek... O da, sorarsa. O sormadan hiçbir detayı söyleme. İki detay birden verme.

- Saçma olanı seçeceksen de, tutarlı olmaya dikkat et. Maddi hata yapma. Devamlılıklara özen göster. Mesela saatler ve mekânlar birbirini tutsun.

İkisinden birini seç.

Sonra...

Gelelim detaylara...

- Yalan söylediğini ima ediyor ya da açıkça söylüyorsa, sinirlen. Gerçekten iftiraya uğradığını hayal et ve o zamanlar ne yapıyorsan, onu yap.

- Sakın ha, sakin sakin yalanının detaylarını anlatmaya başlama.

- Ha, bir de olamayacakmış gibi gerçekleri de söyleme. “Tabii, geç geldim çünkü karılarla fink atıyordum”, “Tabii geç geldim çünkü adamlarla flört ediyordum!” gibi...

- Alttan alma!

- Ama aşırıya da kaçma.

- Yukarı bakma.

- Aşağıya da bakma.

- Bir şeyler yapmaya kalkışma. Kendine kahve yapmak, su koymak vb.

Hatta eline bir şey de alma ki, huzursuzluğun belli olmasın.

- Gözlerini ondan kaçırma.

- Becerebilirsen, “Sen ne diyorsun?” der gibi bak!

- Ses tonunu ayarlayabilirsen, “Detaylı soruların varsa sor; hazırlıklıyım” de!

Yani:

Yeter ki kendin inan.

Unutma:

Yapabilirsin!

Yazının devamı...

Tek başına tatil

Sanırım bekârların bir tatil sıkıntısı olduğunu kabul ettik.

Sıra geldi bunu çözmeye...

Yani tek başına tatil yapmaya...

Ben size bunun tüyolarını vereceğim...

Ama önce tek başına tatil yapma fikrine alışmanız ve insanları alıştırmanız gerekiyor.

Önce tek başına tatil ne değil, onu yazayım.

Tek başına tatil yapmak, bir meydan okuma değil.

Tek başına tatil yapmak, övüneceğin bir durum değil.

Tek başına tatil yapmak, utanman gereken bir durum da değil.

Tek başına tatil yapmak, sadece bir durum!

Bunu iyice belleyin!

Tıpkı, “Arkadaşlarınla tatile çıkmak” kadar doğal.

Bunu kabul ettikten sonra gerisi kolay.

Sen kabul ettikten sonra, ki bunu samimi olarak yaparsan, herkes kabul eder.

Sen sevdikten sonra herkes sever.

Sen saygı duyduktan sonra herkes saygı duyar.

Hayatta başka durumlarda olduğu gibi...

Sadece samimi olman yeter!

“İyi de, ben bunu nasıl sevip kabul edeceğim?” diye soruyorsunuz, değil mi?

Cevabı basit:

Alışarak...

Biliyorum:

Tıpkı boşanmak gibi!

Hani öncesinde korkarsın ya...

Hep yalnız kalacağını, acı çekeceğini zannedersin de, biraz geçince, “Ne aptalmışım!” dersin, her şey çok güzelleşir; onun gibi!

Evet ya, bu tek başına tatil yapmak, tek başına yaşamaya benziyor.

Ya keyfini çıkarırsın ya da hayatı kendine zindan edersin.

Ya tek başına tatile gidersin ya da tatilini zindan edersin!

Üstelik tek başınalık gerçekten hoş bir şey...

İşin özünü kaptıktan sonra tabii...

Zaten artık bütün dünya bu yolda...

Yolda...

Seyahat edenler bilir, bazı internet siteleri vardır; gideceğin yerler hakkında her türlü bilgiyi verir. İşte o sitelerde bir de, gezginci yorumları vardır. O yer hakkında herkes yaşadıklarını yazar, puan verir. İyisiyle kötüsüyle...

Güzel olan ise, yorumcuları sınıflandırmalarıdır. Yani o yorumu kim yapmış? İki sevgilinin beklentisiyle, seninki aynı olmayabilir.

Sınıflandırmalar da genellikle şöyledir: Küçük çocuklu aile, büyük çocuklu aile, arkadaş grubu, genç çift, olgun çift...

Veee...

Yalnız gezginler!

Anlatabiliyor muyum?

Üstelik bu yeni bir uygulama değil, yıllardır var.

Yani yıllardır insanlar yalnız başına gezilere gidiyor.

Ha, ben henüz gitmedim.

Ama gideni gördüm.

Daha geçen kış, genç bir kadın üstelik Türk, tek başına Venedik Karnavalı‘na geldi. Çok da keyifliydi...

Hiiiç öyle düşündüğünüz gibi bunalım takılanlardan ya da arananlardan falan değildi. Zaten onlar yapamaz!

Onların yeri havuz kenarı.

Havuzun kenarına oturur, ayaklarını suya sokarlar. Ama dimdik otururlar. Ya da bağdaş kurarlar. Sanki güneş yağı reklamı için poz veriliyor! Ellerinde mutlaka bir kitap vardır. Kitabın adı da, “Dinginliğin Sırrı” gibilerinden bir şeydir. O anda içinden, “Dingilteceksin ki anlasın“ dersin yani! Dedirtir.

Neyse onlar ayrı konu.

Yani ben henüz tek başıma tatil yapmadım ama hazırlıklıyım.

Nasıl yapılır biliyorum. (Tatil!)

Onu da anlatırım...

Ama önce şurada anlaşalım:

Tek başına tatil yapmak yalnız tatil yapmak demek değildir!

Tıpkı tek başına yaşamanın yalnızlık olmaması gibi!

Yazının devamı...

Tatil sancısı...


Şu sıralar tatil sancısı çekenler...

Yani kimler?

Evli olmayanlar...

Ha, evliler de çekiyor ama onların sancıları başka yerde!

Ayrıca şu anda bizi ilgilendirmiyorlar!

Bize ne?

Hem evlenirler hem dırlanırlar!

Yetti artık!

Gideceksin, sıkıla sıkıla tatilini yapacaksın ve döneceksin. Senin başka çaren yok!

Onların durumunu böyle özetleyerek (şimdilik!) evli olmayanlara ve hatta tek başına yaşanlara dönelim.

Kışın hâlleri çok keyifli de...

Yaz tatili gelince...

Heh heee... Hepsinin suratı asılır.

Herkesin birbirine, “Eee? tatilde ne yapacaksın?” diye sorduğu dönemlerde, yaz başında yani, bunlar bunalıma girer.

Ama o anlar için takındıkları bir yüz ifadesi ve ona uygun bir de cevapları vardır.

Yüz ifadeleri birden şu şekli alır:

Limon yemiş gibi, ekşimiş bir surat, gülüyor mu ağlıyor mu ayırt edilemeyen dudak kıvrımı ve yukarıya ama sonsuza dönmüş bakışlar...

“Ben bi istiim var ya” der gibilerinden...

“Hah! Benim için tatil ne ki? Elimin kiri!” havasında; “ya henüz karar vermedim; bakalım yapacaz artık bir şeyler!” gibi afaki konuşmalar yaparlar.

Böyle bir-iki soruya denk geldikten sonra, onlar için gizli gizli çalışmalara başlamanın zamanı gelmiştir.

Önce hayalinde kim varsa ya da kendi kendine kimi layık gördüyse laf arasında ona teklif götürür.

“Ya, ne yapacaksın tatilde?” diye sinsi sinsi yaklaşaraktan...

Ve yüzde 99,9 reddedilir.

Sonra düşer...

Cep telefonundan harf sırasına göre, kiminle tatile gidebileceğini aramaya başlar!

Salak!

Sanki tam tatillik biri var da, aklına gelmiyor!

Bulamaz tabii...

Çünkü öyle her kırığıyla tatile gitmek istemez.

Bu sefer arkadaş aramaya başlar.

Onu da bulamaz.

Belki bir-iki evli çift arkadaşı onu bir yerlere davet eder ama...

Bu da ona layık bir tatil olmaz!

Sonunda...

Ya annesinin yazlığına gider!

Ya içine sinmeyen bir arkadaşıyla takılır. Ama bunu da asıl tatili o değilmiş gibi yapar!

Ya hiçbir yere gitmez, yaşadığı şehirde kalır.

Ya da...

Yalnız başına tatile çıkar!

Yerse tabii...

Yer mi?

Ehh...

Henüz buna çok hazır değiliz ama bu fikir hayatımıza girdi girecek!

Yani düşünüyoruz ama nerede neyi nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.

E, o cesaret de yok!

Tek tük var da...

Genel olarak yok!

Yani artık tek başına tatil yapmanın püf noktalarına değinmemiz lazım.

Yazının devamı...

Yazı geri alabilmek...

Herkesin tatili kendine...

Öyle tabii...

Herkesin tatil kavramı başka.

Ama ilk akla gelen nedir?

Dinlenmek...

Bütün sene çalışılıyor ya, dinlenilecek!

Ne demekse!

Yatar, uyur dinlenirsin. Bir vücut bir hafta, on gün yatmaz ki! Yani onun (vücudun) dinlenmesi en fazla iki gün sürer.

O halde...

Önemli olan kafanın dinlenmesi...

Kafanın dağılması...

Uzaklaşması...

Hııı...

O kafa nasıl dinlenir?

İşte orada tercihler ortaya çıkıyor.

Değil mi?

Değil işte!

Artık değil!

Maalesef değil!

İki türlü değil...

Maddi ve manevi!

Yani...

Önce maddi kısmına bakalım.

Türkiye’de de dünyada da mali kriz yaz tatilimizin içine etti.

Hayır, “paramız yok, tatile çıkamıyoruz” demiyorum.

Bugünlerde sadece iş buldukları için bile mutlu olanlar, işten uzun süre ayrı kalırlarsa patronlarının işe yaramadıklarını düşünmesinden korkuyormuş.

Bu yalnızca yeni iş bulanlar için geçerli değil tabii...

Özellikle iyi konumdaki yöneticiler için de böyle.

Tatil yapmayarak göze girmece...

Zaten bu durumla o kadar fazla özdeşleşildi ki, tatil yapma fikrinden ve duygusundan da koptular.

Artık kendileri istemiyorlar.

Suçluluk duyuyorlar ve tatil tatil olmaktan çıkıyor.

Hem suçluluk duyuyorlar hem de zevk almıyorlar.



Gelelim işin manevi tarafına...

Bu tatil fikrinden uzaklaşmanın başka iki nedeni daha var:

Biri, tatili sevmediklerini iddia edenler...

“Yok ya, hiç sevmem tatili, iki-üç günlük kaçamaklar bana yetiyor” diyenler...

Ama...

Sevmiyorsa bir nedeni vardır!

Ha, ne olabilir?

Ya karısından/kocasından hazzetmiyordur. Karısı/kocası ve çoluk çocuk tatil onun için eziyet demektir.

Ya sevgilisi vardır...

Ya işine takmıştır.

Sağlıklı değildir yani!

Sevmiyor değil, sevemiyordur!

İkinci nedense birlikte tatil yapacak kimse bulamayanlar...

Sevgiliyi geçtim, arkadaş dahi bulamayanlar...

Tek başına tatil fikri de bize henüz çok yabancı, ee?

N’olacak şimdi?

Yani bu tatil işi iyi de, çıkabilirsen!

Mesela Amerika’da artık turizmciler seyahat programları yerine çalışanları tatile çıkması için teşvik edici reklamlar vermeye başlamış.

Düşünün artık!

Artık tatil yapmak da çok zor.

Ne tuhaf değil mi?

Kendi kendimize yaz tatilimizi yok ediyoruz.

Ama artık bunun farkına varıp, yavaş yavaş silkinmeye başlayanlar var:

Yazlarını geri almak isteyenler...

Yazının devamı...

Dövme var, dövme var!

Biz bugün dövmelerden bahsedeceğiz.

Vücuda işlenen dövmelerden...

Gerçi ikisi de vücuda işliyor ama...

Şu anda düşündüm de, aslında ne çok ortak yönleri varmış. İkisi de yapılırken acı veriyor ama sonra geçiyor. İkisinin de manevi değeri var! İkisinin de izi kalıyor. İkisi de insan hayatında önemli bir şeye işaret ediyor. İkisinin de hem sahtesi hem gerçeği var.

Şimdi öğrendiğime göre de, Eski Yunanlılar ve Romalılar, “barbarlara özgü bir uğraş“ saydıkları dövmeyi suçlularla kölelere yaparlarmış. E, şimdi de böyle ve ikilememize de uyuyor. Yani kalıcı dövmeden değil, vücut süsü dövmelerden bahsedeceğiz...

Yalnızca dövme olsa iyi! Kadınların ve erkeklerin karşı cinste neleri sevip sevmedikleriyle ilgili bir araştırma yapılmış.

Önce erkekler...

Bakın şimdi kadınlarda nelerden hoşlanmıyorlarmış.

Sırayla yazıyorum:

1- Dövme

2- Ağız kokusu

3- Sigara tiryakiliği

4- Aşırı sayıda piercing

5- Tırnak yemek

Saçmalığa bakar mısınız?

Ağız kokusu, dövmeden sonra geliyor!

Bence şu ‘ağız kokusu’ şıkkını çıkaralım. Zaten kim sever ki! Niye şıklar arasında var, o bile belli değil.

Evet onu çıkarırsak... Ne kaldı geriye?

Şu:

Dövmeleri, piercing’leri olan, elinde sigara ve tırnak yiyen bir kadın...

Bu kadını tamamlayayım mı?

Simsiyah kısacık saçları var. Şort giymiş, mini şort... Gülüyor... Ayrıca hem cin gibi hem de gizemli bakışları var! Hayatı da öyle gibi!

Valla ben erkek olsam bu kadını...

Severdim.

Kadın belli ki sorunlu! Meseleleri var. “Tabii ki de!” demiyor, “Ne dedin sen?” diye soruyor... Ama tabii nerede o yürek???

Onu sevecek yürek!



Gelelim kadınlara...

Onların hoşlanmadıklarına...

Onları da sırayla yazıyorum:

1- Sakal ve bıyık

2- Ağız kokusu

3- Aşırı sayıda piercing

4- Dövme

5- Sigara tiryakiliği

Burada da ‘ağız kokusunu’ atıyorum. Ne yani? “Adamın ağzı koksun ama sakalı bıyığı olmasın” yeter mi?

Aşırı sayıda piercing’i de atarsak ben bu adamı alırım!

Heh hee...

Ama dövmesi öyle kelebek kondurmuş gibi olmayacak!

Belli, adam cimri değil.

Belli; adam rahat, takıntısız...

Kıskanç da değil. Orada da iyi!

İyi iyi...

Belli.

“Şimdi, bütün bunları nereden anladın?” diye soracaksınız. Onu da sonra anlatırım.

Yazının devamı...

Hem de doludizgin!

“Bu zamana kadar bu denli doludizgin bir cinsel hayatım olmamıştı.”

Bu sözler tabii ki bana ait değil!

Bunları söylemek için önümde daha çook uzun yıllar var, yani bir umut var!

Heh hee...

Okumuşsunuzdur, Jane Fonda söylemiş; 74 yaşındaki Jane Fonda!

Acaba bunadı da öncekileri hatırlamıyor mu?

Hani en iyi tarafı, her gün yeni insanlarla tanışmakmış ya, o da sevgilisiyle her gün başka birisiymiş gibi mi yatıyor, ne?

Hep ilk günkü gibi!!!

Heh hee...

Yok ya, o da iyi değil. Hep 5. gün gibi olsa...

5 iyi değil mi?

İyi iyi...

Bir de şimdiye kadar üç kez evlenmiş. Kocaları da öyle eften püften adamlar değil ha! Bakar mısınız, ilki Roger Vadim, ikincisi Tom Hayden, üçüncüsünü biliyorsunuz Ted Turner.

Hadi Ted Turner’ı geç, 74 yaşında. Hadi evlendiklerinde de 65 olsun...

Geç...

Zaten adam işten güçten ona fırsat bulamıyordur. Daha doğrusu çok hırslı adamlar, bir süre sonra seksten zevk almaz. Çünkü iş yaparken adrenalinleri öyle çok yükselir ki, hiçbir kadın o kadar yükseltemez!

Bu yüzden onlar ya fahişeleri ya da rakiplerinin karılarını... Severler.

En uzun evliliğini ikinci kocası Tom Hayden’la yapmış. O da bir aktivist ve siyasetçi...

Hani sadece aktivist olsa bir derece ama hem aktivist hem siyasetçi!

E, ilk evliliği en iyisiymiş, Roger Vadim...

İkisi de genç, güzel ve ünlüler. Ama demek ki olmayınca olmuyor...

Akılları başkalarına kaydı herhalde.

Jane Fonda üç evliliğinin de niye başarısız olduğunu çözmüş. Kişiliğini romantik ilişkileri çerçevesinde oluşturmaya çalıştığını, bunun sonucunda da evliliklerinin başarısızlıkla sonuçlandığını söylemiş.

Yani?

Biraz şahsiyetsizmiş!

Jane Fonda yataktaki mutluluğu 74 yaşında bulmuş.

Demiş ki:

“2.5 yıl önce dizimden ameliyat olduğumda kendime bir sevgili buldum. Adı Richard Perry. Müzik yapımcısı. Onunla beraber yaşamaya başladığımızda hâlâ koltuk değneği kullanmak zorundaydım. Hayatımda bir erkekte bir türlü bulamadığım şey gerçek yakınlıktı. Richard’ta bunu buldum. Onunlayken kendimi çok güvende hissediyorum. Onunla sevişirken, sanki 30 yıl önceki hâlini görüyorum. 74 yaşındayım ve bu zamana kadar bu denli doludizgin bir cinsel hayatım olmamıştı.”

Hem de doludizgin...

Yalnız ben sondan bir önceki cümleye takıldım; hani, “Onunla sevişirken sanki 30 yıl önceki hâlini görüyorum” demiş ya, ona...

Nasıl yani?

30 yıl önceki performans mı?

Yoksa gözlerini kapayıp öyle mi hayal

ediyor?

Sence?

Öyle ya da böyle, fark eder mi?

Yapıyor mu?

Yapıyor...

Geçen seneydi sanırım yeni kitabı çıktığında şöyle demişti:

“Yaşlandığınızda bunu kabul etmek belki de daha iyi çünkü bazı insanlar için yaşlanmak, hayatın en olumsuz ve hatta korkunç yanıdır. Ancak yaşlılığınızı nasıl geçireceğiniz, sizin elinizdedir.”

E, o iyi geçiriyor belli!

Yazının devamı...

Şiddet buysa...

Şaşırdım.

Gerçekten şaşırdım.

Dün yazdığım, “aile içi şiddet” anketine en fazla erkeklerden tepki geldi.

Kimi, “Eğer buysa, asıl biz şiddete uğruyoruz” diyor, kimi de “Böyle yapıyorsak bir sebebi var” diyor.

“Yok öyle yağma! Erkekler de şiddet görür, adil olalım!” diye itiraz edenler de var. Aynı sorulara kendi cevaplarını da vermişler..

Hadi adil olalım... Buyrun:

1- Sizinle arkadaşlarınızın, ailenizin, çocuklarınızın önünde alay ediyor mu?

Alay edilecek duruma düşmüşsen bu kaçınılmazdır. Keşke şu saçma kadınsı faaliyetlerinden azıcık feragat edip daha donanımlı olmaya uğraşsan. Ayrıca bugün ben alay etmezsem yarın bir camia içinde daha büyük alay konusu olursun.

2- Bazı arkadaşlarınızı görmenizi yasaklıyor veya engelliyor mu?

Bekâr arkadaşlarınla görüşmek istiyorsan onlar gibi yaşamalısın, sen evlisin bu mümkün değil. Ama çok istiyorsan bunu sağlayabilirim.

3- Sizi rahatsız eden isimlerle hitapta bulunuyor mu?

Sana seni şirin bulduğum yahut seni o şekilde benimsediğimi gösteren hitaplar yerine... Hanım veya... Hanımefendi hatta majesteleri dememi mi istersin? Ayrıca senin hoşuna gittiği için değil ben o şekilde sana hitap etmekten hoşlandığım için bu hitapları kullanıyorum.

4- Eşyanızı kırdığı, yırttığı, parçaladığı oldu mu?

Senin parçaladığın telefonlarım, yere çalıp kırdığın parfümlerim, çöpe attığın olta takımlarım ne olacak?

5- İstemediğiniz şeyler yapmanız için zorluyor mu?

Çünkü sen beni hiç zorlamıyorsun. (Annene gitmek için, dışarı çıkmak için, alışveriş vs...)

6- Onunla sevişmek istemediğinizde veya cinsel birlikteliğinizde istediği şeyleri yapmadığınızda size kötü davranıyor mu?

Buna benim ön sevişmeyi ret hakkım da giriyor mu? Sürekli ön sevişme için beni zorluyorsun.

7- Cinsel birlikteliğiniz sırasında canınızı yakan, sizi korkutan veya hiç hoşlanmadığınız şeyleri yapmanız için ısrarcı mı?

Sen istemediğin için yapmadığımızda bu sefer benim çok istediğim bir şeyi yapmamış olmuyor muyuz? Sana zehir iç demiyorum ki!

8- Bir kişinin eşine vurmasını, korkutmasını doğal karşıladığını söylüyor mu?

Benden kork demiyorum bana saygı duymalısın diyorum.

9- Ona karşı gelmekten veya farklı düşündüğünüzü söylemekten korkuyor musunuz?

Sadece sen mi? Sence, ben gerçekten seninle ve ailenle ilgili düşündüklerimi sana söyleyebiliyor muyum veya nasıl kötü seviştiğini (hatta sevişemediğini).

10- Onun yanında kendinizi tedirgin, huzursuz ve ne söyleyeceğini bilmez hissediyor musunuz?

Çünkü söylediğin lafların çoğu ya boş şeyler, sırf benimle konuşmuş olmak için konuşuyorsun ya da sürekli ağzımı arıyorsun ve ben deliriyorum.

11- Her dakika ne yaptığınızı ve nerede olduğunuzu takip etmek istiyor mu?

Bunu sen benden daha çok istiyorsun. Mümkün olsa bana GPRS cihazı taktırırsın.

12- Sizin müzik, giysi, dizi film gibi seçimlerinizi aşağılıyor mu?

Sadece birazcık daha seçici olabilmeni isterdim, ekranda hiçbir işi rast gitmeyen insanları seyretmekten niçin hoşlanıyorsun anlamıyorum.

13- İçkili olduğunda size karşı kolayca saldırganlaşıyor mu?

İçki içip frenim boşaldığında yaşama karşı olan bütün hıncımı senden çıkarıyorum desem hoşuna giderdi değil mi? Sürekli içki içmemi eleştireceğine benimle birlikte içmeyi denesen.

14- Size veya çocuklarınıza vurdu mu?

Yok artık!

15- Sizi tehdit etti mi?

Sadece uyardım, giyme veya böyle yapma dedim. Mafya mıyım ben?

16- Sık sık kendinizi ona karşı savunuyor musunuz?

Evdeyken kendimi sürekli mahkemede bir savcı tarafından sorgulanıyormuşum gibi hissediyorum; offf off, ben zevkten mi içiyorum?

17- Siz başka türlü düşünseniz de sizin ne giyeceğinizi, ne giyemeyeceğinizi o mu belirliyor?

Sadece tavsiyede bulunuyorum çünkü benim yanımda yürüyorsun. Uyarılarımı dikkate aldığın için teşekkürler.

Yazının devamı...

Her evde şiddet var!

İddia ediyorum, her evde şiddet var.

Hem de kırsal veya eğitimsiz kesimde değil, şehirli, eğitimli ve hatta en modern ailelerde bile...

Hem de öyle bir şiddet var ki, kadınlar da erkekler de kanıksamış durumda...

Farkında bile değiller.

Kadınlar dayak yemedikleri için şiddete uğramadıklarını sanıyorlar

Erkekler de dayak atmadıkları için... İki gün önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, aile içi şiddetin boyutlarını tespit etmek amacıyla 17 sorudan oluşan bir anket hazırladığı haberi yapıldı.

Baktım sorulara, gayet mantıklı.

Bu soruları bütün kadınlar adına ben cevaplayacağım.

Bakalım evlerde şiddet var mı, yok mu?



1- Sizinle arkadaşlarınız, aileniz, çocuklarınızın önünde alay ediyor mu?

(Ediyor. “Ne yapıyorsun ki bütün gün? Tabii çok meşgulsün, alışveriş, dedikodu falan... Kuşsun sen kuş! Alışveriş kuşu” vs...)

2- Bazı arkadaşlarınızı görmenizi yasaklıyor veya engelliyor mu?

(Tabii, özellikle bekâr ve tek başına yaşayan arkadaşlardan hiç hazzetmiyor.)

3- Sizi rahatsız eden isimlerle hitapta bulunuyor mu?

(‘Benim istediklerim pek olmuyor’ desek!)

4- Eşyanızı kırdığı, yırttığı, parçaladığı oldu mu?

(Mini etekler, laptop hariç, hayır! Ha, bir de telefon var...)

5- İstemediğiniz şeyler yapmanız için zorluyor mu?

(Zorlamasa da istediği olana kadar diretiyor.)

6- Onunla sevişmek istemediğinizde veya cinsel birlikteliğinizde istediği şeyleri yapmadığınızda size kötü davranıyor mu?

(Aldatmak kötü davranıştan sayılıyor mu?)

7- Cinsel birlikteliğiniz sırasında canınızı yakan, sizi korkutan veya hiç hoşlanmadığınız şeyleri yapmanız için ısrarcı mı?

(Evet. Üstelik hep aynı konuda...)

8- Bir kişinin eşine vurmasını, korkutmasını doğal karşıladığını söylüyor mu?

(Vurmayı dile getirmiyor ama kadının erkekten korkması gerektiğini düşünüyor.)

9- Ona karşı gelmeye veya farklı düşündüğünüzü söylemeye korkuyor musunuz?

(Evet. Terslik olmasın diye çoğu zaman...)

10- Onun yanında kendinizi tedirgin, huzursuz ve ne söyleyeceğini bilmez hissediyor musunuz?

(Evet. Nasıl olsa tersleyecek diye...)

11- Her dakika ne yaptığınızı ve nerede olduğunuzu takip etmek istiyor mu?

(E, ama bu normal değil mi?)

12- Sizin müzik, giysi, dizi film gibi seçimlerinizi aşağılıyor mu?

(Evet ama sonra o da seyrediyor...)

13- İçkili olduğunda size karşı kolayca saldırganlaşıyor mu?

(Hâli olmuyor ki, sızıp kalıyor.)

14- Size veya çocuklarınıza vurdu mu?

(Allah’ı var, vurmadı.)

15- Sizi tehdit etti mi?

(Tehdit ama şakadan... Sahiplenme adına yani!)

16- Sık sık kendinizi ona karşı savunuyor musunuz?

(Nereden bildiniz? Ama günlük konularda...)

17- Siz başka türlü düşünseniz de sizin ne giyeceğinizi, ne giyemeyeceğinizi o mu belirliyor?

(Zaten onun beğenmediği içime sinmiyor ki!)

Bakanlık haberi yalanlamış. Böyle bir anketle ilgileri olmadığını söylemiş.

Ama haklılar. Düşünsenize her evde şiddet çıkacak..

Eee? Ne yapacaklar?

Not: Sakın ha, benim bunları yaşadığım sonucunu çıkarmayın.

İlkel psikologluğa soyunmayın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.