Şampiy10
Magazin
Gündem

Kısmi psikopat mısın?

Ne psikopat ne de kısmi psikopatsın değil mi?

Ayrıca güzel ve iyi bir insansın...

Son 10 yıldır güzel, iyi ve akıllı olmayan kimseye rastlamadım ben.

Yok!

Tıpkı iyi sevişemeyen adamlar olmadığı gibi!

Herkes akıllı, herkes iyi, herkes doğru da peki bu toplum, bu ilişkiler niye b.ka sardı?

Ben galiba bu sorunun cevabını o kitapta buldum:

Aramızdaki kısmi psikopatlar yüzünden!

Şimdi size kısmi psikopatların en belirgin özelliklerini veriyorum, okuyun bakalım...



- “Onlar gerçek psikopatlar gibi cazibeye, egoizme, hilebazlığa, saldırganlığa, yanlış yönlendirme becerisine sahip, başkalarını gamsızca ezecek kadar empatiden yoksun ancak aynı zamanda teşhis edilmelerini engelleyecek kadar da normal.”

Hadiii....

Şimdi etrafınıza bir bakın.

Bir daha bakın!

Düşünün.

Kime benziyor?

Aynaya bakın.

Bir daha bakın!

Nedir durum?

Sanki bütün ex danalar kısmi psikopat değil mi?

Peki onlara bunca zaman katlananlar kim?

Neyse...

Neyse ki gerçek psikopat değiller. Di...

Uzmanlara göre gerçek bir psikopatlar nüfusun sadece yüzde 1’ini oluşturuyormuş.

Peki ya kısmi psikopatlar?

Biraz daha açayım... (Konuyu!)

Onlar doğaları gereği büyüleyici; çok yükselip dibe vurabiliyorlar ya da tahakkümcü eşler, yönlendirici meslektaşlar, kontrol edilemeyen ergenler olarak ufak çaplı sorunlara sebep oluyorlar.

Şimdi dikkat!

Daha vurucu bir ipucu veriyorum:

- “İş hayatında disiplinli ve çok başarılı olabilirler. Evde herkesi çok eğlendirebilirler. Ve kendi içlerinde her gerçek psikopat gibi ahlaken bomboş olabilirler...”

Düşünsenize toplumca ahlaken niye bu kadar bomboşuz ki?

Ahlaktan kastım, iki bacak arası değil ha!

Ha bire:

“Nasıl bu hale geldik?”

“Bir insan nasıl bu kadar tutarsız olabilir” diye sorup duruyoruz ya..

Kısmi psikopatlar yüzünden olmasın?

Yanımızdaki yöremizdeki, altımızdaki üstümüzdeki kısmi psikopatlar...

Allah’tan, en kötü içgüdülerinin bazılarını denetim altında tutacak, çalışır halde kalacak, başlarını yasal belalara sokmayacak kadar ayakları yere basıyormuş.

Yani benim anladığım bunlar, en yakınlarına çalışıyorlar!

Ya da yasal engellere kadar...

Ama aramızdalar...

Ya da içimizde!

Yazının devamı...

Kısmi psikopatlar...

Sizde de oluyor, değil mi?

Bir çalışma arkadaşınıza, bir komşunuza ya da ne bileyim herhangi birine bakıp bakıp, “Yahu eskiden bunun gibileri deli diye kapatırlardı, şimdi aramızda yaşıyorlar. Hem de önemli pozisyonlarda!” dediğiniz oluyor mu?

Hani eskiden mahalenin az akıllıları olurdu; onlara, onları kırmadan ufak tefek işler verilir yine onlar gibi az akıllılarla evlendirilirlerdi falan...

Şimdi normalmişler gibi hayatın içindeler.

Adam deli.

Kadın gerçekten anormal!

Ama seninle aynı yerde!

İşin tuhafı onlar da başka tuhaflara karşı aynı hisleri besliyorlar; “Bu ne be?” diyerekten...

Tuhaf bir karmaşa içindeyiz.

Tıpkı herkesin, “Para el değiştirdi” deyip başkalarını beğenmemesi gibi!

Sanırsın ki eskiden çok asildi!

Neyse, o ayrı konu; şimdi biz ötekilerden bahsedeceğiz.

Aramızdaki delilerden...

Hatırlar mısınız? Geçen seneydi galiba; size bir adamdan bahsetmiştim, (gerçek bir hikâyeydi) hani her şeyi mükemmel, bir yerde müdür mü ne; yakışıklı, bonkör, esprili falan. Gerçek olamayacak kadar iyi yani! Bir kadınla çıkıyorlar da, üç ay sonra adam uzaylı olduğunu itiraf ediyordu! (Ve ciddiydi!)

İşte onlardan...

O kadar uç olmasa da, adam ya da kadın öyle şeyler söylüyor, öyle hareketler yapıyor ki, “Bu deli mi, ne?” dedirtiyor ya...

Hatta bana göre platformlu kırmızı ayakkabıları giyip yürüyemeyerek alışverişe çıkanlar da onlardan ya, neyse...

Konumuz aramızdaki deliler yani...

Aslında ben bu durumu, kendimce sosyal bir karışıklığa bağlıyordum.

Oysa yalnız değilmişiz!

Dünyada da bunlardan çokmuş ve hatta bir isim bile koymuşlar; “kısmi psikopatlar...” diye...

Hani kızınca deriz ya, “psikopat mı ne yaaa” diye, doğruymuş!

Tam olmasa da, kısmen...

Ancaaak...

Okuduğum araştırmaya göre...

Bir psikopatın karakteristiğine kısmen sahip olanların, topluma, psikopat oldukları tespit edilmiş kişilerden daha fazla zarar verdikleri ortaya çıkmış.

Çünkü kısmi psikopatların fark edilmesi zor.

Ve...

Daha yaygınlar...

Şimdi içime derin bir şüphe düştü.

Biraz detayları okudum da...

Biz de acaba kısmi psikopatlarla birlikte mi yaşıyoruz?

Detayları yarın anlatacağım...

Yazının devamı...

Köpekten sevgili tahlili

Aynen öyle, “Bana köpeğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”

Daha doğrusu nasıl bir sevgili olduğunu...

E, tabii... İnsan bu, herkesle farklıdır.

Ailen için başka, arkadaşların için başka, kardeşin için başka, sevgilin için bambaşka birisindir.

Hepsi seni farklı tarif eder.

Şaşırırsın.

Peki asıl sen hangisisindir?

Hiçbiri...

Hepsi...

Ailenin ‘sen’ tarifini kale almazsın.

Arkadaşlarının tarifini düşünürsün..

Kardeşin seni tarif etmez.

Ama en çok sevgilinin sen tarifini beğenmezsin.

Yani karışık...

Sen kimsin belli değil!

En iyisi şu köpekten tarife bakalım.

Araştırma yapılmış; insanları köpeklerine göre incelemişler. Seçimleri, “nasıl bir sevgili” olduklarına dair ipucu veriyormuş.

Önce erkekler...

(Tabii benim yorumlarımla...)

***

- Alman çoban köpeği sahipleri, işine karşı titizliği sayesinde kadınların gönlünü fethediyor.

(Tamamen duygusal yani!!!)

- Golden Retriever sahipleri, koruyup kollayıcı olmasalar da, sevgililerini asla yarı yolda bırakmıyor.

(Niye bıraksın ki, baksana taş atıp kolu yorulmuyor adamın!)

- Labrador Retriever sahipleri, iyi bir baba adayı sayılıyor.

(O safhayı görebilirsen! Geç evlenir bunlar!))

- Husky sahipleri, ağır işlerde çalışan, sözüne güvenilir ve her zaman yardıma koşmaya hazır erkekler oluyor.

(Eskiden vardı o köpeklerden...)

- Fransız Bulldog’u sahipleri ise, ilgi çekmeye çalışıp genellikle tek gecelik ilişki peşinde koşuyor.

(Ben ne diyeyim ki, kendi kaybeder!)

Şimdi diyeceksiniz ki, sen de kimseyi beğenmiyorsun.

Beğenirim, beğenirim.

Kedisi olan erkeği tek geçerim!

E, artık siz de parkta bahçede kimin köpeğine ilgi göstereceğinize kendiniz karar verin.

Gelelim kadınlara...

***

- Golden Retriever sahipleri, kesinlikle gerçek bir “sevgili” olarak görülüyor.

(Ki, ortalık onlardan kaynıyor... Da...)

- Labrador Retriever sahipleri, iyi bir anne adayı sayılıyor.

(Yaklaşabilirsen tabii!!)

- Chihuahua sahiplerinin genellikle tek gecelik ilişki peşinde koştukları düşünülüyor.

(Onun için asabiler demek ki!)

- Özellikle süslü püslü Kaniş sahipleri, mızmız fakat çekici bulunuyor.

(“Tabii ki de“ diye konuşan nesil!)

- Beagle sahipleri ise, erkeklerin aradıkları kadın tipine en yakın olanını simgeliyor.

(Neymiş len onlar, bi bakiim. Ayyy çok şeker, şu üç renkli uzun kulaklı olanlar var ya, onlarmış. Bence var ya, erkekler onları daha çoook ararlar!)

Yazının devamı...

Dere yatağı yanlış yerde!

O kadının çığlıkları kulaklarımdan çıkmıyor.

O kadının çırpınışları gözümün önünden gitmiyor.

Önce korkuyla bekliyor. Elleri ağzında...

Sonra atıyor kendini sel suyunun içine... Çocuklarına doğru...

Anlamış gibi...

Deli gibi bağırıyor:

“Çocuklarım orada benim!“

Kendisini tutmaya çalışan kurtarma ekibine yalvarıyor, haykırıyor:

“Bırak beni, çocuklarım orada benim!“

Sel altında kalan TOKİ binasının zemin katından siyah ceset torbası çıkıyor.

İçi dolu...

Kadının çığlıkları durmuyor:

“Çocuklarıma ne yaptınız!“

O an, içine düşen ateşe, acısına bizim yetişmemiz mümkün değil; bunu biliyoruz.

Sadece kalakalıyoruz.

Yerimize mıhlanıyoruz.

Kendimizi oradaki kimsenin yerine bile koyamıyoruz.

Uzakta bir yerde; çok da uzak değil, kendi memleketimizde 6’sı çocuk 9 kişi sele kapılıp ölüyor.

Bu kadının çocukları evlerinde otururken ölüyor.

Hem de devletin güvencesinde, kentsel dönüşüm programında yapılan bir evde.

Acının yerini isyan alıyor.

Neden?

Bunun sorumlusu kim?

Çevre ve Şehircilik Bakanı bir açıklama yapıyor,

“Yer seçiminde ve yapılaşmada bir hata olduğunu sanmıyorum.”

Siz sanmıyorsanız, öyle değildir, bir hata yoktur.

Dere yatağı yanlış yerdedir!

Tıpkı, bir kişiyi hınçla döven 8 polisin ellerinin incinmesi gibi!

İncinmişlerdir! Bizim de adalete inancımız incinmiş, ne yazar!

Kim anlar?

Kim takar?

Bir adam tek başına hakkını aramaya çalışıyor...

Bir anne...

Bir annenin iki canı gidiyor...

İnanamıyor.

Onun da elinden bir şey gelmiyor, bizim de...

Biliyorum ki, onun çığlıkları hâlâ sürüyor...

Çünkü hâlâ kulaklarımızdan çıkmıyor.

Gözümüzün önünden gitmiyor.

Yazının devamı...

Sevgiliye de tazminat

Yeni yasa ile aralarında nikâh olmayanların, yani nişanlı ve sevgililerin de tazminat isteme hakları olacak.

Eskiden haksız fiilden doğan manevi tazminat isteme hakkı, zarar görenin kendisi, karısı, anne-baba gibi aile tanımı kapsamındaki kişilere tanınıyordu.

Eee?

Yani?

Yani şimdi bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?

Tartışılır.

Tartışmayacağımız tek konu, bu hükümetin bu yasayı birlikte yaşayanlar veya sevgililer için çıkarmadığı...

Kumalar için mi?

Öyleyse bile insan ikilemde kalıyor. Zorlanarak o duruma düşürülen kadınlara bir hak veriliyor diye de bakabiliriz, kumalık meşrulaştırıyor diye de...

Yoksa kimsenin sevgiliyi düşündüğü falan yok!

Zaten nasıl olur ki!

Nasıl tespit edilir?

Yani kim sevgili sayılacak?

Neye göre?

Süreye göre mi, sevişmeye göre mi?

Kadın hâkime gidip diyecek ki:

“Hâkim Bey aylardır sevişiyoruz...”

Adam atlayacak:

“Üç kere yatmakla sevgili mi olunur???”

Ya da mesela kadın diyecek ki:

“Hâkim Bey, iki yıldır aynı evde yaşıyoruz.”

Adam atlayacak:

“İyi de, kadında tık yok!”

Şahitlere mi soracaklar, nasıl tespit edilecek?

Hadi tespit edildi, tazminat nasıl hesaplanacak?

Adamın yaptıklarına göre mi yoksa yapamadıklarına göre mi!!!!

“Hâkim bey, üç yıldır birlikteyiz, inanın henüz iki dakikayı geçemedik!”

“Verin adamın mallarının dörtte üçünü! Bu kadının çektiklerine sayılsın!”

“Hâkim bey, üç yıldır akşam-sabah perişan etti beni. Tazminat istiyorum, çok yıprandım.”

“Verin malların yarısını...”



Hayat böyle işte, nereden bakarsan...

Hâkimler nereden bakacaklar acaba?

Bence bunlara da, Özel Yetkili Mahkemelerin bakması gerekiyor. Hatta bundan böyle onların görevi bu olsun. Yetkileri azaldı ya, hem eğlenirler biraz. Bakarsınız belki biraz da gevşerler!

Aklıma bir şey daha takıldı aslında...

Bu yeni yasa geriye dönük işleyecek mi acaba?

Heh hee...

Bir işlese, var ya...

Ne canlar yanar!

Ne aileler krize girer!

Manevi değil, maddi krize...

Aldatılmalara alışıklar ama üzerine mali bir kriz hiç çekilmez! Hem aldatıl hem para ver!

Ama kızlar yırtar.

Kandırılan, kanan kızlar...

İşte onların kaç hakkı olur acaba? Geriye dönük yani! Yoksa bu aralar bırak tazminat almayı, üzerine para versen adam yok!

Geriye dönük kaç hakkı olur ki?

1, 2, 3???

“Ama Hâkim Bey, bu da ‘Karımla kardeş olduk’ demişti...”

“E kızım, önceki ikisi de aynısını söylemişti, hâlâ anlamıyor musun?”

“Yok Hâkim Bey, ikincisinin karısı hastaydı...”

“Karar verildi, bu kadının mallarının, bir ‘hayır’ kurumuna bağışlanmasına...”

“Hayııır...”

“Onu bana demiyecen kızım!”

Yazının devamı...

Yalnızlık kaç kişiliktir?

“Tatildeyken Türkiye’yi ve buradaki gündemi şu kadar özlemedim” dedim ya, ama bugün fark ettim ki başka bir şeyi özlemişim.

Sizinle dalaşmayı...

Gelen yorumlarla uğraşmayı...

Sırf bu yüzden yalnız yaşamakla ilgili dün sizden gelen mail ve yorumlarınıza takılacağım, izninizle...



- “Hıncal Uluç “Eve gelince kapıyı hep anahtarla açarsın, içerden biri açmaz.” da der. Hazret bunu unutmuş.”

(Derdin bu olsun! Ama bir de kapıyı açana sormak lazım. Tam tuvaletteyken çalan kapıya yetişmeye çalışanlara... Cebinde anahtarı varken kapı çalmayı bencillik olarak görenlere...)

- “Feminist değilim ama, Türkiye’de kadınlığın eziklik ve seksapel patlaması kutuplarında toplaştığı günümüzde...”

(Cümle başka bir konuyla devam ediyor ama bu kısmı çok hoşuma gitti. Ayrıca işlememiz lazım. Kadınların eziklik ve seksapel patlaması kutuplarında dolaşmalarını...)

- “Yalnızlığı oldum olası sevmiyorum. Sanıyorum ki yalnız yaşamayı da sevmeyebilirim. Yalnızlık sadece Allah’a mahsus bir şey. Bence yalnızlıktan hoşlanıyorum diyen insan kendini kandırıyordur.”

(Tek başına yaşamak, yalnızlık değildir diye başlık bile attım ama... Yani evde beş kişi yaşarsın ama kendini yalnız hissedebilirsin veya tek başına yaşarsın ama hiç de yalnız değilsinidir. Yalnızlık kaç kişiliktir ki?)

- “İnsanoğlu doğar, büyür, eş edinir, çoğalır ve vadesi dolunca yaşama veda eder. Doğada canlılar devamlı çift olur. Tek olanlar yalnızlığın müeyyidesine razı olmak durumunda veya kendine göre teselliler yaratmak durumunda olur. Kendinize iyi davranın.”

(Çok sıkıcısın. Zaten öyle doğada canlılar çift mift değil. Toplasan, insanı saymazsan, sayıları üçü geçmez. Ha, insanların hepsi senin dediğin düzende yaşasalardı icatlar olmazdı!)

- “Erkekleri bilmem ama kadınların umurunda olan ne kariyer ne de başka bişey. Kadının fıtratında aile var, eş- çocuk var. Aksini iddia edene inanmış gibi yapıyorum. Dank diye birilerine bişeyleri söylemek nezaket dışı ama gerçek bu. Yalnızlık belki bir dönem cazip gelir, ya sonra... Yıllar geçip gittiğinde... Kavga için olsa bile biri şart:)”

(Ya sonra... Yıllar geçip gittiğinde... Umarım ve dilerim senin yanında birileri olur. Ama sen yine de bu yazıları sakla, olmazsa tekrar okursun.)

- “Her ikisinin de olumlu, olumsuz yönleri var. Ben evliyim. Çocuklar, eş, eşin ailesi, benim ailem... Aksiyon eksik olmuyor. Hep bişeylere yetişmek, bişeylere geç kalmak arasında gidip geliyorum. Issız bir dağ başını özlediğim oluyor arada. Kardeşim yalnız yaşıyor, çok mutlu gelmiyor bana. Yalnız insanların bencilliği çok belirgin. Hesap verecek biri yok ki.”

(Biz ona ‘bencillik’ değil, ‘özgürlük’ diyoruz. Yoksa vericiyizdir...)

- “Akşamları çöp almak için gelen kişiye kapıcı demiyoruz, apartman görevlisi diyoruz.”

(Yok, kapıcı diyoruz da, yazarken ve okurken apartman görevlisi olarak geçmesini istiyoruz.)

Yazının devamı...

Tek başına yaşamak yalnızlık değildir!..


Geldim yine...

Peki, Türkiye’yi ve buradaki gündemi şu kadar özledim mi?

Tabii ki “Hayır.”

Oralarda insan olmayı hatırladım da! Dönüşüm zor oldu...

Gelir gelmez pazar eklerini karıştırırken

Ahmet Hakan’ın bir yazısına takıldım:

“O kadar da özenilecek bir şey değil yalnız yaşamak” diye...

Madde madde yazmış.

Ben de madde madde cevap yazayım dedim.

Çünkü: Tek başına yaşamak yalnızlık değildir. Yalnızlık...

Nasıl algıladığınla ilgili galiba...

Bakın şimdi, onun yalnızlığını ben nasıl yorumluyorum...



- Dönüşümlü kapıya bakma olayını unutun! Kapı çaldığında sadece sen bakacaksın.

Keşke bedeli bu olsaydı!!! Zaten tek başına yaşayana çat kapı gelen olmaz. Çok kişiyle yaşamanın aksine, istemediğini çağırmama özgürlüğün de vardır. Ha, akşamları kapıcı gelir (gelirse) ona da salondan bağırırsın, “Yoook...”

- İki çubukla Çin makarnasına talim... Evde törensel yemekler söz konusu olamayacak.

Törensel yemekler asıl yalnızken başlar. Çin makarnası ya da kendi yaptığın bol domates soslu makarnayı tabağına tepeleme doldurursun; tepsiye koyarsın. Üstünü başını çıkarır rahat bir kıyafet giyersin ya da giymezsin. Kanepene oturursun. İstediğin bir TV kanalını açarsın, bir yandan da telefonundan Kelime Avı oynarsın. Makarnaları hüpletirken... Bundan iyi tören mi olur? Ne töreni... Ayin bu ayin! Ha, çok istiyorsan birilerini çağırıp tören yapma şansın var. Ama yalnız yaşamıyorsan ‘ayin’ olasılığı yok.

- Hep sakin ol hep... Seyrettiğin şahane filmin en şahane sahnesinde coşkunu duyurulabileceğin biri yok ki yanında!

O yalnızlıktan değil, öyle biri olmadığından! Olsa... Dükkân senin!

- Düzensizlik bekliyor seni! ‘Karşılıklı denetim’ ilkesi işlemediğinden tuhaf zamanlarda yatıp tuhaf zamanlarda kalkacaksın.

Biz buna “düzensizlik” değil de, “şeyimin keyfi” diyoruz...

- Kısır döngün şu olacak: Bilgisayar başı, okuma koltuğu, televizyon karşısı / Bilgisayar başı, okuma koltuğu, televizyon karşısı...

Biz bazen yatağa da gidiyoz:)) Heh hee... Ama çoklu yaşayanların düzeni farklı mı sanıyorsun? Onlar arada sırada yatağa da gitmiyorlar:)))

- Sessizliği evde açık televizyon sesiyle bozmaya kalkışacak kadar çaresiz kalacaksın.

Oysa sıkı bir müzik aleti alıp sevdiğin bir

şarkıyı 3000 kere dinleme hakkın var. Üç şarkı

dinlemeye kalksan sessizliği özlersin!!!



Yani tek başına yaşamak yalnızlık değildir.

Yine de insan bazen unutur, yalnız hisseder kendisini...

O anların en etkili ilacı şudur:

Kendini birisiyle aynı evde yaşıyor olarak

hayal etmek! Ama detaylarıyla, unuttuğun

ayrıntılarıyla...

Göreceksiniz hemen geçer.

Yalnızlık malnızlık hikâye...

Açarsın istediğin programı, yanına da koca bir kâse dolusu kiraz alırsın... Hayatta hiç kimsenin yanında yatamayacağın bir şekilde kanapeye uzanırsın... Kirazın çekirdeğini boş kâseye

fırlatıp tutturmaya çalışırsın. Ve kimse sana “N’apıyorsun?” demez!

Ha, biri olsa da, “Bana n’apıyorsun?” dese diyorsan hâlâ...

Gerçekten yalnızsın demektir.

Tek başına değil, yalnız yaşıyorsun demektir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.