Ayağımın tozuyla Sicilya
Oysa tam tersine, bayram için hiçbir plan yapmamıştım. Daha çok Bozburun-Datça-Bodrum civarlarında dolanırız diye düşünmüştüm. Ama bayramdan bir hafta önce memlekete bir anda kış gelince açıkçası bu fikrimden caydım ve bir anda kararsız kaldım. Tam da o sırada yakın arkadaşım Melek aradı ve bana sihirli kelimeyi fısıldadı: Sicilya
Bayram dönemlerinde havaalanı trafiğine girmeyi filan hiç sevmediğim için yurt dışı gezilerinden genellikle uzak dururum. Ama, Sicilya’yı durunca birden çizgi filmlerdeki gibi gözümde yıldızlar uçuştu. Gitmek isteyip de bir türlü denk getiremediğim iki yer vardır: Küba ve Sicilya. Her zaman tatil planını uçaktan, otele kendi yapan biri olarak bu kez hayatın gelişine vurdum ve kendimi akışa bıraktım. Birkaç hoş olmayan tecrübeden dolayı “hayatta yapmam” dediğim bir şeyi yaptım ve bir tur programına dahil oldum.
Açıkçası tur organizasyonları benim gibi özgür ruhlu gezginler için pek uygun değildir. Üstelik ben, küçük, yerel ama aynı zamanda şık ve güzel konaklama yerleri ve lokantalar seçerim. Turlar ise kalabalık ve koşuşturmalı gelir bana. Daha doğrusu gelirdi! Meğer, pekâla turun da “butik” olanı yapılabiliyormuş. Daha önce münferit planlamalarımız için çalıştığımız ve arkadaş olduğumuz Burak Bostancı, bu gezinin küçük bir grupla ve butik bir seyahat olacağını söyleyerek beni kendi turuna (Chocolate Travel) katılmaya ikna etti ve macera böylece başladı.
Çekimlerinden dolayı zaten 9 gün İstanbul’dan ayrılmam mümkün değildi. Bu yüzden turumuzun 5 gün olması benim işime geldi ama şimdiden söyliyeyim Sicilya için en az 7 gün ayırın. Bu arada Sicilya seyahati planlayanlara iyi bir haberim var: Seneye THY direkt uçuşa başlıyor. Biz Alitalia Havayolu ile Roma aktarmalı gittik.
Her ne kadar hiçbir aksilik ile karşılaşmamış da olsak, bu kadar yakın mesafeye aktarmalı uçmak yorucu oluyor.
Bir tespitim var: Sicilya’ya gidenler ya çok beğenip ya da hiç sevmeyip dönüyorlar. Hemen belirteyim, ben, aşık olup dönenlerdenim ve muhakkak tavsiye ederim. Benim için havasının ve doğasının güzelliği bile yeter de artar. Ekim sonunda, hava sıcacıktı ve rengârenk çiçekler her yanı sarmıştı. En güzel tarafı ise gece-gündüz sıcaklık farkının çok olmaması. Kısa kollu bluzla, geceleri meydanlarda oturmak bile bu adayı sevmek için kâfi. Hele bir de benim gibi “Baba” filmi fanatiklerindenseniz, kesin bayılacaksınız.
İşte Sicilya yolculuğumuzun detayları ve tavsiyeler:
1. gün: Palermo. Ah... Ne yazık ki bizim sadece yarım günümüz vardı Palermo’da. Rehberimiz Suat (aslında avukat ama doğuştan gezgin), kısa zaman içinde bizi şahane gezdirdi ama ne yalan söyliyeyim bana yetmedi. En sevdiğim yerleri; Utanç Meydanı, Montreal Kilise’si ve Baba 3 filminde, Baba’nın kızının merdivenlerinde vurulduğu tiyatro oldu. Burak, öğle yemeği için, salaş ve tipik Sicilya yemeklerini yiyebileceğiniz Al Cascinari’ye götürdü bizi. Nefisti. Bizim gezi bir anlamda “Gurme” turuydu diyebiliriz. (Öğle ve akşam yemekleri zaten tur paketimize dahildi). Asıl bomba olan akşam yemeğiydi. Küçücük, tarihi bir meydanda Sicilya’nın belki de en meşhur lokantasına gittik. Aslında bizim köfte ekmekçiler, dönerciler gibi bir çeşit fast-food yemek olan dalak kebap diyebileceğim yemeği ile meşhur olmuş ve başta Anthony Bourdain’in “No Reservation” olmak üzere pek çok ünlü programı ağırlamış, Sicilya’nın en eski lokantasıymış burası. Adı: Antica Focceria San Francesco. Her yemeği, yerel ve nefisti. Sırf atmosferi için bile görmeye değer. Sicilya’nin en güzel lokantalarını deneyelim derken, ben 3 kilo almışım. Bu satırları yazarken, o günlerin cezasını çekiyorum. Seyahati, karnımın gurultusuna kelimeleri katarak, pizzaların hayâlini kurarak anlatıyorum.
2. gün: Tapınaklar vadisi ile ünlü Agrigento bölgesi: Sicilya’nın Unesco listesindeki, özellikle Dünya’daki en büyük Zeus tapınağına sahip olmasıyla ünlü kenti. Burada Hera adına yapılan tapınağın bir diğer adının “Laçinya” olması beni bir anda turun en havalı kişisi yaptı. Antik kalıntıların bulunduğu yerde tek bir pizzacı var ve iddia ediyorum Sicilya’nın en güzel pizzaları burda yapılıyor. Adını bir kenara not edin: Villa Kephos
Tapınaklar vadisinden sonra, bir kralın mı yoksa bir tüccarın mı sahip olduğuna tarihçilerin bir türlü karar veremediği bir eve gittik. Ev dediğim, sarayları gölgede bırakacak bir yapı. İçi, dünyaca ünlü mozaiklerle bezeli “Villa Del Casale“ hepimizin aklını başından aldı. Yüzlerce yıl öncesinden kalan mozaiklerde bikinili ve çeşitli spor yapan kadınların tasvirlerini görünce ağzımız açık kaldı. Denilene göre, bikininin tarihçesi bu evdeki mozaiklere dayanıyormuş. Görmeden dönmeyin!
Ve akşam, muhteşem güzellikteki Siracusa’ya vardık. Akşam yemeği için ise bilmeyenlerin asla bulamayacağı küçük bir aile işletmesine gittik. Tam bir gizli hazine diyebilirim. Ev şeklinde dekore edilmiş bu lokantaya gidince kendimi Sicilya’nın köklü ailelerinden birine misafirliğe gitmiş gibi hissettim. Sicilya’nın en özel yemeklerini burda tadabilirsiniz. Gelin görün ki ben öğlen ki pizzaya kendi-mi çok kaptırmış olduğum için akşam yemeğinin tadına bakmaktan öteye geçemedim. Ama bir dahaki gelişimde, aç karna bu lokantaya geleceğime dair kendime söz verip adını bir köşeye not ettim: La Foglia.
3.gün: Siracusa ve yakınındaki küçük bir Ortaçağ kenti olan Noto’yu gezdik. Sanki özel hazırlanmış film dekoru ya da tarihten bir sayfa hissi veren bu küçük kentler, öyle güzel korunmuş ki insan bizdeki yapılaşmayı düşündükçe üzülüyor. Açıkça belirteyim, modern bir şeyler arayanlar Sicilya’ya boşuna gitmesin. Bizim grup, inanılmaz tarih meraklısı olduğu için herkes Sicilya’ya bayıldı. Tur sırasında tanışıp arkadaş olduk ve birlikte uyum içinde çok güzel vakit geçirdik. Siracusa, inanılmaz şirin bir kent ve size burda nefis bir deniz mahsülleri lokantası önermek istiyorum. Bu yıl Michelin yıldızı takmasına kesin gözüyle bakılan ama bir yandan da yerelliğini koruyan “Porto Marina “ kesinlikle şahane.
4. gün: Macera. Bir gün önce tüm gazetelerin Etna yanardağının yeniden tüttüğünü ve harekete geçtiğini haber yapmasına rağmen biz inatla bu yanardağa tırmandık. Hem de orta bölgesine değil, tepesine! Evet sahiden tütüyordu. Aşağıdan ayaklarınıza sıcak vururken, 3 bin metrede simsiyah soğumuş lavların üzerinde yürümek heyecan verici bir deneyimdi. Büyük bir kent olan Catania’da da kısa bir gezi yaptıktan sonra Sicilya’nın tartışmasız en güzel ve büyüleyici kentine geçtik: Taormina. Burası anlatılmaz,yaşanır! Konaklamamızı yaptığımız La Plage (Plaj) Taormina’nın en güzel koyunda, şahane bir oteldi. THY, Taormina’ya çok yakın bir yere iniş yapacağı için seneye kesinlikle Taormina’ya gelip aynı otelde kalıp denizin tadını çıkarmak niyetindeyim. Bu yıl hem vakit darlığından hem de mayomu unutmuş olduğumdan, plaja uzaktan bakmakla yetindim. Ama turdaki bazı yürekli arkadaşlarımız gece buz gibi suya kendilerini attıklarında, onları çok kıskandım.
5. gün: En etkileyici gündü. Baba filminin pek çok sahnesinin çekildiği Savaco kasabasına gittik önce. Fimde de aynı adla yer alan “Bar Vitelli” de kahvelerimizi içtik. Sonra filmin müziği eşliğinde, Forza D’Agrio kasabasına gittik. Günün geri kalanında büyüleyici Taormina ile baş başaydık. Akşam veda yemeğini, İtalya’nın en iyi lokantaları arasında gösterilen Da Lorenzo’da hazırlatmıştı Burak. Rüya gibi bir tatildi benim için. Hayatımda ilk defa, hiç bir rezervasyon ve organizasyonla uğraşmadan, arkama yaslanıp bir seyahat yaptım. En güzel yerlerde kaldım, en güzel yemekleri yedim. O kadar hoşuma gitti ki; hani “Türkler yemek yerken başka yemek hakkında konuşur“ denir ya, bende daha tur bitmeden Burak’la ve Suat’la Japonya Kiraz-Sakura festivali gezisini konuşmaya başlamıştım bile. Kim bilir, bakarsınız sizinle de yolumuz bir yerlerde kesişir. Sevgi ile kalın...