Şampiy10
Magazin
Gündem

Evliliğin burcu olur mu? Diyelim ki, olur!..

Tuttu mu?

Evliliğiniz burcunun özelliklerini taşıyor mu?

Bence taşıyor...

Evet, biraz gerzekçe olabilir hatta birazdan da fazla... Ama olsun, biraz eğleniyoruz işte!

Zaten son zamanlarda yani son 10 gündür falan sizde de bir avarelik, bir adamsendecilik var mı?

Moralli ve neşeli misiniz?

Tıpkı eski günlerdeki gibi...

10 sene öncesi gibi mesela!

Niye ki?

O halde devam edelim...

TERAZİ

Evliliğinizi terazi burcunda yaptıysanız riskli bir işe girmişsiniz demektir. Ama tüm riskli işler gibi bu da eğlencelidir. Yani bu evlilikte aldatmalar, atlatmalar olsa dahi nedensiz bir şekilde kırıcı olmaz. Anlayışlı, empatik, adil bir evliliktir.

AKREP

A-ha! Bu evliliği şöyle tarif edebilirim: “Bıçak sırtında...“ Nasıl mı? Birden nirvanaya da uluşabilirsiniz, birden kendinizi cehennemin dibinde de bulabilirsiniz. Çalkantılarla dolu geçer yıllar. Ama bu evliliktekiler başlarına ne gelirse gelsin birbirlerini kolay kolay bırakamazlar. Ne olursa olsun!

YAY

Sağlamdır. Sağlam temellere, akla ve sevgiye dayanır. Bu yüzden de bu burçtaki evlilikler çok azdır. Dikkat edin ikisi de güzeldir. Entelektüel ve konforlu bir hayatları vardır. Bu evlilikte doğum günleri, evlilik yıldönümleri unutulmaz hatta seremoniktir, romantiktir. İlle de bir yanlış aranacaksa bu kişilerle ilgilidir, evlilikle değil!

OĞLAK

Geleneksel bir evliliktir bu. Ama neşesizdir de... Alışkanlıklarının dışına çıkamazlar. Asosyal hayatları vardır. Sadece rutin günlerde aileleriyle görüşürler; yapılması gerekenleri yaparlar. Son moda eşyalar en son onların evine girer. Sönük bir evliliktir ama neticede o da bir evliliktir.

KOVA

Bu evlilik yürümezse hiçbiri yürümez! “Daha ne istiyon?“ derler adama... Kadına da! Bu burçta evlenenlere şans verilmiştir ve bu şansı kullanıp kullanmamak artık onların ellerindedir. Neşe, zekâ, yaratıcılık... Dedim ya, “Daha ne istiyon?”

BALIK

Kova evliliklerinin tersine, “Bu evlilik yürürse her evlilik yürür!“ Hani yanlış zaman diye bir şey varsa, evlilik için o zaman bu zamandır. Temeli yanlıştır bir kere... Gerçek olmayan, hayal ve yalan üzerine kurulur. Toparlayamazsın.



Amaaan...

Hepsi boş aslında!

Nasıl olsa, “Her canlı bir gün evliliği tadacaktır.”

Yoksa bu eskiden miydi?

Yazının devamı...

Evliliklerin de bir burcu vardır!


Herkesin her şeyin bir

burcu var da, evliliklerin niye

olmasın?

Şimdiye kadar yoksa da, artık var!

Ben yaptım.

Ben yaptım, oldu!

Olay şu:

Evlendiğiniz tarihe göre durumunuz...

Evliliğinizin durumu yani!

Tek yapacağınız evlendiğiniz tarihi hatırlayıp hangi burçtan olduğunu saptamak.

Gerisi benden...

KOÇ

Evliliğiniz Koç burcundaysa yandınız... Ateşler içinde hem de! Çok zevklidir ama bir o kadar da tehlikeli... Aldatmalar, kişilik çatışmaları bu evliliklerde daha çok görülür. “Ben yapayım, o yapmasın“ felsefesi hüküm sürer. Tutkuyla evlenilir, çoğunlukla boşanmayla sonuçlanır. Boşananlar, tekrar evlenir.

BOĞA

En tatsız evlilikler bunlardır! Kendileri için değil de sanki başkaları için evlenmiş, başkaları için ev döşemiş, başkaları için giyinmişlerdir. Bu düşünceyle olduğu için herhâlde, olmaz! Eğretidir. Eller iyisi bir evliliktir bu. Maddiyat ön plandadır. Mesela eminim krediyle ev alanların çoğu bu burçta evlenenlerdir. Pek fazla boşanmazlar ama tatsızlardır. Boşanmasınlar da zaten, başkalarını yakmasınlar!

İKİZLER

Aslında bu burçtaki evlilikleri yasaklamak lazım! Daha ilk günden ego çatışmaları başlar. Bir taraf boyun eğip diğerini sürekli pohpohluyorsa ancak öyle sürer. Ha, bu yeter mi? Evliliği sürdürmeye evet ama mutlu olmaya, hayır yetmez. Bu burçtaki evlilikten çıkanları şöyle konuşurken yakalarsınız, “Yahu o ben miydim?”

YENGEÇ

Evlilik herhâlde en çok bu burca yakışır. Evlilikleri Yengeç Burcu’nda olanlar, şuursuzca bu işe sarılırlar. Tabulara, geleneklere ve bağlılığa bağlı oldukları için düzenli fakat renksiz bir hayatları vardır. Yanlış çocuk yetiştirirler.

ASLAN

Aldatıp itiraf edenler bu burcun evliliklerinden çıkar. Çok tartışmalı geçer. Küserler, barışırlar... Barışırken küserler falan... Sosyal bir evlilktir bu. Gezerler, bol para harcarlar. Bu yüzden mal mülk sahibi olmaları zordur. Ha, takarlar mı? Yoo...

BAŞAK

Amaaan... Bu gergin bir evliliktir. Kıskançlıklar, sinsilik, karşılaştırma, şüphecilik, sidik yarışına girmeler falan onlarda görülür. Ha, bir de gösteriş önemlidir. Bu yüzden evleri zevkli ve temizdir. Sosyal evliliklerdir ama yine de adam dans etmez!

Yarına devam ederiz...

Yazının devamı...

Metal yorgunluğu mu?

Önce hükümetin yaşlı eylem planı üzerine düşüncelerini, düşüncelerimi sonra özel sektörde rantabl olup olmadığını ve moral değerler üzerinden özel sektörün bu işe girip girmeyeceğini gayet güzel anlatmış.

Ve konuyu şöyle bağlamış:

“Biliyor musun, yaş ilerledikçe seksi düşünmek, yapmaktan daha çok zevk veriyor insana... Yapınca hevesin bitiyor, çok gıcık bir durum.”

Heh heee...

Bence de!

Hayat da bu anlatım gibi bir şey zaten...

Oradan buraya...

Onun bu son cümlesini okuyup gülerken, aynı anda bir erkek arkadaşımla geçenlerde yaptığımız sohbet aklıma geldi; o da bir konuyu böyle bağlamıştı:

“Ya, yapamayacağımdan değil de, galiba aslında artık çok canım istemiyor! Eskisi gibi aklıma gelmiyor mesela! Hani gelse, yapacam!!”

“Hadi len” demiştim ona...

“ Ya yaşlanıyorsun ya da akıllanıyorsun. Ama ikincisi biraz zor!”

Güldük müldük...

Şimdi bunları yazarken ötekini de hatırladım...

Geçen kış başka bir arkadaşımla yaptığımız telefon görüşmesini... Bildiğiniz “Issız adam”lardan...

“Çok üşeniyorum...“ demişti!

“Yemeğe çıkar, kur yap, bir sürü yalan söyle... Niye? Yatacaz diye... Bir de ondan sonra uğraş! Sevgilinmiş de değilmiş gibi yap..Üff, çok sıkıldım.”

Dur yaa... Düşündükçe aklıma geliyor... Geçenlerde bir kız arkadaşımı ex’lerinden biri arayıp

“Hiç yemeğe falan gitmeden buluşup yatabilir miyiz?” diye sormuştu.

Düşünün artık!

Yaşları 40-55 arası bu adamların ha! Öyle gerçekten yaşlı maşlı değiller!

Haydaaa...

N’oluyor len?

Demek ki ortada bir durum var!

Üstelik bu durum sinsi bir durum...

Alttan alttan, çaktırmadan geliyor. Hatta gelmiş bile...

Durumu çözmem lazım.

Hemen!

Bir: Bunlar yaşlı değil...

İki: Akıllanıyor da olamazlar!

Hatta bana sorarsanız tam da ikisinin dengede durduğu yerdeler...

Akıl-beden ikilisinin...

Bedenleri henüz eskimemiş ve akılları da sadece şeylerinde değil!

Tam 40 yaş kadını gibi!

O halde ne?

Onlardaki bu sıkıntının sebebi ne olabilir?

Aslında galiba ben bunu da biliyorum. Biliyorum da, önce diğer seçeneklerden yola çıkalım:

Mesela şu olabilir mi?

Metal yorgunluğu...

Bir başka deyişle,

Malzemede yorulma...

Yazının devamı...

Kitabına uydurmak!

Tüm dünyada satış rekorları kıran ‘Grinin 50 Tonu‘ kitabı İngiltere’de bir ailenin arasına girmiş!

41 yaşında bir kadın, eşine boşanma davası açmış. Sebebi ise kocasının kitaptaki gibi seks yapmayı reddetmesi...

Yani seks yapıyor da, kitaptaki gibi yapmıyor!

Ben size olayın nasıl geliştiğini anlatayım...

Bunlar belli ki, 20’li yaşlarda evlendiler. Kadın 24, adam da 27 yaşındayken falan...

7 sene sonra da seks hayatları sıfırlandı!

Hayır, ikisi de seks yapmak istemediklerinden değil ama artık birbirlerini istememeye başladılar...

Kırk yılda bir, o da yapmış olmak için tatsız-tuzsuz birkaç denemeleri oldu. Sonra kadın bu kitabı okudu...

Bir akşam her zamanki gibi adam eve geldi, yemeklerini yediler ve televizyonun karşısına geçtiler.

Ama kadın hazırlıklarını yapmıştı. Kuaför, bakımlar falan... Üzerine hafif seksi bir şey giydi ve direkt konuya girdi:

“Beni kelepçelemek ister misin?”

Haydii...

Adamın gözlüğünün altından bakışını tahmin ediyorsunuz herhalde!

“Git bi elini yüzünü yıka, açılırsın!” der gibi...

İşte sonra da gazetelere düştüler:

“41 yaşındaki kadının, ‘sıkıcı seks hayatından bıktığı’ ve kocasından romandaki gibi sado-mazoşist seks fantazileri istediği ama kocasının bu fantazilere karşılık vermediği açıklandı.”

Habere de bak!

“Açıklandı” diye...

Sanki kadın uzaylı, seks yapmak istediği de Marslı tarla böceği!

Açıklamayı da NASA yapıyor!

Ne len bu!

Tamam bilmem kaç yıllık kadının kocasına yaptığı teklif abuk ama bu ‘açıklama’ da en az o kadar sabuk!

Kadın da nasıl kafayı sıyırdıysa! Rencide oldu herhalde...

Ellerinde kelepçeler, tek başına yatağın üzerinde ağlarken...

Heh hee...

Bak, dalga geçmeyin!

Arkadaşlarına da şöyle anlatıyordur:

“Daha ne yapayım Daby! Sus sus sus, nereye kadar!”

Daby de veriyordur gazı:

“Sen de bunun altında kalma kız! Ver mahkemeye rezil olsun!”

Şimdi gelelim olayın biraz daha ilginç tarafına...

İngiliz kadının avukatı, roman yüzünden açılan bu davanın bir ilk olduğunu söylemiş. Kocanın karısının isteğini reddetmesi İngiliz kanunlarındaki 5 boşanma sebebinden biri olan “mantıksız davranış” kapsamına sokulabilirmiş.

Bakar mısınız?

5 boşanma sebebinden biri, “mantıksız davranış”mış!

Heh heh hee...

Bizde böyle bir kanun olduğunu düşünebiliyor musunuz?

İnsan haklarının düzeyine bak!

Hani biz dayağı falan kabul ettiremezken...

Mantıksız davranıştan...

Bizde var ya,

Böyle bir kanundan önce böyle bir mantık seviyesine ulaşsak,

Bir çift bile evli kalabilir mi?

Yazının devamı...

“Yaşlanma eylem planı”

Eskiden...

Yani bundan 20 yıl falan önce...

O yaşlardaki çoğunluk gibi benim de yaşlılık hayalim, küçük bir sahil kasabasında, sessiz sakin, doğayla iç içe bir hayat sürmekti...

Bahçemde çiçeklerim ve biraz da sebzelerim, kedilerim, köpeklerim, reçel yapıp vereceğim dostlarımla geçireceğim bir hayat...

Yıllar geçtikçe, belki oraya yaklaştıkça bu hayal benim içimi sıkmaya başladı.

Öyle bir yerde daha fazla yaşlanacağımı ve hatta hayat sevincimin kalmayacağını anlamaya başladım.

Sahilde otur, denize bak bak, nereye kadar!

O iş genç işiydi...

Önünde zamanı olanların işi...

Boş insan işi...

Yani yaşlılık hayalim yaşlandıkça değişti:

Kendimi şehrin en kalabalık semtinde, esnafla didişirken hayal etmek daha umut verici hâle geldi.

Hayattan kaçmak yerine, hayatın tam içinde olmak...

Aile Bakanlığı’nın , “Yaşlanma Eylem Planı“ başlığını görünce aklıma önce kendi planım geldi.

Laf da hoşuma gitti doğrusu...

“Eylem Planı“ sloganı...

Adı bu.

Aile Bakanlığı, yaşlı nüfusun yaklaşması üzerine ismi, “Yaşlanma Eylem Planı” olan bir hazırlık içine girmiş.

2050 yılında Türkiye’yi de etkileyeceğini varsayıyorlar...

Yani 38 yıl sonra...

38 yıl sonra çok geç olabilir...

Zira benim hesabıma göre...

Şimdilerde 40+ olanlar...

Ve büyük şehirlerde yaşayanlar...

Önümüzdeki 15-20 yıl sonrasının ilk yalnız yaşlıları olacak...

İlk yalnız yaşlı nesil!

Yani onlara bakacak, onları hastaneye-doktora götürecek, ev işlerini ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak, anlayamadıklarını anlatacak, anlayamadıklarını hoşgörecek, hissettirmeyecek kimseleri olmayacak.

Evet olmayacak!

Çocukları, onların anne-babalarına baktıkları gibi bakmayacaklar.

Bakamayacaklar...

Çünkü onların büyüttükleri çocuklar, kendileri gibi değil.

Dünya da öyle değil.

Şartlar da...

Büyük ihtimalle başka bir şehirde belki başka bir ülkede olacaklar ya da hiç vakitleri olmayacak. İstekleri de...

En azından istekleri olmadığını bileceğiz.

Gururlu ve hâlâ aklı olanlarımız da, başımızın çaresine bakmak zorunda olacağız.

“Hepimiz fareler gibi titreyerek öleceğiz“ dermişim! Pazartesi, pazartesi...

Nasıl öleceğiz, bilemem ama fareler gibi yaşamamak elimizde!

Zamanlama tutmasa da, Aile Bakanlığı da bu durumu fark etmiş ki, böyle bir proje geliştirmiş.

Projede, şu anda kör-topal uygulanıyor olsa da “Evde bakım“ın yanı sıra, “gündüz bakımevleri“, huzurevleri değil ama üç-dört kişilik evler ile yaşlı hastalıkları için uzmanlaşmış kurumlar olması öngörülüyor.

Birçok insanın geriatriden haberi olmadığı gibi, çoğu büyük hastanenin böyle bir bölümü dahi olmadığını düşünürsek, süper bir gelişme...

Belediyelerin ya da devletin açacağı “Bakım” ya da adına ne derseniz deyin o evleri açması çok iyi ama...

Benim umudum, insanların birbirine utanmadan sıkılmadan telaffuz edecekleri yerleri özel sektör üstlenmeli...

O neredeyse servet ödenen yerlerle, devletin huzurevleri arasında, herkesin aklına yatacak yerler...

Bana sorarsanız uyanık yatırımcıların artık bu işe el atması gerekiyor.

Bu arada...

Yaşlılık deyince...

Yaşlanacağız biliyorsunuz değil mi?

O halde yaşamayı unutmayalım...

Yaşamanın sadece “sevişmek“ demek olmadığını da...

Yazının devamı...

Erkek versiyonu...


Dünkü sahneyi yeniden çekelim mi?

Bir başka açıdan...

Hani kadının sadece önsevişme istediği sahneyi...

O anları tekrar yaşayalım...

Ben yine aynı ortamı yaratacağım..

Puslu bir pazar akşamüstü sevgilinle evdesiniz...

Tembellik yapıyorsunuz...

Gazeteler yerlerde, belki bir film koydunuz...

Hava da hafif soğuk.

Hadi yağmur da yağsın...

İsterseniz ortamı değiştireyim!

O akşam karalık daha erken çökmüş. Kadın koşa koşa onu bekleyen arabaya biniyor. Sevgilisini yanaklarından öpüyor: “N’aber tatlım?”

Belli ki keyfi yerinde...

Bunu adam da fark ediyor.

Yağmur öyle yağıyor ki, akşamın karanlığıyla trafikte arabaların kırmızı beyaz ışıkları birbirine giriyor. Kadın ıslak ışık kırılmalarına bakıyor...

Hoşuna gidiyor...

Gözlerini bir kısıp bir açarak onlarla oyun oynuyor.

Joy FM’de “Quanti anni hai“ çalıyor. Bir avarelik, bir vurdumduymazlıkla şarkıya katılıyor kadın.

Ama...

Adamın kulağına eğilip “Quanti anni hai amore” diyeceğine...

(Ki deseydi... O sahneyi de sonra çekeriz!)

“Seninle kanepede cilveleşmek istiyorum, oynaşmak istiyorum, biraz öpüp okşanmak istiyorum” diyor...

Şimdiii...

Tam o anda...

Adamın aklından neler geçer?

Bakalım...

Aşağıda yazacaklarım benim tahminlerim ya da öngörülerim değil, baştan söyleyeyim. Bir erkeğin mail’i...

Diyor ki:

- “Bu bence büyük bir zevkle karşılanacağı gibi, erkeğin kafasında soru işaretlerinin de oluşmasına sebep olabilir.”

Nasıl yani?

Mesela şöyleymiş:

- “Allah, Allah... Bir hata yaptı onu mu kapatıyor?”

“Acaba başka biri mi var?”

“Bir şey mi isteyecek?”

“Yoksa bu son mu?”

“Bir dergide bir şey okudu da onu mu deniyor?”

“Keşke ne olduğunu bilseydim ona göre davranırdım.’’

Heh hee...

Sizce bu kuşkular doğru olabilir mi?

Olabilir...

Peki hangisi olabilir?

Hepsi..

Ama içlerinde biri var ki...

Bence kesin o!

Yazayım mı?

Yani bir kadın durup dururken sevgilisine böyle ‘danslar’ yapıyorsa...

Kesin...

Başka biri var!

Aman yanlış anlamayın ha!

Sadece başka biriyle ufak bir flörtü olmuştur. Onun keyfini sürdürüyordur.

Yoksa öyle aldatma falan değil. Olmaz da!

Bence merak etmeyin.

Siz de keyfini çıkarın...

Yazının devamı...

Canlandırma...

Hadi şimdi bir canlandırma yapalım...

Diyelim ki, bütün tabular, yanlış algılar yok oldu...

Tıpkı dünkü mail’de olduğu gibi;

“Canın doğrudan seks mi istedi hatun? Erkeğine ‘Seninle sevişmek istiyorum. En ateşlisinden hem de!’ de... Ya da canın doğrudan seks değil de biraz önsevişmek mi istedi? Hani ‘üşüyorum’ bunun için kadın tarafından bir imaydı ya... Bırak imaları hatun! ‘Seninle kanepede cilveleşmek istiyorum, oynaşmak istiyorum, biraz öpüp okşanmak istiyorum’ de. Hemen birleşmeye geçmek istemediğini, işin zevkini artırmak istediğini de belirt.

İş uzuyor da uzuyor mu? En iyisi ‘Gel sevgilim, beni gıdıkla’ falan deyin:) Daha esprili en azından:))”

Şimdii...

O anları yaşayalım...

Yaşamaya çalışalım.

Ben her türlü ortamı sağlayacağım size!

Mesela...

Mesela puslu bir pazar akşamüstü sevgilinle evdesiniz... Tembellik yapıyorsunuz...

Gazeteler yerlerde, belki bir film koydunuz...

Hava da hafif soğuk. (Ama kombililer için henüz soğuk değil! Heh hee...)

Hadi yağmur da yağsın... Kadının canı önsevişmek istedi!

Sadece önsevişmek!

“Bırak imaları hatun!” diyor ya...

Tamam bırakalım.

“Seninle kanepede cilveleşmek istiyorum, oynaşmak istiyorum, biraz öpüp okşanmak istiyorum” de, diyor ya...

Tamam diyelim...

Yani kadın, film seyrediliyor olsa dahi kumandayı elinden bırakmadan kanapede yayılmış adama diyor;

“Seninle kanepede cilveleşmek istiyorum, oynaşmak istiyorum, biraz öpüp okşanmak istiyorum...”

“Hı?”

“Seninle diyorum, oynaşmak istiyorum, oynaşmak!”

Adamın suratı karışıyor, toparlanıyor. Kadının söylediklerini algılaması süre alıyor ama tabii hoşuna da gidiyor!

Yemek üstüne, kaymaklı kadayıf hissinde...

“Ben de ne biçim bir erkeğim be!” sırıtışında...

“Ama o kadar!”

“Ne kadar?”

“Yani sadece önsevişecez!”

“Niye? Yeminin mi var?”

“Saçmalama be! Canım öyle istiyo...”

“Ha! Tamam o zaman... Bir sözleşme falan imzalamamı ister misin?”

“Dalga geçme be! Şurada açıkça duygularımı söylüyorum herhalde!”

“Sen gel bakiim yanıma...”

“Gelirim ama...”

“Gel, gel...”

Aganigi, aganigi...

“Tamam kes!”

Aganigi, aganigi...

“Kes dedim ama!”

“Ne kesmesi yahu??”

“Aaaa... Kes dedim! Çek! Çek elini kolunu! Tamam, buraya kadar! Abartma! Sevişmek istesem, sevişelim derdim!”

“Yahu....”

“Yahusu mahusu yok! Önsevişme sınırlarını aştın sen!”

“Ben seni de aşacam ama!”

Yani... Olabilir mi?

Zaten, bir adam sadece önsevişebilir mi?

Yazının devamı...

Direkt oraya!

Konuyu üşümekten açtık, nereye geldik?

Direkt oraya...

Nereye?

Oraya işte!

Anlatayım...

Daha doğrusu önce o anlatsın. Güzel yazmış!



- “İnce düşünen bir bey ve trip üzerine trip atan klasik, ‘yurdum’ hatunu... ‘Kezban’ deniyor ya, işte Türkiye Kezbanlardan geçilmiyor. Erkekler nasıl ki kaba saba, ‘dana’ maalesef, hatunlarımız da kaprisleri, bıktırıcılıkları, tutturuculukları vs. nedenlerden dolayı Kezban... Kezban’ı burada masum, saf, iyi yürekli ve temiz Anadolu kadını olarak değil, kıyafeti gayet modern, seksapeli yüksek, şehirli ancak kafası ‘babaanne’ modunda kalmış tüm yurdum kadınlarına ithaf ediyorum. Kadın olarak çuvaldızı önce kendimize batıracağız.

Ben romantizm delisi değilim. Öyle her ilişki için ciddiyet, aşk, meşk, kompliman, sevgi sözcükleri olmasına gerek duyan biri de değilim. Yani ‘uzaylı’yım ortalamaya göre:) Ama keşke biraz uzaylılaşsak... Erkeklerin başlıca danalığı kafalarının içindeki bacak arası namus anlayışını atamamalarıdır aslında. Hemen her şey buradan çıkar, dallanır ve budaklanır. Kadınlar bu anlayışa itaat eder...

Sonuçta ne olur? Kadın sadeliğini kaybeder... Canı ateşli sevişmeleri ya da ateşli sevişme dışında yine sevişme başlatıcı oynaşmaları, cilveleşmeleri istediğinde böyle lafları dolandırma yolunu seçer. Seçtirilir çünkü!

Kadın dediğin net olamaz!

Bir türlü şu takıntıyı aşamadık gitti... Net olduğunda da bacak arası namus takıntısıyla dolaşan ‘modern’ ya da muhafazakâr her erkek kadına ‘kolay/basit/motor’ gözü ile bakar. Kadınlar da bu damgadan ölesiye korktukları için her istek dallandırılıp budaklandırılarak, imalarla iletilmeye çalışlır.

Ondan sonra da gel iki cinsin mutluluğunu iste:) Olacak şey mi?

Canın doğrudan seks mi istedi hatun? Erkeğine ‘Seninle sevişmek istiyorum. En ateşlisinden hem de!’ de... Ya da canın doğrudan seks değil de biraz önsevişmek mi istedi? Hani ‘üşüyorum’ bunun için kadın tarafından bir imaydı ya... Bırak imaları hatun ‘Seninle kanepede cilveleşmek istiyorum, oynaşmak istiyorum, biraz öpüp okşanmak istiyorum’ de. Hemen birleşmeye geçmek istemediğini, işin zevkini artırmak istediğini de belirt.

Ama bu netliği tüm hatunlar gösterecek. Öyle ‘uzaylı’ kalmış azınlık değil! İmalar azalacak, iletişim rahatlayacak. Erkeklerin kafalarındaki ‘kolay kadın’ algısı da ancak böyle silinecek, her kadın isteğini net şekilde belirttikçe...

Ya da hâlâ mı bişey diyemiyor, hâlâ mı üşümekle, ceketle falan uğraşıyorsunuz? İş uzuyor da uzuyor mu? En iyisi ‘Gel sevgilim, beni gıdıkla’ falan deyin:) Daha esprili en azından:))”



Diyor...

Hadi üzerinde düşünelim biraz.

Ben gıdıklanmakla başladım bile...

Düşünmeye!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.