Şampiy10
Magazin
Gündem

Hangi gece mi, kiminle mi?

“İlk gece birlikte olmak ilişkinin sonu olur mu?”

Bu da artık “sanat, sanat için midir“den beter bir soru olmaya başladı!

Zaten sonunda bu işi uzmanlar ele almış. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre,

“erken seks” bir ilişkinin kısa sürede bitmesine neden oluyormuş.

Erken derken?

Yeni tanıştığı bir erkekle ilk günden birlikte olan kadının çok geçmeden terk edildiği ortaya konulmuş. Uzmanlar “Yeni bir ilişkide seks için en az 1 ay beklemeniz gerekiyor. Evlilik öncesi daha az seks yapan çiftlerin boşanma ihtimalleri daha az” demiş.

Evet, süre de 1 aymış!

1 aya bak, nelere mal oluyor!

Hele ilk gece yattıysan hiç şansın yok!

Ben de genelde ilk geceye karşı biri olarak yine de diyorum ki:

“Kiminle ve nasıl yattığının önemi yok mu?”

Kimine göre var, kimine göre yok.

Yine her kafadan bir ses çıkıyor.

Hiç üşenmedim, bu habere yapılan yorumları toparladım.

Ben hem eğlendim hem düşündüm...

Bir de siz bakın...

- Türk gencinin cinsel hayatı mı var sanki!

- En iyisi görücü usulü. Yemişim aşkını...

- Artık 1 haftada bişey yapamıyorsan kız bırakıyor :)

- İyi de, Avrupa’da bir kız her gece birinle yatıyorsa nasıl bir ay beklesin?

- 1 ay az.

- Türk erkeği âşık olduğu kıza dokunmaya kıyamıyor ama kızlar bu erkekte iş yok deyip tekmeyi vuruyor.

- Hemen ilişki olmayacak da ne zaman? O zaman ilk günün manası olmaz, yani müzeye koyacak hâlimiz yok.

- Seks yapmadan evlilik olmaz ama evlenmeden de sekz olmaz, Amarika’nın araştırma yapmasına gerek yok, biraz düşünsek anlarız...

- Adam seksolog beyler :))

- Ben ez fazla bi hafta beklerim:)

- Mitoz bölünmeyle çoğalacaksın galiba...

- Keşke sen de olmasaydın işte, ama varsın :(

- 5 yıldır bekliyom.

- Hiç seks olmasa daha güzel.

* Niye bekliyeyim ki, demir tavında şekillenir.

- ABD’de ilk gün seks olmazsa o aynı zamanda ilişkinin son günü olur. Kadınlar erkeklerin evlenmek için eş aradığını zannediyorlar ama yanılıyorlar. Erkekler uyandı.. O yüzden evlenmiyorlar artık.

- Keşke seks diye bir şey olmasaydı insanlar hep bu yüzden kaybediyor.

- Bir gün değil bir saniye bile bekliyemem ben ayrıca güzel olduktan sonra neden bırakim ki, bir ömür beraber olurum.

- Seven erkek gerekirse 1yıl da bekler.

- 10 yıl da..

- Sevmeyen de bekler; ne beklediğine bağlı.

- Lanet olsun öyle uzmana da, araştırmaya da!

- Ne bir ayı... Bir gün dayanamaz Türk erkeği.. Bu öneri bizim için geçersiz..



Aslında hepsine tek tek cevap vermek isterdim...

Belki de veririm (cevap!).

Yazının devamı...

Vatan Ankara...

Hani bazen insan kendisine ve yaşadığı ortama yabancılaşır ya... Bugün 10. yılımızı doldurduğumuzu düşününce, yine aynı hisse kapıldım.

Yanına bir his daha ekleyerek; korku...

10 yıl geçmiş haberimiz yok!

Yani hayat geçiyor, hayat!

O fotoğrafta gördüğünüz, benim 10 yıl önceki hâlim.

Değiştireceğim de, çok üşeniyorum.

Öyle sandığınız gibi meşhur fotoğrafçılar ve özel makyajlar falan yok bizde.

En azından Ankara Büro böyle...

Foto muhabiri bir arkadaşımızdan binbir rica ederiz, o da boş bir zamanında çeker.

“Karşıya bak, kafanı düzelt, gül biraz, o kadar da değil, tamam öyle kal” diyerekten...

Bu yüzden hiçbir muhabir gazetedeki fotoğrafına benzemez.

Ya da daha kötüsü, aslında odur da, işimize gelmez!

Bak, yine yabancılaştım...

Biz kimiz? Ne yapıyoruz burada?

Her sabah haldır haldır gel;

Haber merkezinin ortasındaki kocaman yuvarlak masaya otur.

Şule gelmiş zaten. Masanın üzerindeki gazeteleri düzenliyor. “Gece yine uyuyamadım” diyerekten... Zaten gün boyunca galiba başka bir şey de söylemiyor. Haber hariç tabii...

“Ne oldu ki? Yine üst kattakiler mi sevişti?” diye soruyorum, cevap bile vermiyor!

Ben her sabah olduğu gibi o sabah da hapşırmaya başlıyorum, “Şükrüü esiyor yine burası...” O pencereleri kapatırken hemen teşekkürlerimi bildiriyorum. Ne de olsa, bütün hesaplarımız onun elinde!

Tam o sırada Deniz giriyor içeri... Deniz ama tsunami geçirmiş Deniz! Eviyle gazete arasındaki 2 km’de, sizin 2 yılda yaşayacağınız olayları yaşamış olarak! En azından o duyguyla...

“Bir rüya gördüm, inanamazsın!”

“Zaten inanmıyorum Deniz” diyorum. Yüksek sesle ya rüyasını ya da o 2 km yolda yaşadıklarını anlatırken aynı zamanda gazeteleri okumaya başlıyor. Daha doğrusu haberlerle kavga etmeye başlıyor... Ama bu arada yaşadıklarını da anlatmaya devam ediyor; araya 1-2 telefon görüşmesi de alıyor. Yani biraz yoruluyoruz!.

O arada Gülümhan içeri girmiş, üzerinde Merkez Bankası basın toplantısı kıyafeti var. Eyvah! Hürrem Sultan edası var ya, ben aslında korkuyorum ondan. Merkez Bankası Başkanı ne yapıyor bilmem! Hemen ekonomi sayfasını açıyor tabii.. Haberi iyi girdiyse bütün büronun günü iyi geçiyor. Yok iyi girmediyse, “Abicim bu neyin kafası yaa??” diye başlıyor. O zaman, “fuların gözlerini ne güzel öne çıkarmış” diyorum; inanıyor.

Şebnem Meclis’e yetişecek, telaşlı. Elinde yine içinde ne olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz ama Meclis-i Mebusan’dan kalma kayıtlar olduğu rivayet edilen torbası var. “Hayırlı sabahlar büro!” diyorsa her şey yolundadır.

Çınar stajyerimiz... Hem zehir gibi acar hem burnunun dikine... Bunun için mi Vatan’a geldi, Vatan bunun için mi onu seçti bilemiyorum. Kan çekiyor herhalde...

Hatice dersen, neredeyse büroda doğuracaktı. Şimdi kucağında Ela, elinde telefon, hâlâ büroya yetişmeye çalışıyor. O da normal değil yani!

Neyse ki, Tülay Hanım normal görünüyor, şimdilik!

Gelelim büronun erkeklerine...

Onlar da kadın baskısının ne olduğunu bu büroda öğrendiler...

Kemal mesela... Yüksek yargıya meydan okuyor ama iyi ki onlar 4 yaşındaki kızıyla konuştuğu ses tonunu bilmiyorlar!

Levent, askeriyeden mi taktik aldı nedir, gerekmedikçe yorum yapmaz. Böylece yırttığını sanıyor.

Kıvanç, haber trafiğindeki kazalardan başını alamadığında ana muhalefet ve diğer gazete büroları da dâhil toptan Ankara’yı bezdirebilecek potansiyele sahip. Neyse ki sevimli.

Lütfü stadyumlarda yıpranan kulaklarını büroda tamir etmek için sessizlik ister. Ama yanlış yerde, yanlış istek!

Bilgisayar sistemini kendisine bağlı kurduğundan şüphelendiğim Fatih’i, her an tek foto muhabirimiz Barış’ın bitmek tükenmek bilmeyen anılarını dinlerken ya da dinliyor gibi yaparken bulabilirsiniz.

Salih gece muhabirimiz. Gece görüşünü kedilerinden aldığından eminim.

Allah’tan Temsilcimiz Bilal Çetin ve Haber Müdürümüz Semra Çetin bütün bunlara gülümsemekle yetinirler...

Farklı farklı insanlar... Ama hepsi mi haber manyağı olur?

Soruyorum kendi kendime:

Bu kadar farklı insan, bu kadar yıldır ve her şeye rağmen...

“Biz 10 yıldır burada ne yapıyoruz?”

Gazetecilik yapıyoruz.

En azından yapmaya çalışıyoruz!

Yazının devamı...

Küstah olduğun kadar güzelsin de!

Ya da tam tersi!

Bizim bildiğimiz gibi; “Güzel olduğun kadar küstahsın!”

Ne fark eder ki?

İkisinde de küstahsın!

Bu kelimeyi ne kadar az kullanıyoruz; o replikten dolayı hep komik bir etki yarattığı için mi acaba?

Oysa son yıllarda açıklayamayacağımız kadar tuhaf olan her şeyi en iyi bu kelime ifade ediyor.

Küstahlık!

Ego patlamasının ikiz kardeşi...

Ama yetmiyor herhâlde, fazla kibar kaçıyor.

Geçenlerde ilginç bir araştırma okudum; şu sorunun cevabını arayan bir araştırma:

Zenginler acımasız oldukları için mi zengin oluyorlar yoksa zengin olduktan sonra mı daha acımasız hâle geliyorlar?

Amerikalı bilim insanları fakirler ve zenginler arasındaki uçurumun hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemde bu sorunun yanıtını aramaya başlamış.

Ve araştırmayı nasıl yapmışlar dersiniz?

Bilidiğimiz Monopoly oyunu var ya, onunla...

Biliyorsunuz oyunu oynayan, kasadaki bir miktar parayla başlıyor, emlak satın alıp kiraya vererek zengin olmaya çalışıyor.

İşte bu oyunda iki denek kullanıyorlar...

İkinci deneğe kazanabilmesi için daha fazla imkân tanıyorlar ve o da hızla zenginleşiyor. Bu arada kamerayla iki deneğin davranışlarını takip ediyorlar.

Adamdaki değişimi anbean görüntülüyorlar.

Son derece arkadaşça bir ortamda başlayan oyunda, ikinci oyuncu zenginleştikçe oturuşu ve mimikleri değişmeye başlıyor.

Baksanıza, daha harcamaya başlamadı bile!

Ve sonra ne hâle dönüşüyor:

Önce kollarını ve bacaklarını iyice yayarak daha geniş bir alanı kaplamaya başlıyor. Sıra her kendisine geldiğinde küstahça gülümsüyor.

Bir süre sonra piyonunu yere vurarak oynamaya başlıyor.

15 dakikalık oyunun sonunda rakibinin artık gözlerinin içine bile bakmıyor, ayrı bir dünyadaymış gibi davranıyor.

Defalarca tekrarlanan deneylerde hep aynı durumu gözlemliyorlar.

Zenginleşen taraf küstahlaşıyor, kibre bürünüyor ve daha kötü oluyor.

Empati duygusunu kaybediyor.

Baksanıza, bunun bir oyun olduğunu bile unutuyor.

Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi!

Oysa biraz sonra oyun bitecek, özüne döneceksin değil mi?

Peki bu araştırmanın bize faydası ne olabilir?

Alacaksın arkadaşını, adamı ya da kadını; bir-iki tur monopoly oynayacaksın.

Bakalım oyunu nasıl oynuyor?

Yazının devamı...

Facebook tipini...


Geçenlerde elime, “Facebook Tipleri“ diye bir yazı geçti.

Komik!

“Madem öyle”, dedim, “Ben de onların hayattaki karşılığını yazayım.”

Facebook tipini...


- “Casus: İleti paylaşmaz ya da yorum yapmaz, ama her şeyi okur.“

Bu, gerçek hayatında kaleci rolündedir. Gelen topu karşılar; kimini kurtarır, kimi gol olur. Şanslıysa 1. ligte oynar. Akıllıysa eğlenir.


- “Sırtlan: Ciddi bir şey söylemez, sadece her şeye :))))) der.”

Genelde yalnız tiplerdir. Ama yalnız olmayı da hak etmişlerdir. Ve buna alışmış, hatta durumlarını benimsemişlerdir de!


- “Popüler: Hiçbir neden yokken 4367 arkadaşı vardır.“

Sonra da utanmadan ve yine hiçbir neden yokken gelen aramalara “Üf yine mi arıyor?” diye kızar. Ve hiçbir neden yokken gereksiz birileriyle randevulaşıp sonra pişman olur. Ama yine de hiçbir neden yokken oraya gider.


- “Oyuncu: Facebook’taki bütün oyunları bilir ve oynar. Bütün gün.”

Sonra da layık olmadığı yerlerde ve pozisyonlarda çalıştığını iddia eder. Maaşını beğenmez.


- “Peygamber: Bütün iletilerinde referansı Tanrı’dır.”

Facebook’un Çukurambar’ıdır.


- “Hırsız: Durum güncellemelerini çalarak yaşar ve muhtemelen bunu da çalacaktır.”

Bunlar anı da çalarlar. Vicdanlıları anıları para verip satın alırlar.


- “Klinik: Hayattan ve her şeyden nefret eder. Hüzünlü bir şekilde bize katlanır.”

Bunların para kazanma ihtimali kaybolmuştur. Ve bunun da suçlusu kendisinden başka herkestir.


- “Destekçi: Sildiğiniz ya da görmezden geldiğiniz bütün grup ve etkinliklerin davetini o yollar.”

Bunlar salsa kursuna falan da gider! Oysa suşi kursuna gitseler daha çok işe yarayacak.


- “Beğenici: Konuşmaz, ama eli daima ‘beğen’ butonundadır. Daima!”

Bu evlidir. Ne yapsın, beğenmekten başka! (En azından Facebook’ta!)


- “Kinci: Yazdığınız her şeyi şahsi hakaret algılar ve sizi hayattan soğutmaya yeminlidir.”

Bunun bir üstü Yengeç Burcu’dur. Gerçek hayattaki versiyonu yaptığı her hatayı annesine yükleyendir.


- “Anti-redaktör: Kelimelerin son harflerini uzatarak, kelimeye vurgu yaptıklarını sanırlar ama sadece kendilerinin anlayacağı bir tür heceleme sistemleri vardır.”

Gerçek hayatta, “Tabii ki de...” diye bir ifadeyi yaratanlar da onlardır. Hepsi tip olarak birbirine benzer. Kıyafet olarak da!


- “Acıların çocuğu: Her zaman ‘olanlara’ inanamaz, herkes ona karşıdır, uzun hikâyelerinde acı, gözyaşı ve kaderin sillesi vardır. ‘Ne oldu’ diye sorulmaması gerekenlerdendir.”

Belli ki hep aldatılmışlar ve bundan sonra da aldatılmaya devam edeceklerdir. Tabii birini bulurlarsa!


- “Muhabir: O günkü keyfini, alışveriş merkezinde ne yaptığını, nerede olduğunu, hava durumunu, günlük burcunu... Hayatını paylaşır. Canlı yayında!”

Sosyal görünen asosyaller... Hayır, Face’te bir hayat kuracağım diye gerçek hayattakileri de kaybederler. Bu yüzden!


- “Horoz: Facebook’ta ‘günaydın’ demek onların işidir........ :))”

Bu da, hayatta eğlendirilmeyi bekleyenlerden... Çok bekler. İlerlemiş hâli, “Acıların çocuğu...”dur.

Yazının devamı...

Ciddiyetsiz ilişki!

Şimdi de kadınlara çare aramaya başladılar.

Cinsel gücü artıran ilaçlar falan...

Erkekleri hallettiler, sıra bizde.

Kadınlar da o ilaçlardan almaya başlayınca ne olacak, düşünmek dahi istemiyorum.

Bu konuda araştırma yapan bir ilaç firmasının yetkilisi demiş ki:

- “Ciddi bir ilişkide, ortalama bir kadın haftada bir kez seks yapar.”

Haydaa...

Ciddi olmayan ilişkide?

Daha mı az yoksa daha mı çok?

Sizce?

Tabii ki, daha çok!

Hem çok hem ciddiyetsiz!

Ne demekse?

Bir nevi bizim, “Seviyesiz ilişki” havasında herhalde!

Ne acayip bir ikilem değil mi? Aslında tam tersi olması gerekiyor.

Ciddi ilişkin olan biriyle daha çok olması...

En azından başında...

Bu dünya gerçekten çok acayip!

Peki kadınların cinsel gücünü neden artırmak istiyorlar acaba?

Ben bundan da kıllandım. Ama neyse ki, o yetkili bunun da cevabını vermiş:

- “Bizim amacımız onlara daha fazla seks yaptırmak değil, seksten daha fazla zevk almalarını sağlamak.”

Pek inanmadım ama neyse...

Diyelim ki inandık!

Nicelik değil, nitelik diyor yani!

Bir de danalara böyle bir ilaç geliştirilse!

Bir hap alacak ve birden medenileşecek mesela!

“Ben ne yapıyorum?” diye soracak!

Mesela...

“Benim için nitelik önemli onunla yapmayacağım” diyecek!

Asıl işin ilginç tarafı ne biliyor musunuz? Bunlar o hapı da almak istemezler!

Kalıbımı basarım hiçbiri almaz o hapı.

Neyse gelelim bizim haplara...

“Kadınların daha çok zevk almaları için” diyorlar ya...

Ben size söyleyeyim; bunların niyeti hiç iyi değil! Şunu istiyorlar:

Yemeğe çıktınız mesela... Sonra eve kahveye... Hatta ev yolunda herkes kendi hapını alsın, hiiç uğraşmayalım...

Pardon ya... Yemeğe bile çıkmazlar artık!

Sanki böylesi daha iyi!

Bakın şimdi; üzerinde araştırma yaptıkları bir ilacı bir kadında denemişler.

Ne olmuş?

Kadın anlatıyor:

l “Bu bir elektrik düğmesi gibi. Sanki yeni bir gözlük almışım ve sonunda her şeyi uzaktan görebilmeye başlamışım gibiydi. ‘Görmek böyle birşey olsa gerek’ dedim.”

Uzağı görüyor da kadın belli ki yakını göremiyor. Okuyamıyor!

Ben size söyleyeyim.

Bunun çözümü ilaçlarda falan değil!

İş kafada bitiyor.

Ya bu adamlar kafayı değiştirecek ki, bu biraz olanaksız, ya da biz...

Biz kafayı değiştireceğiz.

Ki

Değiştiriyoruz. O hâlde...

Yola devam...

Yazının devamı...

Yaş farkı mı, libido farkı mı?


Yine yaş farkı konuşuluyor...

Kadın erkekten daha büyük olunca, bunu akıllar almıyor.

Daha doğrusu, almak istemiyor.

Şey ister çünkü...

Cesaret!

Hatırlarsanız bu konuyu derinlemesine işlemiştik ve ben ideal oranın 5 yaş olduğuna karar vermiştim.

Ben mi karar vermiştim yoksa bir araştırma sonucu muydu tam hatırlamıyorum ama kadınla erkek arasında 5 yaş farkı, altın oran ilan etmiştik.

Erkek 5 yaş küçük olacak

ha, yanlış yere gitmeyin.

Şimdi bu yaş farkı meselesi özellikle de kadın daha büyük olunca hep tartışılır ve konu cinselliğe gelince bağlanır ya...

“E, kadın yaşlanınca seks hayatları ne olacak? Adam kesin daha genç birini bulur!” diyerekten...

Sorun yaş farkı değil, libido farkı!!!

Yani...

Sanki adam bu arada yaşlanmıyor!

Sanki 20’lerinde neyse, 50’lerinde de o!

Hele evlendiysen, asosyal, huysuz, kolunu bile kaldırmayan adamlar, daha genç birini bulacak ha!

Muhtemelen göbekli, kel ve hastalıklı hâlleriyle!

Oldu!

Bunlar kendilerini ne zannediyorlar

yahu?

İşte kıyamet de bundan kopuyor

aslında!

Şimdi buluyorlar da!

İmparatorlukları sona eriyor.

Bunu hissediyorlar.

Düşünüyorlar diyemeyeceğim, kusura bakmasınlar; sadece içgüdüsel olarak rahatsız oluyorlar.

İşte bunu fark ediyorlar aslında!

Her yaşta, her bedende ve her şartta kabul edilirliklerinin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını...

Foyaları ortaya çıkıyor.

Kadın büyük olunca, olmaz!

Niye?

Kendinden 15 yaş küçük kadınla birlikte olan adam ne yapıyor?

Buna da cevapları hazır:

“İlaçlar var!”

Sanki bütün sorun o!

İyi de, aynı yaştaki kadının ilaca bile ihtiyacı yok ki!

Sadece onu harekete geçirebilecek bir adama ihtiyacı var; o da kendisinden 15 yaş büyük bir adamla olmuyor!

Keşke olsa ama olmuyor!

Erkeklerin önce ve hâlâ büyük çoğunlukla kendilerine baktırma, hizmet ettirebilme amacıyla yerleştirdikleri bu “âdet”, şimdilerde biraz biraz göz zevki ve hazza da yöneliyor.

Kendi yaşları yukarı çıktıkça, heveslendikleri kadınların yaşları küçülüyor.

Her zamanki gibi yani...

Tek fark, “modern” hayatlarda biraz daha zevk meselesi hâline gelmesi...

İyi de!

Bu arada kadınlar da boş durmuyor.

Artık artık akıllı ve güçlü kadınlar keyiflerine bakmaya başladılar.

E, gerisi de onlara kalsın...

Yazının devamı...

Aseksüel doğulmaz, olunur...

Yani bizim durumumuz bu!

Sonradan aseksüel...

O hâle geldik!

“Mecburiyetten aseksüel” de diyebiliriz.

Heh hee..

Ama şunu önceden belirtmekte fayda var; aseksüel olmak ayıp değildir!

En azından seksüel olup maksat sevişmek olsun da kiminle olursa olsun diye yapmaktan daha onurlu bir durum!

Aseksüel olup değilmiş gibi davranmak daha da ayıp!

“Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün!” demişler,

boşuna mı?

Gerçi bu işin görüntüyle bir ilgisi yok!

Zira aseksüellik bir tavırdır!

Tıpkı seksüalite gibi!

Nasıl ki, açık-saçık giyinmekle, dudakları şişirmekle, popo kıvırmakla seksi olunmuyor, düz ayakkabı, boğazlı kazak ve bol pantolonla da aseksüel olunmaz.

Ya da tam tersi:

Aseksüel, seksi bir kıyafet giyebilir, seksi biri kapalı bir giysiyi tercih edebilir.

Yani kılık kıyafetle bu işin bir

ilgisi yok.

Dedim ya, tavır meselesi...

Makul giyinmiş bir kadının çok seksi olabilmesi gibi!

Bu yüzden görüntüden değil, tavırlardan anlaşılır.

Pekiii, o halde gerçek bir aseksüel nasıl anlaşılır?

Hangi tavrından?

Onun da bir havası, bir duruşu vardır.

Bir haysiyeti vardır.

Olmalı da!

Niye?

Çünkü aseksüellik ayıp değildir.

Nasıl taşıdığınla

ilgilidir.

İyi bir aseksüelin gereğinden fazla özgüveni vardır.

Meydan okur gibidir.

Erkekse kadınlara, kadınsa erkeklere...

Yalakalık durumu yoktur yani...

Hem gelgelcidir hem gitgitci!

Bu, “Bana göreysen bu iş olur, yoksa çok da tın!” demektir.

Biraz da diline vurmuştur.

Konuya(!) öyle yabancılaşmıştır ki, karışık pizzadan bahseder gibidir. Rahat rahat ve hatta ballandıra ballandıra konuşur.

Detaylara bile girer.

Ama avam değil, komiktir.

Mesela erkekse, ilk üç buluşmada seksten bahsetmez. İma bile etmez!

Hatta şüphe etmeye bile

başlarsın.

Belki oyun oynamaktadır.

Anlarsan ortaya iyi bir oyun çıkar!

Onu seksi tavırlarla ve seksle tavlayamazsın. Hatta bu ters etki yaratır.

Kadınsa, elini bile tutamayacağın manevi bir mesafededir. Öyle bir mesafe ki, hani tutsan tutarsın (elini!) ama bir şey bunu yapmaktan seni alıkoyar.

Çok yakındır, gözünün içine bakar, gülümser de...

Ama yapamazsın.

Yapamayacaksın gibi gelir.

Cesaretini kırar senin.

Aptal saptal havalardan, kendini bırakmalardan, kandırmalardan çoktaan vazgeçmiştir.

Adamı, görmek istediği gibi, olduğu gibi görür.

E, kolay kolay aseksüel

olunmuyor!

Zaten aseksüel doğulmaz, aseksüel olunur!

Mecburiyetten...

Yazının devamı...

Hepimiz aseksüeliz! (neredeyse...)

Geçen hafta aseksüellerden bahsediyorduk, yarım

kaldı.

Daha doğrusu eksik kaldı.

Konuyu biraz daha açma

niyetindeydim aslında...

Hatırlamayanlar için:

Bir araştırmanın sonucunda dünyanın yüzde 1’inin aseksüel

olduğu ortaya çıkmıştı. Aynı araştırmada, aseksüelleri de ikiye ayırmışlardı:

“Cinsel eğilimi olup belli etmeyenler” ve “Hiçbir cinsel ilgi isteği olmayanlar” diye...

Ben de, “Madem öyle, bizde böyle” diyerekten, 14’e

ayırmıştım.

“Bizde çeşit çok!” diyerekten.

Şimdi biraz onları size anlatayım mı?

Hayır, tespitte

kolaylık olsun diye!

Kendini veya

başkasını tespitte!

Bir de, “Niye olmuyor?”un cevabını da belki burada bulabiliriz...



- “İsteyip yapamayanlar...”

Kendilerini hak etmedikleri

kadar, hak etmedikleri kişilere layık görenler...

- “Yapıp istemeyenler...”

Erkekleri, “ıssız adam”ların yeni versiyonları... Yani artık bıkanlar... Hâlâ yapıyorlar ama tatları yok! Kadın versiyonu ise, “ıssız adam”dan sonra, “beceriksiz adam”larla deneme yapanlar...

- “Yaptığını zannedenler...”

Nicelikle ölçüm yapan veya şeyiyle sevişen adamlar... (Sakın, nesiyle sevişecekti?” diye sormayın.) Ve beklentisiz seksi benimsemeye çalışan kadınlar...

- “İstediğini zannedenler...”

Aslında seks değil, aşk isteyen kadınlar...

- “İstemediğini zannedenler...”

O defteri kapattığını zanneden kadınlar...

- “Taklitçiler...”

Kadını “erkeğiyle (!)” oradan

nemalanmaya

çalışanlar...

- “Canı isteyip aklı istemeyenler...”

Kadınlarda 45, erkeklerde 50 yaş sonrası sendromu... Hem üşenip hem kimseleri beğenmeyip hem de “olması lazım aslında” diye düşünenler...

- “Aklı isteyip canı istemeyenler...”

Hormonları iyice düşen erkek ve kadınlar... Gençliğini

oradan geri almaya çalışanlar...

- “Kendi isteyip eşi istemeyenler...”

Evli adamlar...

- “Eşi isteyip kendi istemeyenler...”

Evli kadınlar...

- “İsteyip bulamayanlar...”

35 yaş üstü, boşanmış, kariyerli kadınlar...

- “Bulup da istemeyenler...”

35 üstü boşanmış yeni adamlar. Hani kıçı olmadan kıçı kalkanlar!

l-“Öyle yapıldığını

zannedenler...”

Şeyiyle sevişenlerin şuursuzları...

- “Ne yaptığını bilmeyenler...”



Yukarıdakilerin hepsi!

Gördüğünüz gibi,

Hepimiz aseksüeliz!

Neredeyse...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.