Şampiy10
Magazin
Gündem

Onları sevme ihtimali...

“Erkekleri sevmemizin 10 sebebi...

Beyler, bunun sizin için hepimiz adına yazılmış bir aşk mektubu olduğunu düşünün! İşte sizde sevmekten vazgeçemediklerimiz...”

Haydaa...

Haberin bu spotunu okuyunca aklımdan ilk ne geçti?

“Ne len bu? Aşk mektubu falan... Biri aklını yitirmiş herhalde!”

Ama hadi gelin bir kıyak yapalım, neymiş vazgeçemediklerimiz bakalım...

1. Vücutları... Yenilikçi cılız tipler bile bizi delirten pazulara sahip. Genellikle elleri de bizimkinden büyük. Bir erkeğin hangi bedende olduğu önemli değil, bize her zaman küçük ve hassas olduğumuzu hissettirebiliyorlar. Peki ya kollarındaki o provokatif damarlar?

(Ha, oldu! Etrafımız böyle George Clooney’vari tiplerle dolup taşıyor çünkü! Gitgide tipsizleşiyorlar yahu!)

2. Ağır objeleri taşıma, çerçeve için duvara çakılacak çiviler ve büyük, iğrenç böcekleri öldürme görevini de üstlenmeleri...

(Bir adamın seni bulaşık yıkıyorsun diye beğenmesi gibi yani!)

3. Bir erkek karşınızda ağladığı zaman, kendinizi duygusal piyangoyu kazanmış gibi hissedebiliriz. Gözyaşları, samimiyetin en uç işareti; ve gardını indirmiş olması muhtemelen bizi önemsediğini ve bize güvendiğini gösterir. Ayrıca sizi, deyim yerinde ise, ‘şefkatle’ bakarken yakalamaya da bayılıyoruz!

(Abisinden mi bahsediyor bu?)

4. Vücut şampuanları, tıraş losyonu, parfümü, doğal misk kokusuÖ Tüm bunların karışımı kendimizi etkisinde kaybetmek için son derece hevesli olduğumuz bir rayiha oluşturuyor.

(Anlaşılan rayihaya falan gerek yok, bunu yazan azmış!)

5. Temel maskülen tavırlarınız ve bizim dişiliğimize olan minnettarlığınız, kadın olduğumuza dair iyi hissetmemize sebep oluyor.

(Bu nerede, ne hissedeceğini şaşırmış!)

6. Bizi esprileri ile etkilemeye çalışmalarına, fiziksel yetersizliklerimizle ilgili gülmemizi sağlayabilmelerine ve kendimizi çok da fazla ciddiye almamamız gerektiğini hatırlatmalarına minnettarız.

(Ben değilim Valla! Kendimi isteyince ciddiye alırım, istemeyince de almam. Sinirim bozulmaya başladı, ona göre...)

7. Yolda yürürken trafiğin olduğu tarafa geçmeleri, dik bir eğimde yardım etmek için düşünmeden uzattıkları el ya da kolları, her an kaçırılabilecekmişiz gibi endişelenmeleri muhteşem değil mi?

(Hııı... Tam kaçırılırken kan ter içinde uyandı herhalde! Rüyasını mı anlatıyor, ne?)

8. Özellikle dev gibi ve mümkünse çizgili kazaklarınızı ve gömleklerinizi evin içinde elbise niyetine giymek çok zevkli!

(O da burnuna traş köpüğü kondursun, tam olsun! Bu ne be!))

9. Sıkıcı ya da sıradan olduğunu düşünseniz de, duyguları yerine mantık ya da sağduyuyla hareket eden birisi tarafından korunuyor olmak iyi bir şey.

(Korunmaya takmış! Adam olmasa ortalara düşecek herhalde bu! Adamlara güvenen son kadın!)

10. Bitmek bilmeyen tutkuları. Üzerimizde babaanne iç çamaşırları varken bile erkeklerin bizi arzuladığını bilmek çok büyük bir lüks.

(Seni değil, herhangi birini arzuluyor ama olsun!)



Galiba...

Biz...

Onları değil de...

Onları sevme ihtimalini seviyoruz!

Yazının devamı...

Ben adamı kelinden tanırım!

Olabilir mi?

Bir adamı kelinden tanıyabilir misin?

Hatta keline göre sınıflandırabilir misin?

Önden kelleşenler, arkadan, yandan, tümden... Bunların bir anlamı var mıdır?

Olabilir...

Kızlar çok güzel toparlamış.

Buyrunuz...

1- Boynuz tipi açılma...

Bunlarda boynuz tipi bir açılma mevcuttur. İki yuvarlak, ortada saç mevcut. Saçı kaybetmemek için onlara gözü gibi bakar. İktidarının son günleri sayıp o telaşla..... Anladınız siz! Tam tarif edelim yine de: Evli ise herkese yazar, bekârsa eline yazar!

2- Saçın sadece önü açılmışsa...

Onlar bütün işlemlerini yanda kalan saçlarına gösterdikleri itinayla yaparlar. Her konuda, her yerde açıklarını kapatma gayretindedirler.

3- Tam tepesi açılmışsa...

Saçını bir yandan bir yana alıp kelini kapatanlarla, kelini serbest bırakanları burada ayırmak durumundayız. Lakin saçını bir yerden alıp kelini kapatmaya çalışıyorsa yaşı geçmiş olsa bile gözü daim çöplüktedir. Daha bende iş var gayreti ile hırkasını omzuna atışından sivri burun ve daim boyalı ayakkabıya kadar onu çok rahat tanırsınız.

Muhtemel yurt dışı görmüşlüğü de varsaaaaaaaaa artık jantiyim diye entel dantel gezmektedir. Uçana ayrı, kaçana ayrı muamele çekmektedir.

Ama kelini serbest bırakanlarrrrrrrrrrr... Onları gruplayamadık, yardım eder misiniz?

(Tamam. Onların kelleşme süreci durmuştur. Şakaklar hafiften ağırmaya başlamıştır. Ama bundan emin olamazlar. Tıpkı hayatlarında olduğu gibi! Son kez birkaç kaçamak yapsa mı, yapmasa mı? Daha da komiği bunu istediğinden bile emin değildir!)

4- Arkası açılmışsa:

Bunlar iflah olmazlar. Çapkınlık yapıyor havasında gezip hiçbir şey yapamaz noktasında nirvanaya ulaşırlar. Her an hayatlarında 2-3 kadın var pozunu asla bırakmazlar. Flörtöz tavırları ile etrafa neşe ve gülücük saçarlar. Kimse yanlarında sürekli birini görmez.

Evliyseler eşleri onların süper performans sergilediğini söyler ama buna kendilerinin inanıp inanmadığını keşfetmeniz bile yıllar alabilir. Evlilikte neşeli hâlleri konu komşuya mangalcı ya da tekneci hayatı seven adam duruşları sergilerler.

5- Arka ve tepe bir arada açılmışsa...

Bunların kesinkes evlilik dışı bir ilişkileri de vardır.

Eşleri bunu bilir ve olanlara göz yumar. Baskın ve saldırgan tutumları evdeki ve dışardaki partnere farklı yansır. Evdeki eş mutlu yüze hasret, dışardaki partnere ise kul köle olurlar.

6- Favori grubu en sona sakladık:

Kel ama saç uzatanlar...

Onları nasıl unutabiliriz ki:) Komplekslerine yenilmişlerdir. Boşanmışlardır.

Evliyseler bu son limandır, zor karar vermiş ve yorulunca bir limana sığınmışlardır.

Limana da, kendilerine de bunu itiraf edemezler. Muhtemel kendilerinden genç hatunlarla birlikte olurlar. Medyatik olmayı sever, hayatı bir perde kabul ederler. Sürekli oynarlar, oynarlar. Sekste de çok iyi değillerdir.

Hızlı yaşadıklarını söylediklerinden herkes onlardan süper bir performans beklemektedir. Dolayısıyla ne yapsalar anlattıklarına karşı gölgede kalacaktır.

Yazının devamı...

Okuyan dana...

Hani geçen haftayı “porno roman” okumayla kapatmıştık ya...

Danalar, “Biz aşk romanı da erotik roman da okuruz” diye şarlamışlardı...

Sonradan bir mail daha geldi; biraz farklı...

Farklı bir bakış açısı...

Önce okuyun:

- “Bizim ergenliğimiz o bahsettiğiniz beş-on sayfalık ‘şeyler’le geçti. Teksir makinesiyle, fotokopiyle çoğaltılıp elden ele dolaştırılan ‘zabagakadar’ hikâyeleriyle...

Çok şanslıysak resimli olanını da bulur, yatılı okul koğuşlarında okuma seansları yapardık.

Sizin kızlarla okuduğunuz gibi biz de oğlanlar olarak okurduk.

Kızlara söyleyin, gülmesinler veya güler gibi yapmasınlar. Çünkü o hikâyeleri okuyan erkeklerin büyük çoğunluğu şimdi partnerleriyle sevişirken ‘önsevişme’, ‘sevişme süresi’, ‘klitoris’, ‘G noktasi’, ‘vajinal orgazm’, ‘ten uyumu’, “vajinismus’ vs. vs. sözcüklerin anlamını biliyorlar ve gereğini yapıyorlar.

Sormakta haklısınız. Erotik roman veya hikâye okuyan erkeklerle birlikte olunmasını öneririm.”



Haydaa...

Buyrun buradan yakın!

Normal kitap okuyanını bulduk da(!) şimdi bir de porno okuyanını seçeceğiz öyle mi?

Bu tez doğruysa tabii...

Yani...

“Erotik veya porno kitap okuyan adamlar yatakta daha iyi midir?”

Kafam karıştı!

Aklıma ardı ardına soru yağmaya başladı; üstelik cevaplarıyla beraber!

“Ne yani? Başka türlü öğrenilmiyor mu bu iş?” diye soruyorum mesela...

Aklım cevap veriyor:

“Onu bilemem ama en iyi böyle öğrendikleri kesin!”

Bu soru-cevap hâli bende sürüyor...

“İyi de, pornolardan öğrendikleri sadece bunlar değil! Gerçek dışı ve sapık beklentileri de oradan çıkıyor.”

“En iyisi porno değil ama erotik hikâyeler okusun bunlar”

“Ayrıca kadınlar kitaplardan mı öğreniyor bu işi!”

“E, baksana sen bile okumuşsun.”

“İyi de! Orada okuduklarımı bir halt sanmadım ben!”

“Peki erotik kitap okumayan adamlar bu işi bilmiyor mu?”

“Hepsi okumuştur!”

“Şimdi sıkı enteleküel olanlar bile mi?”

“Evet. Niye şaşırdın kı?”

“Ne bileyim, birlikte olduğun adamın bir zamanlar ya da o sıralar bu kitapları okuduğunu bilmek...”

“İğrenç mi geliyor?...”

“Evet yaa..”

“Kızım, adamların senden uzaktayken hatta belki seninleyken bile neler yaptığını, neler düşündüğünü tahmin dahi edemezsin. Etme de zaten!”

“Haklısın. Da... Gerçek ‘o’ hangisi?”

“Hiçbiri veya hepsi. Bunlara takılma sen. Beyan esastır.”

“Doğru söylüyorsun. Kolay dana olunmuyor tabii!”

“Kızdın yine...”

“Ne kızacam? Kime kızacam?”

“Okuyan danaya...”

“Yok bee... Önümüz bayram, kesemem de, bağışlarım bir yere! Heh hee...”

Yazının devamı...

Okuyorlarmış...

“Erkekler ‘erotik-aşk’ romanı okur mu?”

Dün bunu sormuştum. Hatta biraz daha ileri gidip lafı asıl sormak istediğime de getirmiştim:

“Erkekler porno kitap okur mu?” diye...

Hani zaten aşk romanı okumazlar düşüncesiyle...

Ama hayır!

“Okuruz” diyorlar...

Aşk romanları konusunda da iddialılar...

Porno?

En iyisi siz bakın ne dediklerine...



- “Zabahagar.. Falan da ne demek? Tamam herif dananın teki senin deyiminle... Basit erkekler olduğu kadar kadınlar da var, hem de çok fazla. Neyse... Bence de, erotik aşk romanı okuyan erkekler var, öyle sayısı 3-5 falan da değil.. Bence sayı böyle kitapları okuyan kadınlardan biraz azdır o kadar... “

(O, ‘zabagakadar‘’bir kere! Lütfen! Türkçesi ise, “sabaha kadar”... Bunu gerçek bir aşk romanında, “Gün ışıyıncaya dek” olarak görürüz. “Güneş odamın içine dolduğunda” nerede kullanılır? Hadi bakalım...)

- “Neden okumayalım ki! Sizin bahsettiğiniz o 30-40 sayfalık küçük kitapları çoğu erkek gençliğinde okumuştur. Erotik aşk romanlarına gelince Ahmet ALTAN’ın kitapları, Yazgülü ALDOĞAN’ın kitapları mesela, ben severek okurum. Sorunuza gelince: Evet erkekler de okurlar.”

- “Dilek Önder hocam. Biraz memleket meselelerine gelsek güzel olurdu...”

(Emin misin? Ben de mi yazayım? Bir daha düşün hocam!)

- “Sayın Dilek Önder bacı. Bizim ortaokul yıllarımızda erotik kitaplar sınıfta elden ele dolaşırdı, hatta kitabın bazı sayfalarını beyaz kâğıda yazarak saklayan arkadaşlar vardı. Sınıfta bu kitapla yakalanmak çok tehlikeli ve idarede çok sıkı sorgulama oluyordu. Aile okula çağırılıyor, kitabı yakalatan çocuk tehlikeli ilan ediliyordu. Kızlar bu çocuktan uzak duruyordu.”

(Evde de, yatağın altına saklıyordunuz herhalde! Kız kardeşleriniz hemen bulsun diye!)

- “Vallaha Dilek hn. O kitabı okumadım ama kitapları ve kitaplardaki betimlemeleri seven biri olarak o kadar ayrıntıyı okurken ben bile sıkılırım, ne diyim:)”

(Haklısın. Erkeğin bile o kadar detaycısı çekilmez!)

- “Erkekler de aşk romanları okur. Sinan Akyüz’ün yazdığı romanlar, bugünkü yazınızda (hatta dünkü yazınızda da) bahsettiğiniz Grinin 50 tonu romanına benzer romanlardır diye tahmin ediyorum. (Grinin 50 tonu’ nu henüz okumadım.)

Yazılarınızda çoğunlukla erkekler hakkında yazıyorsunuz, çoğu da doğru tespitler. Ancak daha objektif ve topluma daha fazla mesajlar veren yazılar yazmanızı dilerim.

Arkadaşınızın erkek kardeşiyle birlikte olan birileri olsaydı ZABAGAKADAR, herhâlde bahsettiğiniz o iğrenç hikâyeleri okumazdı. Daktilo bulabilseydi elle yazmak için de o hikâyeleri okumazdı.”

(Ha, “Oxford vardı da, okumadık mı?” yapıyorsun! Ama yanlış yapıyorsun. Hiç acımadık yani!!)

- “Öyle bir şey yazmışsınız ki, sanki size söylemek istediğim çok şey var gibi hissetmeye başladım ama kendimi ifade edecek tek kelime bulamadım. Sanırım kafam bir süre bunu çözmek için meşgul olacak. Delinin biri kuyuya bir taş attı misali...”

(Hı? Hiçbir şey anlamadım tabii ama niyeyse komiksin:)

- “Bir erkek olarak kısaca şöyle izah edeyim.. Biz erkekler senaryoyu hisseder, uygularız, yaşarız, yaşatırız!!.. Siz romantik kadınlar onu kâğıda dökersiniz... Sonra canınız sıkıldı mı tekrar tekrar okur, arkadaşlarınızla tartışırsınız... Bu yaşadıklarınız üstünde ciddi ciddi kafa patlatırsınız...”

(Oh be! Nihayet normal bir dana geldi. Ben de tam kendimden şüphe etmeye başlıyordum!)



Gördünüz...

Okuyorlarmış!

O zaman ben de diyorum ki:

Demek ki, okuduğunuzu anlamıyorsunuz!

Yazının devamı...

Erkekler ‘erotik-aşk’ romanı okur mu?

Hatta aradan “aşk”ı çıkaralım, ellerini hafifletmek için, soruyu da kısaltalım:

“Erkekler erotik roman okur mu?”

Bu sorunun cevabına geçmeden önce, size çoook eskilerden hatırladığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum.

Çook eskilerden derken, gerçekten çook eskilerden... 15-16 yaşlarındaydık herhâlde...

Bir gün, bir arkadaşımızın erkek kardeşinin yatağının altında bir kitap bulduk. Kitap demek istemiyorum ama maalesef başka bir adı yok.

Valla ismini hatırlamıyorum, belki de yoktu.

Bu bir porno kitaptı.

Ama ne porno!

30-40 sayfa, küçük ebatta, sararmış kâğıdın üzerine daktilo harfleriyle yazılmıştı...

Tabii ona yazı denirse...

Hiçbir imla kuralı yok ama öyle “de“ler “da”lar ayrı olacak meselesini aşmış; bütün bir satır kelime araları olmadan yazılmış mesela...

Ha, yazılan da ne?

Şöyle anlatmaya çalışayım:

“karıyızabagakadar...”

Yok daha fazlasını yazamayacağım, anlayan anladı zaten! Tamamında üç fiil kullanılarak yazılmış bir rezillik.

O kadar kötüydü ki, bizim için porno olmaktan çıkıp mizah haline dönüşmüştü.

Ve o gün bugündür, ne zaman çağrıştıran bir durum olsa, “Zabagakadar” deyip gülmemiz bu yüzden..

Şimdi dönelim o soruya...

Hatta biraz daha açık soralım:

“Erkekler porno kitap okur mu?”

Filmini seyrederler, resimlere bakarlar da...

Okurlar mı?

Okuyabilirler mi?

Ama az önce yazdığım kitap gibi olanı değil!

Şu, şimdi kadınların pornosu olan “Gri’nin Elli Tonu” gibi bir kitabı...

Okuyabilirler mi?

Her pozisyonun ince detaylarla anlatıldığı...

Hem de, her pozisyonu akılda canlandırabilmek için hayli dikkat ve emek gerektiren bir kitabı!

Mesela:

“Sağ bacağını benimkinin üstüne, sol kolunun alt kısmını bel
girintime bastırdı”
ile başlayan bir cümlenin devamını getirebilirler mi?

Yoksa...

Sadece, “bastırdı” kısmı onlar için yeterli olur mu?

“Yeterli olur” diyenler?

Evet, kabul edilmiştir!

O halde sorunun cevabını bulduk:

Okurlar.

Da...

Nasıl okurlar?

Artık “Hızlı okuma tekniği” mi dersiniz, “algıda seçicilik” mi, bilemem...

Sadece cümlelerin içindeki, “meme”, “bacak”, “popo” gibi kelimelerle, sonundaki fiilleri görürler. Onları okurlar.

Hem de,

Zabagakadar!

Yazının devamı...

Kırmızının 100 tonu...

Dünyayı erotik-aşk fırtınası sardı.

Bir ara zombiler vardı biliyorsunuz, geçen sene vampirler, bu senenin trendi ise...

Erotik aşk!

Eski “beyaz dizi” romanlarının içine seks katılmışı...

Filmler, diziler, kitaplar bu temanın da b.kunu çıkarmak üzere kolları sıvadılar...

Dikkat edin, kitapçılara girdiğinizde “Yeni çıkanlar”, “Çok satanlar” ya da göz önüne konanlar hep aynı:

Bir aşktır gidiyor...

Hayır anlayamıyorum, tam da aşkın hatta seksin bile bitme noktasına geldiği şu dönemde bu fırtına nereden esiyor?

Hadi esiyor, kim, niye yakalıyor?

Hele ki, Türkiye’de!

Aşk ve erotizm!

Hiç anlaşılır gibi değil!

Birileri bir yerlerde tutkulu aşklar yaşıyor da benim mi haberim yok? Hani kendinden bir şeyler bulmak için okuyorlar diyeceğim...

Ama benim bildiğim, onlar yaşandı, b.ku çıktı ve bitti.

Şu sıralar kadınlar ve erkekler kendi yarattıkları cehennemin içinde hapis, bekliyorlar...

Üstelik neyi beklediklerini de bilmeden!

Şuursuz umutlarla...

Acaba o ‘erotik-aşk’ı falan mı bekliyorlar?

Bu şuursuzlukla!

Olabilir...

De,

O kitaplar bizimkileri kesmez!

Biliyorum, kesmez çünkü bunların dünyada en çok satanını okudum. Şu meşhur, “Gri’nin 50 Tonu”nu...

Oradan biliyorum, kesmeyeceğini...

Zira...

O, Gri’nin 50 Tonu’ysa, bizim kızlar, bunun feriştahını yaşadılar...

Ne grisi...

Kırmızının 100 tonunu biliyorlar!

Herkes ağzının payını aldı.

Üstelik kitaptaki kadın kahramanın aynı aymazlık ve şuursuzluğuyla...

Adamın biri (ama çok yakışıklı, çok zengin, çok kültürlü, çok bilgili, çok, çok, çok...) varoş akıllı bir genç kadını “kötü emellerine” alet ediyor. Genç kadın da adamın yatağına girince onun “seçkin” dünyasına da gireceğini düşündüğünden herhalde, ne derse yapıyor.

Ve adam kadına, bana sorarsanız, hiç hak etmediği kadar değer veriyor. Maddi-manevi...

Niye hak etmiyor?

Çünkü kız ne akıllı, ne çok güzel, ne zengin, ne kültürlü, ne bilgili; tek özelliği adamın fantezilerine cevap vermesi...

Hıı...

Acaba bu yüzden mi?

Hiçbir özelliği olmayan kadınların pat diye dünyanın “En” adamına ve yaşantısına sahip olabilme ihtimali...

Hem de bunun için çok da emek harcaması gerekmiyor!

Seks, abuk sabuk kıskançlıklar ve boyun eğmelerle...

Eyvah, eyvah!

Umarım kimse burada “eski kendisini” aklamaz!

Hiç çekilmez de!

Yazının devamı...

Geleceğimiz neden erteleniyor?

Hani bazen, “Dünya neden bu kadar yavaş ilerliyor?” diye sorarız ya...

“Neden hâlâ ilkel duyguların esaretinden kurtulamıyoruz?”

“Neden hâlâ savaşıyoruz?”

“Neden hâlâ birbirimizi vuruyoruz?

“Neden hâlâ saygı duyamıyoruz?”

“Neden sevgisizleşiyoruz?”

Bunlar gibi daha bir sürü “Neden?”

Galiba bu sorunun cevabı aslında çok basit.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu İletişim Sorumlusu Nezih Tavlaş’ın, “Çocuk Gelinler” hakkında hazırladığı kısa filmi ve topladığı verileri görünce, o sorunun cevabını buldum.

Filmi isterseniz net’ten bulursunuz; ben size verileri aktarayım.



- Türkiye’deki her 3 evlilikten biri, “çocuk evliliği”dir.

- Türkiye’de 18 yaş altı “çocuk evlilik” oranı ortalaması yüzde 28’dir.

- Türkiye genelinde 181 bin 36 çocuk gelin bulunuyor.

- Kız çocukları ailelerde ekonomik bir yük olarak görülmektedir.

- Aileler başlık parası yoluyla gelir getirmek için kızlarını çocuk yaşta evlendirmektedirler.

- Geçen yıl Türkiye’de 20 bin aile, 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için mahkemelerde dava açtı.

- Kız çocuklarının eğitimleri aileleri tarafından nişanlama veya evlendirme gerekçesiyle yarıda kesilmektedir.

- Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre erken evlilik ve nişanlanma nedeniyle eğitime devam etmeyenlerin yüzde 97,4’ü kız öğrencilerdir.

- Kız çocukları kendilerini koruyamayacak yaşta ve eğitimsiz olarak evlendirildiklerinde, eşlerinden fiziksel, duygusal, sözel ve cinsel şiddet görmektedirler.

- Eğitimsizlik, erken yaşta evliliklerin hem sebebi hem de sonucudur.

- Türkiye’de kadınların yüzde 8,06’sı yani 2 milyon 617 bin 566 kadın okuma yazma bilmemektedir.

- Eğitim seviyesi düşük ailelerin çocuklarında erken yaşta evlilikler daha sık yaşanmaktadır.

- Erken yaştaki bu evlilikler kadınların eşitsiz konumunu pekiştirip hayat tercihlerini azaltmaktadır.

- Erken yaşta evlilikler kadının statüsünü düşüren ve çocukların temel haklarını ellerinden alan bir sorundur.

- Bir kız çocuğu ne zaman ve kiminle evleneceğini seçme hakkına sahip olmalıdır.

- Kadınları, eğitimsizlik, yoksulluk ve bağımlılık kısır döngüsüne hapseden bu evlilikler kadınların geleceğini ellerinden almaktadır.



Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada eğitimsiz, yoksul ve bağımlı hangi kadının yetiştirdiği çocuklarla ilerleyeceğiz?

Yani aslında sadece kadınların değil, dünyanın geleceği elimizden alınıyor.

Ve bu bizim de kısır döngümüz...

Keşke bunu yapanlar ve buna izin verenler de farkında olabilselerdi...

Yazının devamı...

Eskiler ve yeniler...


Kaç gündür yalnız adamları ve kadınları yazıp duruyorum ya...

Bazıları orada geçen, “yeni yalnız” ve “eski yalnız”ları merak etmiş.

“Nasıl yani?” diye soruyorlar, “Yalnızlığın eskisi, yenisi olur mu?” diyerekten...

Olur tabii...

Hem de nasıl olur?!

Anlatayım...

Yeni yalnızlar, 1-2 yıllıklar...

1-2 yıldır doğru düzgün bir ilişkisi olmayanlar...

Doğru düzgün diyorum çünkü araya bir-iki ne İdüğü belirsiz ilişkimsi durumlar almışlardır.

Yeni yalnız kadınsa, o bir-iki durumun biri mutlaka evli bir adamdır.

Diğeri ise kendisinin hoşlandığı değil, ondan hoşlanan biridir. Eskiden “Hiç işim olmaz” dediği biri olma olasılığı yüksek!

Olay şöyle gelişmiştir:

Altı ay falan bekler. Baktı ki tık yok yani istediği gibi biri, biraz panikler. O paniğini yatıştırmak ve oyalanmak için ilişkimsileri yaşamaya başlar.

Bir umutla...

Yani hâlâ umutludurlar...

Bu yüzden çok gezerler. Nerede lüzumlu-lüzumsuz aktivite, bunlar oradadır.

Sürekli alışveriş yaparlar.

Her zaman birini bulabilme ihtimaliyle doludur. Herkese, her yere her şeye o gözle bakar. Yani sanki herkesin gözünden kaçanı o görecek gibi bir ruh hâli içindedir.

Gergin kadınlardır.

Erkeğin yeni yalnızı ise ex’lere ve kolaya dadanır. Sürekli seks yaparlar ya da yapmak isterler. Yapıyormuş gibi davrananlar da olur.

Onlarda da bir tuhaflık vardır; hâlâ eski metotları uygularlar. “Şarap-makarna yapalım mı?”lar falan...

Ucu uzun ve sivri ayakkabı giyerler. Bütün kadınlar onun peşindeymiş duygusuyla yaşarlar. Ama bu hâlleri “Bu ‘çok bir şey de‘ bizim mi haberimiz yok!” diye yansır. Senkron tutmaz yani!

Eski yalnızlar...

Kadın-erkek fark etmez, ikisinde de gelecek korkusu başlamıştır. Bu yüzden herhâlde, para biriktirirler.

Gelirleri iyiyse, evlerine ve seyahate harcarlar.

Erkekleri, uzun süreli bir ilişkiyi özlemiştir ama kararsızdır; “çıtır”la mı, “kıtır”la mı? diye...

Aklı bir ona bir buna kayar. Ama zaten ikisini de bulamaz.

Kadınları umutsuz ama mutsuz değillerdir.

İkisinin arasındaki en belirgin özellik şudur:

İlişkilerden konu açıldığında yeni yalnız şöyle der:

“Aman! En en iyisi böyle yalnızlık! Kimseyi çekecek hâlim yok!”

Eski yalnız ne der?

“Keşke düzgün biri olsa, iyi olur!”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.