Şampiy10
Magazin
Gündem

Teknoloji meslekleri bitirmez

Araştırmacılar yok olacak ve gelecekte öne çıkacak meslekleri belirliyor. Ama teknoloji meslekleri bitirmez.

Gazetecilik ve gazeteler bitiyor mu? Aslında bu soruyu, mesleklerin tümü için sormak mümkün. Hatta, araştırmacılar “yok olacak meslekler” ve “geleceğin meslekleri” araştırmaları yapıyor son yıllarda. Özellikle de üniversite seçimi arifesindeki gençler için seminerler filan düzenleniyor. Malum, günümüzde çoğu genç kendi merakını doyurup, ömür boyu zevkle üzerinde çalışabileceği konuların hevesiyle meslek seçmiyor. Genellikle “nerde para var” sorusunun cevabı aranıyor ve hatta aileler bilhassa çocuklarının “iş bulma kapasitesi” doğrultusunda seçim yapmasını istiyor. Mesele böyle olunca da tabii gelecekte gençlerden yaratıcılık, bilimsel buluş hatta keyifle çalışmasını beklemek de hayal oluyor.

Gelişen teknoloji ile birlikte yeni iş dalları ve mesleklerin oluşmasını düşünmek gayet normal de hali hazırda var olanların yok olacağını ön görmek epey “öngörüsüz” geliyor bana. Temcit pilavı gibi önümüze gelen “tiyatro bitiyor mu” tartışmasını düşünün mesela... Yahu insanlık tarihi ile birlikte doğmuş, insanoğlunun kendini dışardan görme ihtiyacı, dünya dijitalleşti diye niye yok olsun! Binlerce yıllık gelişimde yok olmayan “tiyatro”nun rüştünü ispat etmesi için kaç bin yıl daha geçmesi gerek acaba bazı zihinlerin iknası için. Evlere televizyon girdi diye sinemanın, filmciliğin bittiğini sananlar, insanın başka yaşamları izleme dürtüsünü göz ardı edenler de yine aynı kabuğu küflenmiş beyinlerdi. Yıllardır insanların ihtiyacını karşılayan hiçbir meslek, iş ya da sanat dalı teknoloji gelişiyor diye yok olmadı ve olamaz, sadece değişime uğrar, yeni dinamiklere uyum sağlar. Öz değişmez, biçimler yeniden yapılanır. Çünkü aslında insanın en temelindeki dürtüleri hep aynıdır.

Son yıllarda sıklıkla gündeme gelen bir başka tartışma konusu da gazetelerin ve dolayısı ile gazeteciliğin geleceği ile ilgili. Twitter, Instagram derken haber ağları öyle bir şekil değiştirmeye başladı ki, gazetelerin tirajlarının düşmesi kaçınılmaz oldu. Bu geçiş dönemindeki sancıyı yorumlayamayanlar, insanın haber alma ihtiyacını görmezden gelerek hemen yaftayı yapıştırdılar; artık gazetecilik bitiyordu. Elbette yine gazete ve gazeteciliğe ya da haber yorumculuğuna şekilci bakan zihniyetin hezimeti söz konusu. İlla ki gazeteyi bir tutam kağıda yazılı bilgi ve gazeteciliği de masasının başında bu satırları mürekkeple doldurmakla mükellef kişiler sananlar vardı, demek ki... Oysa şekil değişebilir, yeni mecralar yaratılabilir ve her zamankinden daha çok dünyada ne olup bittiğini anlamaya çalışan insan olduğu unutulmadan,onların haber alma ihtiyacı karşılanabilirdi. Platform kağıttan bugün dijitale ve hatta belki yarın şimdi hayalini kuramadığımız, avucumuzun içindeki bambaşka bir iletişim alanına geçebilirdi. Gerçeklerin ortaya çıkması ancak buna kafa yoran, halka “aslında ne olduğunu” anlatmak isteyen birileri aracılığı ile mümkündü. Ve buna yani gerçek gazetecilere her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğu ama iktidarların işine gelmediği için yok edilmek istenen bir meslek olduğu mutlaka anlaşılacaktı. Öyle de oldu! Ülkemizde gazete ve gazetecilerin içinde bulunduğu vahim durumu anlatmama gerek yok ama şunu bilin ki bu böyle gitmez. İşte gitmediğinin dünyadan bir örnekle basit ispatı!

İşte New York Times gerçeği...

Perşembe günü New York Times, 2017’nin son üç ayında 157 bin dijital abonelik eklediğini açıkladı. Böylece sadece abonelikten gelen gelir 1 milyar doların üzerine çıkmış oldu.

Bu yeni 157 bin aboneliğin etkisiyle yıllık toplam gelir yüzde 8 artarak 1.7 milyar dolara yükselmiş oldu.

Gazetenin, dijital platformda, habere artı olarak yemek sitesi, çapraz bulmaca siteleriyle beraber 2.6 milyon dijital aboneliği var şu an.

Dijital abonelik geliri geçen yıl yüzde 46 artarak 340 milyon dolara çıkmış durumda.

Dijital reklam gelirleri geçen yıl yüzde 14 artmış. 2017’de 600 milyon doların üzerinde gelir elde edilmiş ve 2020 yılında 800 milyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.

Bu sadece dünyadaki gazetelerden bir örnek. Bu arada mesela Washington Post 300 gazeteci işe aldı. Yani sevgili dostlar ve özellikle sevgili gençler, bugün “büyüklerin” istemediği için “bitti” dediği meslekler yarın yeni tekno dünyaya uyumlandığında bir bakarsınız baştacı oluvermiş. O yüzden siz siz olun geleceğe dair plan yaparken ev ekonomisinin değil, kendi hayallerinizin peşinden gidin. Bir de “gazete” kavramı dijitalleştikçe, sosyal medyada güçlü yorumcular kendi haber ağlarıyla gazetecilik mesleğini yeniden inşa ettikçe, gazeteler de gazeteciler de güçleniyor, bunu hiç unutmayın.

Yazının devamı...

Filmlerle kaybolmak...

Şükür kavuşturana... İki haftalık zorunlu ayrılıktan sonra yine satırlarımın başında olmak çok güzel. İki hafta boyunca boynumdaki travma kabusundan sebep ev hapsindeydim. Şimdi de durumum pek parlak değil. Bir süre daha da çok şahane olacağını sanmıyorum. Şu ara çoğu kişinin benzer dertlerden muzdarip olduğuna, en azından bir süredir uykuya yatırmış olduğu sıkıntılarının yeniden nüksettiğine eminim. Çünkü anladım ki günün sonunda her şey içinde yaşadığımız enerji bulutu ile ilgili. İstediğiniz kadar kendinizi soyutlayın, sonuçta çevrenizde yoğuşan havadan kurtulamıyorsunuz.

Evet durumunuzu daha iyi hale getirmek, yaşamı demlemekle mümkün, yaptım ordan biliyorum; benim gibi işinizi yarı zamanlıya indirip kendi keyiflerinize zaman ayırabilir, stresten öcü gibi kaçabilir, yaşamı koşturmaktan ibaret sanma algısından kurtulup yavaşlatıp dünyayı keşfe çıkabilir, her şeyi daha iyi hale getirebilirsiniz. Gelin görün ki tosladığınız duvar, 600 sene evvelden bugüne ulaşan sesi yankılar zihninizde, “coğrafya kaderdir”... İşte İbn-i Haldun’un asırları, sınırları, tüm uzaklıkları anlattığı iki kelimesinde düğümlenir kişisel gelişim mottolarınız. Bunu hiç unutamazsınız çünkü kaderiniz olan coğrafya kendi atmosferinde hapsetmiştir bir kere sizi, gitseniz de kurtulamazsınız. Bu coğrafyanın bitip tükenmez savaşları eninde sonunda yaralar vicdanınızı. En iyi ihtimal her gün kurtardığınız canınıza şükreder sonra da kesif acının sarmalında sağlığınızla bedel ödersiniz. Bu toprakların derdine derman bulunmadıkça, bu boğucu kara enerji yakamızı bırakmadıkça, tedavilerin hepsi boşuna...Ortak paydadan payınıza düşen en küçük sancılardır bunlar, İyileşemezsiniz...

Oscar yolundaki filmler

Sinema yine küçük teselli bize... İki saat nefes almak, kimi zaman kendi yerine başkasına ağlamak, belki de çok uzak ama fazla yanındakini anlamak... Filmlerde, filmlerle bir an olsun kaybolmak... Oscar yolundaki filmlerden izlediklerimi paylaşmak istedim sizinle...

The Post: Muhakkak izlenmeli. Bir filmden öte, bir yaşam,bir varoluş gösterisi. Kadın olmak, insan olmak üzerine bir demokrasi destanı. Sonunda iki göz iki çeşme ağladım. Hayır, filmde kimse ölmüyor. Eminim izlerken yanımda bir İsveçli filan oturuyor olsaydı bana deli gözüyle bakardı. Ama siz bu ülkede yaşıyorsunuz ve ne hissettiğimi çok iyi anlayacaksınız. Özellikle lise çağından başlayarak tüm gençler izlemeli. Meryl Streep 21’nci kez Oscar adayı. Mutlaka... hemen şimdi...

Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (Tree Billboards Outside Ebbing, Missouri): Epey uzun ve pek de çekici olmayan ismini kenara bırakırsak, karakter analizi en ilginç film diyebilirim. Yedi dalda aday. Konusu itibari ile çok değişik değil, tecavüze uğrayarak öldürülen kızının katilinin izini süren ve adaletle birlikte intikam isteyen anne hikayesini çok kez izledik. Bu filmin farklılığı çarpıcı karakter analizleri ve ilişkilerin işleniş biçimi... Tuhaf olduğu kadar gerçek... Anne bağımlısı kaçık polis rolündeki Sam Rockwell yardımcı erkek kategorisindeki heykelciğe epey yakın gibi geliyor bana. Belki bir sürpriz ile filmin polis şefi Woody Harrelson ile ödülü paylaşabilirler.

Dunkirk: Sekiz dalda aday. Tam bir savaş filmi. Meraklısına duyurulur.

Darkest Hour (En Karanlık Saat): Bu sene İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren “Dunkirk” ile ilgili ne çok film yapıldı ve ikisi Oscar yarışında... Bu sefer savaş meydanından değil, Churchill’in Hitler’in oyununu bozduğu “Dunkirk” hamlesine politik arenadan bakıyoruz. Churchill rolünde Gray Oldman bence “En İyi Erkek Oyuncu” kategorisinde rakipsiz. Özellikle politika ve tarih sevenler için cazip bir film.

Yazının devamı...

Roma’da sömestr tatili

Siz bu satırları okurken biz iki anne ve üç kızı sömestr tatili için Roma’dayız. Çocuklarla yapılacak o kadar çok şey var ki bu şehirde... İşte bu kış günlerinde Roma...

Yarı yıl tatilini yarıladık. Bu haftayı çok iyi değerlendirmeli ve göz açıp kapayıncaya kadar günlerin geçmesine izin vermemeli. Geçen hafta sonu çocuklar ve aileler için etkinlik tavsiyelerimi yazmıştım. Ben bu sene hayatımda ilk defa plan program yapmadım ve can kardeşim Aslı’nın son dakika pasına gelişine vurdum. Siz bu satırları okurken biz iki anne ve üç kızı Roma’dayız. “E kış günü“ demeyin, Roma her mevsimde güzel bunu bilin. Çocuklarla yapılacak o kadar çok şey var ki bu şehirde... Yemekler de efsane... Makarnalar, pizzalar, dondurmalar... Roma’da her şey çocuklardan yana.

Konaklama: Merkezde kalın, sonra tabana kuvvet Roma sokaklarını arşınlayın. Günlük turistik gezi otobüsleri de bu şehri keşfetmek için şahane. Kaybolmaktan şakın korkmayın. Trevi Çeşmesi (sadece biz Aşk çeşmesi diyoruz), İspanyol Merdivenleri, Collesium üçgeninde kalırsanız, rahat edersiniz.

Pantheon: 43 metre tavan, kubbenin ortasında 8 metrelik bir delikle sıradışı bir Antik Roma mimarisi. Piazza Navona-Pantheon ve Vitoria Emmanuella Caddesi üçgeninde kalan ”Piazza di Pasquino” daki “Cul de Sac” bence Roma’nın en değişik yemek mekanı. Küçücük, salaş az ama öz seçenekli muhteşem bir mutfak.

Navona Meydanı: 33 bin kişilik yarış alanı. 2 bin yıl önce yapılmış, yıkılmış sonra elips şeklini koruyarak yeniden küllerinden doğmuş. Meydanda “dört nehir çeşmesi” denilen; Ganj, Tuna, Rio del Plata, Nil. Meydanda nefis bir dondurmacı var, “Grom” özellikle limon sorbe sevenlerin ıskalamaması gereken bir dondurmacı.

Vatikan: Nehrin diğer tarafında, Roma’nın göbeğinde özerk bir şehir devleti. Vatikan kilisesi ücretsiz. Büyüleyici olan müze kısmı. Sistine Şapel’deki eserleri, o muhteşem resimleri görmeden “Roma’yı gördüm” demeyin.

GÖRKEMLİ COLLESIUM

İmparator Geçidi’nden yürüyerek, kalıntılar arasından geçerek gelin Collesium’a. Belki de dünyanın en turistik yapısı burası. Üşenmeyin biraz aşağı yürüyün Vis Mastro Giorgio üzerindeki De Felice’de afiyetle yemeğinizi yiyin.

Tarih, kültür ve lezzet bir arada

Trevi Çeşmesi: Şakın bir İtalyan’a “Aşk Çeşmesi” diye yolunuzu sormayın, çünkü sizi anlamayacaktır. O tamamen bizim taktığımız bir isim. Hemen karşısındaki sokağın başındaki dondurmacı ve krepçi harikadır. Ayrıca o sokaktan ilerlediğinizde “Roman Cuisine”in en güzel ve yerel lokantalarını bulabilirsiniz. Şarküteri ve atıştırmalık için “La Proseuttera” şahane. Al Moro da Trevi Çeşme’si civarında tavsiye edebileceğim tipik “tarttoria”lardan. En sevdiğim ise kesinlikle “That’s Amore”.

Trestevere: Küçük küçük lokantalar ve minik dükkanlarıyla Roma’nın en şirin bölgesi. Casa Rita ya da eski adı ile Pizzeria La Margarita iddia ediyorum Roma’nın en iyi pizzacısı. Kırmızı ve beyaz iki çeşidi var, kırmızı isteyin ki bizim alışık olduğumuz gibi domates soslu olsun.

Yazının devamı...

Neşe dolu sömestr

Bugün, çocukları tatil boyunca eğlendirecek kültürel ve sanatsal etkinlikleri yazdım.

Eendim, dünkü yazımda yarı yıl tatilinde çocuklarla yapılacak yurt içi gezilerinden bahsetmiştim. Bugün de çocukları tatil boyunca hem eğlendirecek hem de kültürel ve beceri olarak geliştirecek günlük sanat aktiviteleri ve atölyelerine yer vermek istedim. İşte sizin için seçtiklerim. İnternet üzerinden aktivitelerin ya da mekanların ismini yazarak programları bulabilir, inceleyerek uygun günler için biletlerinizi önden alabilirsiniz.

Akbank Sanat:Sadece sömestr değil tüm yıl hem yetişkinler hem de çocuklar için şahane etkinlikler, konserler, oyunlar, atölyeler bulabilirsiniz. Tatil boyunca, çanta yapımından, kupa boyamaya, yaratıcı danstan Salvador Dali’li sürrealist oyunlara kadar pek çok yaratıcı aktivite planlanmış. Bilet fiyatları 15 TL. fendim, dünkü yazımda yarı yıl tatilinde çocuklarla yapılacak yurt içi gezilerinden bahsetmiştim. Bugün de çocukları tatil boyunca hem eğlendirecek hem de kültürel ve beceri olarak geliştirecek günlük sanat aktiviteleri ve atölyelerine yer vermek istedim. İşte sizin için seçtiklerim. İnternet üzerinden aktivitelerin ya da mekanların ismini yazarak programları bulabilir, inceleyerek uygun günler için biletlerinizi önden alabilirsiniz.

Pera Eğitim:Çocuklarınız, seçtiğiniz atölyede etkinliklerini yaparken, keyifle müzesini gelebileceğiniz, kafesinde kahvesini içeceğiniz harika bir sanat ortamı. 4-6 yaş için portre çalışmaları, 7-9 yaş için portrelerle dans, 7-12 yaşa gerçekler ve hayal, 10-12 yaşa hafıza ve kurmaca dans gibi pek çok atölye var.

Miniatürk: İstanbul içinde havanın güzel olduğu bir günü yakaladığınız an, Miniatürk’ü gezip, ülkemizi baştan aşağı eğlenerek keşfedebilirsiniz.

Rahmi Koç Müzesi:Bilim meraklısı çocuklar için özellikle tavsiye ederim. DNA, astronomi, matbaa ve matematik atölyeleri çok ilgi çekici.

Oyuncak Müzesi: Bence en cazip olanı. Ben her gittiğimde çocukluğuma dönüp gözyaşlarıma boğuluyorum. Çocuklarımızla aramızda teknolojinin açtığı büyük bir devir farkı var. İşte, Oyuncak Müzesi tam da bu noktada bir köprü görevi görüyor ve nesilleri yakınlaştırıyor. 1700’lü yıllardan günümüze 40 ülkeden bir seçki var müzede. Küçük - büyük herkesin çok keyif alacağına eminim. Kafesi de çok keyiflidir, söylemeden geçemedim. Hele ki bir de usta anlatıcı Sunay Akın’la karşılaşırsanız, sohbetinin keyfine doyamazsınız. Tatil boyunca, “Andy Warhol’un izinde” baskı atölyesi, ”İlk filmim Sinan’a” atölyesi, oyuncak tasarım atölyesi gibi etkinlikler var.

Madame Tussauds İstanbul ve Özdilek Vakfı Yılmaz Büyükerşen Mumya Müzesi: Her iki mumya müzesi de ilgi çekici. Özdilek Vakfı’ndakinde, benim Eskişehir Balmumu Müzesi için hazırlanmış olan heykelim de var. Tabii ki en etkileyicisi her iki müzede de Atatürk’e ait olanı.

İstanbul Modern:Ailece şahane bir gün geçirilecek adreslerden... Yarı yıl tatili boyunca neler var neler... Resimler ve kostümler, duvar ressamları, geleceğin mimarları, çamurdan heykeller, kısa film atölyesi, fantastik aksesuar atölyesi...

Sakıp Sabancı Müzesi: Hazır Ai Weiwei sergisi 11 Mart’a kadar uzatılmışken, bir taşla iki kuş vurun, hem bu muhteşem sergiyi gezin hem de çocuklarınız için, resim - heykel veya ahşap oyuncak atölyelerinden birini seçin.

Yarı yıl tatilinde çocuk tiyatroları

İş Sanat:Fantastik Hikayeler Makinesi 4 Şubat saat 15:00’te sahnede. İzleyiciyi, uçağın mucitlerinden sinemanın mucitlerine ordan da taş devrine götüren fantastik bir hikaye.

Akbank Çocuk Tiyatrosu:Çocuk tiytrosu deyince yeri kalbimizde bambaşka Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun. Erol Günaydın’ı ilk kez çocukken izlemiştim orada. Bu sömestrde kukla tiyatrosu “Goril” sizinle...

Moi Sahne - Mall of İstanbul:Köstebekgiller, Odada Dört Mevsim gibi pek çok müzikal sömestr tatil boyunca Moi Sahne’de...

Balerin Prensesler: Uniq İstanbul’da sahnede.

Alis Harikalar Diyarı’nda:Akasya AVM’de gösterimde.

Alaaddin’in Lambası:İzmir’deki Sabancı Kültür Merkezi’nde izlenebilir.

Külkedisi:İzmir’deki Sahne Tozu’nda gösterimde.

Zorlu PSM:Royal Opera House Gösterimleri... 5 Şubat’ta Rigoletto’yu izleyebilirsiniz. Royal Opera House’ta gösterilen efsane performansları Zorlu ekrana taşıyor. Canlı olmasa da izleme imkanı bulmak güzel.

Taj Express:Hindistan’ın Bollywood müzikali Taj Express 23-28 Ocak’ta Zorlu Sahne’de renkli ve eğlenceli bir gösteri ile karşınızda.

Biraz da çılgın eğlence mi?

Yazının devamı...

15 gün boyunca gezip eğlenin

Çocukların 15 gün sürecek keyif günleri başladı, gelin görün ki aileleri de bir stres bastı. İyisi mi siz, yarı yıl için tatil ve etkinlik tavsiyelerimi inceleyin...

Eveeet anneler babalar hatta yarı yıl tatilinde torunundan mesul büyükanneler ve büyük babalar... Bu hafta sonu cumartesi ve pazar köşemi yarı yıl tatili için programlar yapmaya ayırdım. Çocukların keyif günleri başladı, gelin görün ki aileleri de bir stres bastı. Eh devir değişti. Bizim çocukluğumuz gibi “çık sokağa top oyna” döneminde değiliz artık. Her okul tatili, ailelerin ekstra mesaisi anlamına gelir oldu. Eee ne de olsa “bugün yavrum için ne etkinlik planladım” denilen bir dönemden geçiyoruz. Doğdukları andan itibaren çocuklara öyle bir plan program yüklüyor ki aileler, bir zaman sonra artık kendi başına 5 dakika kalsa “offf çok sıkıldım” diyen nesiller yetişmesine şaşmamalı. Hani tatil işte, bırak çocuk odasında yatsın, mutfakta kurabiye yapsın, biraz kitap-çizgi roman filan karıştırsın... Yok! İlle programlar yapılacak! Sabah Ali’lerde başlayan gün öğleden sonra hep birlikte sıkılmış bir grup çocuğa yeni aktiviteler bulmaya çalışan annelerin hezeyanıyla doruk yapacak. Ne bileyim, eskiden bir arkadaşın varsa sesin çıkmazdı, internetsiz dünyada iki misketle hayat bize güzeldi. Şimdi, her şeyleri varken, üstelik bir aradayken, toplu olarak sıkılma becerisi gösteren afacanlarla çevriliyiz. Benden tavsiye, eğer çocuğunuz henüz çok küçükse, işi en başta sıkı tutun ve çok jan janlı bir sosyal hayata alıştırmayın, bırakın anam babam usulü biraz kendi başına yetmeyi öğrensin, yalnız kaldıkça kitaplarla hayatını zenginleştirsin. Çocuğu artık hiper aktif gezme moduna geçmiş olanlar, size geçmiş olsun, nihai neticede buna siz alıştırdınız, hiç şikayet etmeyin. İyisi mi siz, bugün ve yarınki yarı yıl tavsiyelerimi inceleyin. Herkese keyifli bir 15 gün dilerim.

Yarı Yıl tatilinde yapılacak en güzel şey bence 2 gün de olsa başka bir yere gitmektir. Tek bildiğim, tıpkı bizler gibi, çocuklara da tebdil-i mekanın iyi geldiği...

Uzay Kampı Türkiye: 7 yaş üzeri her çocuğun çok ilgisini çekebilecek İzmir’de bulunan uzay kampında, iki günlük ve beş günlük programlar olduğu gibi, aile ile kamp ya da günü birlik geziler de yapmak mümkün.

Yazının devamı...

Bilgisizlerle bilgi yarışması

Bugünkü yarışmaları izlerken ağzım en az çocukluğumdaki kadar açık kalıyor ama bu defa cahilliğe hayretten!

Bilgi yarışması sevenlerden misiniz? Ben çok severim ve çocukluğumdan beri de izlerim. Hoş, bizim çocukluğumuzda zaten alternatifli bir yayıncılık olmadığı için, önümüze ne konsa onu seyrederdik. Bilgi yarışması deyince de Bülend Özveren’li günler gelir hatırıma. “Ben Bilirim, “Joker” gibi yarışmaları vardı üstadın. En az yarışmalar ve Özveren kadar ünlü yarışmacılar vardı yine o günlerde. Annemin yaptığı leblebi tozunu boğazıma düğümleyen kimler kimler resmi geçitte çocukluk hafızamda. Eh bu bahis içinde 40’ları sürdüğünü açık etmek istemeyenler hemen bu sayfayı çevirsin, çünkü neler anlatacak neler...

Hale Bacakoğlu vardı mesela... Aynı yıllarda hastası olduğumuz ve çiğdem çitleye çitleye izlediğimiz buz dansının efsane İngiliz çifti Jayne Torvill-Christopher Dean misali bir heyecan dalgası yaratmıştı Büled Özveren’li yarışmalarda. Benzetme ne alaka derseniz, hatırlatayım; Jayne Torvill - Christopher Deançiftinin Bolero müziği eşliğinde aldıkları tam puan rekoru hala kırılamadı ve o günlerde her şampiyonada daha yarışın başında şampiyon belliydi, hatta ikinci de belliydi. Yine bir başka efsanevi çift Natalia Bestenianova - Andrei Bukinyıllarca ikinci oldular da altını alabilmek için Jayne ve Chris’in sporu bırakmasını beklemek zorunda kaldılar. Hah işte, Hale Bacakoğlu da işte aynı öyleydi. Bülend Özveren’in, yaradana sığınıp sorularını sorduğu yarışmaların hepsine katılır ve daha en başında tüm seyircilere “şampiyon belli”dedirtirdi. Ta ki kendisi bir gün bırakana kadar kimse onu geçemedi. Kadındı, görme engelliydi ve şampiyondu. Henüz ergenlik çağındaki benim gibi daha niceleri için eminim o gerçek bir kahramandı. Bilgiden daha kıymetli hiçbir şey olmadığının kanıtıydı. Çalışma azmi veren, “yapabilirim”diye özendirendi. Dün yediğimiz yemeği zor hatırlıyorken, 30 yıl evvelin film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesi bundan... Hazır hatırlamışken, “sahiden ne oldu Hale Bacakoğlu’na diye merak edenleriniz varsa söyleyeyim, kendisi psikologdu ve 10 yıl evvel MEB’de Özel Eğitimden Sorumlu Daire Başkanı olmuştu ki bu da ülkemizde bir ilkti. Fiziksel engellerin, başarıya engel olamayacağını kanıtlayarak, ne yazık ki engellilere pek de fırsat verilmeyen ülkemizde gene şampiyonluğunu ilan etti. Nerden nereye getirdi sohbet bizi, dönelim bilgi yarışmalarına...

Zıııınk diye bir ses

Efsane yarışmacılar vardı. Biraz da seyredeni bunalıma sokardı. Onlar, leb demeden leblebiyi anlayanlardı, hatırladınız mı? Durun yardımcı olayım, olay şöyle gelişirdi; Bülend Özveren, daha gelişinden uzun ve zor olduğu belli olan bir sorunun sadece iki kelimesini söylerdi, “zııınk”diye bir ses gelir, yarışmacı şak diye cevabı bilirdi. Babam da sürekli “daha soruyu duyamadık belki biz de bilecektik” diye söylense de elbette Özveren babamı göremezdi. Eh biz de cevabı bilmesek de dönüp babamıza “e amca da soruyu senin kadar duydu peki nasıl cevap verdi” diye sormamamız gerektiğini bilecek kadar akıllıydık neyse ki... Daha net örnek vereyim en iyisi!

Bülend Özveren soruyor: Yaşar Kemal ödüle doymuyor...

Yarışmacı “zııııınk” sesi eşliğinde cevabı yapıştırıyor: Hellman Hammet!

Babam (evde TV karşısında: Yahu dur bi adam soruyu sorsun. Cevabı değil duymadan soruyu bile biliyor bunlar canım olmaz ki!

Özveren: Evet doğru, sorunun tamamı şu olacaktı “Yaşar Kemal ödüle doymuyor, son günlerde 3’üncü ödülünü ABD’de aldı. ABD İnsan Hakları Kuruluşuncu verilen bu ödülün tam adı nedir?

30 yılda ne değişti?

Gelelim sözün özüne... Neden hatırlattım 30 yıl öncesini size? Çünkü ben hala yarışma programlarını izliyorum. Bir zamanlar “Nasıl biliyor bu yarışmacılar bu kadar çok şeyi” diye ağzım açık izlediklerimin yerini “yahu nasıl hiçbir şey bilmiyor bu yarışmacılar, nerde yetiştiriyorlar bunları, serada mı?” dediklerim aldı da ondan! Benim ağzım en az çocukluğumdaki kadar açık kalıyor bugünkü yarışmaları izlerken ama bu defa cahilliğe hayretten! Peki neden? Bırakın ödüllerini, Yaşar Kemal’i bilenin alnından öpesim geliyor. Sorarım şimdi size “neden” diye, cevaplayın bakalım, yarışmacılar artık çok bilgisiz çünkü:

a-Eğitim seviyemiz düştü ondan

b-Seyircinin kendini iyi hissetmesi için cahil cühela yarıştırılıyor. “Ay nasıl bilemez” dedirtirken hem ev halisi kendini pek bilgili bulmanın keyfini yaşıyor hem de yarışmacıyla dalga geçerken “Reyting” yükseliyor... Çocuklarımız da “tamam ya çalışmaya, okumaya filan gerek bu kadarını ben de yapar 3-5 para kazanırım nasılsa” kafasıyla yetişiyorlar bu arada!

Ben bu satırları yazarken bir baktım Bülend Özveren yarışmacı koltuğunda... Tesadüfün böylesi... Özlemişim kültürle, bilgiyle su gibi akan o zarif dilini...

Yazının devamı...

Kadın hareketi

2018 Altın Küre ödül töreni bu yıl protestoya sahne oldu. Kadın ve erkek oyuncular tacizci Weinstein’e karşı birleşti.

Film sektörü 2018’e çarpıcı bir giriş yaptı. Sinema dünyası adeta hapsolduğu perdeyi yırtıp, insanların arasında akmaya başladı. Seyirci ve yıldızlar el ele verdi, kadınlar dünyayı değiştiriyor şimdi.

Bu sene, sayfamda defalarca yer verdiğim, dünyanın en büyük skandalı yaşandı. Nerdeyse tüm yıldız kadın oyuncuların itirafçı ve şikayetçi olduğu taciz skandalı sonrasında önce Hollywood’da sonra tüm dünyada taşlar yerinden oynadı. Önce bir grup kadın oyuncunun, yapımcı Harvey Weinstein’e yönlendirdiği suçlamalarla başlayan kadın ayaklanması, bugün dünya genelinde tacize, zorbalığa, eşitsizliğe karşı pek çok alanda yükselen bir hareket olarak büyüyor. Belki de önümüzdeki günlerde uluslararası arenadaki en büyük mücadele doğu ile batı, Amerika ile Rusya, İsrail ile Filistin arasında değil kadınlar ve erkekler arasında yaşanacak. Çok net ki, kadınlar haklarını, eşitliklerini, özgürlüklerini almadan bu fırtınalı deniz durulmayacak.

Bu hafta, daha önce eşine benzerine rastlanmamış bir Altın Küre Kırmızı Halı seremonisi yaşandı. Tarihe şimdiden “Weinstein skandalı” olarak geçen Hollywood tacizcilerinin iplerinin pazara dökülmesinin ardından, sosyal medyada “Me2” itiraflarıyla etiketlenen protestolar tüm dünya kadınları arasında yayılmıştı. Geride bıraktığımız hafta içinde yapılan Altın Küre Ödül Töreni’nde ise devam protestosu “Time’s Up” etiketi, tüm davetlilerin yakalarında yer buldu. Ayrıca, muhteşem organize olmuş kadın yıldızlar, “taciz ve zorbalığa” dikkat çekmek için, siyah tuvaletleri ile geceyi katıldı. Böyle bir şeye daha önce hiç rastlanmadığını söyleyebilirim. Şıklık yarışının, tek bir renk üzerinden tam gaz yapıldığı ama yine de dikkat çekmek uğruna onurlu duruştan sapılmadığı, belki de tarihin en görkemli “kırmız halı”sıydı. İstisnalar kaideyi bozmasa da vardı. Sadece üç kadın, Barbara Meier, Blanco Blanca ve Meher Tatna bu siyah protestoyu delme girişiminde bulunsa da, kendileri bu güçlü siyah gecede eriyip yok olmaya mahkum kaldı. Süs bebeği gibi konumlanmaya çalışılan Hollywood kadınlarının bu güçlü politik duruşu, belki de şu an farkında olmadan içinden geçtiğimiz kadın hareketinin en önemli duraklarından biri olarak tarihteki yerini aldı. Şimdilik sessiz kalsalar da ülkemizdeki kadınlar için de hareket an meselesi! Sahiden “Time’s up” kızkardeşlerim! Tüm zorbalık ve eşitsizlik için, artık “Süre doldu”!

Oscar’ın habercisi

Altın Küre demişken ve hazır hafta sonu gelmişken biraz sinemadan söz etmesem olmaz. 23 Ocak’ta Oscar adayları açıklanacak ve biliyoruz ki Altın Küre de Oscar’ın habercisi.

- Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri) filmini bir an önce izlemeli. Frances McDormant’ı kadın oyuncular arasındaki en güçlü Oscar aday adayı olarak not etmeli.

- Gary Oldman’ın Karanlık Saatler’i izlenecekler listesine girmeli.

- Fatih Akın’ın Diane Kruger’li filmi “Karmakarışık”, Cannes’daki kadın oyuncu ödülünün ardından Altın Küre’de en iyi film seçilince, Oscar yarışının en kuvvetli adayı olduğunu kanıtladı. Dilerim Fatih Akın Oscar’ı alır. O, Oscar’ı alırsa, biz de her zaman olduğu gibi kendimize teselli payı çıkaracak mıyız, kendimizi kazanmış sayacak mıyız bilmem ama ödül Almanya’nın olacak, aklımızda tutalım...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.