Şampiy10
Magazin
Gündem

Maceranın dibini gördük!

Erkeklerin ve kadınların “doğru insan”ı bulma yolundaki maceraları istatistiksel olarak incelenmiş.

Yani öyle 1’de 1 diye bir şey yok. Var da, biz “doğru insan”dan bahsediyoruz.

Graeme Simpson, bir erkeğin mükemmel kadınını bulma yolundaki hikâyesini, “The Rosie Project” adlı “best seller” kitabında anlatmış. Kitapta doğru yaşam partnerini bulmanın uzun ve zorlu bir yolculuk gerektirdiğini vurgulayarak bu yolculuk sırasında yaşanan deneyimlere yer vermiş.

Yani o arada neler yaşandığına...

Bulana kadar...

Bulursa tabii!

Bakın o dönemde neler yaşanıyormuş...

- “Kadınlar ‘doğru adam’la tanışmadan önce ortalama 2 kez aşk acısı çekiyor, 1 kez aldatıyor, ortalama 7 ilişki yaşıyor.”

- “Erkekler ise ‘doğru kadın’dan önce 8 ilişki yaşıyor.”

(Arada 1 kadın yanıyor yani!)

- “Kadınlar 4 felaket randevu geçirip, 2 kez sanal ortamda flört ediyor.”

- “Buna kıyasla erkekler iki kez bekletiliyor, üç internet buluşması yaşıyor.”
(Yine o kadın!)

- “Erkekler hayatları boyunca 10 farklı kişiyle seks yaptığını söylerken...”

- “Bu ortalama kadınlarda 7.”

(O kadının ‘Battı balık, yan gider’ hâli!)

- “Erkekler, doğru kişiyi bulmadan önce 6 kez tek gecelik ilişki yaşıyor.”


- “Kadınlarda ise bu sayı 5.”

(O 5’in tek gecelik olduğunu 5 ay sonra anlamıştır ama olsun!)

Unutulanlar!..

Ortak noktalarımız da var:

- “Erkek ve kadın denekler aynı zamanda doğru kişiyi bulmadan önce en az bir kez başka şehir ya da ülkeden biriyle uzun mesafeli ilişki yaşadığını söylüyor.”

(Boşa giden telefon paraları...)

- “10 kişiden 8’i umudunu kesmişken buluyor.”

(Ama gerçekten umudunu kesmişken!)

- “Yüzde 15 ise şu anki partnerlerinin, önceden düşündüğü gibi biri olmadığını söylüyor.”
(Bunlar çıtayı düşürenler! “N’apalım canım, herkesin kusuru var, benim yok mu?” noktasına gelenler...)

- İstatistikler “Kadınların yüzde 94’ünün gerçek aşka inandığını gösterirken, erkeklerde bu oran yüzde 88’e düşüyor.”

(Kadınlar inatla aşkı ararken, erkekler ilk aşklarında inançlarının yüzde 80’ini, ikincisinde de kalan yüzde 8’i kaybederler.)

- “En önemli eşitliklerden biri erkeğin de kadının da doğru insandan önce iki kez âşık olup, iki büyük hayal kırıklığı yaşaması.”

(Sonra da onları Face’ten bulması!)

- “En çarpıcı sonuçlardan biri de, her tarafın en az bir kez aldatıp aldatıldığı ve kadınla erkeğin eşit sayıda kalp kırıklığına sahip olduğu.”

(Bir de aldattıklarını unuttuğu!)

Bu istatistiğe göre, kimin kiminle nerede ne yaptığını, nerede kesiştiklerini karıştırdım doğrusu...

Ama karıştırmadığım, bildiğim başka bir şey var:

Maceranın dibini gördüğümüz!

Yazının devamı...

Bir konu, çok yorum...

Geçen hafta, Ozan Güven demiş ki: “40 yaşındayım. Kalkıp da 25 yaşındaki bir kızla aşk yaşayacak kadar karaktersiz biri miyim?”

Ülkemizde olup bitenlerin, onca curcunanın arasında, iki satır da olsa, böyle insani konulara da kulak kabartmak iyi geliyor.

Derin bir nefes alıp vermek gibi...

Keşke hayattaki konularımız ve kaygılarımız, insani değerler, doğrular-yanlışlar, sanat, kitap, filmler falan olsa... Öyle bir ülkede yaşasak!

Sıkılır mıyız acaba?

Hani, bünye kaldırmayabilir!

Kaldırabildiği kadar artık!

Hadi Ozan Güven’i aradan çıkarıp, söylediklerine bakalım.

Cevaplar muhtelif

40 yaşındaki bir adamın 25 yaşındaki bir kızla aşk yaşaması karaktersizlik midir?

Arada 15 yaş fark var.

Şimdiii...

Öyle bir laf ki, insan neresinden tutacağını bilmiyor.

Mesela bu 40 yaşındaki bir adamın kendinden 15 yaş küçük bir kadınla aşk yaşamasının karşılığı karaktersizlik midir? Yoksa başka bir şey midir?

Yani bunun karşılığı başka bir sıfat mıdır?

Sübyancı, menfaatçi, kendini bilmez, depresif falan...

Buradan mı tutup, tartışsak?

Yoksa bu normal bir durum mudur? “Bir adamın kendinden 15 yaş küçük bir kadınla aşk yaşamasında ne var?” mıdır?

Zaten alışılagelinmiş bir durum mudur? Eskiden köylerde veya küçük kentlerde sıkça yaşanan artık büyük şehirlere de yansıyan ve gayet normal sayılan bir durum...

Zaten “Alan memnun - satan memnunsa, bize ne?” mi?

Yoksa ahlaki çerçevede yargılanması mı gerekiyor?

Bu soruların cevabı herkeste başka!

Bazısı, “Bunun karakterle ne alakası var kardeşim!” diye karşı çıkıyor.

Kimi diyor ki, “Olmaz kardeşim! 15 yaş fark olmaz! Ayıp!”

Öteki ise, “Ne var bunda kardeşim? Sana ne?”

Birileri de, “İyi, hoş da, bir de tam tersini düşünseniz. Kadın kendinden 15 yaş küçük bir adamla birlikte olsa...”

Yani 40 yaşında bir kadınla, 25 yaşında bir erkek...

Bunda bir tuhaflık var mı?

İkisi de insan değil mi?

Çoğunuzun cevabını biliyorum.

“Var” diyeceksiniz.

Hani aradaki 3-5 yaş farkı karşılayabilirsiniz ama 15 yaş farkı?

Tolere edilmiyor mu?

Niye?

40 yaşındaki kadın da, erkek de; ikisi de insan değil mi?

Bu yaş farklarını ‘artık’ çok olağan karşılıyoruz ya...

Normalmiş gibi geliyor ya...

Belki de yanlış yapıyoruz.

Belki de ilişkilerin deformasyonunda bunun çok büyük payı var!

Ve belki de aslında çok önemli!

Hı?

Yazının devamı...

Ne içtiyse aynısından...

Şimdi bunlar bazen öyle bir atmosfere girerler ki, söylenecek tek laf vardır: “Ne içtiysen, aynısından...” Cümlenin sonunu artık onun hâl ve davranışlarına göre tamamlarsın.
“Aynısından ben de alayım“ ya da “Almayayım...”

Tabii genellikle almamak tercih edilir.

Mesela taksi hâlleri...

İkinizsiniz ya, bu taksinin ön koltuğuna oturur. Sen de arkaya... Haydaaa yani! Bu ona göre bir racon. Da neyin raconu? Ayrıca sen kime racon yapıyon? Yapacaksan şoföre değil, bana yapman lazım. Bana değil, şoföre mi çalışıyorsun yani? Şuursuz bir hâl! Sen de kendini şöyle hissedersin: Taşradan şehre yeni gelmişsin de, dayının tanıdığı seni otobüs garına götürüyor! Ya da taksi - dolmuş yapmışsınız, adam yanlış anlaşılmak istemiyor. Seninle bütün ilişiğini kesiyor yani. Niyeyse? Hayır, yanına otursa ne olacak? Sanki şoför yanlış bir şeyler mi anlayacak? Ne anlayacak? Öne oturduğu yetmiyormuş gibi, bir de dün bahsettiğim “esnaf konuşmalarına” başlar. Tam ayrılınacak ortam aslında!

Aklıma ne geldi: Aynısını biz onlara yapsak! Düşünsene, öne oturuyorsun, dana da arkaya...

Anlasın diye...

Peki anlar mı?

Hayır.

Ne olur? Kavga çıkar.

Durup dururken!..

Ayrılma odaklı gidecek olursak, bunların alışveriş hâllerine yoğunlaşabiliriz. Mesela pantolon alacak değil mi? Seçtiniz, denemek için giyindi ve soyunma kabininden çıktı ya... İşte tam o anda ayrıldın, ayrıldın! Böyle bir geri zekalı hâl, manasız gebeş bir duruş falan... Ayakkabıyı çıkarmış, paçalar çorabının üstüne yığılmış, omuzlar düşük. Yahu, bi düzgün dur! Niye hiçbir yerde durmadığın gibi duruyorsun? Bu duruşla dünyanın en iyi kesimli pantolonunu giysen yakışmaz. Tasarımcı da işi bırakır! Hadi öyle duruyorsun, yüzündeki bilinçsiz ifade niye? Yok, böyle olmayacak!

Bir de bunların çiçek taşıma hâlleri vardır. Eğreti eğreti... Utanırlar. Tabii... Bir kadına çiçek vermek ayıp çünkü! Sanki herkes bunlara bakıyor gibi gelir. Sanırım, asıl niyetlerinin anlaşıldığını sanıyorlar. Zira bir adam durup dururken çiçek almaz.

Bir çiçek bir de torba taşıyamazlar... Torba zaten taşımasınlar da! (Bir adamdan soğumanın ilk üç şartına girer) Ama mesela pasta aldı, eve getirecek değil mi? Elinde sanki futbol topu taşıyor; sallaya sallaya getirir. Bi açarsın...

Yok canım...

Yok, böyle olmayacak!

Yazının devamı...

Bazen de ortam onları değiştirir

Sıranın size de geleceğini biliyordunuz herhâlde. Atmosfer sırasının... Ufak değişiklerle havaya girmelerin... Evet, erkeklerin de arada sırada atmosferi değişir. Bazen kendileri değiştirir bazen de ortam onları değiştirir.

Aslında değişikliklerden hiç hazzetmezler. Rahatsız olurlar. Hep aynı tip giyinirler mesela... Bir tarz belirlerler ve onun dışına çıkamazlar. Çıkmak istemezler. Farklı bir şey giydikleri zaman da hemen atmosferleri değişir.

Mesela hafta sonu deri mont giydiyse...

O değil, sanki deri mont onu giymiştir. Hâlleri tavırları değişir bunların. Kişilik değiştirirler. Tıpkı güneş gözlüğü taktıkları zamanki gibi! Böyle omuzları yukarı çekmeler, gözleri kısmalar, Harlemvari adımlar falan... Artık ne oldum sanıyorlarsa! Konuşması bile değişir; “Beni boşuna yorma, sen kimsin?” tadında cevaplar verir. Montu çıkarınca eski hâllerine dönerler ama! Ne acayip değil mi?

Eşofman falan giydiklerinde de... Sanki Mark Spitz oldular! (Ben de o kadar eskiymişim gibi; Spitz nereden aklıma geldiyse!) Sportif yaylanmalar, nefes boşaltmalar falan. N’oluyorsun yahu?

Mesela sakal-bıyık bıraktıklarında...

Hepsi ama hepsi kendini ... sanır. Yazamıyorum ki! Anladınız siz onu! Yani o kadar ki, kimse ona karşı koyamaz; en güzeliyle bile canı isterse birlikte olur. O derece! Bunun kadın versiyonu, “Bundan sonra sevdiğimle değil, beni sevenle olacağım”dır. Bütün itirazlara rağmen uzun süre kesmezler. Ta ki, iş çıkmayana kadar!

Daha neler neler var!..

Hani bazen de atmosfer onlara girer dedim ya, yani ortam onları değiştirir...

Mesela bunların arabalarına binme-inme hâlleri vardır...

Var ya, sanki hepsinin altında Bentley var! Ağır ağır yürür arabaya, çaktırmadan açma düğmesine basar, o sırada etrafına bakar. Sanki az sonra Formula‘ya katılacak! İnince de yine çaktırmadan kapatır ve son kez arkasına dönüp arabasına bakar. O bakış var ya, karısına daha öyle bakmamıştır. Baksa, kadın bir daha âşık olur yani!! Ama arabaya niye öyle bakılır? İşte o bir atmosfer!

Bir de bunların esnaf ağzına geçişleri vardır. Üff... Mesela bir tamircide, lastik değiştirmeye falan gittiklerinde ya da kebapçıda falan... Akılları sıra onların ağzıyla konuşmaya kalkarlar ya, sinir! Kalfaya “Koçum, bi çay kap gel, hadi bakiim“ der, garsona, “Yeğenim, şu ayranları bi yenile...” Nereden yeğeni oluyorsa! Bir de, ne gerek varsa! konuşmalar değiştiği gibi, tavırlar da değişir orada. Mesela çömelirler falan... Ya da tabureye oturur paçalarını çekip çoraplarını çekmeye falan başlarlar.

Ama o sırada ne yaptıklarının farkında değillerdir.

Niye?

Çünkü bir atmosfere girmişlerdir.

Var, var...

Daha başka hâlleri de var bunların. Yazdıkça aklıma geliyor...

Yazının devamı...

Ufak-mufak değişiklikler...

İnsan bazen daralır ya. Çok daralır hem de!.. Bazen kişisel nedenlerden bazen de etrafında olup bitenlerden, bitmeyenlerden...

Adaletsizlik duygusu umutsuzluğa, umutsuzluk karamsarlığa dönüşür.

İşte böyle zamanlarda...

Biraz deliliğe vurur veya biraz atmosfer değiştirmeye çalışırsın. Duruma uysa da, uymasa da!

Bazen de bunu bünyen yapar.

Ufak-mufak değişikliklerle...

Mesela o gün, yeni ve çok beğenerek aldığın topuklu ayakkabılarını giyersin. Ona anlamlar yüklemişsindir. Üzerine hayallerin vardır. Ya birisi gibisindir ya da içindeki kişiliklerinden biri... O ayakkabıyı giydin ya, artık onun atmosferine de girmişsindir. Yürüyüşün, duruşun ve tepkilerin de o ayakkabıya yakışır hâldedir. Artık ne yakıştırdıysan! Mesafelisindir başkalarıyla... Kimsenin nedenini anlayamadığı bir üst perde hâli vardır üzerinde!... Yani bulunduğun yer ve etrafındakiler sana layık değiller adeta!



- Taç takma atmosferi...

Taç, inci kolyenin taşra hâlidir. Yani bir masumluk vardır ama asalet yoktur. Yumuşak bir atmosferdir bu. Uzlaşmaya hazır, kahkaha atmayan ama gülümseyen sınırlı sorumlu bir hâl. İnci kolyeyle bir benzerliği daha vardır; onunla da sevişilmez. Çünkü insana kardeş hissi verir.

Olmaz yani... Zaten taç takan kadında o sırada libido yerlerdedir.

- Eşofman atmosferi...

Hele eşofmanla sokağa çıktıysa... Sanki onu giyince Nadia Comaneci oldu! Birazdan elindeki çemberin içinden geçecek! O yürüyüş, o vücut alışkanlıklarına hiç uymayan hafiflik hissi... Elini cebine atmalar, hızlı, küçük ama yaylı adımlar... O, o sırada başka bir atmosferde yaşıyor... Sorsan mesela, “Sporla ne ilgin var?“ diye... “Lisede voleybol takımındaydım“ der. Bin yıl önce falan! O da yalandır zaten. Olsun...

- Çapraz çanta atmosferi...

Bunun tam çevirisi şudur: “Bugün özgürüm, her şeye hazırım.“ “Her şeye” dediysem öyle ‘her şey’ değil! Yani... Olaya tam kapalı da değil ama amaç o değil. Çantayı çapraz taktığında kadın mücadeleci ve maceraperest bir ruh hâline girer.

Sen anla ya da anlama...

Önemli değil.

Bazen herkes başka bir atmosfere girer.

O gün, ne dünkü ne de yarınki gibidir.

Yazının devamı...

Atmosfer değiştirmek lazım...

Savunma mekanizması mıdır nedir? Başka bir şeyi değiştiremiyorsan... Mesela eşini, işini, etrafındakileri, şehrini, ülkeni, ülkende olup bitenleri değiştiremiyorsan, kendini değiştirirsin.

Bir frekans ayarı yaparsın. Tıpkı radyo kanalı değiştirir gibi...

Bir düğmeye basarsın, o sabah başka bir atmosfere girersin.
Öyle büyük değişimlerden bahsetmiyorum, ufak tefek şeyler... Ufak mufak ama seni yaşadığın o monotonluktan kurtaracak kadar özgül ağırlığı vardır.
Kendini başka türlü hissettirir.
Ne mesela...

Bir kıyafet, bir saç modeli, bir takı...
Kadınlardan başlayalım...

Audrey Hepburn nefesi!

- Dağınık saç atmosferi...

Öyle bir ruh hâli vardır. Ve o ruh hâlini saçı dağınık dolaşandan başkası anlayamaz. Anlasa da yanlış anlar! Bu aslında önemli bir hâldir: Kadın o sırada, inanmayacaksınız ama aslında kendini tahmin edemeyeceğiniz kadar seksi hisseder. Artık seksi hissettiği için mi saçı dağıtır yoksa tersi mi, onu bilemem. Ama seksi hisseder. Daha da ilginci seksi göründüğünü de zanneder. Bir özgürlük ve meydan okuma da vardır o dağınık saçlarda... Dağınık dediysem öyle deli gibi saçını karıştırıp dağıtmış değil, doğal bir dağınıklıktan söz ediyorum. Böyle yüzüne saçları düşürmeler onu oradan çekmemeler falan... Bir Beyonce ya da BB atmosferidir o. Hoştur aslında:))

- Salaş hırka atmosferi...

Böyle kol boyu ellerin yarısına kadar falan... O hırkayı giyen kadın, 20’li yaşlarının ruh hâline bürünür. Aradaki yıllarda sanki hiçbir şey olmamış gibi! Sanki hâlâ bir evin tek kızı gibi! Biraz şımarık, biraz saf, kandırılabilir ama sıcak. Öyle gerzek gerzek çocuk konuşmaları falan yapmaz ha! Tatlıdır. Aynen salaş hırka gibidir. Evet, davranışları sana biraz tuhaf gelebilir, hani yaşına uymuyor gibi ama komik ve toleranslıdır da... Yeter ki onu, o sırada gerçeklerle karşı karşıya getirme! Anında kendine gelir, şaşırırsın!

- İnci kolye atmosferi...

Bu değişik bir atmosferdir. İnci kolye takmış bir kadın artık o andan itibaren hanımefendi kişiliğine bürünmüştür. Yani o tarafını ortaya çıkarmıştır. Ve bundan asla ödün vermez. Az konuşur, kahkaha atmaz; bütün hareketleri kısıtlıdır yani. Çünkü o sırada Audrey Hepburn nefesi alıp veriyordur. Sempatik ve masum. Sevişemez mesela! O kolye orada durdukça, o da durur. Belki öpüşebilir ama o da en masumundan... Hele hele öyle ilk gece falan, unutun...

Niye? Çünkü onun atmosferi farklı.
Başka atmosferler de var.
Bitmedi yani...

Yazının devamı...

‘Bağzı’ erkekler...

Güzel bir yerden geldim... Güzel bir şehirden... Temiz, düzenli, herkesin kurallara uyduğu, herkesin birbirine saygı duyduğu bir yerden...

Şehir şehir gibi, insanlar insan gibi!
Düşünsene, trafikte yol zaten veriliyor da, yol alan teşekkür için 4’lülerini yakıyor, öteki de “ne demek, rica ederim” demek için uzunlarını yakıp söndürüyor.
Peki bizim yorumumuz ne?

“Ne lan bu böyle! İyi, bir de arabaları durdurup öpüşelim!”
Bi öpmeyi biliriz zaten!

Evet, biraz “temiz” hava soluduktan sonra işte geldim, buradayım.

Ha, geldim de ne oldu?
Hiiç...

Her gidişte değişsen neye yarar? Her şey, herkes aynı kaldıktan sonra...

Mesela bağzı adamlar...
Hatta çoğu...

Özellikle evli olanlar...

Bekârlar da öyledir de, henüz bir hâkimiyet alanları olmadığı için bu özellikleri fark edilmez.
Sonradan çıkar.
Nasıl mı?

Bozuk bir hâl...

Şimdi bunlar önce kendilerine bir iktidar alanı kurarlar.
Kendilerine muhtaç ya da kendilerinden nemalanan birileriyle...

Onlara iyi de davranırlar.

Sonra bu iyilikler yavaş yavaş kendi belirlediği sınırlara iner. Onlara tanıdığı özgürlük alanı da... Artık herkesi kendisine bağımlı hâle getirmiştir.

Ama bunu öyle yavaş yavaş yaparlar ki, acıtmaz. Acıtmaya başladığında da zaten artık çok geçtir.
Ne hâle gelmişlerdir?

Yalan da olsa, yanlış da olsa, hep onların dediği olacak!
Yalan da olsa, yanlış da olsa, hep onların dediği doğru olacak!

Yalan da olsa, yanlış da olsa onların dediği hiç eleştirilmeyecek!
Tezlerini doğrulatmak için söyledikleri yalanlara dahi inanılacak...

Hatalarına karşı uydurdukları gerçek dışı hikâyelere kanılacak!

Bunlar itiraz da istemezler.

Farklı fikirler, uzlaşmalar da onlara göre değildir.
Kendilerine itiraz edenleri bir bir hayatlarından, görüş alınlarından çıkarırlar.

Sanki hayattan da çıkacaklarmış gibi!
Kendisi görmeyince, duymayınca, kimsenin de görmeyeceğini, duymayacağını sanırlar.

Ya aslında herkesin ona tapmasını isterler.
Bozuk bir hâl yani...

Böyle ucube bir hayatı tercih ederler.
Vardır böyle adamlar...
Hem de her yerde!

Yazının devamı...

2014 kararları...

(ERKEKLER)

Erkekler biliyorum ki, karar vermeye, karar veremezler. Bu yüzden iş yine bana düştü.
Hayır, yardımcı olmak babında!

- Bir Marlon Brando değilsin, yani göbek yakışmıyor; zayıfla!

- Üç yıldır karar verip verip unuttuğun, “düzgün kadın - uzun ilişki“ planını uygula.

- Ama düzgün kadını kendinden 20 yaş küçükte, düzgün ilişkiyi de sadece yatakta arama.

- Saygı göreceğin birini arayacağına, saygı göstereceğin birini ara!

- En azından seveceğin birini...

- Bencillik etmiyorsan, seviyorsundur.

- Bir de ona ve onunla gülebiliyorsan...

- Sevişme fikrine bile üşeniyorsan merak etme, iktidarsız değilsin, sadece arsızsın.

- Yani çokluktan hiçlik olmuşsun.

- Artık elde etmek değil, istediğini bulmak önemli. Unutma!

- Kadının arkasında-önünde, altında-üstünde değil, yanında ol!

- Kadınlardan hevesin kaçtığında, zorlama. Yapmazsan bir şey olmaz!

- Rehber taramalarını bırak!

- Ceket içine kravatsız gömlek giyme!

- Balıkçı kazak giyebilirsin.

- Taba rengi ayakkabıyı sadece ve sadece jean ile giy!

- Deri mont giyildiğinde sebebini anlamadığımız tuhaf bir atmosfere bürünme!

- Yalnız öleceğim, diye korkma, çünkü her halükârda yalnız öleceksin.

- “Şimdi değilse ne zaman?” sorusunu kendine değil, birlikte olmak istediğin kadına sor.

- Sevgiliyi-evliliği kariyer planlar gibi planlama!

- Ama altyapılarınız farklıysa da, zorlama!

- Boynuna atkı - fular dolama, ki sevişmediğin anlaşılmasın.

- Sonunda yatmasan da, hesaba hayıflanacağın kadınla yemeğe çıkma.

- Kendinle gurur duymuyorsan, başkalarının seninle gurur duymasını bekleme.

- Anlamadın di mi? Yani gurur duyulacak şeyler yap.

- Evde bir angaryayı sen yüklen.

- Bir kadına her an onu sevebilirmişsin gibi davranma!

- Yoksa o da sana inanıyormuş gibi yapar!

- Ya pala bıyık bırakma ya da pala bıyıklı gibi yaşa!

- Saçlarının dökülmesine takma, suçu orada aramana tak!

- Çünkü onun suçu yok!

- Harcadığınla övünme, harcamadığını kâr sayma.

- Kolayına-işine gelenle değil, bari seni sevebilecek biriyle birlikte ol.

- Sana razı olmuyorsa, seviyordur.

- Üç-beş taneyi idare ettiğini sanma, ya onlar da seni idare ediyorsa!

- Çiçek aldığında jest yaptığını sanma!

- Kız-kıza dışarı çıkanlara bozulma da, asılma da!

- Hele ertesi gün hiç trip yapma, o senin gibi değil, bunu anla!

- Gecenin bir vakti, “Uyuyor musun?” diye mesaj çekme, sıradan olma!

-Seviştikten sonra kaçmak istiyorsan...

Kaç o zaman!

Ben ne anlatıyorum ki sana!

Hepinize mutlu, şanslı, aşklı-meşkli, neşeli ve “temiz” bir yıl diliyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.