Şampiy10
Magazin
Gündem

İnternet dizilerinde RTÜK ayak sesleri

RTÜK yasası Meclis’ten geçtiğinden beri, internet dizileri derli toplu olmaya başladı, sevişme ve öpüşme sahneleri makaslandı.

Epeydir internet yayınlarına RTÜK yani Radyo Televizyon Üst Kurulu aracılığı ile denetim geleceği konuşuluyordu ve 15 gün kadar önce de internette düzenli yayın yapmak için RTÜK Lisansı torba tasarı olara Meclis’ten geçti. Yani, RTÜK’ün mesela internet dizilerini denetlemesi, uygun bulmadığı durumda ceza vermesi, hatta kapama cezası vermesi söz konusu. Tabii bu durumdan sadece Puhu TV, Blue TV vs etkilenmeyecek, YouTube, Periscope, Spotify hatta Instagram aracılığı ile yapılan yayınlar da kontrole tabii olabilecek. Bakanlar açıklamalarında “doğru yayıncılığı engellemek gibi bir niyetimiz yok” diyor! Tabii artık “ne” ise ve “kime göre” ise o ”doğru” yayıncılık? Zaten bizim ülkemizin demokrasi ”anlayışsızlığındaki” sorun bu değil mi? Her dönem sadece iktidarların “doğru” anlayışını tutturmakta özgürsün ve bazıları ne yazık ki bunu demokrasi sanıyor. Bu arada fark ettiniz mi bilmem, internet yayıncılığına RTÜK torba yasası Meclis’ten geçtiğinden beri, internet dizileri birden derli toplu olmaya başladı. Televizyona oranla daha serbest anlayışla yapılan işler bir anda oto sansür uyguladı hatta bazı eski bölümlerdeki sevişme - öpüşme sahneleri buzlandı. Yeni bölümler ise gayet rahat, televizyonda da RTÜK’e takılmadan yayınlanabilir durumda. Yani elimizde gerçek hayata yakın işler izleyebileceğimiz bir internet kanalları vardı, bu gidişle onları da RTÜK seli aldı. Artık internet dizilerindeki en kötü karakterler de efendi, küfürsüz, aşklar da öpüşmesiz. Memlekette tecavüz, cinayet, sapıklık almış başını gitmiş ama televizyondaki yansımamıza bakarsanız çok steriliz! Ama haklarını yemeyelim, en önemli toplumsal gerçeğimize asla sansür getirmiyor RTÜK; öldürmek, kana kana doya doya şiddet! Bütün dizilerde başrolde silahlar konuşuyor da aşk ile öpüşüp sevişmek toplum sağlığımız açısından sakıncalı bulunuyor. Ama, “bazı” büyüklerimizin dediği gibi özgürüz yine de... Aşk meşk ile işi olmayanlar için özgür yayıncılık karşınızda.

Mavi Balina tehlikesi!

İlk olaylar duyulduğunda, “bu tehlikeli oyuna dikkat” diye uyarmıştım ama işin bu raddeye geleceği aklıma bile gelmezdi. “ İşin acı ve tehlike boyutunu gösteren tarafı, 16 yaşında Bursa’da Mavi Balina oyununun son aşaması gereği intihar eden çocuğun evinde bilgisayarı bile olmaması...

Biz önce çocukları bu tehlikeden uzak tutmak için neler yapılabilir, ona bakalım. Öncelikle söyleyeyim, Mavi Balina’nın en çok yayıldığı yer “WhatsApp”... Telefona indirilen yasal bir uygulama değil tabii ki... Bir yönetici tarafından, telefona WhatsApp aracılığı ile link gönderiliyor ve yapılan yönlendirmelerle “oyun” oynanabiliyor! 50 aşamada verilen görevlerin son basamağında çocuk intihara sürükleniyor. Yani sadece çocuk ”bilgisayarda oyun oynuyor mu” diye değil, mesajlaştığı kişileri de kontrol etmek gerekiyor.

Özetle, dünyanın her yerinde genel geçer kabul edilmiş yasalar ve kurallar var. Çocuklarımızı, özgürlük verelim derken sınırsızlık havuzunda boğmamalıyız. Hem çocuğun hem başkalarının hayatını tehlikeye atmamak için kontrolü elden bırakmamalı ve bunu da açıkça çocukla paylaşarak yapmalı. Mesela, ortak bilgisayar kullanmalı, telefon alırken şifresini ebeveynler de bilmek koşulu olmalı, ebeveyn koruma sistemleri olmalı, çocuk her zaman bilgisayar ve telefonunun ailesinin kontrolü altında olduğunu net olarak bilmeli, şüpheli durumlarda tüm elektronik aletlerle ilişkisi kesilmeli ve Mavi Balina oyunu oynadığından şüpheleniliyorsa polise haber verilmeli. En önemlisi şu ki bunu kendime de hatırlatıyorum, kimse benim çocuğum yapmaz dememeli.

Yazının devamı...

Detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim

Sıkı kuralları olan ve adeta askeri kamp disiplinindeki Avusturya’daki sağlıklı yaşam kliniğinde bir hafta geçirip; detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim.

Avusturya’dan Vivamayr sağlıklı yaşam kliniğinden selamlar... Bir ay önce, ısınmadan sahneye çıkmak gibi bir gaflette bulundum ve yıllardır uyuyan boyun fıtığımı harekete geçirdim. Denemediği şey kalmadı gerçekten hatta şöyle diyeyim Ronaldo sakatlandığında yapılan her şey yapıldı bana da. Ama herhalde beden gücü olarak bir Ronaldo olmadığımdan olsa gerek ben bir türlü sahalara geri dönemedim. Üstelik bir de kurcalattıkça boynum kendini iyice kastı. Eh ona da hak vermek gerek, iğneler, manyetikler, çekiştirmezler derken boynum kendini sonunda korumaya almaya karar verip hepten kazık kesti. Sonunda yeşil reçeteli ağrı kesiciler eşliğinde nadasa bırakıldım. Şubat ayı sonunda, bu sefer içtiğim ilaçlar tüm vücudumun canına okumuştu. Bir yeri düzeltelim derken her yerim bozulmuştu. Tansiyon düşmeleri, halsizlik, enerji kaybı, alerjiler kol geziyordu... Artık bedenimi bir bütün olarak temizlemem ve iyileştirmem gereken noktaya gelmiştim. Karar verdim ve şu an bu satırları size yazdığım, Maria Wörth kasabasında masalsı bir göl kenarındaki Vivamayr’e bir hafta detoks, terapi ve tedavi ile şifa bulmaya geldim. Burası o kadar güzel ki zaten durup göle baksanız ağrılarınızı unutursunuz. Burda yoğun bir terapi süreci yaşıyorum. Batı tıbbı ile Almanların ünlü homeopati tedavisi bir arada kullanılıyor şu anda... Ve hayatta bilmediğim neler neler...

Sabah 07:30’da yoga ile başlayan günüm akşam 20:30 da uykuya dalınca bitiyor

Yazının devamı...

Hayatı deneyimlemek üzerine yeni keşiflerim

Yemeğe düşkün müsünüz? Ben öyleyim. Siz de faklı lezzetler peşindeyseniz S.G İmalathane’ye uğramanızı öneririm.

Lezzeti ve hayatı deneyimlemek için yepyeni bir mekan anlayışı keşfettim; S.G İmalathane.. Yemeğe düşkün müsünüz? Ben öyleyim. Hayatın tadı, boğazımdan geçer benim. Ama öyle sürekli dışarda, ezbere yemekler de haz vermiyor artık. Rafine lezzetler istiyorum, farklı rayihaların içinde kaybolmak istiyorum. Öyle dondurucuda hazır bekletilmiş, ısıtılarak önüme konulan kalabalık mönülü kafelerden keyif almıyorum. Öte yandan, “Mişlen” havalı, aç kalıp üzerine de bir sürü para ödediğim, koca tabakların ortasında süs gibi duran yemeklerin servis edildiği mekanlardan da hazetmiyorum. Egeliyim ne de olsa, samimi ve sıcak ortamda rahat ediyorum, sohbetsiz tad alamıyorum, yenilik arıyorum, her an yaşama dair bir şeyler öğrenmek istiyorum. Yani sadece midemi değil, gözümü kulağımı, burnumu ve tabii ki ruhumu doyurmak istiyorum. Ve işte tam da bu noktada benimle aynı duyguları paylaşıyorsanız size şahane bir tavsiyede bulunmak istiyorum.

Bu hafta, sevgili Saffet Emre Tonguç’un doğum gününü kutlamak için, muhteşem kadın Şah Yaycı şahane bir mekanda bir araya getirdi dostlarını. Ben de bu vesile ile keşfettim S.G İmalathane’yi. Burası başka hiçbir yere benzemeyen bir mekan, ticarethane değil, o yüzden paylaşıyorum. Sahiden “imalathane” olarak düşünebilirsiniz. Bir öğrenme, üretme ve paylaşma merkezi. Tek bir tane büyük masa var ortada. Hemen önünüzde uzanan kocaman açık mutfakta birbirinden yetenekli şefler, kendi ürettikleri malzemelerle her şeyi el yapımı ve taptaze haliyle gözünüzün önünde hazırlıyor, siz de meraklıysanız seyrediyorsunuz. Arkadaşınıza yemeğe gittiğinizi ama arkadaşınızın tam donanımlı bir şef olduğunu hayal edin, işte böyle bir ortam. Bu kadarla kalmıyor tabii. Bir konsept eşliğinde harmanlıyor her şey. Mesela bizim için mübadele yemekleri hazırlanmıştı, çünkü ben dahil çoğu misafir mübadil torunuydu. Türk-Yunan mübadelesinden kalma ortak kültüre ait yemeklere, çıkış noktası İzmir olan Rembetiko müziği eşlik ediyordu. Banttan değil elbette, müzik de taptaze ve el yapımı. Stelyo Berber ve Cafe Aman grubu, rembetiko ve Zorba filminden sahneler eşliğinde, kimi zaman sirtaki kimi zaman zeybek ile ve mübadele kültürünü anlatarak, muhteşem performanslarıyla hem duygusal hem eğlenceli bir gece yaşattı bize. Pek çok şey öğrendim mübadele ile Kavala’dan Selanik’e göçmek zorunda bırakılan dedemin köklerindeki kültüre ait. Yemekler desen hepsi Türk-Yunan kültürünün karışımının biraz da yeniden yorumlanmış hali...

Selda Güleç, devlet okulunda İngilizce öğretmeni. Herhalde öğretmenliğinden kaynaklı olsa gerek, yemek keyfi ile öğrenmeyi bir arada tuttuğu şahane bir aile ortamı yaratmış S.G İmalathane’de. Haftanın her günü bir atölye var. Kemik suyu yapımında, kefir üretimine aklınıza ne gelirse öğrenebilirsiniz burda. Haftanın çoğu günü için yemekli, öğrenerek ve paylaşarak hayatı deneyimleyebileceğiniz buluşmalar düzenleniyor, mekandaki o tek büyük masanın etrafında. Ben 27 Mart’taki “Nedim Atilla ile Ölmeme Günü”nü ajandama not ettim; Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar şiirleri eşlik edecek sofraya, daha ne olsun. Deneyimlemenizi tavsiye ederim. Tabii ki mutlaka rezervasyon yaptırıp bu tek masada yerinizi ayırtmalısınız. SG İmalathane Instagram hesabından da etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Pek mekan tavsiye etmem ama burayı mutlaka bir kez ziyaret etmenizi dilerim, pişman olmazsınız.

Erdal Özyağcılar’dan yeni oyun: Kral

Tam 5 yıl önce, 18 sene sahnelere ara veren Erdal Özyağcılar “Hoşgeldin Boyacı“ oyunu ile tiyatroya geri dönmüştü. O gün bugün birlikte sahnedeyiz ve oyunumuz günden güne artan bir seyirci ile salonlarımızı dolduruyor. Erdal Özyağcılar bu hafta yepyeni bir oyun ile bu kez 40 yıl sonra aynı sahnede yer aldığı eşi Güzin Özyağcılar ile perde açtı. Kral, gelmiş geçmiş tüm diktatörlerin koltuk sevdaları ve yüksek EGO’ları üzerine bir komedi. Büyük yazar Ionesco’nun Hollywood tarafından defalarca sinemaya uyarlanan bu ünlü komedisini, Serkan Üstüner yönetti. Oyuncu kadrosu ise şöyle: Erdal Özyağcılar, Güzin Özyağcılar, Nihan Büyükağaç, Gözde Çetiner, Barış Kıralioğlu, Burak Tanay ve Ferdi Alver. Düşünün, gülün ve günümüzdeki karşılıklarını keşfedin. Keyifli izlemeler dilerim.

Yazının devamı...

Moda “perde” açtı!

Oscar kırmızı halı geçidini izledikten sonra bir anda modası ilgimi çekmeye başladı ve “trend”lere bir göz attım. Bildiğiniz perdeler moda olmuş!

Yok öyle mecazi anlamda filan değil bildiğiniz “perde” açtı, eh her zaman çiçek açacak değildi ya... Evet pek moda ile ilgili biri değilim ve hayatımda hiç bu konuda yazmadım ama geçen hafta Oscar kırmızı halı geçidini izledikten sonra bir anda ilkbahar-yaz modası ilgimi çekmeye başladı ve hemen dergiler, defileler “trend”lere göz attım. Atmaz olaydım! Bildiğiniz perdeler moda olmuş.

Çiçeklisi, kadifesi, tülü, mutfak hatta banyo perdesi bile var! Ev dekorasyonundaki perde modasından bahsetmiyorum, perdeyi yekten üzerine giymek moda olmuş! Anneannemin evindeki o kadife ağır perdelerle içindeki nakışlı tül perdeleri keşke attırmasaymışız, şimdi üzerime dolar “trend-setter” olarak caka satardım. Tasarımcılar ciddi çıkmaza girmiş sanırım. Rüküşlük almış başını gitmiş. Bazı bilirkişi geçinen “ikon-can”lara kimse “kral çıplak” diyemediğinden mi zevksizlik almış başını gitmiş yoksa rüküşlük bölünerek çoğalan bir hastalık gibi insanların kanına mı karışmış, ne dersiniz? Ben ki yeni yetme genç kızlığını 80’lerde geçirmiş biriyim. Ne vatkalar ne baştan ayağa portakala kesmiş insanlar, ne füzo pantalonlar ne kabarık saçlar gördü bu gözler. Gene de son yıllardaki pespayelik gibisini görmedim.

Boy aynasına bakın

Bugünün modasına harfiyen uymaya çalışanlar herhalde ilerde albümleri komple yakacak ama dikkatinizi çekerim. O yüzden bırakın bilmem ne dergisi editörü şunu dedi, Hadid’ler bunu giydi, Jenner’lar şöyle makyaj yaptı, Kardashian’lar şunu taktı demeyin! Onlar eldeki malzemeyi pazarlayıp bu işten para kazanıyor, giyenlerin payına da parasıyla rüküş olmak düşüyor.

Aman dikkat! Tek ihtiyacımız bir boy aynası ve biraz göz-nizam!

Ne olur artık rüküşlüklerden vazgeçilsin

Yerleri süpüren paça boylarından ve içine giyilen devasa platformlu ayakkabılarla boyu uzun görünme gayretinden... Kimse öyle giyince selvi boylu filan olmuyor, hani sirklerde pantalonunun içine uzun tahta çomak takan palyaçolar var ya işte öyle görünüyor bu modaya uyan kadınlar. Kadın güzelse her boyda her yaşta güzel, olduğunuz gibi kalın.

Pijama takımlarını sokakta giymekten vazgeçiniz!

Her yana püskül takıp saçak saçak paçalı tavuk gibi dolaşmayınız.

Canlı renkler, fırfır, desen, püskül, fiyonk, taş, pul-payet ilkbahar - yaz modasında çok moda diye hepsini bir arada kullanmayınız. Salma Hayek gibi avize kılığında dolaşmayınız.

Senenin en büyük trendi “perde dolama” modasına mesafeli kalınız. Hollywood starları bile kırmızı halıda vaziyeti kurtaramadı, bırakın perdeleriniz sizi değil pencerenizi örtsün.

Şimdi arkanıza yaslanın, derin bir nefes alın ve “moda” diye üzerinize bulaşacak muhtemel rüküşlüklerden korunmak için gözünüzü zamansızlık iksiri ile bağlayın; göz zevkinize bir tutam Grace Kelly, bir dal Audrey Hepburn ve bolca Jacqueline Kennedy atıp üzerine biraz da Prenses Diana serpin... Şimdi gözünüzü açın ve bu ilkbahar yaz modasına bir de bu gözle bakıp, sakin kalın!

Yazının devamı...

Cinsel terör

Terör yakamızı bırakmıyor. Üç yanı deniz, dört yanı sapıkla çevrili ülkemiz en büyük sorunu: Cinsel terör!

Ne çok derdimiz varmış meğer, iki yakamız bir araya gelmiyor. İçimizdeki terör, dışımızdaki terör derken şimdi de “cinsel terör”! Bu arada böyle bir kavram yok, ben ülkedeki korkunç sapkınlığı böyle kategorize ettim. Mide bulandırıcı, tiksindirici, dehşet verici ne varsa yetişiyor bu topraklarda da iyilik, güzellik, sevgi biçmek isterseniz çorak dört bir yan. Üç yanı deniz, dört yanı sapıkla çevrili ülkemiz. Bu sapıklık tohumlarını ne çok gizlemişiz yıllardır, sürgün veriyorlar şimdi durmadan. Hiç bana, “Batı’da da var, ordan geldi bize” filan demeyin, elbette sapıklar dünyanın her yanında var ama bizde her gün 10 tane yaşanan olaydan biri, Avrupa’da 10 yılda bir yaşansa hemen filmi yapılıyor zaten. Bizde dizi halde yayınlasan “Arka Sokaklar”ı tahtından indirir. Bir günde kaç hayvana kaç engelli kıza tecavüz olayına rastlanır, onu da geçtim kendi çocuklarına tecavüz eden kaç baba olur bir ülkede?

Daha dün çocukların ırzına geçenleri korumak için “bir kereden bir şey olmaz” diye meşrulaştıran bakanlar, arkası olanı kollayan hukukçular sayesinde tüm sapkınlıkların meşrulaştırıldığı ülkemizde, bugün işler çığrından çıkınca bugün cinsel erkek terörürünün önüne geçmek için çareler aranmaya başlandı. Bilim sevmez devlet büyüklerimiz, elbette yine el yordamı, kulaktan dolma önerilerle dolular. “Yapmakla olup bitseydi hemen yapardım olup biterdi” demiş Macbeth! Bu işte aynen öyle. “Hadım ettik oldu bitti” diyerek bu balçık pisliği temizleyemezsiniz. Sapıkları hadım edelim, zina yasasını geri getirelim gibi önerilerle, şeriat kanunlarını modernize eden yasalarla hukuk devleti inşa edemezsiniz. 2018 yılındayız! Biraz bilim, gerçekten işinin ehli hukuk, psikiyatri ve sosyoloji uzmanlarından kurulan komisyonlar olmadan sağlıklı bir düzen getiremezsiniz. Hadım mı dediniz? Buyurun cevap veriniz?

Yazının devamı...

Oscar yolunda...

Ne diyorum her sene “Oscar’a inanma Oscar’sız kalma!” Keyifli bir oyun bu benim için ve siz okurlarım da katılırsanız sevinirim...

90’ıncı Oscar Töreni 4 Mart’ta... Geçen hafta adayları izleme maratonuna başladım. Malum, beş senedir bu sayfada yazdığım tahminlerimdeki isabet oranıyla eş dost çevresinde bir ün yaptım ve bu konudaki iddiamı geri çekmeye hiç niyetim yok. Eeeee ne diyorum her sene “Oscar’a inanma Oscar’sız kalma”! Keyifli bir oyun bu benim için ve katılırsanız sevinirim, tahminlerinizi Twitter ya da Instagram üzerinden de benimle paylaşıp, bu iddiaya katılabilirsiniz. Yalnız hemen hatırlatayım, Oscar tahmini demek kendi beğendiğiniz filmleri seçmek demek değil. Amerika’daki lobileri, son politik hareketleri izleyip, bu sene hangi dengeler gözetilecek onun hesabını yapmak gerek. Ben geçen hafta başladığım Oscar merkezli filmler serime bugün de devam ediyorum. Şimdilik sadece seyrettiğim filmlerle ilgili kısaca fikirlerimi yazıyorum ve tahmin öncesi sesli düşünüyorum. 3 Mart günü ise tahmin listemi yine bu sayfada paylaşmak üzere, şimdilik aday filmler ve oyuncularla ilgili yorumlarıma devam ediyorum. Hemen hatırlatayım, geçen hafta The Post, 3 Billboard Ebbing Çıkışı, En Karanlık Saat ve Dunkirk filmlerini yazmıştım. İşte bu haftanın Oscar’a yakın filmleri..

Phantom Thread: Daniel Day-Lewis, Phantom Thread’in son filmi olduğunu açıkladı. Verdiği röportajda filme hazırlanırken böyle bir fikri olmadığı, sonra bir daha oyunculuk yapmama kararı aldığını söyledi. Artık bu film kendisine ne hissettirdiyse demek ki... Çünkü, hayranlarından biri olarak açıkça fikrimi söylemeliyim ki, “artık bu filmin üstüne film çekilmez, baş yapıtım” diyeceğini sanmıyorum. Hatta “en iyi film” adaylığını da abartılı buldum, kısaca çok büyük beklentiyle gitmeyin filme. Elbette bu açıklama reklam amaçlı ya da “Oscar için son şans” mesajlı da olabilir. Ben, abla rolündeki Lesley Manville’i çok beğendim ama yine de Oscar şansının çok yüksek olduğunu sanmıyorum çünkü yardımcı kadın oyuncu kategorisinde gerçekten inanılmaz performanslar izledim. Güzel bir film ama bana göre çok da etkileyici bir yanı da Oscar şansı da pek yok.

Shape of Water (Suyun Sesi): Ahhhh benim büyük hayal kırıklığım... Ah bu senenin en muhteşem filmi olacağına nasıl da kendimi inandırmıştım. Ah, “en sevdiğim filmler” listeme birini daha ekleyeceğime emindim. Üstelik yönetmen Guillermo del Toro’nun ”Pan’ın Labirenti” filmi “en”ler listemdeyken, bir başyapıt ile karşılaşacağıma o kadar emindim ki! Bir kere daha anladım ki hiçbir filmi izlemeden olumlu ya da olumsuz önyargı ile düşünmemek gerek. Güzel ve Çirkin, Kırmızı Başlıklı Kız, Deniz Kızı ve daha pek çok masal öğesini birleştiren hatta yönetmenin eski filmi “Hellboy” nerdeyse aynı görselle bu filme monte edilmişken nasıl “özgün Senaryo” adaylığı aldı hiç anlamadım. 13 adaylık almış olmasına ise hayrete düştüm. ”Teen” filmlerinin cinsel sosla süslenmiş hali... Sadece yardımcı erkek oyuncu adayı Richard Jenkins’e bayıldım. sanırım bu senenin en kuvvetli adayları ve dolayısı ile en çekişmeli yarışı Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde olacak, kazanan elbette en iyi olan değil “dengeler” sonucu belirleyecek. 3 Billboard Ebbing filmiyle San Rockwell en kuvvetli aday bence ve hatta aynı filmden Woody Harrelson ile ödülü paylaşabilirler. Hala düşünüyorum... Willem Dafoe de çok güçlü bir isim, tabii Christopher Plummer’ı da unutmamak gerek, son kararım 3 Mart yazımda...

I Tonya (Ben Tonya): Bu filmin yukarıdakilerden farkı, “en iyi film” adayı olmayışı. Kadın oyuncuların adaylıkları var, bir de kurgu dalında... Filmi o kadar beğendim ki... Açıkçası, “en iyi film” kategorisindeki çoğu filmden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Neyse gelelim aday oyunculara, En İyi Kadın Oyuncu ödülüne hem çok güzel hem sevimli yıldız Margot Robbie aday. Harley Quinn karakteriyle ünlü olan oyuncunun, Oscar ödülüyle gişeye katkısı düşünülerek ödül verilebilir. Son yıllarda Akademi’nin Jennifer Lawrence, Emma Stone gibi yıldızı yeni parlayan kadın oyuncuları tercih ettiği düşünülürse, bu yıl da kazanan Margot Robbie neden olmasın? Bu arada yanlış anlaşılmasın ben performansını çok beğendim. Oscar’ı alırsa da kimse haketmediğini düşünmeyecektir bence. Tonya’nın annesini oynayan Allison Janney de yardımcı kadın oyuncu adayı ve bence en güçlü isimlerinden biri. Bu sene de çoğunlukla olduğu gibi yardımcı oyuncu kategorileri çok daha çekişmeli.

Sona en tatlıları bıraktım... Call Me By Your Name (Beni Adınla Çağır) ve Lady Bird (Uğur Böceği) Oscar’ın en çok sürpriz isim çıkarabilecek filmleri... Bu iki film ve kalan son filmlerle ilgili yorumlarım haftaya cumartesi, yine bu sayfada...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.