Şampiy10
Magazin
Gündem

Kadının yalnızı nasıl anlaşılır?

Mecburen bunu da yazacağım...

Yalnız erkeğin anatomisi var da, kadının olmaz mı?

Olur.

Nasıl olur?

Kadının yalnız olduğu nasıl anlaşılır?

Yani tek başına yaşayan bekâr bir kadından bahsediyoruz, yoksa manevi anlamda hepsi yalnız zaten!

Kimi bunu kabul eder ve dert etmez. Hatta konu bile etmez.

Kimi de yalnızlığı bunalıma dönüştürür.

Öyle ya da böyle, kadının yalnızı da bir bakışta anlaşılır...

Erkekleri anlattığım kıstaslardan gidelim o zaman.

Haftada en az iki kere kuaföre giderler. Bu yüzden işe geç gelebilirler. Genellikle arabaları kirlidir. Evet, yüzde 90’ının arabası vardır.

Kavgacıdırlar...

Yüksek topuklu hatta platform ayakkabıları tereddütsüz giyerler. Oje düşkünlükleri vardır.

Öğle yemeklerinde çok açılmazlar. Genellikle ve varsa iş yerinde yerler.

İşten geç çıkarlar...

19.00-22.00 saatleri arasında marketlerde ve AVM’lerdeki kadınlar, yalnız kadınlardır...

Orada da topuklu ayakkabıyladırlar.

Hele markette, sepetinde (alışveriş sepeti!) gereksiz mutfak gereçleri, ahşap kâseler, her türlü cilaya rastlayabilirsiniz.

Çok kitap satın alır dörtte üçünü okurlar...

Hepsi güzeldir!

Hepsi akıllıdır!

İki, üç, en fazla dört kız yemeğe çıkarlar.

Eski yalnızlar yemekte çok konuşup çok eğlenirler. Yeni yalnızlar ise gergindir. Fazla sohbet etmez, etrafı kollarlar...

Masaya oturur orturmaz cep telefonları çıkarıp, mesaj var mı diye kontrol ederler. Hatta kendi gözlerine inanmayıp tekrar tekrar bakarlar!

Eski yalnız, geç saatte telefonu çaldığında şöyle açar:

“Ne var anne?“

Yeni yalnız nasıl açar?

“Aloo... Evet, tanıdım, tanıdım; n’aber?”

İki kız çok hararetli konuşuyorlarsa mutlaka birinin çakma bir sevgilisi vardır.

Çakma derken... Yani sevgili mi değil mi, anlaşılmayanlardan... Adamın mantıksızlıklarını anlatıyordur!

Hele üst üste sigara yakıyorsa ve çok zayıfsa... Muhtemelen bir yasak ilişki kurbanıdır. Yok, diyetteyse epeydir ilişkisi yok demektir.

Görünen o ki...

İkisi de daha çook böyle yemeğe çıkacaklardır...

Yazının devamı...

Yalnız adamın anatomisi

Anlaşılan bu sezon da yalnız geçecek.

Öyle bir hava var; havada yalnızlık kokusu var!

Eski yalnızlara, yenileri de ekleniyor.

Hadi hayırlısı...

Gitgide çoğalıyoruz.

Nereden mi anladım?

Kolay!

Onlardan başlayayım;

Bir adamın yalnız olduğunu nasıl anlarsın mesela?

Yalnız derken, öyle acıklı, manalı arabesk hâllerden bahsetmiyorum; hani “Aslında hepimiz yalnızız” gibisinden...

Artık o hâli içinde nasıl yaşarsa yaşasın, konumuz bu değil.

Harbi yalnızları diyorum, tek başına yaşayan ve ilişkisi olmayan bekârları...

Bir bakışta onu nasıl anlarsın?

Nereden baktığına göre değişir!

Mesela iş yerinden bakıyorsan...

Her sabah duş aldığı her hâlinden bellidir. Nedense evliler genellikle her sabah duş almazlar. Ki asıl onların alması lazım!

Neyse...

İşe ya geç ya erken gelirler ve aynı şekilde ya erken ya da geç çıkarlar...

Daha temiz ve bakımlı giyinirler.

Ayağından daha büyük ayakkabıları vardır... Taba rengiyse uzun süredir sevişmiyordur ve biraz da narsisttir. Sevişmedikçe narsistliği artar. Tuhaf! Ne bileyim, birini sevemedikçe, o sevme ihtiyacını kendinde mi karşılıyor, nedir?

Öğle yemeklerinde ortadan kaybolurlar. Yemekhane falan farsa oraya pek gelmezler.

Güneş gözlüğü takarlar; yerine oturana kadar ama! Asansörde bile...

Herkes ona bakıyormuş gibi hareketleri vardır.

Mor kazakları vardır.

Yeni yalnızsa neşeli, eski yalnızsa umursamazdır...

Aslında kim oldukları en iyi markette ortaya çıkar. Onları saat 21.00’den önce markette alışveriş yaparken göremezsiniz.

Zaten aldıklarına baksan yeter.

Sepetlerinde 2-3 bira, traş bıçağı, şampuan vardır. Belki manasız marka bir deterjan da olabilir.

AVM’lerde öyle uzun uzun gezmeler tabii... Ama bir erkek giyim mağazasında kendisini tezgâhtara teslim etmiş bir adam varsa, o yalnız bir adamdır.

Yanında bir kadın varsa ama kadın emir kipiyle konuşmuyorsa o adam da yalnızdır. Kadın ya arkadaşı ya da kardeşi-ablası falan olabilir.

Ama o kadın annesiyse... O adam da yalnızdır ve yalnız olmaya mahkumdur!

Saat 19.00-21.00 arası herhangi bir kafe, bar gibi yerlerde görünen adamların tümü...

Küçük balıkçı restoranlarında, takım elbiseyle içkisiz tek başına balığını yiyenlerin hepsi...

Hızlı yürüyenlerin...

Yüksek sesle ve sık sık telefonla konuşanların büyük bir kısmı da yalnızdır.

Böyle giderse, daha çook yalnız kalacaktır...

Yazının devamı...

Son giden...

Hani hep adamlar gidiyor ya...

Genelde yani...

Şimdi yazarken düşündüm de, çok tuhaf, son zamanlar da, yoo genelde hep erkekler gidiyor...

Daha doğrusu önce onlar gidiyor.

Geride derin acılar içinde bir kadın bırakarak...

Hırslı, üzgün, yıkılmış, tarifsiz acılar içinde ve yalnız bir kadın...

Ama tuhaflık burada değil tabii...

Nerede biliyor musunuz?

Şu sorunun cevabında:

“Geride kalan kadın gerçekten üzülüyor mu?”

Daha doğrusu...

“O üzüntüsü, acıları, gerçek mi?”

Yoksa bir hayale mi üzülüyor?

İşte bence bu sorunun cevabı kalanları o üzüntülerden kurtaracak.

Kurtulmak istiyorsa tabii...

Geçenlerde gelen bir mail’deki gibi:

- “Çok uzun süreli ilişkilerde monotonluk yüzünden -ve tabii başka başka sorunlarla- sıkılabilir ve gidebiliriz. Bu sadece erkeklerin “sıkıntısı” değil, kadınların da sıkıntısıdır. Kadın da sıkılabilir ve sıkılıyor da...”

Evet, kimbilir kaç gece onun ölmesini hayal etti. Utanarak ve hemen vazgeçerek...

Kimbilir kaç kez onsuz hayatın ne kadar güzel olabileceğini düşündü...

Kimbilir kaç kere ondan sıkıldı...

Kimbilir kaç defa engellendiğini, içinin çürüdüğünü, nasıl olup da böyle hiç anlamadan eski hâlinden eser kalmadığını gördü...

Kendisini özledi...

Ve kimbilir kaç olayda kendisini yalnız hissetti...

Teraziye koysan güzel günler hafiflikten havada, adamın ağırlığı lök gibi zemine oturmuştur.

Eee?

“Eee?”si mail’de:

- “Siz de belirtiyorsunuz zaten, yıllar geçtikçe erkek de yaşlanıyor, çoğu da kendine bakmayıp sadece kadının bakımlı olmasını istiyor. Kellik, saçlarda kırlaşma, göbek, yüzde kırışlar, sarkmalar almış başını gidiyor. Cinsel gücün azalması da cabası... Sizce bir kadın aynı tutkuyu kendini böyle salmış bir adama duyabilir mi yıllarca?”

İşte bu!

Benim de anlatmaya çalıştığım buydu.

“Kadın gerçekten üzülüyor mu? diye sorarken bunu ima etmeye çalışıyordum.

Şimdi cevabı rahatlıkla verebilirim:

“Hayır.”

Gerçekten üzülmüyor.

Ya da üzüntüsü gerçek olan bir şeye dair değil.

Adamın gitmesine üzülmüyor.

Hatta o gidince rahatlayacak!

Bütün mesele şu:

Aslında acı çekmediğini anlamakta...

Çünkü gerçek olan bu!

Tıpkı sigarayı bırakma mantığı gibi!

Ondan sonra...

Adamınız ister “çıtır”a gitmiş, ister “kıtır”a, bu şekilde davranmış biri için üzülmek niye? İnsanlar her zaman için açık kapı bırakmalı, tüm ilişkilerde... İsterse on yıllarca sürmüş olsun, ayrılıkla bitmese de ölümle bitecek sonuçta. O “tek” insan baki değil. Hayatınızı yaşayacaksınız...

Kimbilir sizin “yüzde 5”iniz, daha önce hiç tadamadığınız mutlulukları tattırabilir, neden olmasın?”

Evet.

Nasıl olsa bitecek!

Yazının devamı...

Çıtır mı, kıtır mı?


Kaç gündür düşünüyorum...

“Bir adamın

kime gittiğinin bir önemi var mı?” diye...

Uzun ya da kısa bir evlilik ya da beraberlikten sonra, “adamın kime gittiğinin...”

Hangisi daha kötü hissettirir?

Ya da daha komiği, hangisi daha iyi hissettirir?

Bu gidişin iyisi kötüsü olur mu yani?

Tabii geride kalan için!

E, olur herhalde...

Bir çıtıra mı?

Bir kıtıra mı?

Yoksa kendine gitmesi mi?

Hangisi?

Kötüsüne mi iyisine mi bakalım?

Önce bir sıralama yapalım...

İyiden kötüye doğru...

Ben (mecburen) kendi sıralamamı yapacağım;

1- Çıtıra...

2- Kendine...

3- Kıtıra...

Niye mi?

Anlatayım...

- Çıtıra gitmesi en iyisi...

Hem çok klasik ve alışılmış bir durum olduğundan... Hem de gidişinin elle tutulur, haksız veya saçma olsa dahi anlaşılabilir, açıklanabilir bir nedeni var. Ama daha da önemlisi, akıllı bir kadının, çıtırı ve adamı aşağılama donesi var! Bir avantajı da buna yakınlarının da sorgusuz katılması... Çıtıra giden bir adama herkes rahatlıkla burun kıvırır yani...

Ama....

- Adam kendine gidiyorsa... Yani ortada, arada hiçbir kadın yoksa... Ki bu çok nadir bir durum; zira adamların yüzde 90’ı yeni birini bulmadan eskisini bırakmazlar, (yedekleme içgüdüleri de bu yüzdendir) yine de gidiyorsa...

Çok fena...

Adam birine değil, senden gidiyor!

Kaçıyor...

Daha iyisini ya da daha kötüsünü tercih etmiyor, adam kaçıyor...

Hem de her şeyi göze alarak...

Birine gitmesinden daha fena aslında... Hem de arkasında bir gün birine gideceği gerçeğini bırakarak...

İkinci darbe cepte yani!

Gerçekten çok fena!

- Ama hiçbiri bir kıtıra gitmesinden daha fena olamaz!

Düşünsene, üç aşağı beş yukarı senin yaşlarında başka bir kadına gidiyor!

Rekabet etmenin, aşağılamanın, suçlamanın imkânı yok. Anlamı da yok.

Tesellisi yok yani...

Bütün gidişlerin bir tesellisi var ama bunun yok!

Bu seçeneklere bakınca, hele ki içinde değilsen, yabancılaşıyorsun...

Konsolun üzerinden bakan bir kedi gibi sadece olanı biteni görüyorsun:

Bir adam gidiyor...

Çıtıra, kıtıra ya da kendine...

Fark eder mi?

Adamın gitmesi mi önemli yoksa kime gittiği mi?

Yazının devamı...

50 yaşına giden bir adam...

- “Aradığım kadın niteliklerinin yüzde 95’ini sende buldum ama ahir ömrümde yüzde 5 için başıma geleceklere razıyım...”

Hikâyeye sonundan başladım; 50 yaşına giden bir adamın son sözlerinden...

Çünkü bu son sözlerin içinde aslında; neler yaşandığı, neler yaşanmadığı, kadın, adam ve öteki kadın var. Onları sadece bu son sözlerden tanıyabiliyoruz.

Ama bu son sözlerin içinde, onları çok sıradan bir hikâyenin çok sıradan ‘kahramanları’ olmaktan çıkaran bir şeyler de var.

Bunun dışında öyle bir şey daha var ki, sırası gelince onu da yazacağım.

Anladınız herhalde ama bu ayrılığı biraz kısaltarak kadın kahramanın kaleminden aktarayım:



- “Ex olma yolundaki eşim 30+ hanımın anlattığı gibi bir 50+ erkek. Hatta daha ilerisinde tanımlanıyor eşimin şu anda ilişkide olduğu hanım tarafından. Bunu bu kelimelerle ifade ederken hafiflettiğimi sanmayın, çok acılı ve sancılı bir 15 ay geçti hayatımızdan (2 kızım da dâhil)...

Bu beyler, kendileri de teyit eder ki, bizlerin (onları 20’lerinde 30’larında alıp eğiten eşlerin, sevgililerin) varlığıyla geldiler. Ex olacak eşim sanatla, kültürle, sporla, sağlığıyla, giyim ve kişisel bakımı ile ilgili incelmiş her zevkle onu benim tanıştırdığımı, devamı için ısrar ve motive ettiğimi açıkça söyler (sağolsun) .

Bunları benimle öğrenip yaşadı ama ‘sonuçta da 27 yıl geçmiş heyecan kalmadı; sen başımın tacı hayatımın temel direği ama öbüründen kopamıyorum’ oldu durum...

Komik olan, kopamadığı da benden sadece 17 ay küçük, yani 50+ :(((

Olan emeğe, olan inancıma ve üniversiteye hazırlanmakta olan 2 kızımla beraber psikolojimize oldu...

Asıl bu kadınlar mı nerede?

Buralarda hatta biri çok yakında ortalıkta olacak ama aynen bu 32+ hatun gibi sorumluluk almayacak, aynı evi paylaşmayacak, çamaşırı, ütüsü, doktoru, saçı, peşini toplamayacak kimsenin.

Bu sözlerden sakın beni bir sınıfa da sokmayın son 8 yıldır emekli olmak zorunda kalmış eski bir banka üst düzey yöneticisiydim, herbirbokolog olacak denli donanımlı olduğumu ben söyleyenlerden iletiyorum..

Sonuç?

Dingin ve huzurlu bir sevgili hayatı beklerken heyecana yelken açan bir sevgili, 2 kız çocuğu sorumluluğu ve boşanmanın dayanılmaz stresi...

Not: Bana tek itirafı çok acı gelmiştir:

Aradığım kadın niteliklerinin yüzde 95’ini sende buldum ama ahir ömrümde yüzde 5 için başıma geleceklere razıyım...”



Hadi bakalım...

Buyrun buradan yakın!

Yüzde 5 için!

Benim de sizin gibi aklıma ilk o soru geldi:

“O yüzde 5 ne ola ki?”

Hayır, yaşıtları gibi, klasik, çıtır birini bulup ‘gençliğine’ de gitmiyor!

Ki, “Öyle bir şey daha var ki“ dediğim de buydu; öteki kadın da 50 üstü... (Bunu ayrıca ele alalım.)

O halde bu adam nereye gidiyor?

Düşündüm, düşündüm...

Ve galiba buldum:

Adam başka bir kadına değil, kendisine gidiyor...

Belki bu yüzden kırıp dökmüyor...

Belki bu yüzden kızgınlık, intikam gibi hisler uyandırmıyor...

Arkasında derin bir hüzün, uçsuz bucaksız boşluk, hiçlik bırakarak gitmeye kalkıyor...

Ve ben başından beri aslında tek bir şeyi düşünüyorum ve bir türlü bulamıyorum.

Belki siz bulursunuz:

Geride kalanı ne teselli eder?

Yazının devamı...

Asıl bu kadınlar nerede?

Garip!

Çok garip hem de!

Dün “Adamını bulmuş” bir kadının kendi ağzından hikâyesini yazmıştım ya...

Kendisini, adamını ve ilişkilerini kısaca anlatmıştı...

Gariplik bundan sonra başladı.

Bizim danalardan epey mail geldi; değişik ifadelerle ama hep aynı şeyi yazmışlardı:

“Asıl o adam, kadınını bulmuş!“

“Asıl böyle kadınlar neredeee?“

Haydaa...

Aklıma hemen o soru geldi:

Acaba bir senkronizasyon sorunu mu var?

Kadınlarla erkekler arasında...

Yoksa?

Ben mi bunların danalıklarını unutuyorum???

Yine her zamanki gibi adil davranmaya çalışarak, “Hadi len!“ demedim.

Hatta tam tersine, “Dur bakalım, kimi beğenmişler” dedim.

Neyi, niye istediklerini anlamaya giriştim.

Ve anlattığı hikâyeden çıkardığım ipuçlarıyla o kadının özelliklerini bulmaya çalıştım.

Genel olarak...

- 30-35 yaşlarında...

- İyi eğitim görmüş...

- İyi bir ailesi olan...

- Sosyal...

- Kültürlü...

- Ekonomik özgürlüğü olan...

- Kendi evinde oturan...

- Uzun boylu ve zarif...

- Güzel...

- Spor yapan...

- Kıymet bilen...

- Birlikte bir şeyler paylaşabileceğin...

- Eğlenceyi seven...

- Ama sapıtmayı sevmeyen..

- Kararında içen...

- Kontrolcü olmayan...

- Gereksiz kıskançlıkları olmayan...

- Boğmayan...

- Sıkmayan...

- Cinselliği güzel yaşayan...

- Sahiplenmeyen...

- Ama kayıtsız da kalmayan...

- Keyifli...

- Peşine düşmeyen...

- Peşine düşülmesine ihtiyaç duymayan...

- Arkadaşlarını seven, onlardan zevk alan...

- Arkadaşları tarafından sevilen...

- Kendine güvenen...

- Sana da güvenen...

- Evlenmek, birlikte yaşamak gibi bir derdi olmayan...

- İleriye yatırım yapmaya gerek duymadan bugünü kaliteli yaşayan...

- Özgürlüğü bağlanmak olarak yorumlamayan...

Bir kadın...

İyiymiş değil mi?

İyi tabii...

Şimdi oturup bir daha düşünün...

Gerçekten böyle bir kadına hazır mısınız?

Asıl başka bir soru daha var ama bugün sizinle dalaşmak istemiyorum!

Yazının devamı...

“Adamımı buldum!”

Konuyu bırakamadım, bıraktırtmadınız çünkü!

50’lerindeki adam konusunu...

Hani Lynda Lemay’in “Un homme de 50 ans...” şarkısındaki “güzel“ adam...

O yaşlardaki tüm adamlar kendilerinin o şarkıdaki gibi olduklarını savunuyorlar. Normal! Hiçbir sarhoş da ben sarhoşum demez!

Ama birkaç kadından gelen mail’ler var ki, onlara gerçekten şaşırdım.

“Ben adamımı buldum” diyorlardı.

Hele birisi güzel

güzel anlatıyor.

Bakın:

- “6 ay önce işim dolayısıyla bir adamla tanıştım, bir arkadaşım vasıtasıyla ofisime geldi. Görüşmemizi yaptık işte anlaşamadık. Derken ertesi günlerde arkadaşımdan cep telefonumu istemiş ben de ok. verdim ve beni yemeğe davet etti. Aynı semtte de oturuyormuşuz ve görüşmeye basladık. O şarkı sözlerinden fazlası var kendisinin eksiği yok. 53 yaşında, emek vererek kurduğu kendi firması var, çok düzgün bir hayatı var iş-ev-eğlence üçgeninin dengesini oturtmuş. Abartı hiçbir davranışı ve konuşması yok ki aslında çok ukala olması lazım özelliklerine bakınca. Yaş 53 dediğim gibi ama 45 bile göstermiyor; saçlar yerli yerinde ve boyasız:) haftada 3 gün platesteyiz, gram fazlalıksız vücut. 1.80 boy, dikkat edilen fakat keyifle yenen yemekler, adam gibi içilen rakılar, adam gibi arkadaşlar-komşular-dostluklara sahip.Yani kısacası bu adam olmuş!

Ben öyle liseli kızlar gibi 24 saat adamı mesaja boğan, günde 5 kez arayan tiplerden hiç olmadım. O da öyle; ne o beni yoruyor ne de ben onu... Devlerin aşkından da bahsetmiyorum burada, hani hep o lafı geçen seviyeli beraberlik var ya ben onu buldum işte. Haftada 3-4 gün beraberiz, genelde ben onda kalıyorum (evet evinde ilk haftadan beri diş fırçamdan geceliğimden şampuanımdan bikinime kadar birçok eşyam mevcut), 10senedir aynı sitede kendisi, akşamları iş çıkışı yemek, ardından havuz başında sitede komşuculuk sonra ev-TV-yatak sabah da işlere dağılıyoruz. Yaz boyunca beraber tatillere de çıktık sorunsuz bir şekilde hem onun hem de benim arkadaşlarımı dâhil ederek hem de. Bu arada merak etmeyin sex müthiş!! Yani eksiği yok, fazlası var diyorum ya:)

Ben 32 o 53 ama benden daha çok gece hayatını seviyor. Seviyor derken o da ayda 1-2... Ben sabahlamaktan çok hoşlanmadığım için özel bir durum bir doğum günü vs. yoksa dâhil olmak istemiyorum yalnız onu da engellemiyorum. Böylece kafası rahat sorunsuz, nasıl gittiyse öyle dönüyor. Bence güzel bir hayat kurmak üzereyiz. Evlilikten bahsetmiyorum farkındaysanız çünkü bana göre çocuk düşünmedikten sonra bizim gibi yalnız yaşamaya alışmış insanların evlilik yürütmesi çok zor. Beraber yaşama taraftarı da değilim (namustan, herkes ne der’den dolayı değil) beraber yaşamakla evlenmek aynı şey artık. Bence herkesin özel kendine ait bir dünyası olmalı. Hiçbir şey yapmama, kafa dinleme, sadece kendi sevdiği yemekleri pişirebilme, istediği filmi seyredebilme, kütüphanesinde saatlerce vakit geçirebilme özgürlüğü olmalı. Bu da ancak belli bir yaşa gelmiş, bunu karşındakini istememek olmadığını anlayacak olgunluğa erişmiş bir insanın anlayabileceği bir şey.

Yani Dilek hanımcım böyle adamlar da var ama sayıları öyle az ki...

Ben 50yaşındaki adamımı buldum açıkçası:)))”



Kim tutar sizi?

Aman bozulmasın. Bozulursa hepimizin morali bozulur, ona göre...

Yazının devamı...

Konuşamıyorlar ki!

Bizim gibi elleri, ayakları, iç organları, beyinleri, kulakları, burunları, gözleri, ağızları var; dilleri de var ama...

Konuşamıyorlar...

Korkuları, kaygıları, keyifleri ve sevinçleri yani duyguları da var...

Senin benim gibi onlar da doğanın, Allah’ın birer canı...

Küçük birer çocuk gibiler...

Hiç büyümeyen küçük çocuklar...

Sadece bizimle birlikte yaşamaya çalışıyorlar.

Hem de bizim şartlarımızda...

Bizim şartlarımızı kabul ederek.

Biz ne dersek, o olacak yani...

İnsan olarak onlara verebileceğimiz herhâlde eziyet, işkence ve ölüm olmayacak değil mi?

Hayır, buna inanamam.

İnanmam.

Kabul edemem.

Etmem.

Anlatsak; size bunları yapmayı planlıyorlar desek, gözlerimizin içine tüm masumiyetleriyle bakacaklar, biliyorum:

“Biz size ne yaptık ki?” diyecekler...

Ama konuşamıyorlar ki!

Konuşamıyorlar ama biz yine de onlarla çok şey paylaşırız.

Hatta onlardan hayat dersleri bile alabiliriz...

Neler mi?

Alın size, nette dolaşan “Kedilerden Öğrendiğimiz 17 Hayat Dersi.”



1- Yaşadığın anın keyfini çıkaracaksın...

2- Oyun fırsatlarını kaçırmayacaksın...

3- Doyduğun kadar yiyeceksin...

4- Birisi sana iyilik yaptı diye sahibin olmayacak...

5- Yine de kıymet bileceksin...

6- Tehlikeli bulduğun şeye yaklaşmayacaksın...

7- Meraklı olacaksın ama tedbiri elden bırakmayacaksın...

8- Temizliğine ve bakımına özen göstereceksin...

9- Sık sık gerineceksin...

10- İstediğini elde edene kadar ısrar edeceksin.

11- Özgürlüğünü kimseye kaptırmayacaksın...

12- Kafana koyduğunu yapacaksın...

13- Kendi isteklerini küçüksemeyeceksin...

14- Güzel bir masaja asla hayır demeyeceksin...

15- Numara yapmayacaksın...

16- Yaşadığın yeri sahipleneceksin...

17- Her zaman dingin ve huzurlu bir anı yakalamaya çalışacak vee en önemlisi kendini beğeneceksin...



Hızımı alamadım ve kendi listemi de çıkardım.

Buyrunuz...

- Kendi yaranı kendin iyileştireceksin...

- Evinin yolunu bileceksin...

- Balkon demirlerinin üzerinde yürümeyeceksin. Hele 5 yaşın üzerindeysen...

- Yeteri kadar seveceksin...

- Neşeli olacaksın...

- İyi uyuyacaksın...

- Güzelliğine bir yere kadar güveneceksin...

- Yabancılara hemen yaklaşmayacaksın...

- Tırmalamadan önce kıhlayacaksın...

- Biri sana kıhlıyorsa elini çekeceksin...

- Kimsenin bilmediği gizli bir yerin olacak...

- Ortamı ve insanları yüksek bir yerden seyredeceksin...

- İki kişiliklerden daha fazla gruplara takılmayacaksın...

- Önce koklayacaksın...

- Arada sırada ısıracaksın...

- İnsanları anlamaya çalışacaksın...

Onlar seni anlamasa da...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.