Şampiy10
Magazin
Gündem

Alacak-verecek meselesi...

Doğuştan bellidir aslında...

Kader gibi...

Bazı insanlar bu hayata almaya, bazıları da vermeye gelir.

Hangisi daha iyidir, hangisi insanı daha mutlu eder, bilinmez. Belki de nasıl alıp verdiğinle ilgilidir.

Tatildesin mesela...

Plaja şöyle bir üstten baksan, kim alacaklı kim verecekli anlarsın.

Böyle parmağınla tek tek gösterebilirsin bile; “Bu alır, bu alır, bu alır; bu verir, bu verir; bu hemen verir...” diye...

“Yahu, hiç düşünecek şey kalmadı, bunlara bakacağız?” mı diyorsunuz?

Ne var?

Yapacak daha önemli bir işin mi var?

Kitap okumayacaksan tabii!!! Bir gıcığım da bu! Plajda kitap okumak!

Sanki 3 aylığına orada!

Hadi ona buna bakma ama boş boş denize bak, hayal kur! Kitap okumak için ilkbahar, sonbahar, kış var; o zaman oku. 365 günün en fazla 10 gününü denize ayırmışsın, kitap okuyorsun.

Neyse, konumuz bu değil.

Tepeden plaja baktın ya, neler göreceksin?

Hadi şimdilik sadece kıyafetlere bakalım. Ne giyiyor ama aslında ne demek istiyor?

Bütün kıyafetlerin dili vardır, sahibini anlatır.

Anlayana...

Kızlardan başlayalım...

Alın size, şapkasından terliğine plaj mesajları...

ŞAPKA

Bu önemli bir işaret. Takıyorsa tabii... Mutlaka anlatmak istediği bir şey var demektir. Ben söyleyemiyorum ama sen anla diye yalvarmaktadır o!

Masum şapkaları geç; hani kumaştan ve gelişigüzel olanları...

Ama bir de hiiiç masum olmayanları var. Mesela, özel dizayn, hasır ve küçük, kafaya iyice oturan, yüzünün yarısını kapatanlar... Bir de büyük gözlük taktıysa... Ama seçicidir. Yani ille de verecekliyim diye yola çıkmamıştır. Çok ıssız adam görmüş geçirmiş artık yalnız kalmayı göze almıştır. Şöyle hâli vakti yerinde, oturmuş ve eğlenceli bir adam olursa; neden olmasın? Bir fedakârlık yapabilir.

Yani o aslında alacaklıdır! Bu dünyaya almaya gelmiştir ama kader işte!

Bir de hani tepesi açık da, önünde uzun gölgeliği olan şapkalar var.

Onu takıyorsa, hele mayosunun renginde ve fuşyaysa, çok kolay...

Onun tatil hedefi de budur zaten. Mesela akşamüstü ona martini ikram etsen, hemen. Martini onun için bir markadır çünkü! Kendini Sue Ellen gibi hisseder!

TERLİK

Plaj terliği deyip geçme, o aslında neler anlatır neler? Dili olsa da

konuşsa...

Dümdüz, plastik giydiyse geç, uğraşırsın. Ama topuklu bir şeyler varsa ayağında, ben erkek olsam, canım da uğraşmak istemiyorsa ve vakit kaybetmek de istemiyorsam ona yazarım. Çok uzun sürmez! Marka bir terliği varsa, iş karışıktır; onu beğeneni o beğenmez, onun beğendiğini de o beğenmez.

MAYO

Ya da bikini... Yok yahu aynı şey değil! Saklayacak bir şeyi olmadan mayo giyiyorsa onunla hiiiç uğraşma! Sen kimsin ki! Ha, bir şeysen, vaktin de varsa, sevişmeye de üşeniyorsan git, yaz. Bu ruh hâlindeysen kahverengi bikinileri de seçebilirsin. Hiç işime gelmez diyorsan, pullu bikini giyenlere takılacaksın. Ya da mayokinicilere...

PAREO

Daha doğrusu mayonun üzerine giydiklerine bakarak o kadını anlayabilirsin. Pareo kullanıyorsa olur. Hele siyah tülse, boyundan bağlı; sormana bile gerek yok. Bir şüphen varsa akşama kadar bekle; akşam bak, mutlaka “verecem, hem de hemen” ayakkabısı giymiştir. Ama kadının üzerinde beyaz uzun gömlekimsi bir şey varsa, ona bulaşma.

Sevgilisi vardır. Mayosuna uygun renkte askılı bir elbiseliyle uğraşırsın. Uzuun elbiseliler, hani ayakları hiç gözükmeyenler var ya, onlar vereceklidir hem de hiç arkasına bile bakmadan.

TAKI

Mayokini ya da bikinisini giymiş, onun renginden mesela yeşilse açıklı koyulu yeşil tahta boncuklardan irice kolye taktıysa... Onlar kendilerini en iyisini layık görürler ama onlar en iyisine layık değillerdir. Bunu bilmezler tabii! Onun için çabuk kandırılabilirler.

Evet, bütün kıyafetlerin dili vardır

aslında...

Anlayana...

Yazının devamı...

Kiminle tatile çıkılmaz!

Şimdi diyorsunuz ki, “Sanki çok adam/kadın var da(!) seçeceğiz!”

Bilemem...

Belki tatile çıktınız ve yazacaklarımı yaşıyorsunuz belki de henüz plan aşamasındasınız.

Kiminle gideceğinizi veya gittiğinizi seçemem ama kiminle gitmemeniz gerektiğini bilirim.

Ben yazayım da!

Çocuklu ve anne-babalı tatiller bizim konumuz değil, onları tatilden saymıyoruz, ona göre.

Birinci ve en önemli kural: Yatırım yapacağın biriyle gitmeyeceksin!

Aşağıda okuyacaklarınız kadın ya da erkek fark etmez, herkes için geçerli...

EVLENECEĞİNLE...

İlle de evlenmek şart değil, ciddi düşündüğün biri varsa onunla asla tatile çıkma! Bunun için çok nedenin var. Bir kere rahat olamazsın. O senin için tatil olmaktan çıkıp kendini beğendirme stresine dönüşür.

Üstelik beğendiremezsin de! Bu mümkün değil çünkü mayo giyeceksin. Bir insanın en çirkin hâllerinden biri... Mayolu hâli! Dünya güzeli olsan nafile! Saç baş bir tarafta, makyaj yok, herhangi bir yerini kamufle etmen imkânsız. Hele ki bizler genel olarak orantısızız!.. E, öyleyiz ama! Ya kafa büyüktür, ya bacak kısadır, ya bel kalındır, meme sarkmıştır; selüliti geçtik, çatlaklar vardır, kıllıdır, kılsızdır, göbek mutlaka vardır; say say bitmez. Giyinikken bunların hiçbiri görünmez ama...

Fiziki olayları geç, hadi gözü görmüyor de, (görür ama!) hareketlerin de sınırlanır. İstediğin gibi dağıtamazsın. Sapıtmaktan bahsetmiyorum, eğlenmekten söz ediyorum. Hemen fişlenirsin yoksa! “Bu da çok içiyor” olursun. Oysa tatil dışında içmezsin mesela...

Falan filan, onunla gidilmez yani...

Hele hele yeni âşık olduğun biriyse, sakın ha!

Yazık olur o ilişkiye...

ESKİ SEVGİLİYLE...

Kimseyi bulamadın, o da bulamamış, “Birlikte gitsek mi?” diye aklından geçiyor.

Tıh!

Aklından bile geçirme!

Eski sevgiliyle tatile çıkmak, eski elbisenle partiye gitmek gibidir!

Ya da...

Eski arabanla tur atmak!

Kendini kötü hissedersin. Her şey, herkes yenidir; sen eski kalırsın.

Demode!

Saçma sapan, içi boş kıskançlıklar yaşanır. Üstelik taraflardan biri mutlaka umutlanır. Hangi taraf olursan ol, kötüdür.

Ha, belki cinsel hayatınız performans açısından iyi olur ama tatsızdır. Ne eski ne de yeni bir tadı vardır. Yani iyi bir lokanta bulamadığın için “Ne kadar kötü olabilir” diye yediğin mantı gibidir! Karnın doyar ama midene oturur.

AKADEMİSYENLE...

Sıkıcı olurlar. Hayır, bilgilerini hayata ya da oradaki ortama uyarlayıp anlatsa iyi! Ama öyle yapmaz. Sakin, ıssız yerleri sever. Hayır, hakkını verse yine bir şey demeyeceğiz!

FAZLA İÇENLE...

Bunu anlatmama gerek var mı? Hele sen içmiyorsan...

EV EKMEĞİYLE...

Ev ekmeği tipli kadın ve erkekler vardır. Yani sanki ilk defa evinden ayrı tatil yapıyormuş gibilerdir. Hayatı onlara baştan anlatman gerekir. Vaktin varsa tabii...

Bunların dışında birini bul.

Bulamıyorsan, tek başına çık daha iyi!

Yazının devamı...

Issız adamdan tatsız adama...


Bunların kıçı kalktı ya,

Kıçı olan da olmayan da havaya girdi!

Eskiden havaya girenin havası vardı yahu! Şimdi bakıyorsun kıtipiyoz kıtipiyoz herifler bile

Sanki ıssız adam!

O bile bunlardan iyiydi ha!

Hiç olmazsa bir renkleri vardı!

Bir hareket, bir bereket vardı!

Adamlar hiç olmazsa emek veriyorlardı; evde yemek yapmalar, şarap seçmeler, duşlar falan...

Heh hee...

Onlardan da kalmadı.

Biz de kaldık kıçı olmayan kıçı kalkıklara...

Tatsız adamlara...

Son kez ve bir kez daha şansını denemek isteyen kadınların elinde bunlardan çok var. Ha, bir de şöyle düşünüyorlar, “iyi” bir adamı da deneyeyim!

Al dene bakalım...

İlle biri olacak ya!

Alıyorlar yanlarına “iyi” ama kıçı olmadan kıçı kalkmış birini, çıkıyorlar tatile...

Görüyorum ben onları...

İkisinin de suratı asık oluyor bir kere...

Kıyafetler, yeme-içme yerinde ama neşe yok.

Kadın neşeli ama adamda iş yok.

Niye?

Kıçı yok onun için; bu ilgiyi, bu kadını kaldıramıyor, kapasitesi yok çünkü!

Tek yapacağı da agresifleşmek...

Onun savunma içgüdüsü bu. O yüzden ne kadar saçmaladığının da farkında olmaz.

Hani insanları seyahatte tanırsın denir ya, alın size tatsız adam.

Bu var ya, asosyaldir.

En önemli özelliği bu. Tatile gitmişsin; gezelim, görelim, eğlenelim değil mi?

Hayııır.

Bir hareket yapmaktan ödü kopar bunların.

Kırk yıllık kocalar bile daha iyidir bunların yanında. Zorla götürürsün, bir de eğlensin diye uğraşırsın. (Üff çok sıkıcı, içim daraldı.)

O eğlenince de, eğlendi diye sevinirsin.

Bu ne ya? Sanki bu dünyaya onu eğlendirmeye geldin!

Plajda bile, önce “Aşkım bir dondurma alsana”yla başlarsın üçüncü günde monolog şudur:

“Aşkım, dondurma ister misin?”

Ama asosyallikleri gizlidir bunların.

Yani etrafındakiler anlamaz. Onun eğlenceli olduğunu bile zannedebilirler. Çünkü asosyalliği kadına karşıdır. Onu inletir.

Tuhaf!

Tuhaf ama tatsız!!

Cimri de olur bunlar. İçtikleri her içkinin hesabını yaparlar.

Bir aksilik vardır üstlerinde...

Kapasitesizlerini aksilikle mi kapatmaya çalışıyorlar, ne?

Kapasitesiz deyince, aklıma geldi...

Tatilde; deniz, güneş, bikinili kızlar falan iyi olacak sanırsın değil mi?

Nerdeee...

Bunlarda “tık” yoktur.

Sen, “ne oluyor da olmuyor?” gibilerinden bir imada bulunsan, sana seks manyağı muamelesi çekerler!

Sanki günde üç kere istedin!!!

Ahhh.. Issız adamlar olacaktı ki!!!

Heh hee...

Yok, onları özlediğimiz falan sanılmasın.

O dönem, “yaşandı ve bitti saygısızca!”

Da...

Yeni dönemde, yeni tipler beklemek de bizim hakkımız!

Yazının devamı...

Seksi değil, komik kadın...

Hani, hep “kadınlar komik erkekleri sever” diye bir şehir efsanesi vardır ya...

Şehir efsanesi diyorum çünkü oldum olası buna inanmam.

“Komik erkek” fikri bile bana itici

gelir.

Arkadaşım olsun yeter!

Ama sevgili...

Tıh!

Ha, birlikte gülmek de, canımı ye!

O başka bu

başka!

Ne yani?

Her yerde bana komiklik mi yapacak?

Mesela nerede?

Tam orada...

Komik mi olur?

Olmaz.

Zaten en ciddisi bile o sırada çok komik olabiliyor! Komiğin komiği hiç çekilmez!

Derken...

Şimdi de olayı bizim üzerimize çeviriyorlar.

Neymiş?

“Erkekler seksi değil, esprili kadını istiyor”muş!

E, kolay.

Hatta ikisi bir arada verelim; tam o sırada dersin:

“Ne? Hepsi bu mu? Heh heee... Şaka şaka!”

Artık adamı toparla toparlayabilirsen. Bu espri var ya, ömür boyu senin peşini bırakmaz. (İlişki sürerse tabii...)

Seksi değil, esprili kadın istiyorlarmış!

Kim inanır buna?

Gerçi haklı olabilirler... Etrafta seksi olacağım diye komik olan bir sürü kadın varken!

Onlar da karıştırmış olabilirler!

Kadınları, komik olmak için öyle giyinip öyle hareketler yapıyor zannedebilir bunlar!

Ne de olsa kadınların yanında kısmi felç geçiriyorlar...

Beğendikleri kadının yanında!

Yoksa...

Hemen dana hâline bürünüverirler.

Dana hâlinde birini beğenirlerse?

Felçli dana!

(Bu espriye de gelmezler herhalde!!!)

Ama bilim böyle söylüyor; ABD’de yapılan araştırma sonucu bu:

“Erkekler esprili kadını tercih

ediyor.”

Peki niyeymiş?

“Kadının esprili olması, onun genç ruhlu olduğunun ve doğurganlığının sinyallerinden. Bu yüzden erkekler uzun süreli beraberliklerinde esprili kadınları tercih ediyorlar”mış.

Yanlış!

Büyük hata!

Zaten her şeyi ilkel ve içgüdüsel duygulara bağlamaya da ben gıcık oluyorum. Bunun doğru olduğunu iddia ediyorlar. Nasıl doğru olabilir ki?

O zaman, bunca gelişim, rönesans, tıp, psikoloji, felsefe falan hepsi yalan!

Öyle ilk çağlardaki gibi kalsaydık!

Şimdiki insanı üzerine ekledikleriyle niye değerlendirmiyorlar ki?

Saçma!

Ayrıca...

Espriyle doğurganlığın ne alakası var?

Tam tersi!

Espri yapan kadının beklentisi yok demektir.

Rahattır.

Kaybedeceği bir şeyi de yoktur, ki danaların en uzak durdukları kadın tipi!

Araştırmada “En çekici kadın hangisi?” diye bir soru yöneltmişler.

Şimdi cevaplara bakın:

Esprili birinci sırayı, eğlenceli üçüncü sırayı, şakacı beşinci sırayı alırken fiziksel çekicilik dokuzuncu sırada yer almış.

İkinci sırayı yazmamışlar.

Ne ki?

Yazının devamı...

Ne zamandır kendime hiç rastlamadım!

Bilim insanları da “aşk”ı araştırıyorlar ya, çok gülüyorum...

Koskoca bilim insanı Mars‘a ulaşıyor, en olmadık matematik problemini çözüyor ama o da âşık oluyor ve aptallaşıyor!

Bunun için herhalde...

Aptalların âşık olup olmadıkları pek anlaşılmıyor da, akıllılarınki gerçekten de tuhaf kaçıyor!

Çok saygı duyduğun bir adam ya da kadın mesela, koskoca profesör ya da ne bileyim fizikçi falan, yemekte elinde cep telefonu durmadan mesajlaşıyor!

Ama hiç durmadan...

Belli, kendine genç sevgili yapmış!

Ama bizimki şöyle:

Biip bip, ona mesaj geldi ya, hemen yakın gözlüğünü takıyor, itinayla ve bir türlü alışamadığı için her seferinde yeniden öğrenir gibi (ki öyle!) seçerek “oku”ya basıyor.Bu arada telefonu uzaklaştırıp yakınlaştırarak odak noktasını bulmaya çalışıyor, gözlerini de bir kısıp bir açarak!

Daha da fenası şimdi yazmaya başlıyor...

Ama önce en kısa nasıl yazarımı düşünüyor. Ve mümkünse noktalama işareti olmayan bir cümle. Cümlecik!

Başlıyor yazmaya... Her bir harfe basıp doğru mu diye kontrol ede ede...

Sonra hepsini bir daha okuyor.

Tam o sırada bir telefon gelse... Hadi sil baştan!

Onun için acele ediyor.

Araya bir de “genç” ifade koymak istiyor, da nasıl koyacak? (İşareti!)

Birine sormayı erteleyip “gönder”e basıyor.

Ama o mesajın doğru yere gittiğinden hiçbir zaman emin olmayarak!

Yüzünden belli çünkü!

O kadar akıllı adamın/kadının hâline bak! Telefonla savaşıyor sanki!

Niye?

Çünkü âşık!

Çünkü her insan gibi aşık olunca aptallaşıyor...

İşte bu yüzden bilim insanları araştırıp duruyorlar... Ve daha önce hiç duymadığımız sonuçlara ulaşıyorlar!!!

Psikiyatrlar, aşkı bir altüst olma hâli olarak tanımlıyormuş!

E, evet yani!

Bir altüst olma hâli var!

Da...

Olunabilirse...

E, ne yapacaklardı ki? Açlık kan şekerine mi bakacaklar?

Aslında baksalar, âşık insanın kan şekeri sürekli düşük çıkar herhalde!

Başka bir tarif de şu:

“Kişinin farkında olmasına rağmen ‘mantıksız’ davranmaktan kendini alıkoyamadığı obsesif kompulsif kişilik bozukluğu.”

İyi de bizimkilerde aşk geçiyor, bitiyor ama kişilik bozukluğu devam ediyor!

Orada olan, orada kalsa iyi...

Tıpkı onun söylediği gibi:

“Seni tanıyamıyorum artık derken ne kadar da haklıydın. Çünkü, ben de seni sevdikten sonra kendime hiç rastlamadım.”

Yazının devamı...

Âşık dediğin...

“Aşk sadece aşktır ve bütün aşklar aynıdır” dedik ve konuyu bağladık.

Yani sanırım bu konuda hemfikiriz.

Bir genellemenin içinde yer almak biraz sevimsiz ama öyle...

Tam da herkes kendisini çok özel zannederken...

Çok farklı hissederken...

Hem de niyeyse!

Ama hayatta hem özel hem de aynı zamanda genel olan bir sürü duygu ve hâl var.

Annelik, aşk, seks, ayrılık, aldatılış, böyle binlercesi...

Ama kimin başına geldiyse birden çok özelleşiyor.

Bir de üstüne “benimki başka” kanısı ekleniyor. İşte olayın “Niyeyse?”si de buradan kaynaklanıyor.

Ne acayip değil mi?

Bencil miyiz, neyiz?

Yoksa etrafla alakamız mı yok!

Neyse...

Hayırlısı!!!

Biz dönelim aşklara, âşıklara...

Diyeceğim şu: Aşklar aynı da, farklı olan âşıklar...

İki tür âşık vardır.

Sabit ve değişken...

Anlatayım...

- Sabit âşık: Kiminle aşk yaşarsa yaşasın, aynıdır. Hep kıskançtır, hep vurdumduymazdır, hep iyi sevişir veya hep kötü sevişir, hep sosyaldir, hiç sosyal değildir vs.

Kime sorsan onu aynı tarif eder. Bütün eski aşkları, aynı dertlerden müzdariptir ya da aynı güzelliklerini sayar.

“O mu? Üf, çok kıskançtır.”

“Evet yaa... Ama çok da neşeledir ya, kapatır.”

“Aynen!”

Ona gelenler farklı olabilir ama o değişmez.

Herkesle aynı aşkı yaşar. Aynı aşkı arar; artık kafasındaki aşk neyse!

Ama onun kesin bir tarifi vardır. Belki de bu yüzden değişmez.

- Değişken: O da, kiminle aşk yaşarsa ona göre değişir. Yani onun nasıl bir âşık olduğunu tanımlayamazsın. Biri der ki:

“Yahu o da çok asosyal”

“Yok be! Biz çok gezerdik”

“Seks hayatımız süperdi!”

“Onunla mı???!!”

Herkes onu farklı tarif eder. Çünkü adamına/kadınına göre değişir. Ha, davranış olarak... Yoksa hani bazı tipler vardır; adam keman çalıyorsa o da keman çalmaya kalkışır, kadın çok kitap okuyorsa o da kitap okumaya başlar falan, onlardan bahsetmiyoruz. Âşık hallerinden söz ediyoruz.

Kimini kıskanır, kimini kıskanmaz. Kimine karşı fedakârdır kimine hiç!

O, herkesle farklı bir aşk yaşar.

Diğerinden farkı, onun bir aşk tarif yoktur. Hatta o da değişkendir!

Tabii bunlar daha tutkulu aşklar yaşarlar...

Aşklar!

Bir değil, iki değil!

İnsan kaç kere âşık olabilir ki?

Yazının devamı...

Sadakat aşk belirtisi (midir?)

Bence değildir!

(Deyip yazıyı bitirirmişim!)

O halde konuyu açalım biraz...

Yani birine deli gibi âşıksın... Nasıl ya? Aşkın deli gibisi, azı-çoğu var mıdır? Cevaptan soru çıkmaca da bu işte!

Ben kısaca bunu da cevaplayayım; yoktur!

Aşk aşktır!

Hatta biraz daha ileri gideyim; bütün aşklar

aynıdır.

Ayrım, aşk bitince başlar; nasıl devam ettiğiyle ilgili yani...

Bunu hallettimize göre, konumuza dönebiliriz.

Birine âşıksın ama başka birini de istiyorsun...

Böyle bir şey olabilir mi?

Biraz daha geniş soralım:

Birine âşıkken başka birini de istiyorsan o zaman ona âşık değil misindir?

Ne tuhaf bir soru oldu bu! Hiç sormasa mıydım acaba?!!

O halde biraz daha romantikleşelim:

Birine aşkın, ötekini istemeye başladığın an biter mi?

Bu işin sonu nereye kadar gider, biliyor musunuz?

“Bir insan iki kişiye birden âşık olur mu?”ya kadar...

Hatta sapıtır, saptırırz bile...

Ama yapmayalım.

Ayıp!

Biz sadakat meselesine devam edelim...

Senin, benim, onun fikirlerini bir tarafa bırakalım. Zira böyle konularda herkes kendi geçmişine göre saçmalar!

Kendi geçmişi, yapabildikleri, yapamadıkları evrensel doğruymuş gibi!

Mesela aldatanlar sadakati önemsemez. Daha doğrusu, onlar için “sadakat” bir mesele değildir. Basit bir ayrıntıdır. Birini sevmekle falan alakası yoktur. Yani birisini aldatınca ona karşı sevgisi azalmaz. Dolayısıyla önemsizdir.

Ama aldatılanlar için sadakat çok önemli ve ağırdır. İlişkinin mihenk taşıdır.

Geçenlerde mihenk taşı (gerçeğini) gördüm, tuhaf oldum. Keşke hayatımda sadece bir kavram olarak kalsaydı...

İşte sadakat da tıpkı bir mihenk taşı gibi. Görünce ya da yaşayınca “Bu muymuş?“ diyorsun, görmezsen de çok anlamlı bir kavram olarak kalıyor.

Herhalde!

Heh hee...

En iyisi, bir bilene soralım.

Psikiyatrlar, sadakatin tamamen bireysel ahlakla ilgili olduğunu söylüyorlar.

Bireysel ahlak!

Yani sonradan olma bir şey..

Sonradan dolma!

Bıraksan...

Kimse aşk falan dinlemeyecek!

O halde neymiş?

Sadakat aşkın belirtisi değilmiş.

Aşkın olmadıktan sonra, sevgi-saygının hiç değildir!

O halde sadakat neyin belirtisidir?

Sonradan dolma sadakat!

1- Korkunun...

2- Medeniyetin...

3- Doymuşluğun...

4- Beceriksizliğin...

5- Kimsesizliğin...

Yazının devamı...

Biraz da, “kendine gideceksin...”

Herkesin derdinin çaresi başka yerde...

Neyi yoksa orada...

Onu bi bulsa... Tamam; her şey süper olacak.

Zannediyor!

Kimi çok parası olduğunda...

Kimi sevgilisi olduğunda...

Kimi kocası/karısı olduğunda...

Kimi de...

Kimi de kendinden gittiğinde...

(Bunun ne demek olduğunu biraz sonra anlatacağım.)

Peki bütün bunlara sahip olanlar ne yapıyor?

Hayır, gey olmuyor hepsi! Uyuşturucuya falan da başlamıyorlar.

Dünkü konunun devamı; satın almaya başlıyorlar.

Hatta o da bitti; dünya kendini yeme-içmeye verdi ne zamandır.

Ünlü müzayedelerde bile artık firmalar önce sıkı bir ziyafet sofrası kuruyorlarmış.

Mesela Edward Munch‘ün meşhur “Çığlık“ tablosu satışından önce açık büfede özel Norveç yemekleri ikram edilmiş.

Başka bir ayrıntı olayı daha iyi açıklayacak:

Dünyanın en ünlü müzayede firmalarından biri geçen yıl New York’ta yemek ve şaraba 1 milyon dolar harcamış.

Özel yemekler için Thomas Keller, Mario Batali gibi dünyanın en ünlü şeflerini getirmiş. Hatta Daniel Boulud ve Nobu Matsuhisa‘yı bile...

Savları da şu: İnsanları artık satın almaların değil, özel etkinliklerin daha fazla ilgilendirmesi...

Bunun için müzayedeyi de satış olmaktan çıkarıp özel bir olaya dönüştürüyorlar.

Çok parası olanlar...

Çok parası olmayanlar için de, dün yazdığım gibi, satın almanın yerine, “gitmeyi“ öneriyorlar.

Ben tam, “Parayla saadet nasıl olur?“un yeni trendlerini okurken tesadüf, Twitter‘da (ki çok nadiren girerim) Cem Mumcu‘nun bir yazısına rastladım; “Kamyonetle Kendine Gitme Rehberi“ başlıklı...

Yani, “Kendine gitmece” oradan apart.

Şöyle başlıyor:

- “İnsan bir yere gidince oraya gitmekle kalmıyor kendisine de gidiyor. Gidilen yerde gördüklerine şaşırıyorsun ama iyi bakarsan, aslında en çok kendinde buldukların(d)a şaşırabiliyorsun. Mümkünse alıştığın konforunu darmadağın edecek gitmelere bırakmak lazım kendini. Ne kadar çok uzağına düşersen kendinin, o kadar çok ‘uzağında kalan kendine’ bakma fırsatın oluyor. Derin aşklarda da böyle olur insan. Sarsılır. Bir başkasına gitmeye kalkışmak bir yanıyla da aşk çünkü. Orada da fena halde kendinle karşılaşıyorsun.”

Devamı da çok tatlı; isteyen okur.

Belki benim gibi gaza gelir de, bir yerlere gitme planlarına başlar.

Ya da gider...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.