Şampiy10
Magazin
Gündem

Sen sus, libidon konuşsun!

O da konuşur. Ama ses çıkartarak değil, birtakım hareketlerle kendini ifade eder. Zaten anlatacağı fazla bir şey olmadığı için(!) fazla kelime ya da harekete de ihtiyacı yoktur.

Libido bu, cari açığın borç stoğuna etkisini ya da akil adamların akıllı olup olmadıklarını veya ne yapacaklarını anlatacak hâli yok!

Ne anlatacak o?

“Seninle yatmak istiyorum”u...

Veya:

“Biriyle yatmam lazım”ı...

Tek derdi bu, başka meselesi yok hayatla... Hayır, birtakım engeller olmasa ne bileyim hayvanlar gibi iş sadece hoşlanmaya ya da ihtiyaca dayansa, bir derece...

Tek meselesi var ama işi de kolay değil. Çünkü önünde kavramlar, tabular gibi sağlam engeller var.

O da bu engellere karşı kendine özgü hareketler geliştirmiş. Hareketler de hemen hemen aynı.

Ve özünde şiddet, kavga, bir itiş-kakış var!

Sadece yaşlara göre

değişiyor...

Onun da bir duruşu var!

Libido duruşu...

Bu hareketler ilkokulda başlar, ölünceye kadar değişe değişe devam eder. Ama bir gelişme göstermez. İlkeldir yani...

Yaşına başına göre

İlkel hareketler...

Yaşına başına uymayan garip garip dışa vurumlar...

İlkokulda, kızlar hoşlandığı erkek çocuklarının saçlarını falan çekerler ya... Erkek çocukları tabii daha kabadır, gider tekme atar! Tükürür, iter, kakar...

Ne o? Hoşlanıyor!

İlk libido hareketleri...

Biraz daha büyüyüp ergenliğe gelince... Şeylerinin iyice farkına varınca hareketler dengesizleşir. Şuursuz ve aşırı hareketler vardır. Manasız küsmeler ve abartılı sevinçler... Dramatik hareketler... Ama en fazla da durmalar. O dönemde pek hareket yoktur, ikisi de mal gibi dururlar.

20’li yaşlarda...

Kızlar kaprisin doruklarındadır. Kapris, bir erkeğe yapılacak şiddetlerin başında gelir, salağını çıkarır biliyorsunuz. Ha bire iter. İtme hareketi yanı... O yaşlardaki erkeğin libido hareketi ise “kendi kendine”dir.

30’larında...

Libidonun kifayetsiz muhteris yılları... Çok hata yapılır. Bu dönem yapılan hataların sonuçları 40’lı yaşlara bile sarkar. En olmayacak adam/kadınla birlikte olunur mesela... Hatayı görmezsin, seçmezsin. En belirgin hareket ise, kışkırtma hareketleridir. “Yapamazsın ki..” gibi saçma sapan iddialar...Kafa tutmalar... Kandırmalar...

40’lar...

Libidonun en özgür yılları... En az yorulduğu devre! Çok uğraşması gerekmez! Libido şiddetini olay sırasına saklar. Şiddetli ve tehlikeli sevişmeler zamanı...

50’den sonra...

Geçen onca yıl libidoyu da yormuştur. Libidon seni değil, senin libidonu uyarman gerekir!

Üşenmezsen tabii...

Yazının devamı...

Kim konuşuyorsa o...

İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa ya... Evet, önce konuşup sonra hayvanlaşıyoruz, pardon koklaşıyoruz ya... Koklaşma meselesini geçelim, konuşma kısmına takılalım biraz.

Tabii koklaşma bölümünü tercih edenleriniz olabilir ama önce oturup bi konuşalım!

Kim konuşacak?

İşte bu önemli...

Hani dün, ilk görüşmede karşındakini çözecek

ipucu sorularından bahsetmiştim ya...

5 soruydu sanırım...

Fena da değillerdi...

İyi bir yöntem.

Sonuçta ortada bir konuşma var.

Geçenlerde bir kafede şöyle bir manzarayla karşılaştım. Genç bir çift gelip oturdu. Karşı karşıya...

Hiç konuşmuyorlardı.

Sipariş verirken konuştular, sonra yine sustular. Sonra kız kalkıp genç erkeğin yanına oturdu. Bu sefer yan yana susmaya başladılar. Kız çoğunlukla önüne bakıyor, erkek ise havaya...

Ben anlıyorum aslında onları...

Libidoları konuşuyor o sırada...

Libidonun da sesi yok, duruşu var!

Heh hee...

Her yaşta başka bir duruş!

Onu sonra anlatayım.

Ama tabii onlar çok gençti.

Biraz daha büyüyünce artık konuşmak gerekiyor.

Koklaşmadan önce!

Da, aynı yere geldik; kim konuşacak? Ne konuşacak?

İlk görüşmenin ya da bir görüşmenin hoşluğunu ya da boşluğunu işte o konuşma belirler.

Nasıl mı?

Anlatayım...

Konuşmuyorsanız...

Hiç konuşmuyor ama yine de birlikte bir yerde oturmaktan da ‘ikiniz de‘ sıkılmıyorsanız, biraz sonra sevişeceksiniz, ona konsantre oluyorsunuz demektir, ki o bugün konumuz dışı...

O konuşuyorsa...

Onun açısından çok güzel bir görüşme olmuştur. Soranlara, buluşmanın çok iyi geçtiğini anlatır. Kendi konuştu ya, “konuştuk“ zanneder! Karşısındakinin sadece dinlediğini fark etmez bile... Hele sıkıldığını, bunaldığını aklına bile getirmez.

Sen konuşuyorsan...

Senin açından çok güzel bir buluşma olmuştur. Soranlara, çok zevk aldığını anlatırsın. Sen mutlusun ya, onun da mutlu olduğunu sanırsın! Sen tekrar görüşmek istersin, bunu onun da istediğini sanırsın. Ve niye aramadığını, niye telefonu açmadığını asla anlayamazsın! “E her şey çok güzeldi! Niye?” diye oyalanıp durursun...

İkiniz de konuşuyorsanız...

Bu, “Hem de aynı anda!” gibi bir şey! Hele konu konuyu açıyor, bir sen bir o, saatlerce konuşup duruyorsanız... Çok geçmeden bir daha buluşursunuz. Sonra, bir daha, bir daha...

Yani kim konuşuyorsa o!

O mutludur!

Yazının devamı...

Birkaç soruyla çözmece...

İnsanı çözmekten bahsediyoruz, yanlış anlaşılmasın!.. Bir adama rastladın. Ya da bir kadına... Görünüşte iyi, hoş gibi ama aslında nasıl biri? Daha doğru soru:

Sana uyar mı?

Gerçi son zamanlarda “uysa da-uymasa da“ formülü uygulanıyor ama...

Yani bir kahve içerken ya da bir yemekte bu sorunun cevabını öğrenebilirmişiz!

“The Questions to Ask Before You Jump into Be“ adlı kitabın yazarı 5 soru bulmuş.

Baktım, sorular fena değil.

O, soruları belirlemiş ve analiz yapmış.

Ben daha açık olacağım! “Açık“ dedim, “açık- seçik” değil!

Soruları aldım onlara verilebilecek cevapları ve bunların ne anlama gelebileceğini de ben yazdım.

Buyrun...



Yeter ki birine rastla!

“Eğer şirketin sana bir sene ücretli izin verse, neler yaparsın?”

a- Oh, mis gibi... Yer, içer, tatil yaparım diyorsa... Onunla hayat geçmez ama

vakit geçer!

b- O parayı biriktirir... Herhangi bir şey yaparım diyorsa... Onun hayatında sen sadece bir kukla olursun.

c- Kabul etmem diyorsa... İkinci kez çıkılabilir. Ya da ikinci soruya geçebilirsin.

“Utandığın bir anını benimle paylaşır mısın?”

a- Okul veya askerlik anısı anlatmaya başlarsa... Tatsız ama istikrarlı biridir. Yerse!

b- Cinsel anı anlatıyorsa... Uğraşırsın, aldatır maldatır...

c- Sakarlığını komik komik anlatıyorsa... Ama gerçekten komikse, ben denerim.

“Eğer evinde yangın çıksa, kurtaracağın tek şey ne olur?”

a- Ne olacak, kendimi diyorsa... Hayatta da her zaman önce kendi gelir, kendini kurtarır, ona göre...

b- Cep telefonu, tableti ya da bir kıyafeti falansa... Yani... Başkasını bulamazsan, idare eder!

c- Bir tablo veya bir hatıra eşya ise... Evine bir hatıra bırakmaya bakarım!!!

“İnsanların senin hakkında en büyük yanılgısı nedir?”

a- Cimrilik, züppelik gibi şeyler

söylüyorsa... Ne diyorsa odur. Cimridir, züppedir...

b- Bilmiyorum diyorsa... Bunun ya kendinden başı dönmüş ya da asosyal. Uğraşma derim.

c- Pek yanılgı yok diyorsa... İlk gece verme (kararını) biraz zaman tanı...

“Hayatında neleri değiştirmek

istersin?”

a- Hiçbir şeyi diyorsa... Sen onu

değiştir...

b- Her şeyi diyorsa... Sen onu hemen değiştir.

c- Bir şeyi diyorsa... Seni değiştirmemesi için çalış.

Evet, bu sorular epey ipucu verebilir.

Yeter ki, birine rastla!

O hâle geldik ya!

Yazının devamı...

Cevap veren kadınlar...

Terslik var... Bir terslik var ama nerede? Aslında ben nerede olduğunu biliyorum. Ve bu hiç ama hiç hoşuma gitmiyor...

Terslik derken???

Hangisi?

Dün TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırmasını okurken kendimi çook eskilere dalıp gitmiş hâlde yakaladım.

Araştırma, kadınların kendilerini ne kadar güvensiz hissettikleriyle ilgiliydi.

Her 10 kadından 1’i evinde bile kendini güvende hissetmiyormuş!

Sokakta ise, kadınların yüzde 34,2’si kendini çevresinde güvensiz ya da çok güvensiz hissediyormuş. İşte ben de tam burada eskilere dalıp gittim.

Kibar adam!

Baktım, kıyaslıyorum...

Eskiden sokağa çıkarken kendimizi daha güvenli hissettiğimizi hatırlıyorum... Hem gündüz hem de geceleri.

Daha güvenli ve daha rahattık. Ondan sonrası kendiliğinden aklıma gelmeye başladı... Eskiden trafikte adamlar yol falan verirlerdi, ne tuhaf değil mi?

Yol veren adam!


Kibar adam!

Şimdiki gibi haksız olduğu hâlde yüzüne yüzüne küfür etmez, bağırmaz, el kol hareketleri yapmazlardı.

Utanırlardı...

Medeniyetsizlik ayıptı! Şimdi neden saygısızlar? Bu cesareti nereden alıyorlar? Tanımadığı bir kadına bağırır, küfür ederken nasıl bu kadar rahat ve fütursuzlar?

Ve bu hâllerini normal görüyorlar, asıl mesele bu!

Kadın cinayetleri, tecavüz ve dayakların eskiden daha mı az olduğu yoksa şimdi daha çok duyulmaya mı başladığı konusu ise hâlâ bir muamma... Ama erkeklerin bu kadar fütursuzlaştığı, kadını bu kadar yok saydığı ve hatta bu kadar ezmeye çalıştığı bir dönem daha hatırlamıyorum ben!

Kabalığın, medeniyetsizliğin, vahşetin bu kadar meşrulaştığı bir dönem...


Benim gibi kadınlar

Şimdi aranızda, “Kadınlar da değişti” diyenler çıkacak, biliyorum.

Evet değişti tabii... En büyük değişiklik de şu:

Cevap vermeye başladılar...

Sanıyorum her şey burada başladı.

Bunu kaldıramıyorlar!

Geçenlerde trafikte adamın biri, hem de düzgün görünen biri, haksız olduğu hâlde o kadar çirkin bağırmaya başladı ki ona, “Şu hâline bak, hem haksızsın hem de bir erkek olarak bir kadına böyle bağırmaya utanmıyor musun?” dedim.

“Senin gibi kadınlar bizi bu hâle getirdi” dedi.

Demedi, bağırdı...

Benim gibi kadınlar... Haksızlığını senin yüzüne vuran kadınlar...

Cevap veren kadınlar...

Bunların bütün hırs, şiddet ve vahşetleri bu yüzden...

Bir terslik var dedim ya... Gitgide daha medeni olmamız gerekirken...

Biz neden geriliyoruz?

Yazının devamı...

Aferin sana!

Onunki, binlerce belki daha fazla kadının yaşadığı hikâyelerden biri... O kadar rutin... Saçmalıklarla, yanlışlarla dolu ama...

Kocaman bir “Aferin”i de hak ediyor.

Hatta birkaç aferini birden... Niye mi?

Bütün aferinler, kendisinin yazdığı hikâyenin içinde...

- “Ben çok âşık oldum. Gözümün önünde beni ilk almaya geldiği andaki görüntü hâlâ duruyor ve bunu yazarken bile suratımda salak bir gülümseme var.”

(Belli ki “güzel” sevmişsin, aferin!)

“Ama o çok sevdiğim, üzerine titrediğim, sevişirken titrediğim adam meğer tüm hayatını, hayatımızı bir yalan üstüne kurmuş. E ben de bunu yemek istemişim elbet...”

(E, yani! Bir adamın evli olup olmadığını anlamak en fazla 3 dakika alır! Ama kendini bildiğin için, aferin!)

“Ancak 1 sene sonra bana “evli” olduğunu itiraf etti, bunun üzerine 7 ay inişli çıkışlı bir ilişki yaşadık.”

(7 ay fazla ama en azından elinden geleni yaptığın ve daha fazla uzatmadığın için, aferin!)

Çivi çiviyi söker

“Ben onu fiziksel olarak aldattım, intikam alıyordum kendimce... Neyin intikamıysa bu??”

(Daha neyin intikamı olacak? İyi yapmışsın, kendini eşitlemişsin, metres olmadığın için aferin!)

“Sonuç: “Ben seni bekleyemeyeceğim artık” dedim ve bitirdim bu ilişkiyi.”

(Oh be! tabii ki bitirdiğin için, aferin!)

“Seviyor musun derseniz, ölüyorum derim. Fotoğrafına bakıp, o fotoğrafı öpüp koklayıp uyuyorum, ama...”

(İyi ki bir ‘ama’ var, yoksa aferin yok!)

“Ama yeni bir erkek arkadaş yaptım bile! Niye? Çivi çiviyi söker. Niye? İşte o kadar güçsüzüm.”

(‘Güçsüzüm’ kısmına kadar koca bir aferin! Oturup ağlasan güçlü mü olacaktın?)

“Ben çok saf, temiz bir âşıktım, beni kirlettiler desem. Güleriz hep birlikte k.çımızla bana değil mi?”

(Güleriz... Hep birlikte katıla katıla güleriz hem de! Komik olduğundan değil de, sinirimiz bozulduğundan herhâlde! Belki her şeye rağmen böyle hissettiğimiz için! Acaba her şeye, bütün yaşadıklarımıza rağmen hâlâ saf ve temiz miyiz? Neyse yaa... Güzel güldüğümüz için, hepimize aferin!)

Ayılmaya başlarken

“Kişi ne yapıyorsa kendi yapıyor! Hâlâ o’nu çok seviyorum. Ama ben yarattığım ‘O’ kişiyi seviyorum.”

(Hıh! Ayılmaya başladığın için, aferin!)

“Ellerimle yarattığımı, ellerimle bozmak işime gelmediği için acı çekiyorum güya... “

(O “güya”ya, aferin! Aslında acı çekmediğini anlamak üzeresin, bir daha aferin!)

“Kendimize bile yalancıyken, ne aşkından bahsediyoruz biz...”

(Tam da bunu anlatıyordum. Yalancı olduğunu anladığın için, aferin!)

“Niye yazıyorum? Bilmiyorum... Yok, aslında biliyorum; pohpohlanmak için, “Aferin Kızım” demeniz için...”

E, “aferin“lere doymuşsundur herhalde...

Not: Bak, adama dönersen, rezil oluruz, ona göre:))

Yazının devamı...

Güven değil, özgüven lazım

Arıyoruz, deniyoruz ama bir türlü bulamıyoruz... Ne yapsak da ilişkilerin ömrünü uzatsak? Bir ilişki kurabilirsek tabii... Düşündüm de, ilişki kuramamamızın nedeni ile ilişkilerin ömrünün kısalma nedeni aslında aynı... Temelde aynı:

Sahiplenme...

Büyük bir kandırmaca bu!

Dikkat edin:

Önceleri hoşumuza giden bu sahiplenme, sonradan sonumuzu getiriyor.

Kendi yarattığımız canavar, gün geliyor bize saldırıyor yani...

Oysa kafadan bunu aşsak...

Kimse kimseden korkmayacak, kimse kimseden daralmayacak...

Kimse bedel ödetmeyecek... Kimse beklentilere

girmeyecek.

Fena mı?

Hafta sonları!

Geçenlerde bir arkadaşım anlattı; yeni bir ilişkiyi yeni bir tarzda yaşıyorlarmış.

İkisinin de evi, işi var tabii... Kendi kendilerine yetiyor hatta belki artıyorlar bile.. Hem maddi hem manevi bakımdan!

Sadece hafta sonları

buluşuyorlar...

Yemeğe, konsere, sinemaya ya da nereye olursa gidiyorlar, gece de birlikte oluyorlar. Sabah keyifli kahvaltılarını da yapıyorlar. Güzel planlanmış bir hafta sonu geçiriyorlar.

Daha doğrusu her hafta sonları güzel geçiyor. Çünkü o iki gün için özeniyor, planlar yapıyorlar...

İkisi birden!

Kız, veriyorum diye (hafta sonunu) havalara girip bunun bedelini ödetmeye kalkmıyor; adam da “Elimi sallasam ellisi” havasına girmiyor.

Birbirlerine önem

veriyorlar.

Ha, hafta içi mi? Ne mi

oluyor?

Bir kere, kimse kimsenin peşine düşmüyor! Şüphelere, meraklara, güvensizliklere yer yok!

Zaten her gün görüşsen ne fayda? Bu bir şeyi engeller mi?

Hayır. Eee?

Bir de neyi engelleyeceksin? Şimdiye kadar kim kimi tutabilmiş ki?

Evet, hafta içi günlerinde herkes kendi hayatını yaşıyor.

En büyük yatırım

Pekiii...

Bunu yapabilmek için

çiftlerin birbirine güvenmesi mi lazım?

Yoo...

Bu ‘güven‘ meselesine takığım biliyorsunuz!

Ona güvenmenin bir

anlamı yok!

Bize özgüven lazım!

Sonra da...

Zaten ikisi birbirini kovalar.

Kendi hayatı olanın,

özgüveni...

Özgüveni olanın kendi hayatı zaten olur!

Ancak...

İkisi de “evrenden“ falan gelmiyor! Özgüven ve dolu bir hayat...

İkisi de emek istiyor, emek!

Kendine yapacağın en büyük yatırım da bu!

Başka birine değil, önce kendine emek sarfet!

Yazının devamı...

Gerçek aşk diye bir şey...

Öyle... Filmlerdeki, romanlardaki gibi... Hani onlar öpüştüğünde ağlayasın gelir ya... Hani onlar kavuştuğunda içini derin bir hüzün kaplar ya... Öyle bir aşk var da, seni bulmuyormuş gibi...

Öyle bir aşk!

Hadi onu geçtim, eskiden olduğu gibi... Çok eskiden...

Saf, hesapsız, çıkarsız ve temiz...

Temiz derken, cinsellikten bahsetmiyorum ha! Âşık oluduğunda sadece mutluluk veya tatlı heyecanlar hissettiğin günler... Sadece âşık olduğun için âşık olduğun zamanlar...

“Ahh... Neredeee?” diyorsunuz...

Da...

Bunu söylemek, söyleyebilmek için önce herkesin kendine bi bakması lazım!

Sen ne kadar safsın, hesapsız, çıkarsız ve temizsin?

“Âşık oldum” dediğin zaman, gerçekten âşık mı oluyorsun, yoksa...

Yoksa senin o aşk dediğin aslında başka bir his mi?

Başka bir ihtiyaç...

Başka bir özlem de,

Karıştırıyor musun yoksa?

Bilmiyorum ki!



Her şeye rağmen!

Tabii önce “gerçek aşk”ın tarifini de yapmak gerekiyor. Hadi tarif uzun iş, bir de çok sıkıcı ama...

Kuralları olur mu?

Olur tabii... Niye olmasın?

En azından olmazsa olmazları vardır...

Kıskançlık, özlem, sahiplenme, heyecan, şüphe, umut, acı, neşe vs. Say say bitmez.

Pekii...

Gelelim kurallara...

Sadakat mesela...

En önemlisi!

Aldatmalar, aldanmalar aşkın neresindedir? İçinde mi, dışında mı?

Tam ortasında mı?

Daha açık sorayım:

Gerçek aşk hangisini şart koşar: affetmeyi mi, affetmemeyi mi?

Kabul etmeyi mi, reddetmeyi mi?

Yani gerçek aşk sadakatsizliği kaldırır mı? Başkasını... Başka bir kadını ya da başka bir adamı...

Paylaşır mı?

Görmezden gelir mi?

Geliyorsa o artık aşk olmaktan çıkmış, işin içine başka bir iş ya da başka bir his girmiş olabilir mi?

Hırs, çıkar, hesap, inat, korku, intikam gibi... Bütün naifliğini yitirmiş, başka duyguların esiri olmuş bir aşka, aşk denir mi?

Hem de gerçek aşk!

O artık başka bir şey mi olmuştur?

Yoksa tam tersi...

Asıl aşk bu mudur?

Kimseyi görmeden...

Kimseyi umursamadan...

Yok sayarak...

Gurur murur olmadan...


Her şeye, rağmen!

Aşk her şeye, herkese rağmen midir?

Bağımsız...

Belki de boş boş düşünüp duruyoruz.

Belki gerçek aşk diye bir şey yok!

Artık sadece aşk var.

Yalnız aşk...

Yalnız...

Yazının devamı...

İkisi birden: Aşk ve...

Kaç gündür tartışıp duruyoruz ya, “Aşk mı seks mi? Hangisi zihni açar?“ diye... Tabii zihin açılması esas konu ama altında gizlenmiş başka bir soru var: “İlişki için hangisi daha önemli?”

Tabii aslında ideal olanı ikisinin birden olması...

Hem aşk hem seks olacak!

Hayat da bayram olacak!!

“Birini bile bulamazken, sen ne diyorsun?” dediğinizi biliyorum.

Yanılıyorsunuz...

Bizim ilişkilerde bunlar var!

Hem de ikisi birden...

Aşk da var, seks de...

Ama ufak bir farkla!

Bizim ilişkilerde...

Bir taraf aşkla...

Diğer taraf seksle ilişkiye bağlı!

Şöyle anlatayım:

Biri, aşk için seks yapıyor,

Diğeri seks için aşk!

Bir nevi görev dağılımı...

Ortaya karışık...

Mesela, âşık ya, ilişkiyi götürebilmek için, pardon ilişkiyi ilişki hâline getirebilmek için karşı tarafın seks taleplerine...

Ne desem ki, boyun eğmek değil, katlanmak da değil, onun için yani...

Hıh, buldum onu tutabilmek için seks yapıyor.

Ha, istemeyerek değil ama!

Âşık zaten, niye istemesin ki! İstiyor ama içten içten de onun kendisine âşık olmadığını da biliyor! Ve buna razı oluyor...

Diğeri ise...

O da seks yapacak ya, hem de istediği zaman yapacak ya, bunu sağlayabilmek için karşı tarafa âşık taklidi yapıyor. Yani aslında o da, aşka katlanıyor!

Yazık!

Bu da zor bir durum...

Düşünsene umurunda değil ama “Seni düşünüyorum“ falan diyor. Gerçi düşünüyordur da, nasıl?

Aslında ikisi de birbirini düşünüyor ama biri eline kadar diğeri beline kadar!

Yani birinin düşüncesi, “Elini tutsam, sarılsam“a kadar, diğeri ise “Sarılsam“dan başlıyor...

Başlangıç ve bitişler tutmuyor!

Ama düşüncelerin içinde geçen kelimeler aynı: Tutmak, sarılmak, yatmak...

Nedir yani?

Seks seks için midir, aşk için mi?

Aşk seks için midir, seks aşk için midir?

Neyy??

Karışık yani...

Ortaya karışık!

Aşk da var, seks de var ama...

Dedim ya, ufak bir farkla...

Artık ufak mufak idare ediyoruz işte!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.