Şampiy10
Magazin
Gündem

Labirent!..

Zaten suratı asık bir toplumuz, bunlar da suratsız hâlimizin tuzu biberi oldu.

Kamu spotları...

Kasvet çöktürdüler üzerimize...

Zaten daralmamız için yeteri kadar neden var, bir de bunlar eklendi.

Sıkıldık.

Sıkıştık.

Zırt pırt hastalıklarla ilgili spotlar...

Zaten sağlık manyağı olduk!

Hepimiz acılar içinde ölecekmişiz hissini veriyorsunuz.

Evet, öleceğiz tabii...

Kimse de sağlıklı ölmediğine göre!

Ama hayır:

“FARELER GİBİ TİTREYEREK ÖLECEKSİNİZ...” hissiyle doluyoruz.

Akşam yorgun argın evine gitmişsin tam stresini atacakken pat bir spot!

Haydii...

“Böyle mi öleceğim?“, “Kalbim mi var acaba?”, “Ya varsa ve atlıyorsam?”, “Ya yakınlarımın başına gelirse!”ler aklına düşmeye başlıyor.

Kasvet çöküyor üzerimize...

Bu toplumda hastalar var, hasta yakınları var. Sapasağlam insanlar bile çöküyor, onları düşünsenize...

Yeni spotumuz da engellilerle ilgili...

Sadece engelliler yok; bir kız çocuğu, bir engelli, bir gazi, bir yaşlı...

Koyu bir labirentin içindeler...

Ama az sonra bir ışıkla aydınlanıyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ışığıyla!

Yahu, daha iki ay olmadı; engellilerle ilgili yasayı çıkarmayan siz değil misiniz?

Onlarla ilgili kılını kıpırdatmayan!

Hem yasayı erteleyip hem bu spotu hazırlatmak, e pes!

Hayır, ille de spot hazırlanacaksa ki hazırlansın, ama böyle değil.

Hastaları, engellileri, yaşlıları ve onların yakınlarını aşağılamadan hem de bizi suistimal etmeden yapılamaz mı?

İlle de ajitasyon, sömürü ve kasvet dolu mu olmalı?

Kamu spotları başladığı an o kanalı geçiyorum artık!

O labirentten çıkıyorum.

Ama bazen kaçamıyor, yakalanıyorsun.

Spotlardaki gibi acılar içinde yaşlı ve yalnız ölmemek için soluğu Aile Hekimliği’nde alıyorsun mesela...

Belli ki veri topluyorlar.

İyi toplasınlar da...

Al sana bir kasvet nedeni daha!

Kendimi izleniyor gibi hissediyorsun.

Biraz da koyun gibi!

Yok, at gibi! Dişlerimi gösteresim geldi, “Onlara da bakın, iyi durumdalar!”

“Yaşın, boyun, kilon kaç?”

Obezite anketi gibi bir şey herhalde dedim.

“Çocuk var mı?”lar falan...

E, iyi...

Birkaç soru daha, sonra...

“Nasıl korunuyorsunuz?”

Bu sefer yenilmemeye karar verdim. Bilmiyorum, içgüdüsel bir his.

Nasıl sırıttıysam bir daha sordu:

“Nasıl korunuyorsunuz?”

“Kimden?”

“Yani, korunma yönteminiz?”

“Aspirin! Eski bir yöntemdir.”

Anlamadı tabii... (Sorana yazarım.) Gülerek, bu sefer gözleriyle sordu; “E hadi söyle” gibilerinden...

“Kimden korunacağım hemşiranım, onlar benden korunsun” dedim bu sefer. “Baksanıza bende korunacak bir tip var mı? Eskidendi o günler, çook eskiden!”

Tutamıyorum kendimi:

“Ayrıca hâlâ sevişip de korunanlar var mı? Verin adreslerini gidip tek tek tebrik edeceğim!”

O sorudan vazgeçti. Ya da oraya bir şey yazdı artık, bilmiyorum.

“Hiç aldırdınız mı?” diye sordu bu sefer de.

Haydaa...

“Eskiden aldırırdım; şimdi hiçbir şeye aldırmıyorum” dedim; “kafaya takmayacaksın. Aldırmayacaksın! Hı hı deyip geçeceksin...”

Hı,hıı deyip geçti.

Ne yapsın?

En iyisi bir Bakanlık spot hazırlatsın:

“Anket dolduran vatandaş spotu.”

Yazının devamı...

Aseksüel hayatlar...

Bir haber okudum dün; dünyanın yüzde 1’i aseksüelmiş.

Amerika’da bir üniversitenin yaptığı araştırma sonucunda, dünya nüfusunun yüzde 1’inin aseksüel (cinsel ilgi duymayan) olduğu saptanmış.

O yüzde 1’in yüzde 80’i Türkiye’de herhalde!

Gerçi bana soran olmadı ama!

Beni genellikle Sağlık Bakanlığı sigara bırakma merkezinden arıyorlar.

“Belki bıraktım! Belki hiç içmedim, niye arıyorsun?” diyemiyorum çünkü bant kaydı.

Bunca yıllık saplantıyı, bant kaydından etkilenip bırakacağımı mı umuyorlar?

Böyle bir beklentiye nasıl ulaştılar acaba?

“İnsan gibi söyledik, şefkatle yaklaştık, anlamadın. Belki bundan anlarsın!” mantığı falan mı?

Bu da olmadı, kapıya dayanacaklar herhalde!

Bu arada kola, margarin reklamları gırla gidiyor, millet şekerden patır patır ölüyor ama olsun, öküz gibi yiyerek ölmek ayıp değil!

Neyse, aseksüellik konusu daha ilginç, ona dönelim.

Araştırma sonuçlarını değerlendiren bilim insanları cinselliğin fazlasıyla ön planda olduğu günümüzde cinsel yönelim yoksunluğu olanların sayısının dünya genelinde 70 milyonu bulduğunu, (dedim size, bizim nüfus!) iddia etmişler.

Onu de geçtim:

Aseksüellerin gelecekte “4. cinsiyet” olarak kabul edileceğini söylüyorlar.

Biz daha birinciyi kabul edemedik, el âlem 4. cinsiyette!

Aynı araştırmada, aseksüelleri ikiye ayırmışlar:

Cinsel eğilimi olup belli etmeyenler...

Ve:

Hiçbir cinsel ilgi-isteği olmayanlar...

O-hoo...

Bizim bildiğimiz aseksüelin ilgisi, isteği olmaz.

Böyle işin b.kunu çıkaracaksan, “istiyor da belli etmiyor”lar falan; biz onu daha iyi yaparız.

Bizde çeşit çok!

- İsteyip yapamayanlar...

- Yapıp istemeyenler...

- Yaptığını zannedenler...

- İstediğini zannedenler...

- İstemediğini zannedenler...

- Taklitçiler...

- Canı isteyip aklı istemeyenler...

- Aklı isteyip canı istemeyenler...

- Kendi isteyip eşi istemeyenler...

- Eşi isteyip kendi istemeyenler...

- İsteyip bulamayanlar...

- Bulup da istemeyenler...

- Ne yaptığını bilmeyenler...

- Öyle yapıldığını zannedenler...

Bunlar ne?

Bunlar da mı aseksüel?

Hı?

Seninle konuşurken bana bak!

Cevap ver!

Hepimiz aseksüel miyiz?

Yazının devamı...

Evlilikte batıl inançlar...

Bana sorarsanız evlilik kendi başına batıl bir inanç.

Yetmiyormuş gibi, ta ilkel çağlardan itibaren üzerine ekler yapılmış.

Ayağa basmalar, konfetiler falan...

Ben de atasözlerinin, batıl inançların hikâyesini merak ederim.

Orijinalini...

Yani ne olmuş da, o hareket sürmüş ya da hâlâ sürüyor?

Buyurun...

***

-“Evlenen çifte pirinç atma geleneği zamanla şereflendirilmiş olsa da bugünlerde yerine kâğıt konfetiler tercih edilmekte.”

(Evlilikler de aynı derecede hafiflemedi mi?)

- “Bazı toplumlarda nişanlısı, gelinin anne babasına bir süre hizmet etmekle yükümlüdür, yoksa evlilik geçerli değildir.”

(Bir süre için, e iyi! Bizdeki ömür boyu ya!)

- “Eski Yunan’da kız, evliliğin takdis edilmesi için çocukluk oyuncaklarını tanrılara sunarmış.”

(Yaşlılığın başlangıcı...)

- “Bazı ilkel kavimlerde ölüm cezasına çarptırılan kişiyle evlenmek isteyen kız, onun bağışlanmasını sağlıyormuş.”

(Kıyasa bak! Ölüm mü, evlilik mi?)

- “Katoliklerde evlenme dini nikâhtır. Kadınla erkeğin döl verici sevgisinin ve yuvalarının evlenme eylemleriyle doğaüstü düzeye girdiğini ifade eder ve bozulmaz.”

(Boşanmak bizde de kalksa, kimse evlenir mi acaba?)

- “Bulgar Dağı Yörüklerinde nişanlanacak erkek kız evine geldiğinde, kızın kardeşleri tarafından evlilik barış içinde ve uğurlu olsun diye bir güzel dövülürmüş.”

(Heh heee... İyiymiş! Aslında kız dövse daha iyi olurmuş!)

- “Gelinin ya da damadın kendi doğum gününde evlenmesinin de şanssızlık getireceğine inanılır.”

(Biri doğum diğeri ölüm günü gibi de ondan!)

- “Nikâh yüzüklerinin damatlar tarafından alınmasına bugün biz romantik anlamlar yüklesek de eski çağlarda gelinlerin takıları onun kocasına ait olduğuna dair sembollerden başka bir şey değildi.”

(Şimdi ne? Aynısı!)

- “Japonya’da gelinin ayrılığından birkaç gün sonra sadece odası değil şansı da dışarı süpürülüyormuş. Yine Japonya’da gelin de damat da evliliğin kısa sürmesini istemedikleri sürece mor giyinmiyormuş.”

(Mor giyenleri görelim...)

- “Meksika’da gelin düğün gününde inci takarsa, evliliği boyunca ağlayacağına inanılır çünkü inciler gözyaşlarını simgeler.”

(O ne taktığına değil, kime takıldığına bağlı!)

Yazının devamı...

Bir evlenme teklifi...

Hani bütün erkekler hem çok korkar hem de çok evlenmek isterler ya...

Hayatları bu ikilem içinde

yaşamakla geçer.

Aslında ikisi birden olmak isterler: Hem evli hem bekâr!

Keşke olabilseydi değil mi?

Sonuç olarak hayatlarının bir ya da birkaç döneminde mutlaka evlenirler.

Hem de şık

bir evlenme teklifiyle...

Serdar gibi...

Serdar evlenme teklifinin ardından aslında bütün erkeklerin aklından geçenleri bir liste haline getirip, müstakbel eşine vermiş.

Önce listeye bakalım...



1- Nikâh işleminin kimseye haber vermeden herhangi bir beldede yapılması...

2- Herhangi biriyle görüldüğüm veya duyulduğum zaman savunmamın hazırlanması için gerekli zamanın tanınması...

3- Kesinlikle ev gezmeleri olmaması; görüşülecek kişilerle lokanta, bar, meyhane vs. gibi yerlerde görüşülmesi...

4- Eve giriş-çıkışların devlet dairesi gibi belli saatlerle sınırlandırılmaması...

5- “Konuşmuyorsun”, “Anlatmıyorsun”, “Dalgınsın”, “Mutsuzsun”, “Bir şey mi var?” gibi gereksiz soruların sorulmaması...

6- İş yeri ziyaretlerinin mutlaka randevu alınarak yapılması...

7- Ruj lekesi, parfüm kokusu, her türlü ezik-çizik yaralanmalar, gömleği ters giyme gibi konularda farklı düşüncelere kapılınmaması, işle ilgili olabileceğinin düşünülmesi...

8- “Cep telefonu kapalıydı, neden açmadın?” gibi gereksiz polemiklerin yaratılmaması...

9- Evlilik yıldönümü, doğum günü gibi günlerin milli veya dini bayramlarla eşdeğer tutulmaması...

10- Maç seyrederken sürekli sükunetin sağlanması, sorulacak soru veya konuşulacak konuların ertelenmesi...

11- Aile bireylerinin tanınmaması veya isimlerinin hatırlanmaması durumunda karşılıksız yardımcı olunması...

12- Eşin evde kabuklu yemiş yerken özgür bırakılması...

13- Aldığımı aldığım yere koyma gibi garip bir kural konmaması, bu konuda baskı yapılmaması...

14- Satın alınıp da giyilmeyen giysilerin konu edilmemesi...

15- Tabağımda yemek bırakmama karışılmaması, karpuzu çekirdeğiyle yememin sorun yapılmaması...

16- Diş macununu üstten sıkmama karışılmaması..

17- Askerlik anılarımın her defasında ilk kez anlatıyormuşum gibi dinlenmesi...

18- Gece kalkıp yemek yememin problem olmaması...

19- Eve geç gelindiğinde kırmızı ışıkta bekleme sürelerinin eve geliş saatinden düşülmesi...

Not: İlave şartlarım KHK (Koca Hükmünde Kararname) ile duyurulacaktır.



Serdar bu listeyi evlenme teklif ettikten hatta cevabını aldıktan sonra veriyor.

Peki nasıl bir cevap alıyor?

“Salak! Sen bana evlenme teklif ediyorsun, ben sana değil!”

Yazının devamı...

Takma-çakma meselesi...

Hani geçen gün, “plajdaki erkek hâlleri”nden bahsederken, “Erkeklerin takma olayları ters orantılıdır. Ne kadar sık gözlük takıyorsa o kadar az... Bunun nedenini sonra anlatırım” diye yazmıştım.

Bu tespit, sadece gözlükte değil, bütün aksesuarlarında geçerli.

Bunların taktıklarıyla cinsel durumları arasında sıkı bir ilişki vardır.

Tam anlamıyla ters orantılıdır.

Ne kadar takarsa performans o kadar azdır.

Yani ne kadar takıyorsa o kadar çakmadır!

“Ne taktığına bak, kim olduğunu anla!” durumu...

Ama en önemli gösterge tabii ki gözlük...

Gerçekten de, ne kadar sık takıyorsa, performansı o kadar düşüktür.

Tuhaftır ki, performans düştükçe daha sık güneş gözlüğü kullanmaya başlarlar. Çareyi onda arar gibi!

Güneş batar, hava kararır, gözlüğü çıkarmak bunun içinden gelmez. Sanki çıkarırsa her şey anlaşılacak ve hayatı boyunca bir daha seks yapamayacak! Bunlar en kötü durumda olanlardır.

İç mekâna girip hâlâ gözlüğünü çıkarmayanlar ise bir derece daha iyidir ama bir derece... Yani... Ama onlardan asla ne sevgili olur, ne koca... Hatta arkadaş bile olmaz! Aklı fikri oradadır. Ve belli ki epeydir tık yoktur.

Saatleri de önemlidir. Burada da aynı orantı geçerlidir.

Saatin boyutları büyüdükçe, faaliyet azalır. Ya da azaldığı için saat büyür; artık hangisiyse?! Yani yapamadıkça mı saati büyütürler, saati büyülttükçe mi yapamazlar, bilemem. Tıpkı arabaları gibi! Çok büyük Jeep kullananlardan hep şüphelenmişimdir!

Bir de ceketinin yaka cebine mendil takanlar vardır. Hiç de uyduramazlar. Kravatlarına uygun takmaya kalkarlar ama asla tutturamazlar. Böyle bir aksesuar ihtiyacına sonradan girerler. Çünkü bir şeyler yetmiyordur artık.

Aynı orantı yani...

Onlar için seks çok önemlidir ama artık birinci mesele değildir. Yani biraz diline vurmuş gibidir. Hem ister hem istemez. İçgüdüleri ister, canı istemez aslında; öyle bir durum. Zira ortada bir kuşku vardır! Bir “Acaba?”...

Bir de karton koymuş gibi yerleştirenler vardır; onlar artık son noktaya gelmişlerdir!

Fular takanlar...

Ne diyeyim ki? Onlar zaten içkici olur. İsteseler de yapamazlar.

Ve... Fular takarlar.

Ters orantı kesin var.

Bir adam ne kadar çok takıyorsa o kadar az...

Yazının devamı...

Havada, karada, denizde... Ve uzayda!

Şimdi bir “uzayda seks” konusu var ya...

Onu da biliyorum.

Evet.

Uzayda seks nasıl olur, nasıl olmaz, biliyorum.

Hani bir hanımefendi, “uzayda seks nasıl olur en çok onu merak ediyorum” demiş ya, oradan aklıma geldi.

Hadi benim oradan aklıma geldi de, insanların aklına bu fikir nereden geliyor?

Uzayda her iş bitti(!), Dünya’da da artık yapacak yer kalmadı, uzayda seks merak ediliyor!

Burasını yani Dünya’yı bitirmiş, havada, karada, denizde bitirmiş, yeni arayışlar içindeler mi yoksa...

Yoksa yoksunluktan mı acaba?

Hani “burada bulamadık orada olur mu?” diyerekten...

Bilemedim.

Ama bir merak var.

Üstelik bu merak bilim insanlarında da var.

Daha bir Ay’a ayak bastılar, (mı o da meçhul!) bir de şimdilerde Mars olayına girdiler; bütün uzay ve uzayda keşfedilecek her şey bitmiş gibi arayı atlayıp hemen “uzayda seks”e geldiler.

Ne biçim bir Dünya ve Dünya insanıyız yahu!

Bir zamanlar aynı konuda bir bilimkurgu yazarının (Vanna Bonta) tespitini okumuştum:

“Uzayda seks, ‘yaşamda kalma’ anlamına geliyor” demişti.

Yaşamda başka türlü kalınamıyor çünkü!

Ona bakıyor, çalışıyorsa hayatta!

Hani üreme falan dese neyse, alenen seks diyor. Yani “gidelim oralarda üreyelim, çoğalalım” falan yok, sadece orada da yapacak!

Yeme-içmeden önce seks.

E, iyi!

O zaman şimdi merak edenlere “uzayda seks” nasıl oluyormuş, anlatayım.

Uydurmuyorum ha!

Şimdi anlatacaklarım NASA bilgileri...

Bir kere, Dünya’dakinden daha sıcak ve daha ıslak olacakmış. Hatta vücuttan çıkacak sıvıların havada damlacıklar hâlinde uçuşması mümkünmüş.

Bu sıcakta Dünya’da yapılmaz, orayı düşünün artık! Hem sıcak hem nemli! George Clooney gelse, olmaz... (Bir kere daha düşünsem mi?!)

Bir de o ortamda kavuşmak biraz zor olur herhalde. Düşünsene havada birbirine ulaşmaya çalışan ve hatta ulaşırsa sevişecek olan tipler!

Surat ifadeleri yeter!

Dünya’daki ifadeler bile yeterince acayip!

Zaten bilimsel açıklaması da var; yerçekimsiz ortamda öpüşmek için epeyce mücadele gerekiyormuş.

Buna en çok danalar sevinir; “geç aşkım geç, öpüşmenin sırası değil!” diyerekten.

Zaten orada ya sadece önsevişme olur ya da sırf sevişme!

Pek farklı değil yani!

Uzayda giyilecek giysiler bile tasarlanmış.

Ama daha da önemlisi...

Yer çekimsiz ortamda kan dolaşımı yavaşladığından cinsel organın ebadının Dünya’dakine oranla daha küçük olacağıymış.

Heh hee...

Hem küçük hem de yerçekimsiz ortamda acaba nasıl?

Yani ne durumda?

Hazır mı gitmeleri lazım, nedir?

Üff...

Buradakinden de sıkıcı olacağı kesin!

Yazının devamı...

Plajdaki danalar

Dün plajdaki kadınları harcadık diye, sıra erkeklere gelmeyecek sanmadınız herhalde...

Gelmez mi?

Hem de nasıl gelir!

Onları da, uzaktan şöyle bir baktığında anlarsın.

Onları da böyle parmağınla tek tek gösterebilirsin; “bu yaramaz”, “bu da yaramaz”, “bu hiç yaramaz” diye...

Kusura bakmayın, yarayanını göremiyoruz bu aralar!

Heh hee...

Anlarsın...

Ufacık bir ipucu, sana onun kim olduğunu anlatıverir. Küçük bir detayı yakalarsan gerisi çorap söküğü gibi gelir zaten.

Yeter ki yakalamayı bil.

Aslında herkes yakalar da, yakaladığına inanmak istemeyenler var hâlâ aramızda.

Bazıları da, “Ay ben anlamam kiii!“ ayaklarındadır. Kızlar yani...

O halde ben yardımcı olayım.



Slip mayo giyenler var mesela...

Gitgide çoğalıyor bunlar. Bu sene epey var.

Bu adam dananın önde gidenidir mesela...

Ego tavan yapmış. Tavanı da aşmış, artık başka bir boyuta geçmiş bu. Nedeni de belli değil üstelik! Issız adamın delirmiş hâli falan!

Tek erkek kalsa, bakmayacaksın

buna.

Çok uzun, dizinin bir karış altında şort mayo giyenler var bir de. Onlar pullu bikini giyen kadınların muadili. Büyük beklentileri vardır ama gerçekleşmesi imkânsızdır. Neşeli olurlar ama yavandırlar. Dananın yavanı çekilir mi? Hayır.

Ya, bir de kafasına havlu koyanlar vardır. Ne demekse? Hem de sıkı “beach”lerde...

Bir de, şirin göründüklerini falan zannediyorlar. Beceriksizdirler ve asosyal olur bunlar. Gereksiz bir tip yani!

En korkutucularından biri, sürekli yağlanıp öğle güneşinde bile güneşlenenlerdir. Kusursuz ve devamlı yanar bunlar. Döne döne... Yanlarını yakarlar mesela; tuhaf bir pozisyonda! Sinir bir tip! Bundan var ya, ne köy olur, ne kasaba. Ancak iyi bir dana olur!

Tam tersi, 90 faktör sütleri sürenler vardır ya, onlardan da kaçacaksın. Cimri ve dolayısıyla sinirli olurlar. Bir de tabii ki panik atak. Çekilmez.



Güneş gözlükleri de çok iyi ipuçları verir.

Erkeklerin takma olayları ters orantılıdır.

Ne kadar sık gözlük takıyorsa o kadar az...

Bunun nedenini sonra anlatırım.

Ama gerçekten öyle!

Doğru yani!

Diğer gözlük ipuçları ise...

Son model bir gözlüğü varsa, bekârdır ve daha uzun zaman bekâr

kalacaktır.

Sürekli takıyorsa ama sürekli; tipik bir danadır ve hâlâ 3’ünü bir arada idare edebilen danaların son örneklerindendir. Ama artık iyice dandiklere düşmüştür. Dünyanın ve kadınların değiştiğinin de farkında değildir. Bunun şehirdeki versiyonu uzun burunlu ayakkabı giyenlerdir.

Bildiğim bir marka var ki, onu takanlar...

Takabilirler yani!

Tek geçerim.

(Sorana söylerim.)

Ne zaman baksan sana bakan adamlar vardır mesela...

Evlidir, çoluk çocuk plajdadırlar ama her aradan hep sana bakar.

Ne umar, nasıl bir hayal içindedir, bilinmez! Odada karısıyla kavga çıkarmaktan başka işe yaramaz aslında. Ama o bakar.

Baksın bakalım...

Tabii havlusu da onu güzel anlatır. Düzenli bir plaj çantasıyla geldiyse evlidir. Değilse sinirdir. Elinde buruşuk bir havluyla geldiyse hâlâ bir b.k olamamıştır.

Dandik bir çantayı sürüye sürüye taşıyorsa???

Bilmem, olabilir aslında.

Yani anlaşılır, anlaşılmasına da...

İşte, yine anlayana...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.