Şampiy10
Magazin
Gündem

Her şerde bir hayır vardır

Artık halkın tümünü kucaklayan, birlik ve beraberliği sağlayacak yeni Anayasa hazırlama zamanı...

Referandum sonucu ile ilgili yüzlerce şey yazılıp çiziliyor. Uzun uzadıya aynı yorumları tekrar edecek değilim. Kesin ve net olan tek şey var ki, YSK hata yaptı. Nedenleri geçip bir an evvel sonuca gitmek isterim çünkü halkın yarısının değil, tamamının huzurla hayatına devam etmeye ihtiyacı var. "Her şer'de bir hayır vardır" sözüne çok inanırım. YSK da, bu seçimi şaibeli hale getiren hatasıyla belki de hayırlara vesile olur. Mühürsüz oy pusulalarını geçerli saymak yüzde yüz hukuka aykırı bir durum ki zaten bunda hukukçular hem fikir. O halde ya kıl payı ile "Hayır" öne geçecek ya da hukuk çiğneme pahasına yine kıl payı ile önde olan "evet" sonucu geçerli sayılacak. Her türlü, kıl payı ile, koskoca Türkiye'nin yönetim sistemi gibi radikal bir meselesinde ülkenin yarısı mutsuz olacak. Oysa referandum, bir parti seçimi değildi. Öyle olsa, bir parti yönetimi devralır, bir sonraki seçimde de önümüzdeki maçlara bakılırdı. Ama söz konusu olan, tüm vatandaşların sorumluluğunda olan bir Anayasa ve yönetim biçimi! Tüm halkı kucaklaması gereken, vatandaşların canı yürekten sahiplenmesi gereken temel birleştirici unsur. İşte tam da bu yüzden, size sesleniyorum sayın siyasiler; zaten hazır ortada bu seçimi hukuken geçersiz kılan bir usulsüzlük varken, gelin bu durumu avantaja çevirin. Eğer bu ülkenin birlik içinde, vatandaşın huzur içinde yaşamasını istiyorsanız, hepimizin içine sinecek ve başımızın üzerinde tutacağımız yeni bir Anayasa hazırlayın. Bir yanlışı bir yanlışlıkla düzeltmeye çalışmak yerine, halkın yarısının değil, tamamının rızasıyla, geleceğe gönül rahatlığıyla sağlam bir Anayasa bırakın. Biz de ona tek yürek olarak sahip çıkalım.

Bu maya artık tutmaz...

- Tüm hukukçuların üzerinde anlaştığı üzere ortada bir usül hatası varken... Ama iyi niyetli ama değil; ama küçük ama büyük! Çorbaya sinek düştü bir kere! Üstelik bu parti seçimi değil, 5 sene sonra tekrar gözden geçiremeyiz. Koskoca bir ülkenin sistemi ve Anayasa değişimini "oldu - bitti ile geçiştiremeyiz. Toplum huzuru için sağlam adımlarla ve güvenle ilerlemeliyiz.

- Çifte standart varken... Mühürsüz pusulaların, oy verme süreci sırasında geçerli kılınmasındaki hukuka aykırılık bir yana, aynı anda Avrupa'da mühürsüz pusulaların geçersiz sayılması ayrı muamma! Yani mühürsüz zarfların bir kısmı geçerli bir kısmı geçersiz sayılmış ki bu çifte standart başlı başına facia!

- Ülke ekonomimizi sırtlayan, sanayii, ihracat, üretim ile ülkeyi kalkındırmaya çalışan insanların başı çektiği 17 büyük ilin vatandaşları, her şeye rağmen önerilen Anayasa ile yönetilemeyeceğini belirtmişken...

- Sadece yüzde 1 ile ortak paydadan olabilecek en uzak noktadayken... "1 milyon 200 bin küsür oy fark çoğu ülkenin nüfusu kadar" dediniz ama biz de Estonya, Togo ya da Bahreyn değiliz yahu. İstanbul'un kenarında kalan ilçeleri Pendik ile Sultangazi'yi toplasan -ki İstanbul geneli "Hayır" dediği halde bu ilçeler "Evet" demişti- zaten bu referandumda çıkan "Evet" farkı kadar nüfus var. İki ilçe kadar yerin kararıyla, yönetim biçimi değiştiremeyecek kadar büyük bir ülkeyiz biz.

Gelin, "her şerde bir hayır vardır" deyin. YSK'nın hatası fırsat olsun ve halkın tümünü kucaklayan, birlik ve beraberliği sağlayacak yeni bir Anayasa oluşturmak için vesile olsun...

Yazının devamı...

İnternet dizileri ezberleri bozacak

Geçen haftaki yazımda, dizi sektöründeki senaristlerin, “Yerli dizi yersiz uzun” isyanından ve son 10 yıldır, birlik oluşturulmadığı için bir türlü yaptırım uygulanamamış olmasından söz etmiştim. Dizi sürelerinin kısalabilmesi için, sektördeki, oyuncu ve senaristlerin, 60 dakikanın üzerinde teklif edilen işleri kabul etmemeleri gerekir. Ne yazık ki bu hep sözde kalıyor. Benim gibi belki tek tük isim bu ölümcül set düzeninin dışında kalmayı tercih ediyorken, “hayat koşulları“ diyen çoğunluk düzenin sürmesine istemese de destek veriyor. Oysa birlik olunarak biraz sabredilse uzun vadede hepimiz için çok daha hayırlı olacak. Başbakanlığı döneminde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan talimat vermiş ve “Diziler 48-50 dakika arası olacak” heyecanı dizi emekçilerini sarmıştı. Ama yıllar geçtikçe diziler daha da uzadı. Burdan da anlaşılacağı gibi, ancak ve ancak birlikten güç doğacağını unutmamak gerekiyor.

Herkesin izleme saati kendine

Açıkçası, dizilerin kısalma ihtimaline karşı ilk defa umutlanıyorum. Çünkü değişen dünya ve teknoloji ile birlikte mecralar da, medyumu elinde tutan güçler de değişiyor. Aylar önce, Türkiye’de ilk defa bir internet dizisi yapılacağını duyduğumda çok heyecanlanmış, internet dizilerinin tutmasının, sektöre yeni bir soluk getireceğini ve dengeleri bu sektörde çalışanların lehine değiştireceğini düşündüğümü söylemiştim. İnternet üzerinden Puhu TV’de yayınlanan “Fi”nin başarısı bu yüzden beni çok mutlu ediyor. “Olur mu öyle şey” diyen ve değişimden korkanlar şimdi kartların yeniden dağıtılmakta olduğunu görüyorlar. Artık “yayın akışı“ denilen şeyin bir kanalın yayın programına sıkıştırılamayacağını görüyoruz. Canlı yayınlar ve anlık haberler dışında herkes kendi izleme saatlerini kendi belirlemek istiyor. İsteyenin, istediği diziyi, istediği zaman, sansürsüz izleyebileceği bir medya anlayışı hızla yerleşiyor. Bu durumda da tıpkı “Fi”ye sponsor olan Vodafone gibi, yarın gelişen teknolojiyle birlikte belki başka araçlar ön plana çıkacak ve medya patronluğu kavramı farklı bileşkelerden oluşacak.

James Bond senarist bulamıyor!

Sadece ülkemizde değil dizi sektörünün kalbi Amerika’da da senaristler isyan bayrağını açtı ve greve gidebilecekleri uyarısını yaptı. Yazarlar, son iki yılda gelirlerinde yüzde 23’lük bir düşüş olduğu için grevi düşünüyor. Dolar bazında bizdeki kazanç kaybı çok daha ciddi boyutlarda. Ama şu anda bizim için öncelik evin yolunu bulup bir insana yetecek kadar uyumak olduğu için daha o konulara sıra gelemiyor. Amerika’da medya ağları şu an ciddi bir stres altında çünkü orada sendika işi lafta bırakmaz. 2007’de 100 gün greve giderek sektöre büyük bir darbe vuran senaristlerin yaptıkları, yapacaklarının teminatı gibi görülüyor. Üstelik internetin gücü de senaristlerin elini daha sağlam yapıyor. Şimdilik Johnny Depp, Nicole Kidman, Daniel Day-Lewis gibi pek çok starın film ve dizi çekimleri ertelendi. Dedikodulara göre, senaristsizlikten James Bond’un yeni filminin diyaloglarını bile sevgili Bond’umuz Daniel Craig yazıyormuş. Kesin olan şu ki, sinema ve televizyon dünyasında kartlar yeniden dağıtılıyor ve bambaşka bir düzen oluşuyor. Erkler de sektörü yönetenler de el değiştiriyor. Bu da medya patronlarının düzenini fena tehdit edeceğe benziyor.

Yazının devamı...

Beni bu güzel havalar mahvetti...

Orhan Veli baharda saklıdır. İyi ki doğdun üstad... Olmasaydın nisanlar da, baharlar da, eksik kalırdı.

Duyduk duymadık kalmasın, bahar geldi. Güneşiyle geldi, rüzgarıyla geldi, erguvanlarıyla geldi ve elbette Orhan Veli ile geldi... Her bahar, hele hele İstanbul'daysan mevsim Orhan Veli'dir biraz da... 13 Nisan'da doğduğundan mı bu kadar bahar kokar şiirleri bilmem ama, Orhan Veli şiirleri fısıldaşır sanki yapraklar, kuşlar, sarı papatyalar, aylardan Nisan'sa...

Nedensiz mutlulukların şairidir Orhan Veli, tıpkı Nisan ayı gibi... Bir kuş cıvıltısına, bir çiçek kokusuna yürek çarptığımız günlerin hatırasıdır. Tarif edemediğimiz en yaban sevdaların çağrısıdır. Bahar'a dair dile dökemediğimiz en derin hisler, Orhan Veli şiirlerinde saklıdır. O sebepledir ki bu ara her gün bir mesajda, bir şarkıda ya da zihnimizin saklı odalarında Orhan Veli ile karşılaşırız. Tesadüf sanmayın! Nisan ayı Orhan Veli'de, Orhan Veli baharda saklıdır çünkü. İyi ki doğdun Orhan Veli... Olmasaydın nisanlar da, baharlar da, yaşam sevincini bahar dallarında taşıyanlar da eksik kalırdı. Ve Orhan Veli'nin şiirlerini ete kemiğe büründüren, sesiyle ruhumuza nakşeden, Müşfik Kenter... Onlar ki bizi biz yapan bir parçamızda saklıdır. Onlar ki, bize her Nisan "Sanırım ki günler hep güzel gidecek; her sabah böyle bahar..." dedirten umutlarımızın dallarıdır.

İmkansız şey

Şiir yazmak

Aşıksan eğer,

Ve yazmamak,

Aylardan Nisansa...

***

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları,şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara;

Döner, döner durur başım havalarda.

***

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.

Baharda sadece doğa değil, şehir yaşamı da canlanıyor. Her hafta bir festival, birbirinden renkli etkinlikler... Bu hafta da Ankara ve İstanbul'dan küçük, büyük tüm sanat severlere yeni önerilerim var.

Bir mesajda, bir şarkıda ya Orhan Veli ile karşılaşırız ve bu tesadüf değil..

Çocuk Tiyatroları Festivali'ni kaçırmayın

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün ev sahipliğinde 13.sü düzenlenen festival 25 Nisan Salı günü başlıyor ve 30 Nisan pazar günü sona eriyor. 15'i Türkiye'den, 8'i İtalya,Rusya,İspanya,Yunanistan gibi yurt dışından 23 oyun sahnelenecek. 25 Nisan günü DT yöneticileri, sanatçıları, konuk tiyatro grupları ve pek çok okuldan sanatsever öğrencinin Anıtkabir ziyareti ile başlayacak festival. 23 Nisan çocuk bayramını, çocukları sanatla buluşturarak kutlamak bence harika bir fikir. 23 Nisan haftası, Ankara'ya gitmek çok cazip bir program olabilir.

Baba Sahne’deki konserler kaçmaz!

Geçen hafta, Şevket Çoruh ile varını yoğunu koyarak açtığı yeni tiyatro salonu "Baba Sahne"yi gezip, sohbetimizi yazmıştım. Baba Sahne sadece tiyatro oyunlarına değil konserlere de ev sahipliği yapıyor ve "Baba Konser" etkinlikleriyle sanat yaşamında tam gaz yol alıyor. 16 mayıs Leman Sam, 23 Mayıs Kürşat başar, 30 Mayıs Bülent Ortaçgil... Genco Erkal'dan, Müjdat gezen'e, Demet Akbağ'dan Ferhan Şensoy'a; oyunlar çoktan başladı... Bu 250 kişilik şık salonun keyfini çıkarmak için biletlerinizi hemen almalısınız. babasahne.com adresinden programı inceleyebilirsiniz.

Yazının devamı...

Senaristler isyanda

Senaryo Yazarları Derneği SEN-DER, Türkiye'deki dizi sürelerini eleştiren bir imza metni yayınladı ve isyan bayrağını açtı. Hemen hemen bildiğiniz, izlediğiniz her dizinin senaristinin imzaladığı bu metinde, dizi sürelerinin kısaltılması gerekliliğine vurgu yapıldı. Süreler kısalırsa, çalışma koşulları iyileşecek ve daha kaliteli işler ortaya çıkacak kuşkusuz. Dizilerin süresi uzadıkça hikayelerin çabuk tükendiği ve erken final yapma zorunluluğu doğduğu ve bu yüzden de ekiplerin işsiz kaldığına dikkat çeken senaristler artık 60 dakikadan daha uzun yazmak istemediklerini bildirdiler. Sonuna kadar haklılar. Sözlerinin arkasında dururlarsa, dizi sürelerini 60 dakikaya çekmede başarılı olurlar. Birlik içinde bir duruş sergileyebilecekler mi yoksa teklifler karşısında çözülen zayıf halkalar olacak mı? Açıkçası ben bu filmi daha önce de gördüm. 10 yıl önce, benim de içinde bulunduğum büyük bir oyuncu ve senarist grubu, yine 60 dakikadan uzun dizi çekmemek üzere üstelik aynı sloganla "yerli dizi yersiz uzun" diyerek AKM önünde büyük bir gösteri yaptık. Sonuç? Benim gibi belki tek-tük birkaç kişi sözünün arkasında durdu ama orada bulunan yüzlerce meslektaş "ekmek parası" diyerek yine sektörün dayatmasına boyun eğdi. Herkesin tercihleri de ekmeği de kendinedir. Ama şu da bir gerçektir ki, birlik olup "yapmıyoruz arkadaş" demedikten sonra, dolgun ücretli teklifleri alıp her şartı kabul edenler oldukça sonuç alamayız! Neticede kimse vazgeçilmez değildir ancak birlik olunarak, pilavdan dönen kaşığın sapını kırarak özetle sendikal güç oluşturarak sonuca varılır. Yoksa hobi olarak, daha çok gösteri yapılır, bildiri yayınlanır, diziler de 3 saate dayanır...

Afife Tiyatro Ödülleri adayları

Ülkemizin en saygın Tiyatro ödüllerinin başını çeken "Afife" için adaylar açıklandı. 1996 yılında "Yapı Kredi Sigorta" tarafından başlatılan, ilk Türk kadın oyuncu Afife Jale'nin adını taşıyan ödüllerin bu yıl 21'incisi sahiplerini bulacak. Rahmi Koç Müzesi'nde gerçekleştirilen basın toplantısında “Godot'yu beklerken”, “Gülünç Karanlık”, “Nefesinizi Nasıl Tutarsınız”, “Yen” ve “Şato'nun Altında” oyunları "En İyi Prodüksiyon" başta olmak üzere çok sayıda adaylık aldı. 24 Nisan'daki ödül törenine kadar en iddialı adaylıkları olan olan 7-8 oyunu seyredip, tıpkı Oscar dönemi olduğu gibi tahminlerde bulunmak şahane bir Nisan etkinliği olur bence tüm sanat severler için. Hepimize iyi seyirler...

İstanbul Film Festivali başladı

4 Nisan'da açılışı yapılan 36’ncı İstanbul Film Festivali 15 Nisan’a kadar sürecek. Bahar-sinema- festival üçlüsü İstanbul'da bambaşkadır. O havayı solumak, film öncelerinde kafeleri dolduran sinefillerle birlikte olmak bile başlı başına bir keşiftir. İKSV'yi, yıllardır sürdürdüğü bu muhteşem organizasyondan dolayı bir kez daha alkışlamak isterim. 61 ülkeden toplam 203 filmin gösterileceği festivalin onur konuğu Sir Ian McKellen. Beyoğlu Atlas, Beyoğlu-Beyoğlu, Pera Müzesi, İtalyan Kültür Merkezi, Nişantaşı City's Cinemaximum, Kanyon Cinemaximum ve Kadıköy Rex festival filmlerini izleyebileceğimiz sinemalar ve öğrencilere hafta arası gündüz biletleri 1 lira!

Yazının devamı...

Referandum’a beş kala...

16 Nisan’a sayılı günler kaldı. Şu ana kadar fena gelmedik, asayiş berkemal referandum bir bitse...

Herkes sussa, hukukçular konuşsa... Hukukçular karşılıklı olarak münazara yapıp, olası riskleri, iyi-kötü yönleri ortaya koysa. Halk da eğriyi doğruyu görüp, “büyüklerin lafıyla” değil, kendi aklıyla oy kullansa.

- Siyasiler ille de konuşmak istiyorsa, farklı görüşlerdekiler beraber programa katılsa, herkes eteğindeki taşları dökse, izleyenler de kendi kararını kendi verse

- Otobüsler, ne dediği anlaşılmaz bir şekilde, hoparlör sonuna kadar açık, sokaklarda böğürüp insanın yüreğini ağzına getirmese...

- Aslında şuana kadar fena gelmedik, herkes insicamını korusa, bahar bayram olsa, hayırlara vesile olsa, ortam bozulmadan böyle devam etse, asayiş berkemal bir şekilde referandum bitse...

Ah şu WhatsApp olmasa alim olurum!

Aziz Nesin’in, “ah şu sinekler olmasa...” öyküsünü bilirsiniz...Hani adam yazar olacaktır ama işte yazamamaya hep mazereti vardır. Şuyum olsa, ortamım şöyle olsa deyip durur da sonunda tüm şartlar yerine geldiğinde “ah şu sinekler olmasa” der... Bahane bulmakta son noktadır bu söz ve biliriz ki insan istedikten sonra her şartta her şeyi yapar. Ama Aziz Nesin hayatta olsaydı, WhatsApp üzerine nasıl bir hikaye yazardı diye düşünüyorum sıklıkla. Elbette insan istedikten sonra her şeyi yapar ama sahiden her gün WhatsApp okuyarak geçirdiğim süre kadar daha kitap okusam, alim olurum.

Şu anda sayısız grubum var!

WhatsApp sahiden elimizi ayağımızı fena bağladı. Bu seneye kadar sadece 3 kişilik bir minik grup dışında sadece ihtiyaç halinde mesaj olarak kullandığım WhatsApp uygulamamda şu anda sayısız grubum var. Kızım ilkokuldayken bile veliler arası muhabbette yer almayan ben, lise velilerimizle canciğer kuzu sarması olmuş durumundayım. Sadece anneler de değil, babalar da girişken bu konularda. Eskiden erkekler sınıf gruplarına dahil olmazken, şimdi babalar da bu ağının içinde yer almaya çok hevesli.

Elimiz işte gözümüz...

Sanılanın tersine, çocukların aileler üzerindeki sorumluluğunun yaş büyüdükçe artan bir durum olmasının da çocuklarımızın sınıf arkadaşlarının ailelerini tanımak ve olan bitenden haberdar olmak istememizde büyük payı olsa gerek. Ama şu bir gerçek ki, artık elimiz işte, gözümüz WhatsApp’ta yaşıyoruz. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, kimi zaman koca gün kitap okuyamadan, yeri geldiğinde işleri yetiştiremeden akşamı buluyoruz. İnsan kendini kaptırdı mı anlamadan öyle bir uçuyor ki zaman, elinde telefonla tuvalete giren bile yarım saatten önce çıkmıyor. Sorsan “5 dakika oldu” diyor. Öğrenciler 1 saat ders odasında çalışıyorsa, bilin ki neti 15 dakika ediyor, 45 dakikası WhatsApp, snap ile geçiyor. Akşam olunca çift hatta üç ekrana geçiyoruz. Bir yandan televizyonda dizi açıyor, bir elimizde telefon bir elimizde tablet buluyoruz. Okunacak onca kitap, yazılacak şiir, başlamaya niyetlendiğimiz hobiler varken, biz ekran kuşuna dönüşüyoruz.

Yazının devamı...

Gençler ve üniversite seçimleri

Üniversiteye girişte ilk etap geride kaldı. İşte aileler ve gençler için öneriler

Üniversiteye girişte ilk sınavın sonuçları açıklandı. Bu yıl getirilen "15 dakika kuralı" yüzünden sınava alınmayan öğrencilerin haklı gözyaşı ve isyanı dinmiyor. Bu sene bahsettiğimiz "1 dakika geç kaldığı için mağdur olanlar" ile kastedilen, sınav başladıktan sonra gelenler değil, öncesindeki bekleme süresi olan 15 dakika içinde gelenler. Yani sınavın başlangıcına 14 dakika kala gelenler kapı önünde kaldı. İşin acısı, telafisi olmayan bir sınav bu. Kaza yaptın, düştün kolunu kırdın, "geçmiş olsun"... Pek çok ülkedeki gibi, daha sık periyodlarla yenilenen bir sınav da değil, hakkını kaybettiğin zaman bir yıl gidiyor. İtirazlar sürerken, ilk etabı atlatan gençler ikinci etap için çalışıyor. Sıra üniversite ve meslek seçiminde. Hem ailelerin hem gençlerin kafası çok karışık. Aileler gençlere yardım edebilir mi? Geçmişin "altın bilezik" kuralları hala geçerli mi? Değişen dünyaya ayak uydurmak için gençleri nasıl desteklemek gerekir?

Geleceğin iş dallarına göre adımınızı atın

Koç Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Sami Gülgöz'ün, ailelere yönelik verdiği seminerden önemli bulduğum bazı önerileri ve uyarıları paylaşmak istiyorum.

Geleceğin iş dallarına göre adım atmak: 10 yıl önce hayatımızda olmayan pek çok mesleğin bugün çok önemli olduğu ve gelecekte de bugün bilmediğimiz pek çok iş dalı olacağı aşikar. Gülgöz, uygulama geliştiricisi, sosyal medya yöneticisi, dinleme-izleme uzmanı, bulut bilgi işlem uzmanı, kullanıcı deneyimi tasarımcısı, über sürücüsü, drone sürücüsü gibi pek çok yeni iş dalına dikkat çekiyor. Enerji, teknoloji, çevre, sağlık ve tasarım alanlarının ön planda olacağının altını çiziyor.

Donanımlı olmak: Değişen dünyaya ayak uydurabilme için, adaptasyon gücü yüksek, çözüm odaklı, bilgiye erişip onu kullanabilme becerisine sahip, yabancı dil bilen, teknolojiyi çok iyi kullanan bir yeni nesil gerekiyor.

Meslek seçimi yaparken kişilik özelliklerini hesaba katmak: Beceriler, ilgiler, değer yargıları ve hayat tarzı gibi unsurların, seçilecek meslekle uyum içinde olması,başarı ve mutluluğun anahtarı.

İyi - kötü bölüm veya meslek yoktur

Lise döneminden başlayarak gençleri çeşitli meslek grubundan insanlarla konuşup, yanlarında bir çeşit staj benzeri çalışma yapmaları için yönlendirmek.

Üniversitelerin açtığı bölümlere yönelik yaz okullarına göndermek. Koç, Özyeğin ve Sabancı Üniversitesi’nin internet sitelerinde detaylı bilgi bulunuyor. 2-3 hafta süre için fiyatlar 2500-6500 lira arasında.

Yerine getirilmeyecek vaatlerde bulunmamak. Ailelerin, kendi yapabilecekleri konusunda gerçekçi olması.

Gençleri, "İyi gelir sağlar" diye belirli bir mesleğe yönlendirmemek.

Çıkardığım sonuç, iyi bölüm-kötü bölüm, iyi meslek-kötü meslek yoktur, meslek bir bilezik ise onu altın yapan, işini çok iyi ve severek yapan insanlardır.

Yazının devamı...

Şimdi yollara düşme zamanı

Bahar gibi ele avuca sığmayan bir mevsim yoktur. Ne zaman başlar, ne zaman biter belirsizdir. Tıpkı gençlik gibi, ardından bakınca değeri bilinir. "Bir varmış bir yokmuş" misali masallar gibidir. O sebeple, tıpkı şarkıdaki gibi yakalayıvermeli saçlarından baharı ve kendimizi rüzgarına bırakmalı. İlkbaharın en güzel yaşandığı ülkelerden biri Türkiye. Kıymetini bilmeli ve başka baharlara bırakmadan hayalleri yollara düşmeli. İşte hemen kaçılıverilecek, eşsiz, ilkbahar rotaları...

Kapadokya

Yazın çok sıcak, kışın çok soğuk, her mevsim ayrı güzel ama tam baharlık bir keyif. Ne kadar gezerseniz gezin, "keşke bir - iki" günüm daha olsaydı diyerek ayrılacağınız, büyüleyici bir yer Kapadokya. Ihlara vadisi, yeraltı şehirleri, Uçhisar, Ürgüp, Göreme, Paşabağ... Hele hele Mustafapaşa ve Güzelyurt... Siz keşfettikçe önünüzde yeni kapılar açan sihirli bir coğrafya. Ha bir de eğlence olsun, müzik olsun, festival havası olsun istiyorsanız, 18-21 Mayıs arası Cappadox festivali için hemen kendinize yer ayırtın ve Kapadokya'nın doğa üstü atmosferinde muhteşem bir müzik deneyimi yaşayın.

Bursa ve çevresi

İznik, Gölyazı, Mudanya, Trilye, Cumalıkızık... Kaç gününüz varsa ona göre plan yapın. Eğer sadece hafta sonu tatili ise aradığınız, Mudanya - Trilye - Cumalıkızık üçlüsüyle kendinizi sınırlayın. Doğa, tarih, yemek, manzara, mimari inanılmaz ama hepsi bir arada. Ne yaz ne kış, kesinlikle ilkbaharda tadına varılacak yerlerin başında bu coğrafya.

Trakya

Bahar'ın baş tacı yaptığı bir bölgemiz. Tekirdağ ve Edirne başlı başına keşfedilmesi gereken şehirler ama ille de baharda bölgeyi eşsiz kılan Uçmakdere köyü, Saros Körfezi, Kıyıköy ve İğneada Longozu, sadece ülkemizde değil dünya ölçeğinde coğrafi hazineler...

İzmir ve çevresi

Memleketim diye demiyorum ama baharı en güzel şehir İzmir'dir. Elbette İzmir sadece şehir merkezinden ibaret değil. Efes, Meryem Ana ve başta Birgi köyü olmak üzere, Barbaros, Germiyan, Bademler, Ildır, Şirince gibi Ege'nin birbirinden muhteşem köyleri eşsizdir şimdi. Biraz eğlence ve festival havası isteyenler için, 6-9 Nisan arası Alaçatı Ot Festivali’ni de hatırlatmış olayım.

Eskişehir

Eskişehir, Türkiye'nin yaşanacak en güzel, en medeni en kültür-sanat odaklı şehri bana göre... Hele baharda tüm şehir çiçeğe kesince... Baharda bir hafta sonu gidin Eskişehir'e, plana programa, gezip görülecek yerleri önceden saptamaya filan gerek yok, şehir size kendine gezdirecek nasıl olsa.

Likya Yolu

Güney şeridimize her daim gidilir ama Likya Yolu baharda yürünür. 2000 yılı aşkın süredir pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim coğrafya 1204'ten beri Türklerin elinde tuttuğu bir hazine. Antalya ile Fethiye arasında uzanan bu antik coğrafya "Likya Yolu" olarak adlandırılıyor ve 535 km'lik bir parkuru oluşturuyor. Bir seferde tamamını yürümek olası değil ama herkes kendi nefesince bir küçük parkur seçebiliyor. Her yıl 30 bin kişi bu yolda yürüyüşü yapıyor. Bir bahar bu yolu yürümek, benim de hayallerimi süslüyor.

Yazının devamı...

Bu yazım oyuncu olmak isteyen gençlere

Üniversite sınav maratonu sürerken, bir yandan da yapılacak tercihlerin telaşı sarmış durumda gençleri. Günümüzde, hukuk, tıp, mühendislik gibi pek çok alanı artık önceden deneyimlemek mümkün ama ne ilginçtir ki oyunculuk üzerine eğitim almak isteyen gençler için deneme fırsatı pek yok. Oyuncular nasıl çalışır, nasıl rol çıkarır görmek de çok olası değil. Bu sebeple oyunculuk eğitimi almak isteyen gençler kör atış yapmak zorunda kalıyor ve aslında dışardan pek de tahmin edilemeyecek bir meslekle ilgili karar vermek zorunda kalıyorlar. Lise öğrencileri ile sıkça görüşüyorum ve oyunculuk eğitimi ve mesleği ile ilgili pek çok yanlış bilgi olduğunu görüyorum. Bugün çok kısaca gözlemlerimi paylaşmak ve oyunculuğa niyetli olanların kendini sorgulamasına vesile olmak istiyorum. Ben, oyunculuk eğitimi için karar vermeye çalışan gençleri kabaca üç kategoride görüyorum:

Bari oyuncu olsun!

- Akademik olarak lise eğitimindeki temel dersleri çok parlak olmayıp, kendine çıkış yolu arayarak oyunculuğa merak salanlar ki çoğunluğu bu grup oluşturuyor. Ailelerinden desteği de en çok yine bu kategorideki gençler görüyor. "Nasılsa öyle çok parlak bir yer kazanamaz, bari oyunculukta şansını denesin hiç değilse bir diploması olur" mantalitesindeki aileler, çocuklarından bile daha hevesli davranıyor. Bu gruptaki öğrenciler, "eğlenceli, sosyal, neşeli, sinemaya gitmeyi seven, masa başında çalışmayı sevmeyen ve arkadaş çevresinde popüler" gençler genellikle. Eğer siz de şu ana kadar yazdığımı okuyup "hah işte ben" ya da "tam da benim oğlanı - kızı tarif ediyor" diyorsanız büyük bir hata yapmak üzeresiniz. TV dizilerinde işini hasbel kader tutturup, epey para kazanan bir kaç istisnai örneğe bakıp "o olmuş işte" diyorsanız, hemen bir Milli Piyango almanızı öneririm çünkü istatiksel olarak büyük ikramiyeyi kazanma şansı daha yüksek. Ve emin olun, beni yanıltıp bu şekilde para kazansanız bile mutlu olamazsınız. Çünkü oyunculuk, sizin tarif ettiğiniz eğlenceli ve uçarı bir meslek değil tersine çok acımasız koşullarda çalışma isteyen, ego zedeleyen, can acıtan ve bu acıdan zevk alanların yaptığı delice bir iş. İyi düşünün!

- Aslında kalben oyuncu olmak isteyip, dersleri iyi olduğu için "önce bir normal bölüm - ne demekse normal bölüm- oku da sonra nasılsa bunu yaparsın" diye aileleri tarafından isteği onaylanmayanlar. En acı çekenler bu gruptakiler çünkü hayatları boyu içlerinde bir "acaba" taşımanın yükü altında kalacaklar. Derslerinde başarılı olmanın yani yapabildiklerinin cezasını çekecek onlar. Hayır, sonra da yapamayacaklar ve ertelenmiş hayallerle yaşayacaklar. Gözlemim odur ve kendimden biliyorum ki, üniversitede istediği gibi bir bölüm kazanabilecek olan bir genç, gene de oyuncu olmak istiyorsa mutlaka yeteneği ve oyunculuk sevdasına dair büyük bir sezgisi vardır. Ailelere, sonradan suçlanmaya maruz kalmamaları için gölge etmemelerini tavsiye ederim.

- Kayıtsız şartsız isteyenler, genellikle kendiyle ve yaşamla ilgili bir derdi olan ve çocukluktan itibaren oyunculuğu kafasına koymuş olanlardır. Bu gruptakiler için "şöyle olursa böyle yaparım" gibi stratejiler ya da şartlar yoktur. Hedefe kitlenmişlerdir ve yollarından döndürülmeye çalışılırsa hayatları boyu sorunlu olma eğilimi taşırlar. Onlar için kendilerini gerçekleştirmenin ve ifade etmenin tek yolu sanattır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.