Şampiy10
Magazin
Gündem

Ata toprağında...

Annem yıllardır, babasının doğduğu ama mübadele ile bıraktığı toprakları ziyaret etmek isterdi. Bayramınızı kutluyor ve Kavala izlenimlerinimi paylaşıyorum...

Hepimize sağlıklı, mutlu, şeker tadında bir bayram dilerim. Siz bu satırların okurken ben inşallah komşuda olacağım. Komşuda derken, kapı değil, sınır komşumuz Yunanistan’dan söz ediyorum. Hemen, “bak bayramlar tatil değildir, aileyle bir arada olmak, büyükleri ziyaret etmek zamanıdır” diye yükselen uyarı sesleri olacak. Merak buyurmayınız efendim, hayırlı bir iş için komşu kapısındayız. Annem yıllardır, babasının doğduğu ama mübadele ile bıraktığı toprakları ziyaret etmek isterdi. Ben de bir tanecik annemin 70 yaşını doldurduğu bu bayramda, onun hayalini gerçekleştirmek istedim. Annem, babam, eşim, kızım ve hatta minnak köpeğimiz Tonton’u da alarak doluştuk arabaya, çocukluğumun yolculukları gibi şarkı türkü eşliğinde kısa bir yolculukla vardık ata topraklarına. Önce Kavala’yı ziyaretteyiz. Burdan Selanik ve Halkidiki Yarımadası‘nı da gezmek niyetindeyiz. Şimdilik sadece geçen yaz da geldiğim Kavala izlenimlerini paylaşıyor, gezinin devamını bir sonraki yazıma bırakıyorum.

Kavala’ya gidince mutlaka...

- Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Paşa’nın evini ziyaret edin.

- Merkezden sakızlı kurabiye ve sakız likörü alın.

- Batis Beach’e gidin. Nefis bir kompleks. Küçük - büyük herkese hitap edecek bir şey var içinde. Giriş 3 euro. Tam “çöl rengi” bir kum. Turkuvaz, gazoz gibi bir deniz.

- Eski Liman denilen Limanaki Sfageion’da yani hemen merkezin yan koyundaki Taverna Savvas’ta deniz mahsülleri yiyin. Her şey tek kelime ile şahane, fiyat gerçekten çok ucuz.

- Kavala’dan hem daha uzak hem de seyrek feribot olduğu için 35 dakika geriye yani Türkiye’ye doğru gelip Keremoti’den feribota binerek, Thassos Ada’sına geçmenizi öneririm. Yarım saatlik bir deniz yolculuğundan sonra en yeşil, zeytin cenneti Yunan adasına ayak basacaksınız.

Thassos’a gidince mutlaka

- Merkez’in kafelerinde takılın. Zeytinyağı fabrikasından, hemen orada adanın zeytinleri sıkılarak elde edilen mis gibi ve uygun fiyatlı yağdan almadan, dönmeyin.

- Limenas’ta gezin, yemek yiyin, frape için, denize girin.

- Limeneria, adanın aşağı tarafında çok tatlı bir belde. Sahilde, Mouragi’de yemek yiyip hemen arka sokaktaki çarşıda Molly’nin dükkanına ve takı tasarımlarına göz atın.

- Panagia, Limenas’a 4 km. uzaklıkta bir dağ kasabası. Mevsimine göre oğlak çevirmesi ve kokoreciyle ünlü, meraklısına duyurulur.

- Aliki Beach, mutlaka görülmesi gereken bir halk plajı. Kumsalda bir sürü taverna... Yiyip, içip, inanılmaz turkuvaz renkteki denize atlıyorsunuz. Ayrıca yürüyüş yolu sürpriz hazinelerle dolu.

- Mermer plaj (Marble Beach) yolu zor ama mermer yatağının altında olduğundan, mermer tozu ve parçalarından oluştuğu için ultra viyole beyaz bir plaj olması bakımından oldukça ilginç.

Yayılarak oturmaya karşıyız

İspanya’nın başkenti Madrid’de, erkeklerin otobüs,metro gibi toplu taşıtlarda, kadınları rahatsız edecek şekilde yayılarak oturmasını engellemek için araçlara ikaz tabelası koymaya karar verilmiş. Kampanyanın sloganı da şöyle, “Erkeklerin yayılmadığı Madrid!” Erkeklerin yayılmadığı, bacaklarını aça aça oturmadığı bir ülke ne güzel olur düşünsenize! Pembe otobüs - metrobüs yapmaya kalkıp, ıslah edilmemiş erkekleri doğaya bırakıp, vahşi hayvanların arasında gezinen turistler gibi kadınları steril otobüse yerleştirmeyi planlayacaklarına, belediyelerimiz böyle kampanyalarla biraz “hırbo”ları eğitme yoluna gitse! Sokaklar, erkeklerin doğal yaşamı, biz kadınlar da onların yaşamına meraklı istenmeyen ve o dünyaya ait olmayan turistler değiliz. Doğadaki dişi ile erkek kaplan misali, sokaklar da hepimizin. Adam gibi koluna bacağına sahip çıkacak şekilde terbiyeyi vatandaşlara anlatmak önemli!

Yazının devamı...

Evlilik teklifi çılgınlığı

Sosyal medyanın etkisi evlilik tekliflerini de esir aldı. En gösterişli evlilik teklifi yarışı başladı.

Özellikle 2010 sonrası bir furya bu! Eh ne de olsa "iPhone" hayatımıza girdi ve sonrasında Facebook, Twitter, Instagram derken sosyal medyada paylaşmanın "dayanılmaz hafifliği" evlilik tekliflerini de esir aldı. Paylaşılacak bir görsel olmadıktan sonra, evlilik teklifinin de tadı kalmadı. İşler çığrından çıktı. Ortaçağ'da, kıza evlenme teklifini kabul ettirmek için çeşitli şartları yerine getirmek zorunda kalan şövalyeler gibi ya da dağları delmek zorunda olan Mecnun misali, günümüz damat adayları da "kızı ne kadar sevdiğini" ispat için, "evlilik teklifi şovu" yapmak zorunda bırakıldı. Bir süre sonra, mesele amacını aştı, genç kızların "bakalım benim için ne hazırlayacak" beklentisinden, romantizm yerini strese bıraktı. Kim daha ilginç evlenme teklifi yapacak; kim daha uğraşılmış, kim daha gösterişli, arkadaş çevresine "vaoooov" dedirtecek bir organizasyona imza atacak diye yarışlar başladı.

Bu güne nasıl gelindi? Sosyal medya olmadığı zamanlarda, az da olsa, doğrudan medya aracılığıyla aşkını cümle aleme ilan edenler vardı elbet. Tabii herkesin yapabileceği bir şey değildi bu, ünlü olmak ya da çok dikkat çekici şeyler yapmak gerekliydi magazine konu olmak için. Denizin altında ya da paraşütle atlama esnasında "evet" demeye başlandı, bu anlar haberlerde yer aldı. Veya, parayı basıp, afiş asmak bir alternatifti. Mesela, 1994 senesinde Cem Özer'in, bir defile esnasında Esin Maraşlıoğlu'na sahneden evlenme teklif edişi, aleme duyurulan, kadını afallatan, duyduğumuz ilk magazinel teklifti. Şimdilerde çıta o kadar yükseldi ki o zaman çoğumuzu hayrete düşüren bu eylem kulağa çok sıradan gelir oldu. Zaman içinde ünlülerden "billboard"lu teklifler filan geldi. Ardından, en Amerikalısından "maçta teklif" moda oldu. 2010 sonrası sosyalleşen teknoloji ile herkes kendi medyasını yaratınca, işin sürpriz kısmından ziyade, şov kısmı önem kazandı. Başbaşa ve çiftlere özel evlilik teklifinin yerini, ille de üniversite arkadaş gruplarını bir araya toplayıp ilan edilen, kamusal alanlarda "duyduk duymadık kalmasın" dedirten, Facebook'a Instagram'a tefrika tefrika döşenen, balonlu, fişekli, kısaca "yüksek sesli" teklifler aldı.

Herkes arkadaş çevresine "vaooov" dedirtecek bir organizasyona peşinde.

Özenti bir ispatın stresine girmeyin

Gelelim 2017'e... Artık, evlilik teklifi organizasyon şirketleri bile var. Sıradışı olmak uğruna daha ne kadar acayip tekliflerle karşılaşırız kestirmek zor ama bana bu satırları yazdıran, tekne gezisi sırasında, denizden fırlayan balık adamın, teknedeki kıza yüzük uzattığı evlenme teklifi oldu. Şahsen benim başıma gelse, teknede yanımda duran, yeni paraya kıyıp bana bu organizasyonu yapan şahısla değil, ekmek parası uğruna balık adam giysisiyle yüzüğü denizden çıkaran elemanla evlenirdim. 19 yaşındaki kendi akrabam geçen gün bana "neyse ki güzel bir evlilik teklifi de aldım rahatladım, evet dememem için sebep kalmadı" dediğinde; bir arkadaşımın kardeşi "of şu ara evlilik teklif edecek, şöyle çarpıcı bir şey yapmayı becerebilse bari, geçen hafta Cansu'nunki çok havalıydı" dediğinde, bu işin artık nasıl bir saçmalık hatta hastalık boyutuna ulaştığını daha iyi anladım. Gençler, aklınızı başınıza devşirin! Aşkın dilini, hava fişeklerde değil sevgi ile bakan gözlerde, evlilik teklifi heyacanını, kurgulanmış gösterilerde değil, birbiri için çarpan yüreklerde ve heyecandan titreyen seste arayın. Kendinizi de sevgilinizi de özenti bir ispatın stresine sokmayın. Yoksa kızlar sözüm size, göz boyayan ama yüzeysel heyecanlara kapılıp, karşınızdaki insanla ortak paydayı kaçırırsınız. Hayaller Nirvana, hayatlar 2'nci kat 17 numara... Sonra evlenince, Allah korusun, kumandası elinde pinekleyen bir eş ile karşılaşıp, havai fişekleriniz gibi anlık saçtığınız renklerle kalır, karanlığın içinde sönük bir iz olarak yaşarsınız. Az, çoktur, sadeliğin sahiliği gibisi yoktur. Aşkı ve sizinle hayatın güzelliklerini keşfedecek bir yol arkadaşı bulmanız dileğimle...

Yazının devamı...

Çocuğumu iyi bir lisede nasıl ekonomik okutabilirim

Çocukları, iyi ama ekonomik bir lisede öğrenim görmesi için velilere tavsiyeler...

Geçtiğimiz hafta, "TEOG'da asrın kaosu" başlıklı bir yazı yazmış ve bu sene liseye geçiş için yapılan TEOG sınavının aşırı kolay olmasından sebep, okulların taban puanlarının yükseleceğini öngörüp, yerleştirmede kaos olacağını iddia etmiştim. Bu hafta, TEOG ile öğrenci alan, yabancı dilde eğitim veren özel liseler taban puanlarını açıkladı. Tahmin ettiğim gibi puanlar yükseldi. Eğer siz de bu kayıt trafiğindeki velilerdenseniz lütfen geçen haftaki, yani 10 haziran yazımı okuyun. Kayıt sürecinin nasıl işleyeceğini, dikkat edilmesi gereken önemli noktaları adım adım anlatmaya çalışmıştım. Şu an ise, geçen haftaki yazımın üzerine çok sorulan bir soruya cevap olabilecek fikirlerimi paylaşmak istiyorum.

"Çocuğum iki sınavda da tam yaptı ama yabancı özel okulların ücretini karşılayamıyorum, ne yapmalıyım?" Çocukların başarısını en doğru şekilde değerlendirmek isteyen ama maddi imkanları kötü olmasa da mesela yatılısı 108 bin lirayı bulan Robert Kolej'in astronomik ücretine durumu el vermeyen pek çok ailenin zihnini şu an bu soru meşgul ediyor. İki sınavı da tam yapan çocukların en azından daha ekonomik ama ismi iyi bir lisede öğrenim görmesi için izlenecek yollardan bahsedelim.

Ekol okullardan burs almak zorlaştı

Ekol okul diye adlandırdığımız, asırlık, yabancı ülkelerle bağlantılı okullardan burs almak. Bu sene maalesef biraz zor, çünkü "full"ler havada uçuşuyor. Robert Kolej geçen sene daha fazla puan düşmemek için epey burs dağıttı ama bu sene ihtiyaçları olmaz. Ancak, çok ciddi ihtiyaç sahibi olan aileleri değerlendirirler. Saint Joseph Fransız Lisesi birinci girene yüzde 100, ikinciye yüzde 50 şeklinde az sayıda burs veriyor. Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, MEB'in kuralı gereği sadece üç ihtiyaç bursu veriyor, başarı bursu vermiyor. Saint Benoit Fransız Lisesi de başarı bursu verebiliyor. Az sayıda ekol okul az sayıda burs veriyor kısaca. Umut verici olmasa da okullarla görüşmekte fayda var.

Özel liselerden burs almak daha kolay

Yazının devamı...

Fikri-i takip

Zeytinle ilgili epey yazdım, çizdim, sonunda sevindim çünkü "Zeytinlik Yasa Tasarısı" geri çekildi. Elbette bu kimseye rehavet vermemeli. Nihai neticede bu tasarı, temcit pilavı misali altıncı kez meclis masasına kondu. Ne olur ne olmaz Beko'nuzda hep uyanık kalmalı, birden torba torba yasların içinde bizim zeytinlerin olmamasına dikkat etmeli. Bilim Sanayii ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, yatırımlar için zeytinliklere yönelik geri çekilen tasarı için daha ilk günden "ihtiyaç giderilmezse bu yasa tasarısı 20 defa gündeme gelebilir" dedi bile. Zeytinliklere tesis yapmaya kararlı siyasilerimiz bizim zeytin ihtiyacımızı nasıl karşılayacak? Şu anda yediğimiz cevizler gibi Şili dolaylarından mı getirecekler? En sağlıklı temel besinin zeytin olduğunu unutmayın. Yurt dışında yaptırdığım bir tahlilden sonra, bu çift kromozomlu yaratık kıvamı tahılları ve GDO'lu malları yiye yiye bağırsağımda problemler çıktı. Peynir yasak, tahıl yak, kurubaklagil bile yasak; bir tek ilaç niyetine, zeytin serbest! Bahçeye bir zeytin ağacı alayım dedim, büyüğü 150 milyon, küçücük süs misali olanı 15 milyon çıktı. Hem yemeğimiz, hem gölgemiz, hem de çocuklara devredeceğimiz milli servetimiz.

Stres çarkı tehlikesi

Küçücük çocukların elinde pervane gibi dönüp duran bir zımbırtı var, adı "stres çarkı". Buna deli gibi takılmış olanlar 10 yaşında. Bu ilk mektep çocuklarında ne stres var da çarkını döndürüyorlar zaten onu hiç anlamadım. "Acaba işe yarar mı" dedim, o şeyi düzgün döndürecem, daha hızlı döndürecem diye daha beter strese girdim. Renklisi var ışıklısı var 10 liraya var 50 liraya var, var da var! Ama işte, şimdi ortaya çıktı ki o stres çarklarının çoğunda ciddi zehir var. Amerika'da çevreci bir kadın, almış bu stres çarklarını metal testine sokmuş. Yüksek oranda kurşun ve civa tespit edilmiş. İnsan sağlığı için çok ciddi tehlikeli iki madde...Çıkan oran, öyle az bir şey ya da "güvenli sayılan" bir oran değil. Üstelik, sadece ucuz çarklarda filan değil, mesela 31 dolarlık yani 100 liralık oldukça pahalı modelinde ve yine Lef ışıklı bir başka pahalı modelde en üst düzeyde kurşun ve civa çıkmış. Aman! Çocuklar eğlensin, stres atsın derken, ellerine zehirli maddeleri vermeyin. O eller her yerlerinde... Ellerde zehir var demek, gözlerinde, ağızlarında, içlerinde civa-kurşun var demek.

Yazının devamı...

TEOG'da asrın kaosu...

"Gelen gideni aratır" atasözü sınav sistemimiz için söylenmiş sanki! Her yıl, "bu en kötü yıl" diyoruz.

‘Her sene, "bu en kötü yıldı" diyoruz ama maalesef yanılıyoruz. Son 4 yılki TEOG sınavlarını, yeğen, kuzen ve geçen yıl kendi kızım kontenjanından yaşamış, biraz da eğitim meselesine takmış bir veli olarak, konuya son derece hakimim. Bu konuda hiç mütevazı olmak falan istemiyorum, son 4 senedir, okul puanlarına dair tüm tahminlerim 12'den vurdu. Siz tabii yine de uzmanların sesine kulak verin ama "hekimden sorma çekenden sor" derim. Bu yıl da kayıt takvimi açıklandı, 17 bin full çıkaran, 76 bin civarı tek yanlışı olan öğrenci sıralamasıyla, MEB asrın kaosunu yarattı. Fırtına henüz kopmadı. Ay sonu başlayacak kayıt dönemi, tarihe geçecek kasırgalara sebep olacak. Demedi demeyin ve mümkün mertebe çocuğunuzu kollamak için lütfen önerilerime kulak verin. Yanılırsam, burdayım efendim, gelin beklerim.

Dikkat önemli!!!

Aynı anda hem özel okul hem Devlet okulu tercih edemezsiniz! www.meb.gov.tr adresine "tercih işlemleri" için giriş yaptığınızda, "tercih yapmak istiyorum" ve "özel okula kayıt yaptıracağım, tercih yapmayacağım" şeklinde 2 seçenek çıkacak karşınıza. Özel okul ve yabancı dilde eğitim veren kolejlere girmek isteyenler "tercih yapmayacağım" seçeneğini işaretleyecek. Böylece sistem sizi bir havuzda tutacak. Özel okula kayıt esnasında, gireceğiniz okul sizi havuzdan çekip kayıt yapacak. Özel okulları tercih edenler, Anadolu Liseleri yerleştirmesinin dışında kalacak. Ancak, yerleşmeler tamamlandığında, boş kalan kontenjan olursa, 14 Ağustos'ta başlayacak "nakil dönemi" içinde yeniden başvurular yapılabilecek.

Özel okul ya da kolejlere tercih yapacaklar

Yazının devamı...

Dizi sezonu şimdi başlıyor

Dizi senaryoları topluma sürekli öfke aşılamak yerine biraz da umut çiçekleri ekse...

Her ne kadar ülkemizde gösterilen yerli diziler finale doğru gitse de dünyanın en çok izlenen dizilerinin yeni sezonları seyirciyle şimdi buluşmaya başlıyor. Bu arada, yerli dizlerle ilgili dikkatimi çeken bir şeyi hemen söyleyeyim; eli silah tutmayan aktöre rol yok memlekette. Koca bir sene boyunca, eline silah olmayan bir karakter çıkmadı. Nerdeyse tüm dizilerde, başı çeken erkek karakter, genç, güçlü, yakışıklı ve silahlı olarak çizildi. Tüm güzel kızlar da, mafyaya bulaşmış erkekleri sevdi. Erkekliğin tanımında hep silahla mücadele vardı. Dilerim, kahramanlaştırılan bu karakterlere özenmek gençler arasında moda hale gelmez. Zaten şirazesi günden güne kaymakta olan ülkemizde, sürekli intikam peşinde koşan erkek hikayelerini biraz azaltıp, ailesinin iyiliği için çabalayan, sevgi,saygı, iyilik ve dürüstlükten ödün vermeden ayakta kalmaya gayret eden, kaba kuvvete başvurmayı acizlik olarak gören has erkeklerin ve kadınların hikayelerine biraz da yer verilse. Birkaç hikaye hiç değilse saf ve naif olsa. Topluma sürekli öfke ekmek yerine biraz da içimize umut ve sevgi çiçekleri ekilse...

Top 5 listem

En popüler yabancı dizilerin yeni sezon bölümlerinin büyük heyecan yarattığı şu günlerde, son zamanlarda izleyip beğendiğim yabancı dizilerden tavsiyelerim var size.

House of Cards: 5'inci sezon artık bizimle. Oscarlı Kevin Spacey'i ABD Başkanı ve Robin Wright'ı First Lady olarak izlediğimiz politik drama, Amerika'nın ve iktidar mücadesindeki politikacıların kirli oyunları üzerine.

13 Reasons Why: Lise çağındaki gençlerin arasındaki "bulling" yani "akran zorbalığı"nın korkunç boyutları ile ilgili bir dizi. Eğer liseli bir çocuğunuz varsa birlikte izleyin. İntihar eden bir kız öğrencinin, kendisini intihara sürükleyen 13 kişi ve nedeni anlatmak için arkasında bıraktığı 13 ses kaseti -baya bizim lise zamanımızdaki kasetlerden- ve hikayesi, 13 bölümde anlatılıyor. Kitap uyarlaması dizinin hikayesi 13 bölümde bitti ama dizinin devamının geleceği dedikodusu dolaşıyor.

Big Little Lies: Nicole Kidman, Reese Witherspoon gibi Oscarlı Hollywood yıldızlarını bir araya getiren dizi, yetişkin dünyasının zalimlikleri ve aile içi ilişkilerden etkilenen çocuklar üzerine bir hikaye. "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir" mottosuyla, en mükemmel çiftlerin defolarını ortaya döken, çok sakin bir dünyanın içinde fırtınalar estiren yedi bölümlük bir serüven.

Ignobernable: Bir Meksika dizisi. Suç, uyuşturucu baronları, yer altı kartelleri, silah, işkence hapishaneleri, entrika, kısaca macerasevenler için Amerikan dizilerinden farklı lezzette ateşli bir dizi. Cinayete kurban giden bir Başkan ve üzerine suç kalan bir First Lady...

The Crown: Benim de reklam yönetmenim olan, dizinin yönetmeni Benjamin Caron ikinci sezondan set fotoğrafları paylaşıyor Instagram hesabından. Bu da demektir ki ekim-kasım ayında yeni sezon izleyici ile buluşacak. Kraliçe 2'nci Elizabeth'in taht hayatını anlatan İngiliz dizisinin bu yıl Altın Küre'de "En İyi Dizi" ödülünü aldığını da hatırlatayım.

Yazının devamı...

Tarkan'ın zeytinleri, Bakan Bey'in fikirleri

Zeytinlik alanlarıyla ilgili Meclis komisyonuna sunulan öneri “yanardöner ortaya karışık" bir kanun. Tarkan da topa girince işler daha da karıştı...

İnsanın fikri neyse zikri de oymuş... Rahmetli dedemin, dilinden düşürmediği, günde üç kere önümüze koymazsa rahat etmediği bir deyiş. Ne zaman "Yav, bakma sen o an sinirden öyle söyledim, yoksa gerçek düşüncem o değil" tadında bir savunma yapacak olsak, dedemin "insanın fikri neyse zikri de olur" cevabından nasibimizi alırdık. İstediğimiz kadar “Bak inan öyle demeyecektim istemeden ağzımdan kaçtı" diye kendimizi paralayalım, dedemi ikna edemezdik. İnsanın ağzından çıkanın, tamamen gerçek fikirleri ve duyguları olduğuna dair inancını hiçbir şekilde kıramazdık. Bir de "şakanın yarısı hakikattir" sözü vardı ki o da hemen hemen aynı kapıya çıkardı. Eh insan yaş aldıkça anlıyor, yaşlıların dilindeki kerameti. İşte size dedemi haklı çıkaran bir fikir - zikir ilişkisi...

Bazı şirketlere yasak yok

Malum, uzun zamandır, zeytinlikleri ranta açmak için müthiş bir çaba var. Zeytin alanlarının imara ve sanayiye açılması için yapılan öneri 6 keredir Meclis komisyonuna sunuluyor. Tasarının son haline göre, zeytinliklere 3 kilometre mesafe içinde hiçbir maden ve sanayii tesisi açılamayacak. Ancak... İşte tam tasarının "zırt" dediği yerde bir "ancak" giriyor devreye ve "bu yasak hükümetin izin verdiği şirketlere işlemeyecek deniyor"... Yahu bir kere böyle "yanardöner ortaya karışık" kanun olur mu? İzin istediğinde, "bakarız" diye başlayıp, duruma göre değişen anne cevaplarıyla memleket yönetilir mi? Bir kanun kişiye göre değişiklik gösterirse, o memleketten hayır gelir mi? Yakında, "kapalı mekanlarda sigara yasağı var ama bizim izin verdiğimiz müşteriler içebilir" filan da denilir mi?

Neyse, gelelim rahmetli dedemin fikir - zikir teorisine... 100 milyon zeytin ağacını yok etme yolunu açan tasarıya karşı, Tarkan'dan uyarı niteliğinde bir paylaşım geldi. "Bir ülkenin en büyük nimeti, değeri onun doğasıdır. Zeytin ağaçları, Anadolu'nun hazinesidir, belleğidir. Rant için zeytin ağaçlarına kıymayın." Tarkan'ın zikrinden yani söylediğinden fikrini hemen anlıyoruz. Demek, doğayı seven, zeytinin bir milli servet olduğunun farkında olan, bilinçli bir vatan ve dünyasever. Şimdi gelelim, Tarkan'a hemen cevap veren Bilim Sanayii ve Enerji Bakanı Faruk Özlü'nün zikrine, " Tarkan'ın yeşillikleri mi, varmış, ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan'ın şarkılarını seviyoruz. Tarkan şarkılarını söylesin!" Tarkan zeytini yiyip, gölgesinde şarkı besteleyecek diyelim ki onu geçelim bir kalem. Şimdi soruyorum, bu sözleri zikreden Bakan Sözlü'nün fikri aşağıdakilerden hangisi?

Tarkan bana laf atmasın

A- Karşılığında maddi bir kazanç yoksa, insan susup oturmalı. Ancak, ortada kendine ait bir para-çıkar ilişkisi varsa insan itiraz etmeli. Durduk yerde, yanlışlar, haksızlıklar, zulümler kimseyi ilgilendirmemeli, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" deyip geçmeli.

B- Eeey Tarkan, zeytinliğin varsa gel konuşalım, senin arazileri de imara açalım. Sen de kazan biz de kazanalım. Yok "zeytinin 40 bin yıllık tarihi varmış, yok halkın geçim kaynağıymış, yok çok değerliymiş, milli servetmiş, sağlıkmış, ağaçlar herkesinmiş" bırakalım bu gereksiz detayları bir kenara. Seninle mutlu rantlara koşalım. Gel beraber mesut olalım.

C- Amacın ille de zeytin yemekse, şimdi piyasadaki taze cevizler gibi, Şili'den getirtirim ben sana bir avuç, 3-5 zeytin için birbirimizi kırmayalım. Zeytin yemem, zeytini sevmem, zeytini seveni de sevmem, zeytine allerjim var ve dahi zeytin bulamazsanız zeytinliklere kuracağımız sanayii atıklarından yiyiniz ama beni bu paylaşımlarla meşgul etmeyiniz.

D- Tarkan sesinin teliyle benim rant kapıma laf atmasın. Zeytin ağacından vazgeçmezse, konserlerine incir ağacı dikerim, aklını başına toplasın!

Yazının devamı...

13 şehit...

Ateş düştüğü yeri yaktı, en çok analar ağladı. Bu vatan, şehitlerine borçlu kaldı...

Karardı dünya... Aslında tam da güneş ısıtmaya başlamıştı içimi ve ben yaz kapısında bekleyen günlerin hafifliğine yaraşır bir yazı yazmıştım. Bir anda "yas kapısı"nın karanlığında buldum kendimi... Düşen helikopter... 13 şehit... Matemin katran karasında aynı acıyla yanıyoruz hepimiz... Başımız sağolsun...

Askerliği hiç bırakmadılar

Her rütbeden, her yaştan 13 can... Kimi 8 aylık hamile karısını geride bıraktı, kimi 1 yaşındaki kızını, kimi 30 yıllık üniformasını... Yine ateş düştüğü yeri yaktı, yine en çok analar ağladı. Bu vatan, şehitlerine borçlu kaldı. Üstelik, her zamankinden daha çok... Bugün ülkesi için canını veren askerler, daha dün "vatana ihanet" ile suçlanmanın acısını yaşamışlardı. Türkiye'nin ilk kadın Jandarma Komutanı Yarbay Songül Yakut, Balyoz davasında tutuklanmış, bugün canını verdiği vatanına ihanetle suçlanmış, üniformasını ve yaşamını ortaya koyarak omuzuna taktığı rütbelerini kaybetme korkusunun yarasını almıştı. Uzun mahkemelerden sonra "pardon yanlışlık olmuş" denilen subaylardandı. Yeniden görevine iade edildi, üniformasını giydi ve mahkemenin sıcağından, memleketin en sıcak hattı Şırnak'a tayin edildi. "Bunca sırtından bıçaklandıktan sonra artık daha fazla canını tehlikeye atma, bırak askerliği biraz da hayatını yaşa" diyenlere kulak asmadı, o "vatan sağolsun" dedi. Şırnak'ta terörle mücadeleye gitti. Vatana canını feda etti.

Tümgeneral Aydoğan Aydın, nam-ı diğer "Asker Aydoğan"... Her dem askeriyle omuz omuza yaşadığı, rütbesini, birlikte çarpıştığı askerlerle arasına koymadığı için almış bu adı... Çok değil, daha birkaç ay önce, "15 Temmuz darbe girişimi" ile suçlandı. Vatan için canını verecek bir asker, vatana ihanetle suçlanmanın büyük acısını yaşadı. Aklandı. Görevine geri döndü. "Vatan sağolsun" dedi, Şırnak'taki en ateşli bölge Kato Dağı ve Hakkari Yüksekova'da askerleriyle omuz omuza teröristlerlerle savaştı. Canını, Şırnak dağlarında bıraktı.

Şehitlere borcunuz ödenmez

Sadece, bu hafta şehit verdiğimiz 13 şerefli askerden birkaçının hikayesi... Daha niceleri var anlatılmayan... Eeeey bu ülkenin bel kemiği Silahlı Kuvvetleri itibarsızlaştırmakta sakınca görmeyenler... Eeeey değil canını ortaya koyup ateş hattına girmek, sobadan eli yansa, bir daha mum yakmaktan bile korkup kaçacak olanlar... Subayların ordu evleriyle, hastaneleriyle uğraşıp, okullarına otel yapmaya kalkanlar... Ciğerlerini yerinden söker gibi, generallerin omuzlarındaki madalyalara saldıranlar... Siz, şehitlere borcunuzu hangi cihanda ödeyeceksiniz? Yıllardır, Ergenekon'la Balyoz'la suçladığınız anlı şanlı generallerin, "vatana canım feda" derken laf ola beri gele konuşmadıklarını bir kez daha gördüğümüz şu günde, şehitler şerefle toprağa girerken, siz bu yük altında ezilmeden yaşamaya nasıl devam edeceksiniz? Silahlı Kuvvetlerin bel kemiğini bunca oyduktan sonra, iç dengesini bozup, dış mihraklara açık hale getirdikten sonra o yürekli askerleri, yarın, nerde bulup, bu ülkeyi güvenle emanet edeceksiniz?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.