Şampiy10
Magazin
Gündem

Daha önceleri neredeydiniz?

Günün birinde ona rastlarsın. İlk aşkına... Nedenini bilmiyorum ama mutlaka rastlarsın! Öyle bir gün gelir ki, bir şey sizi birbirinize çeker sanki! Belki sen çekersin, belki o... Belki İlahi bir güç, belki de psişik bir kuvvet karşılaştırır sizi.

Pat diye ona rastlarsın... Bir yerde veya birinin bir sözünde!

O sözlerin izini sürersin...

Aradan geçen yılların, ayrılan yolların, başka limanlarda demirlenmiş hayatların hiç hükmü yokmuş gibi...

Peşine düşersin.

Sanki bir şey arıyor gibisindir. Kaybettiğin bir şeyi... Bir duyguyu. Masumiyetini ya da neşeni...

Ha, bulur musun?

Bulur musun bilemem ama zorlarsın! O günlerin temizliğiyle bugünlerin yaralarını silmek istersin. Sanki o arada hiçbir şey yaşanmamış gibi...

“Kimse bize ihanet etmemiş

Biz kimseyi aldatmamış

Hani biz kimseye küsmemiş

Hani hiç kimse ölmemiş” gibi...

Onunla, o yıllara geri dönmek istersin.

Geri dönebileceğini zannedersin... Onun için “zorlarsın” diyorum ya.

Zorlanırsın da... Çünkü aradığın, geçmişte olanlar değildir. Aslında şimdi olmayanların peşindesindir!

Onunla yaşadıkların değil, şimdi kimseyle yaşayamadıklarındır!

Bu yüzden ona ilk rastladığın andan itibaren “tatlı bir telaş” içindesindir.

Kısa bir yolculuğa çıkar gibi...

Hayatın boyunca senin ve seninle olan herkesi ve her şeyi evde bırakıp, birkaç günlüğüne kaçmak gibi...

Yanına küçük bir valiz alırsın. İçine yeni hiçbir şey koymazsın. Ojelerini siler, saçlarını at kuyruğu yaparsın. O günlere benzemeye çalışırsın...

Belki günler de seni hatırlasın diye...

Sanki hayali bir dekor hazırlamaktasın...

O detone sesinle şarkılar söylemeye bile başlarsın:

“İçimde uyanan eski bir arzu/

Dedi ki yıllardır aradığın bu

Şimdi soruyorum büküp boynumu

Daha önceleri neredeydiniz...”

Yıllardır ilk defa bir şarkı seni incitmiyor hatta eğlendiriyordur. Gözlerinin içi gülmeye başlar ya, herkes sorar, “Sende bir güzellik var bu aralar, gençleştin; hayırdır bir şeyler mi yaptırdın?”

Hınzırlığın üzerindedir, “Henüz değil ama az kaldı!”

Kahkahanın nedenini ise kimse anlamaz!

Onunla buluşana, buluşup da ayrılana kadar işte böyle havalardasındır.

Ama ondan sonra... İlk aşka rastlamak risklidir. Sen eski sen değilsin, o eski o değil, zaman, mekân eskisi gibi değil!

Yine de büyülü bir ortam yaratmaya çalışırsın.

Bir telefon, cüzdanındaki bir resim, bir yüzük o büyüyü bozar. Aradan geçen yılların sadece geçen günler olmadığını hatırlatıverir sana, ona...

Başka hayatlara ait olduğunuzu fark edersiniz. O zaman sen de...

Ellerin cebinde, yağmurdan kaçmadan eve dönerken keyifle mırıldanırsın:

“Hadi geceyi söndür kalbim uykusuzluk vakti

Gençlik de geceler gibi eskidendi...”

Yazının devamı...

4 numaralı soru...

Erkeklere sorulması gereken soruları çıkardık ya... Kambersiz düğün olmaz; hemen kadınlara sorulacak sorular geldi...

Biz 3 soru çıkarmıştık, Ali 4 soruyu layık görmüş.

Olsun.

Aslında 1 soru da...

Diğer üç soru, önsevişme gibi bir şey!

Yani aslında bütün sorular

4 numaralı soruya çıkıyor...

Peki.

Bakalım kadınları tanıyabilmek için hangi kilit soruları bulmuş.

Daha da önemlisi hangi cevaptan nasıl bir sonuç çıkarmış:

1. Kiminle yaşıyorsun?

Ailesiyle yaşıyorsa evlenecek adam arıyordur. Kardeşiyle kalıyorsa ona anahtarını verecek birini arıyordur. Asla yukarıya kahveye çıkamazsın. Avantajı, kahve teklifini canın istediği zaman sen yaparsın istemezsen eve bırakırsın. Yalnız yaşıyorsa sorun yok, 4 numaralı soruya geçebilirsin.

2. Son ilişkinin üzerinden ne kadar zaman geçti?

Ne kadar uzun zaman geçmişse ve adama ne kadar sallıyorsa o kadar iyi. 4 numaralı soruya geçebilirsin. Hâlâ adamdan iyi bahsediyorsa mutlaka kalbinin bir köşesinde kalmıştır, hatta görüşüyor bile olabilir, arada kahveye devam...

3. Kız arkadaşlarımı kıskanır mısın?

Bu soruyu “Niçin” sorduğunu soruyorsa, kıskançlıktan gözü kızarıyordur, akşam yemeği teklifini kahve olarak revize et. “Hayır” diye cevap verirse 4 numaralı soruya geçebilirsin...

Vee işte 4 numaralı soru:

4. Sevişirken kuralların veya sınırların var mı?

Cevap “Evet”se yandın! Bu kadınla sevişeceğine çay demlet, iç; sonra da bir bahane ile ışınlan, emin ol hiçbir şey kaybetmedin.

Cevap “Hayır”sa başkaca bir kritere ihtiyaç duymadan ilişkini hemen ama hemen başlat, sakın lafı dolandırma. Dikkatli ol! Kadın bu soruya çoğu zaman yalan cevap verir, cevabın doğruluğundan emin ol.

Her adamla farklı...

İyi-hoş da...

Boş!

Niye?

Çünkü bir kadın her adamla farklıdır!

Bir önceki, bir sonrakiyle yaşayacaklarının teminatı da değildir!

O hâlde onun ne olduğuna değil, senin onunla ne olduğuna bakacaksın..

Ha, ille de soru soracaksan, onu da kendine soracaksın!

Al sana 4 soru:

Onu düşününce kalbin çarpıyor mu?

Onu düşününce gülümsüyor musun?

Onu düşününce kurallarını, sınırlarını unutuyor musun?

Onu düşününce aklına hiçbir soru gelmiyor mu?

Yazının devamı...

3 Soru, 3 soru daha...

İlişkiye başlamadan önce ona 3 soru sorulacakmış. O 3 soruda ne tip bir adam olduğu ortaya çıkarmış! Bakalım...

1- Son ilişkisi nasıldı?

Bir erkeğin sizden önceki ilişkisi hakkında öğreneceğiniz şeyler işinize yarayabilir.

Olgun bir erkek, önceki kız arkadaşlarının birkaç iyi özelliğinden bahseder ve sonra kısaca ilişkisinin neden bittiğini anlatır. Eğer sinirlenip, eski kız arkadaşları hakkında atıp tutmaya başlıyorsa, karşınızdaki erkeğin sabırsız, anlayışsız ve agresif biri olduğunu düşünebilirsiniz.
(Bence tam tersi: Bir adam eski sevgilisinden iyi bahsediyorsa, çapkının önde gidenidir!)

2- Mesleği hakkında neler hissediyor?

Bir erkeğin kariyerine karşı tutumu, hayatının ileride nasıl olacağının göstergesidir. Kariyerine bağlı bir erkek hayatını doğru bir şekilde planlar ve yaşar. Eğer işini seviyor ama en romantik anlarda bile bundan bahsediyorsa ona gönül rahatlığı ile veda edebilirsiniz. Ya da siz bir metropolde yaşamayı isterken, o ekolojik tarım yapılacak bir çiftlik kurmak istiyorsa yine dikkatli olmanızda fayda var.

(Tam da, ‘bir işi olsun, yeter!‘ noktasındayken...)

3- Borçlarına sadık mı?

Dikkat etmeniz gereken nokta, ne tür şeyler için borçlandığı. Mesela bir erkek, borçları varken ihtiyacı olmadığı hâlde kocaman bir plazma televizyon ve son model bir motosiklet almayı planlıyorsa ondan uzak durmanızı öneririz.

Tıh!

Bu böyle olmayacak!
İş yine bana düştü.

Bu üçün biri bile varsa

Bir adamın ne olduğunu anlamak için ille de 3 soru sorulacaksa, onu da ben sorarım!!

1- Evli misin?

Cevaptan sonrası neye razı olacağınla ilgili...

2- Kiminle yaşıyorsun?

Ailesi, annesi ya da arkadaşıyla birlikte oturuyorsa, bu artık neye razı olacağını da aşar! Kendine şu soruyu sorman gerekir: “İlle de biriyle birlikte olmak zorunda mıyım?”

3- Titiz misin?

Titizse...

Ki, sana “Titiz değilim ama dağınıklıktan hiç hoşlanmam“ diyorsa da titizdir, o zaman da ne kendine ne de ona başka soru sorman gerekir. Ha, her öpüşmeden önce at gibi dişlerinin kontrol edilmesini istemiyorsan tabii... O da öperse! İleri aşamaları anlatmayayım isterseniz! Zaten o da, olursa!

Gerisi boş...

Bu üçünden biri bile varsa, olmaz.
Ama yok borçlanmış, yok ex’ine atıp tutuyormuş, yok işine düşkünmüş falan hikâye...

Madem üçleme yapıyoruz, şu üçüne bakacaksın:
Onu düşününce kalbin çarpıyor mu?
Onu düşününce gülümsüyor musun?

Onu düşününce aklına hiçbir soru gelmiyor mu?..

Yazının devamı...

Yeniden başlat-ma!

Teknolojiden iyi anlayan bir yakınım, bir gün bana dedi ki; “Bir aletin üzerinde reset tuşu/düğmesi varsa, onda bir sakatlık var demektir. Ya bir şeyi becerememişler, atlamışlar da sonradan fark etmişler ya da çözememişlerdir...”

Yani açıp kapatınca, yeniden başlatınca düzelen bir sistem var karşında...

Bozulacağını, bir şeylerin aksayacağını baştan biliyorlar demek ki!

Evet, bir sakatlık var!
Konuyu biraz daha dağıtabiliriz...
Bir alette ne kadar çok uyarı düğmesi, tuşu varsa o kadar çok arıza çıkabilir demektir.

Mesela bazı otomobillerde hararet göstergesi yok!
Mesela cep telefonlarında pil göstergesi var!
Mesela kombilerde, su göstergesi, falan filan...
Yani kim, neyi beceremiyorsa ona dair bir tuş koyuyor.
Gerisini sana bırakıyor!

“Benden bu kadar!” diyor...

Ben teknolojiden anlamam ama iyi uyarlarım. İnsana, olaylara, duygulara...
Peki uyar mı?

Artık uysa da, uymasa da...

Pil göstergesi...

Birisine baktığın zaman üzerinde hangi tuşlar olduğunu görür müsün? Bakınca anlar mısın?
Hadi biraz konuşunca anla bari...
Anlarsın.

Tuş yoksa, gösterge vardır.

Yaşadığı acıların, terk edilmişliklerin, yalnız hissetmelerin, üstesinden gelemediklerinin, tutmayan hesapların, hinliklerin, cinliklerin göstergeleri...
Peki bütün göstergeler kötü müdür?
Kötüdür.

İyi olsa, gösterge olmaz! Bir şekilde üstesinden gelmiş, arızayı çözmüş demektir. O tuşa/göstergeye de gerek kalmamış demektir.

Ama gösterge varsa...

Üstelik ne kadar gösterge varsa, o kadar arıza çıkabilir demektir!

Yani sen, tuşları/ göstergeleri göre göre, bile bile onu alıyorsan...

Her türlü arızaya da razısın demektir!
İlişkilerin de tuşları/göstergeleri vardır.
Mesela pil göstergesi...

Yavaaaş yavaş biter ya, görürsün. Bazen de hiç farkında olmazsın, birdenbire biter; tam konuşurken...
Kalakalırsın. “Ya, o yokken ben ne yapıyormuşum?” diye sudan çıkmış balık gibi!
Mesela reset tuşu. Yeniden başlat!
Yani...

Açıp kapatsan... Yeniden başlatsan...
Çalışmaya başlayacak belki...

Ama üzerinde bir reset tuşu olduğuna göre belli ki, bir sakatlık var.

İşte ona diyorum basma!
Yeniden başlat-ma!

Yazının devamı...

Bırak yarım kalsın!

Bazı aşklar hiç bitmez” diye başlayıp konuyu mezar taşlarına bağladım ya, la!
Oysa bu kadar romantik bir konuyu dağıtmamak lazım. Atlamamak lazım.

Öyle sıradan bir konu değil ki; “hiç bitmeyen aşklar...”
Dün yazmaya başladığım gibi:

Hem de bu zamanda! Bu adamlarla ve bu kadınlarla...
Daha doğrusu hep birlikte içine ettiğimiz bu ilişki mezarlığında!
Olsun.

Yine de bazı ilişkiler olduğu yerde kalır. Olduğu yerde ve yaşandığı zamanda...
Kıpırdamadan durur. Geri gidemezsin, ileride bulamazsın...
Öyle kalakalmıştır...

Başladığı ya da durduğu yerde!

Orada öyle duracak!..

Öyle bir başlamıştır ki, nerede, ne zaman, nasıl durduğunu hatırlamazsın bile. Öyle bir başlamıştır ki, senin aklında hep o an kalmıştır.

Durup durup o anı hatırlarsın. Hatırlayınca da gülersin. İster istemez gülersin...

Biri seni yakalar da sorarsa, “Niye güldün?” diye, bir nefes alırsın; o bir nefeslik sürede, “acaba anlatsam mı?” diye düşünüp hemen vazgeçersin.

“Hiiç, aklıma bir şey geldi de...” deyip geçiştirirsin.
Ya da öyle bir hâlde durmuştur ki...
Kendiliğinden, anlamadan...

Çirkinleşmeden, sahiplenmeden, bağlanmadan, bağlamadan...
Hatta adını aşk diye koymadan...
Tam aşk olacakken...

Köşeyi dönmeden.
Orada...

Tam orada kalmıştır.
“Orada bir aşk var uzakta/ yatmasam da, kalkmasam da/ o aşk benim aşkımdır” tadında...

Ha, belki de yatmışsındır, kalkmışsındır...
Büyük aşktır, küçük aşktır...

Uzun sürmüştür, kısa sürmüştür önemi yok!
Bir aşkın, bitmeyen aşk olmasının bunlarla alakası yoktur.

Tek kriteri vardır:

Orada duruyor olması...

Bir şarkıda, bir fotoğrafta onu hatırlayıp gülümsediğin zaman, onun da gülümsediğini biliyor olman...
Ne zaman sen aklına gelsen, onun da derin bir iç çekip gülümsediğinden emin olman...
İşte bu aşk bitmez!

Sakın şeytana uyma!

Tabii bitirmeye kalkışmazsan.
Hani telefon rehberine kadar ‘düştüğün’ zamanlarda...
Şeytan dürter ararsın, mararsın...

Hani, “Şimdi olmazsa ne zaman?” duygusuna kapıldığında...
Şeytan aklına girer, Face’ten bulursun falan...
Hani, canın tutku istediğinde...

Şeytan kulağına “tamamla bu işi” diye fısıldadığında...
Uyma!

Sakın şeytana uyma!
Bırak yarım kalsın!
Bırak hiç bitmesin.

Yazının devamı...

Bazı aşklar hiç bitmez!

Evet, yanlış okumadınız; bazı aşklar hiç bitmez! Hem de bu zamanda! Bu adamlarla ve bu kadınlarla...

Daha doğrusu hep birlikte içine ettiğimiz bu...

Bu ilişki mezarlığında!

İlişki mezarlığı deyince aklım şimdi oraya kaydı birden...

Düşünsene... Herkesin bir ilişki mezarlığı olsa!

“Ex mezarlığı.”

Arka bahçede, balkonunda veya ne bileyim saksıda! Artık ne kadar yer kaplayacağına bakar. Girişine de bir tabela:

“Her sevgili bir gün terk edilmeyi tadacaktır.”

İlk giden kim olursa olsun... Ama şimdi ama sonra, o da ilişkiler mezarlığındaki yerini elbet alacaktır.

Yani sen bitirmişsin, o bitirmiş fark etmez! Bitmiş mi? Gömeceksin... Hepsine birer de mezar taşı yapacaksın. Küçük küçük mezar taşları...

Ki, arada bir ziyarete gittiğinde hatırla!

Niye bittiğini unutma!

Önce adı - soyadı... Altına tarih. İlişkinin başladığı-bittiği tarihler... Tabii ilişki süresi, ay ya da gün kadarsa, bunu da özellikle belirtmeli...

Belki küçük bir mezar yazısıyla:

“Küçük ömründe bana büyük mutluluklar verdin. Huzur içinde yat!”

İyi - kötü, uzun - kısa her ilişki bir mezarlığı hak eder! Tek gecelik aşkları da atlamamak lazım lazım. Ayıp!

Tahsin Hızlı

19. 11. 2013 (22.00)

19. 11. 2013 (22.30)

Seni hiç unutmayacağım. Rahat uyu!

(Ben erken kalkacağım, gitmem lazım!)

Yazıtlar muhtelif

Artık ilişkin nasıl sonlandıysa ona göre bir şeyler yazarsın.

- Mesela çok mu içine oturdu, yaz:

“Ben de senin gibiydim

Sen de benim gibi olacaksın

Okuduğun duayı

Kendinde bulacaksın

Huzursuzluk içinde yat!”

- Aldattı mı seni, yaz:

“Bugün bana, yarın sana, El Dua!“

Hızını alamadıysan devam et:

“Yalnızlığın bol, mekânın onun bunun artık yatağı olsun!“

- Yeni mi ayrıldın, yaz:

“Yokluğuna alışamadım. Ama birini bulsam, geçer..”

- Belki de sen bıraktın. Yani denedin ama olmadı... Tamam, biraz ayıp etmiş olabilirsin ama kokusu çıkmadan gömmen lazım. Fazla uzatma!

Yaz:

“Pardon!“”

- Bazı ilişkiler de güzel biter. Daha doğrusu bitmez, orada kalır. Orada bir yerde! Kıpırdamadan durur. Bir gün gelir, onu da gömersin. Mezar taşına da yazarsın:

“Seni hiç unutmayacağım...“

Hani sonsuz işareti vardır ya...

O işareti de atarsın...

Bazen unutur bazen de bir şarkıyla ziyaretine gidersin...

İşte ben onlardan bahsedecektim ama...

Yazının devamı...

Kapat-aç yöntemi...

Herhalde dünyanın en eski ama hiç eskimeyen, üstelik uluslararası ve her yerde her zaman geçerli tek yöntemidir değil mi?

Kapat-aç yöntemi...

Aslında “aç-kapat” diye söyleriz ama aslında önce kapatılır sonra açılır.

Teknolojinin kendisi kadar
dâhiyane...

Telefon sapıttı mı, TV kanallarının biri var bir yok mu, bilgisayar seni dinlemez mi oldu, buzdolabı, çamaşır makinesi, otomobil, daha aklına gelen bütün teknolojik aletlerde geçerli tek ortak yöntem...

Kapat-aç... Gerçekten de kapatır açarsın, düzelir.
Bir gün mesela elinde telefon, “arkadaşlar bu, takıldı kaldı...“ derken biri çıkar der ki,
“aç-kapa düzelir.”

“Hıı...” dersin suratında şaşkınla aptal arası bir ifadeyle, “Hakkaten ha! Niye aklıma gelmediyse...”
Ondan sonra da, ne bozulsa, hemen
kapatır açarsın...

Hatta bazen kendini bile!

Hani insan az önce, üç saniye önce ne düşündüğünü unutur ya... Mesela tuvaletteyken, “Unutmadan şu makbuzları çantama koyayım” diye karar verirsin. Tuvaletten çıkıp makbuzların olduğu odaya kadar gelip ortada kalakalırsın ya, “Ben buraya ne yapmaya geldim?” diye... Bulamazsın bir türlü... Tekrar tuvalete dönersin, hatırlamak için. Hatırlarsın da!

Aslında kendini kapatır - açarsın orada...
Pekiii...

‘Tık!’ anında...

Aynı yöntemi hayatımızın başka alanlarına da taşıyabilir miyiz?

Ya da taşıyor muyuz?
Mesela ilişkilere...

Baktın ki, ilişki bir yerde takılı kaldı; ilerlemiyor...
Adam ya da kadın arızaya geçti mesela...

Aç-kapat!

Ya da:

Kapat-aç!

“N’apacağım?”, “ne yapmalıyım?” diye kendini oradan oraya atıp, ona buna fikir soracağına...
Bozuk bozuk, gitgide azalan fonksiyonlarıyla idare edeceğine...

Bi aç-kapa bakalım... O zaman dahi düzelmiyorsa gerçekten bozulmuş, bitmiş demektir.

Zaten bir alet, “aç-kapa” dönemine girdiyse onun sonu geliyor demektir.
Açarsın kapatırsın...
Kapatır açarsın...

Sonra yine kapatırsın ama bu sefer açılmaz.
Vurmalar, sarsmalar, sıkılıp bir kenara atmalar başlar...
Veee...

Hem de en gerekli zamanda, bir daha açılmamak üzere kapanır.
Tık!

Ama o ana kadar hep bir umudun vardır. Gerçi ufaktan yenisinin piyasa araştırmasına başlamışsındır zaten! Yeni model ya da bir üst modele geçmek istersin. Veya klasiğe yönelirsin...

Belki de sağlamcısındır.
Ya da havalı...

Artık, tarzına göre...

Yazının devamı...

Tariften tarife çıkar!

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Kendi kendine...

Biraz zaman geçmiş demektir. Hayatından...

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...

Her özelliğine bir değer veriyor demektir.

E, bir değer biçiyordur elbet!

Yani her tariften bir tarife çıkıyor demektir...

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Tarifesi bellidir.

Onu isteyen, bedelini bilmelidir!

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...

Başkalarına da bir tarife çıkartıyor demektir.

O hâlde, herkese bir bedel ödeyecektir!

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...

Kıyaslıyor demektir.

Her kıyasla, kıyasladığına yaklaşıp biraz daha uzaklaşıyor demektir. Kendinden...

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Arıyor demektir.

Karşılığını arıyor.

Kendi tarifini, kendine yapacak birini...
Ki...

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Yetmiyor demektir.

Kendi kendine yetmiyor...

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Bekliyor demektir.

Bedelin eder olması için bekliyor...
Yanlış yerde..

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman..
Boşlukta...

Hatta boş demektir...

Fileyi fileyle doldurmuş gibi, meyve yerine...
Pazarda her şeye çürük demektedir.

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Bir terslik var demektir.

Düzgün gitmeyen bir şeyler...

Üstelik gitgide yerleşen..

Bir insan kendini tarif etmeye başladığı zaman...
Çoğaldıkça azalıyor demektir...

Yokluklarının bedelini kendi tarifine ödetiyor demektir!
Azaldıkça, çoğalacağına...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.