Şampiy10
Magazin
Gündem

Mali piyasaların kredibilitesi

Yunanistan’da zorunlu kemer sıkmaya siyasi tepkiler büyüyor. Özellikle Almanya karşıtı milliyetçilik güçleniyor. Ana muhalefet partisi İkinci Dünya Savaşı defterini yeniden açtı. Savaş tazminatı hâlâ ödenmedi diyor. Acaba İtalya’dan da isteyecekler mi?

Bütçe açığı ne zaman ve hangi hızla küçültülmeli? Monetarist ve Keynesyen iktisatçılar arasındaki kavga İngiltere’ye sıçradı. “Mümtaz” iktisatçıların önderliğinde gazetelerde açık mektuplar yayınlanıyor. Yakında seçim olması konuyu siyasileştiriyor.

Prof. Besley’in başını çektiği monetarist cephe “önce mali disiplin, sonra büyüme”, Keynesyen Lord Skidelsky ve arkadaşları ise “önce büyüme, sonra bütçe dengesi” diyor. Doğrusu Türkiye’de bu tartışmayı çok özlüyorum.

Sakın bankacıyım deme

Küresel mali krizin iktisat teorisinin kredibilitesinde yarattığı hasardan çok söz ediliyor. Ben de bu sütunda arada sırada değiniyorum. Piyasaların mükemmel işlediği varsayımı üzerine inşa edilen teorilerin çöktüğünü hatırlatıyorum.

“İğne-çuvaldız” özdeyişini bilirsiniz. Tamam, bizim meslekteki yanlışların üstüne gidiliyor. Kökten piyasacılığın artık gizlenmesi olanaksız zafiyetleri eleştiriliyor. Başta Keynes, bu durumu önceden gören iktisatçıların itibarı iade ediliyor.

Ama çuvaldızı da unutmayalım. Bu krizin kredibilitesini yerle bir ettiği esas kurum iktisat teorisi değildir. Bizzat mali piyasaların kendileridir. Dolayısı ile bankacılardır, borsacılardır, mali piyasa analistleridir vs. vs.

Bu gerçek gelişmiş ülkelerde, ABD’de, İngiltere’de çok net görüldü. Günlük yaşama yansıdı.

Kriz öncesinde mali piyasa çalışanlarına sosyal ortamlarda kıskançlıkla bakılırdı. Onlar da mesleklerini gurur hatta kibirle taşırlardı.Krizle her şey tersine döndü. Şimdi mali kesim çalışanı deyince vatandaşın aklına sadece fevkalade olumsuz bir dizi sıfat geliyor. Onlar da zaten zorunlu kalmadıkça insan içine çıkmamaya özen gösteriyorlar.

Faiz tahminleri

Kredibilite sorununu Türkiye’den örnekleyelim. Merkez Bankası mali piyasalarda Beklenti Anketi yapıyor. Sonuçları ciddiye alıyor. Sorulardan biri 12 sonrası için öngörülen Merkez Bankası gecelik faizi. Son 15 ay için beklenen ve fiili faizi grafiğe koydum.

Fiili gecelik faizi kesikli çizgi gösteriyor. Aralık 2008’de yüzde 15’ten hızla bugünkü yüzde 6,5 düzeyine iniyor. Düz çizgi ise bir yıl öncesinin beklentisini veriyor. Örneğin Aralık 2007’de Aralık 2008 için yüzde 14,1 tahmin edilmiş.

2009 boyunca beklenen ve fiili gecelik faiz arasında hızla bir uçurum oluşuyor. Fark Kasım 2009’da 9,3 puana tırmanıyor. Şu demek: Bir yıl önce mali piyasalar Kasım 2009’da gecelik faizi yüzde 15,75 öngörmüş ama yüzde 6,5 olmuş. Ne isabet ama!

Mali piyasaların öğrenme yeteneklerinin ne kadar kısıtlı olduğu da grafikte netleşiyor. Geçen şubatı hatırlayın. Ekonomi durmuş; bütün reel göstergeler çöküyor. Mali piyasa ise bir yıl sonra gecelik faizi yüzde 11,8 (!) öngörüyor.

İnsanın gülesi geliyor ama ağlamak daha gerçekçidir. Çünkü ekonomik sağduyudan bu kadar yoksun olmalarına rağmen Türkiye’de mali piyasalar bugün de iktisat politikasını etkilemeye devam ediyor. Maalesef...

Yazının devamı...

İktisat politikasını yeniden düşünmek

Amerikan Merkez Bankası kontrol ettiği faizlerden birinde çeyrek puan artışa gitti. İskonto faizi yüzde 0.75’e yükseldi. Ancak para politikasının esas enstrümanı kabul edilen faizi değiştirmedi.

Aslında bekleniyordu ama zamanı bilinmiyordu. Olağandışı tedbirler döneminin bittiğine işaret ediyor. Türkçesi Fed artık ortalığa likidite saçmayacak, likiditeyi para piyasaları sağlayacak. Fed bu sürece para politikasının “normalleşmesi” diyor.

Standand&Poors Türkiye’nin kredi notunu yükseltti. Anlaşılan “IMF lobisini” derecelendirme kuruluşları da ciddiye almıyor. Türkiye’nin kredi notu hala hakkettiğinin altındadır. Ayrıntılar dün medyada yer alıyordu.

IMF’de bir keynesyen

MIT’nin Fransız kökenli öğretim üyesi Olivier Blanchard bizim camiada bilinen bir isimdir. İleri düzey makro ders kitabı en çok okutulanlar arasındadır. Para teorisine ve makro modellere hakimdir. Önemli makaleleri vardır.

Beş yıl önce Cambridge’de bir akşam yemeğinde uzun sohbet ettik. TL’nin değer kazanmasından çok rahatsızdım. Para politikası sorunlarını tartıştık. Diğer MIT-Harvard iktisatçıları gibi, güçlü keynesyen içgüdülere sahip olduğunu birinci elden öğrendim.

Fransız Dominique Strauss-Kahn IMF Başkanı olunca, vatandaşı Blanchard’ı baş iktisatçı görevine getirdi. Bir not: Fransız Cumhurbaşkanı seçimlerinde Sosyalist Partinin Sarkozy’e karşı aday adaylarından biri Strauss-Kahn’dır.

Blanchard’la IMF kadroları arasında ciddi bir kan uyuşmazlığı bana kaçınılmaz gelmişti. IMF’te Keynes’e ve keynescilere iyi gözle bakılmadığını sağır sultan bile duymuştu. Sonucu merakla bekliyordum.

Ama “tüm krizlerin ağababası” güç dengesini sarstı. Kökten piyasacılığa ağır bir darbe vurdu. Keynes-karşıtı teori ve politikalar kamuoyun nezdinde kredibilite kaybetti. Keynes’in analizleri yeniden güncellik kazandı. Yani Blanchard’ın eli güçlendi.

Kaleler düşüyor

Blanchard ve iki İtalyan meslektaşının (G.Dell’Ariccia ve P.Mauro) yazdığı makale geçen hafta IMF sitesine kondu: “Makroiktisat politikalarını yeniden düşünmek”. IMF bağlantısı nedeni ile haklı olarak ilgi çekti. Uzun ve yoğun makaleden kökten piyasacılığın (IMF’in) üç ana tabusuna karşı geliştirilen önerileri kısaca özetliyorum.

Fiyat istikrarı iyidir ama çok düşük (yüzde 2) enflasyon saplantısı gereksiz hatta yanlıştır. İki tahdit yeterlidir. Bir: Enflasyon tek hanede kalmalıdır. İki: İstikrarlı seyretmeli yani dalgalanmamalıdır. Makale gelişmiş ülkeler için yüzde 4 enflasyonu öneriyor.

Konjonktür dalgalarına karşı mücadelede maliye politikası yararlı hatta zorunludur. Son kriz bunu kanıtlamıştır. Kafalar kumdan çıkmalı, maliye politikasının reddi yerine etkinliğini arttıracak yöntemler araştırılmalıdır.

Döviz kuru küresel mali piyasaların kaprislerine teslim edilmeyecek kadar önemli bir fiyattır. Dalgalı kur rejiminde bile kurun oynaklığına ve düzeyine müdahale yapılabilir. Özellikle ülke parasının değer kazanmasına karşı tedbirler haklı ve meşrudur.

İşte böyle... Dünyada kökten piyasacılığın bir kalesi daha keynesciler tarafından zaptediliyor. Ya Türkiye? IMF’in düşüşü bizimkileri çok üzer. Ama kalelerini savunmaktan vazgeçeceklerini sanmıyorum.

Yazının devamı...

2009’da istihdam ve işsizlik

Euro Bölgesi’nde kamu borcu gerginliği sürüyor. Zenginlerden Yunanistan’a para vermek isteyen yok ama tavsiye konusunda çok cömertler. “Hele siz kemerlerinizi iyice sıkın, sonra bakarız” demeye getiriyorlar.

Para Politikası Kurulu dün toplandı ve gecelik faizleri değiştirmedi. Piyasalar zaten farklı bir karar beklemiyordu. Faiz kararının yeni bilgi değeri pek kalmadı. Yaz başına kadar bu düzey korunur. Sonrası enflasyon ve üretim gelişmelerine bağlıdır.

Maliye Bakanlığı Ocak bütçe gerçekleşmesini yayınladı. Hazine nakit dengesi ile tutarlı şekilde 3 milyar TL faiz dışı fazla, 3.1 milyar TL bütçe açığı çıktı. Bütçe gelirleri faiz dışı harcamadan daha hızlı artıyor. Yani maliye politikası sıkılıyor.

Merkez Bankası ve TÜİK tarafından müştereken hesaplanan tüketici güven endeksi açıklandı. Tüketici güveni Temmuz-Kasım arasında düştükten sonra Aralık’ta hafif kıpırdadı. Ocak’ta da cüzi artış var. Tüketimde güçlü bir canlanma gözükmüyor.

İşsizlikte patlama

Hanehalkı İşgücü Araştırması her ay yapılıyor ama üç aylık ortalamalar halinde yayınlanıyor. Yani Kasım verileri Ekim-Aralık dönemini kapsıyor. Dolayısı ile 2009’un tümünü artık görebiliyoruz.

Önce yıllık verilerle 2009’u 2008’le karşılaştıralım. 2009’da nüfus 820 bin kişi, çalışabilir yaş grubu (15+ yaş) 870 bin kişi artıyor. Fark geçmişteki nüfus yapısındaki değişimden kaynaklanıyor. Uzun süre bu şekilde devam edecek.

Çalışan ve işsiz toplamından oluşan iş gücü ise 930 bin kişi artıyor. Bu noktaya dikkat çekiyorum. Krizle sonrasında beliren yeni bir eğilimdir. İşsizliğin iş gücüne katılma oranını yükseltmesine işaret ediyor.

Ancak 2009’da istihdamdaki artış 10 bin kişide kalıyor Ayrıntısı da ilginç. Tarım-dışı kesimlerde istihdam 200 bin kişi azalıyor. Neyse ki tarım istihdamı 210 bin kişi yükseliyor. Yani istihdamı tarım kesimi (?) kurtarıyor.

Dolayısı ile işsizlik patlıyor. İşsiz sayısı 920 bin artışla 3.5 milyon kişiye tırmanıyor. 2009’da işsizlik oranı yüzde 13.8 oluyor. Hem mutlak sayı hem oran olarak tarihi rekordur. İş bulsam çalışırım diyen sayısı da 200 bin kişi artıyor. Düzeltilmiş işsiz sayısı 5.5 milyona ulaşıyor.

Tarım, sanayi ve işsizlik

Maalesef TÜİK istihdam verilerini takvim ve mevsim etkilerini temizlemiyor. İş bize düşüyor. Her zaman olduğu gibi Tramo-Seats yöntemi ile hesapladım. Üç önemli seriyi 2007 ortalamasını baz alarak endekse dönüştürdüm. Sonuçlar grafiktedir.

Üçgenli çizgi işsizlerdir. 2008 yazından itibaren işsiz sayısı hızla yükseliyor. Bir yılda yüzde 60’a yakın artıyor. 2009 yazından itibaren tekrar ama yavaş bir tempo ile düşüşe geçiyor. Kasım’da hâlâ 2007’nin yüzde 40 üstündedir.

Düz çizgi sanayi istihdamıdır. Ağustos 2008’e kadar az çok durağan seyrediyor. Sonra Haziran 2009’a kadar düşüyor. Yaz aylarını yatay geçiriyor. Sonbaharda artışa geçiyor. Ancak Kasım’da Ağustos 2008’in hâlâ yüzde 5 altındadır.

Kesikli çizgi tarım istihdamıdır. Öyle ya da böyle hep artıyor. Sanayi istihdamı düşüp işsizlik yükselirken tarım istihdamı artıyor. İşsizlik düşüp sanayi istihdamı artarken tarım istihdamı daha da hızlı artıyor. İlginç; değil mi? Sayılar benden, tefsiri sizden...

Yazının devamı...

2009’da sanayi üretimi

Yunanistan kurtarılmalı mı? Almanya’dan ilginç haberler geliyor. Bir kamuoyu araştırmasına göre Almanların üçte ikisi kurtarmaya karşı çıkıyor. Yüzde 53’ü sorunlarını çözemezse Yunanistan euroyu terk etsin diyor. Komşunun işi gerçekten çok zor.

Önce Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İspanya “domuzlar” (PIGS) diye kısaltıldı. Yunanistan’ı çıkartıp Türkiye, İtalya, İngiltere ve Dubai eklenince “aptal” (STUPID) oldu. Neden Türkiye? Bence işin sırrı T harfinde; belli ki başka ülke bulamamışlar.

TÜİK dün Kasım istihdam ve işsizlik verilerini açıkladı. Tarım dışı ve ücretli istihdamda artış eğilimi var. Ama sanayi istihdamı hâlâ geriliyor. İşsizlik yüksek düzeyini koruyor. 2009’da istihdamın seyrini ayrıca ele alacağım.

Tarihi düşüş

Aralık’ta sanayi üretiminde kamuoyunun ilgisini çeken büyük artış yaşandı: Toplam sanayide yüzde 25; imalat sanayiinde yüzde 28. Kurban Bayramı’nın bu yıl Kasım’a kaydığını hatırlattık.

Sanayi üretimi endeksleri aylık hesaplanıyor. Yıllık değerlere ulaşmak için 12 aylık basit ortalamalar kullanılıyor. Aslında takvim etkisi arındırılarak yapılabilir ama sonuç çok fark etmiyor.

2009’da toplam sanayi üretimi 2008’e göre yüzde 9.6 geriledi. İmalat sanayiinde ise yıllık düşüş yüzde 10.9 oldu. Aradaki fark imalat sanayiine kıyasla daha az darbe yiyen “elektrik, gaz, su” ve “madencilik” sektörlerinden kaynaklanıyor.

2001 krizi ile karşılaştıralım. Sanayide yıllık bazda küçülme Şubat 2001’de dibe vurmuştu: Toplam sanayide yüzde 9.0; imalat sanayiinde yüzde 9.7. Halbuki bu krizde serinin dip noktası Eylül’de düşüş aynı sıra ile yüzde 14.5 ve 16.3’e ulaşmıştı.

Dolayısı ile 2009 sanayi için yakın tarihin en kötü yılı olmuştur. Üretimde 2001’den ve 1994’ten çok daha sert bir daralma yaşanmıştır. Bu durum özellikle imalat sanayiinde daha da belirgindir.

Sanayi ve konjonktürü

Takvim ve mevsim etkisinden arındılmış toplam sanayi üretimi endeksi artık TÜİK tarafından açıklanıyor. Kendi hesaplarımla karşılaştırıyorum. Daha güvenilir olduklarını gördüm.

Konjonktürü izlemeyi kolaylaştırdı.

2008 ve 2009 için düzeltilmiş sanayi üretimi aşağıdaki grafikte gösteriliyor. 2007 ortalamasını baz aldım. 2008’in ilk dört ayında sanayi üretimi yatay seyrediyor. Nisan-Eylül arasında yumuşak bir inişe geçiyor. Yani sanayide yavaşlama küresel mali kriz ve resesyondan önce başlıyor.

Ekim-Ocak döneminde çok sert bir düşüş yaşanıyor. İhracatın çökmesi ile paraleldir. 2009’un Şubat ve Mart aylarında yine yatay gidiyor. Nisan’dan itibaren yükselişe geçiyor. Yaz aylarında duraklıyor. Sonbaharda tekrar artıyor.

Krizin bıraktığı hasar da grafikte görülüyor. Toplam sanayi üretimi iki yıl öncesini ancak yakalayabildi. Gelinen son nokta 2007 ortalamasının yüzde 6, kriz öncesi zirvenin ise (Mart 2008) yüzde 9 altındadır. Üstelik imalat sanayii daha geridedir.

Yazının devamı...

2009’da ödemeler dengesi

Mali piyasalar dalgalı ve keyifsiz bir haftayı kayıp olmadan bitirebildi. New York’ta endeks 10 bin civarında tutunuyor. Diğerleri de çok farklı değil. Yeni bir düşüş dalgası başlamadı ama tedirginlik giderek artıyor.

Euro Bölgesi’ndeki sorunlar giderek ciddileşiyor. Namlunun ucunda Yunanistan’ın durduğunu sağır sultan bile duydu. AB yardımı rivayet düzeyinde kalıyor. Almanya ve diğer kuzey ülkeleri bir türlü kurtarma operasyonuna yanaşmıyorlar.

Sırada İspanya mı var? Mali piyasalarda bu soru güncellik kazandı. Geçen hafta yazdım. İspanya’nın sorunları nicel ve nitel açıdan Yunanistan’dan çok farklıdır. Bir bakıma Türkiye’ye yakındır. Ayrı bir yazıda ele almak istiyorum.

Aralık dış ticaret endeksleri TÜİK tarafından yayınlandı. İthalat miktar endeksindeki artış ihracattan daha yüksek çıktı. Seriye takvim ve mevsim etkilerinden arındırdıktan sonra bakamadım. Ayrıntılarına Ocak verileri gelince ineriz.

Dış açık daraldı

Merkez Bankası 2009 ödemeler bilançosunu yayınladı. Kesin sayılar değildir. Önümüzdeki aylarda mutlaka revizyon yapılır. Özellikle net hata noksan kaleminde kayda değer farklar olabilir. Ama temel eğilimler değişmez.

Önce sayıları kısaca gözden geçirelim. Yaşanan ağır resesyonun dış açıkta ciddi bir küçülme getireceği zaten biliniyordu. Yıl ortasına doğru 10 milyar doların altına inebileceğini bile düşünmüştüm. Fakat son çeyrekte açık tekrar büyümeye başladı.

Resmin daha iyi görülmesi için son iki yılı karşılaştıran özet bir tabloyu yazıya ekledim. Bir uyarı: konjonktür takvim yılına uymak zorunda değildir. Nitekim bu kez dış dengede kırılma son çeyreklerde gerçekleşti.

Örneğin cari işlemler açığı Ağustos 2008’de 50 milyar dolara ulaşmıştı. Ardından inişe geçti. Yıl sonunda 42 milyar dolara, Ekim 2009’da 12 milyar dolara geriledi. İki aydır ithalat canlanınca 2009’u 14 milyar dolarla kapadı.

2009’da cari işlemler dengesinde 28 milyar dolar düzelme var. Hizmet, yatırım ve transfer toplamı aynı kalıyor. Yani düzelmenin tümü ithalat düşüşünden kaynaklanıyor. Canlanma ile birlikte ne olur sorusu haklı olarak gündeme geliyor.

Dış borç ödendi

Kısaca finansman tarafına bakalım. Net hata noksan kaleminden 8 milyar dolar giriyor. Geçmişte çok üstünde durduk. Bugün geçiyorum. Böylece dış finansman ihtiyacı 5 milyar dolara iniyor.

Buna yabancı sermaye ve hisse senedi yatırımlarından gelen 9 milyar doları ekliyerek borçlanma öncesi dengeyi buluyoruz. 2008’de 20 milyar dolar açık var; 2009’da 3 milyar dolar fazlaya dönüşüyor. Anlamı: Türkiye’nin net dış borcu bu kadar azalıyor.

Kamu kesiminin net dış borçlanması yok. Özel kesim ise 9 milyar dolar dış borç ödüyor. 3 milyar dolar borç öncesi fazla ile nasıl 9 milyar dolar borç ödenir? Basit: döviz rezervlerini kullanarak. Bankaların döviz rezervleri 6 milyar dolar geriliyor.

Manzara budur. Kritik soruları sormakla yetinelim. Milli gelirde rekor küçülmeye rağmen 14 milyar dolar dış açık yüksek değil mi? Acaba TL’nin hala aşırı değerli kaldığının bir göstergesi alabilir mi? Ben ikisine de “evet” derim. Siz ne diyorsunuz?

Yazının devamı...

2009’da brüt kamu borcu

Yunanistan sonunda acı ilacı içmek zorunda kaldı. Dolaylı-dolaysız vergiler artıyor. Memur alımı ve maaşlar donduruluyor. Kamu yatırımları ve cari harcamaları kısılıyor. Kendi olmasa da IMF’in ruhu Yunanistan’a ulaştı.

Devletler işte bu nedenle, mali piyasalar sıkıştırınca vatandaşlarına dönüp “pamuk eller cebe” diyebildikleri için batmaz. Bizim geçmişten çok iyi bildiğimiz bir durumdur. Komşunun halini anlıyoruz. Ne diyelim; başa gelen çekilir!

Ocak için Finansal Çözümler Ltd. tarafından hesaplanan CNBC-e Tüketici Eğilimi Endeksi açıklandı. Mevsimlik etki temizlenince hem bir önceki aya hem geçen yıla kıyasla düşüş görülüyor. Tüketimdeki canlanmanın güçsüzlüğüne yeni bir işarettir.

Hazine 2010’un ilk nakit gerçekleşmesini yayınladı. Ocak’ta 2.3 milyar TL faiz-dışı fazla, 3.7 milyar TL nakit açığı var. 2009’a kıyasla gelir faiz-dışı harcamadan hızlı artıyor. Ama faiz ödemeleri patlıyor. Bu da nakit açığını iki katına çıkartıyor.

Bütçe açığı borcu yükseltir

Birbiri ardından 2009’un verileri kesinleşiyor. Ödemeler dengesi ve dış ticaret endeksleri bugün yayınlanıyor. Dış denge için onları bekliyorum. Sonra sıra sanayi üretimi ve Pazartesi günü açıklanacak istihdam verilerine geliyor.

Merkezi yönetim brüt borcu ile başlıyorum. Aslında toplam kamunun net borcu daha yararlı bir gösterge ama geç yayınlanıyor. Üçüncü çeyrek çıkalı çok olmadı. Konu yoğunluğundan onu da ele alamadık. Sanırım yıl sonu verileri Nisan ortasını bulur.

Temel büyüklükler aşağıdaki tabloda yer alıyor. İlk sütuna hatırlatma için 2001’i koydum. Son üç sütunda karşılaştırmalar yer alıyor. Borç verileri üst bölümde TL, alt bölümde dolar cinsinden ifade ediliyor.

2009’da Hazine borcunda bir artış olduğunu bütçe açığından biliyorduk. Nitekim 61 milyar TL artarak 441 milyar TL’ye yükseliyor. Halbuki 2009’da bütçe açığı 52 milyar TL idi. Aradaki farkın kaynağını net kamu borcunda göreceğiz.

Brüt kamu borcunun milli gelire oranını yüzde 46 hesaplıyoruz. Krize rağmen Türkiye’nin brüt borcu AB ortalamasının altında kalıyor. 2008’de yüzde 40’tı. Yani brüt borcun milli gelire oranı 6 puan yükseldi. Artış da AB ortalamasından küçüktür.

Bazı gözlemler

Kamu borcundaki artış tümü ile TL cinsinden borçtan kaynaklanıyor. Hazine’nin döviz borcu 85 milyar dolar düzeyinde sabit kalıyor. Ama dövizle iç borcun payı azalıyor. Bütçe açığının iç piyasadan TL ile finansmanı sayılara yansıyor.

Son iki sütunda enflasyonu düşüp reel değişimi hesaplıyoruz. 2009’da TL borcunda yüzde 17 reel artış, döviz borcunda yüzde 6 reel azalış, toplam borçta yüzde 9 reel artış var. Resesyonun bütçeye ve oradan kamu borcuna maliyetidir.

Son sütunda 2001’den 2009’a reel değişim hesaplanıyor. 2009’daki reel artışa rağmen, sekiz yıl sonunda Hazine’nin brüt borcu hâlâ 2001 düzeyinin yüzde 2 altında kalıyor. Küresel krize rağmen nisbi mali istikrarın sırrı bu sayıdadır.

Kötümserleri de sevindirelim. Tablonun alt bölümüne, dolarla borç sayılarına baksınlar. Brüt kamu borcu 2009’da 293 milyar dolara yükseliyor. Artış oranı 2009’a göre yüzde 17, 2001’e göre yüzde 137’dir.

Yazının devamı...

Euro Bölgesi’nde neler oluyor?

Küresel mali piyasalar haftanın ilk gününü yön arayarak geçirdi. Varlık fiyatlarında şişme döneminin bittiği beklentisi yaygınlaşıyor. Düzeltme tedirginliği artıyor. İçeriye İMKB’de düşüş ve kurda artış şeklinde yansıdı.

Aralık sanayi üretim verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Böylece bayramların bir ay öne kaymasının yarattığı sorunlu dönem bitti. Ocaktan itibaren veriler tekrar normalleşiyor.

Aralık’ta bir önceki yıla kıyasla toplam sanayi üretimi yüzde 25.2 arttı. Çalışılan güne göre düzeltince artış hızı yüzde 8.3’e geriliyor. Mevsim etkisini arındırınca Kasım’a kıyasla yüzde 0.7 artış hesaplanıyor.

Bu arada imalat sanayii üretiminin bir önceki yıla kıyasla yüzde 28 arttığını belirtelim. Takvim ve mevsim etkileri temizlenince, esas toparlanmanın imalat sanayiinde gerçekleştiği görülüyor. Fırsat bulunca ayrıntılara gireceğim.

AB içi dengesizlikler

Büyük mali ve ekonomik çalkantılar bizim mesleğe ilgiyi hemen artırıyor. On günlük aradan sonra İstanbul’a dönünce biraz sosyallik yaptım. Her yerde aynı soru ile karşılaştım: Ne olacak bu euronun hali!

Türkiye ekonomisinin çok kırılgan olduğu eski günlerde vatandaş dış dünya ile bu kadar ilgilenmezdi. Dışarıda sorun çıkınca “acaba döviz alalım mı?” sorusuna odaklanırdı. Türkiye sakinleşince başka ekonomilerin dertlerine merak arttı.

Küresel mali kriz sırasında Euro Bölgesi’ne yönelik gözlemler yaptık. Kısaca özetleyelim.

Bir: Mali krizin esas sorumlusu euro bölgesi ülkeleri değildi. ABD ve İngiltere idi. Euro bölgesinde bankacılık kesiminin sorunları daha hafifti.

İki: Euro Bölgesi’nin küresel dengesizliklere katkısı azdı. Yani bölge cari işlemler hesabında kayde değer bir fazla ya da açık mevcut değildi.

Üç: Buna karşılık Euro Bölgesi içinde ciddi ticaret dengesizlikleri vardı. Başta Almanya ve Hollanda, bazı ülkeler dış fazla, İspanya, Yunanistan vs. ise dış açık veriyordu.

Dört: Aynı anda, Euro Bölgesi’nde maliye politikası uyumu sağlanamamıştı. Bütçe açığı ve kamu borç oranı çok yüksek ülkeler vardı.

Beş: Halbuki, euro üyeliği sorunlu ülkelere devalüasyon yolunu kapatıyordu. Dengesizliklerin düzeltilmesinde bütün yükü maliye politikası taşıyacaktı.

Zor düzeltme

İktisadın temel kurallarından biridir. Ortada bir reel dengesizlik varsa, eninde sonunda onu düzeltecek mekanizmalar devreye girer. Düzeltme bazen düşük maliyetli olur; yumuşak (intizamlı) deriz. Bazen maliyet artar; sert (intizamsız) denir.

Her ülkenin kendi koşullarına da bakmak gerekiyor. Örneğin İrlanda bütçe açığını küçültmek için memur maaşlarını indirdi. Grev, sokak hareketleri vs. olmadı. Ama Yunanistan’ın siyasi yapısı bu tür radikal çözümlere izin vermiyor.

İspanya’da ise özel kesim kökenli sorunlar öne çıkıyor. Gayrimenkule dayalı büyümenin durması bankacılık kesimini hırpaladı. Aynı anda patlayan işsizlik gerekli tedbirleri almayı siyaseten zorlaştırdı.

Bugünlük bu kadar. Bu konu daha çok konuşulur. Geri döneceğim.

Yazının devamı...

Hayat pahalılığı ve enflasyon

Dünya borsaları kötü bir hafta geçirdi. New York’ta Dow Jones endeksi dört ay öncesine geri döndü. Cuma gecesi zar zor 10.000’de tutunmaya çalışıyordu. İMKB’de bu küresel dalgadan nasibini aldı. O arada TL de değer kaybetti.

Küçük çaplı sıradan bir düzeltme mi? Yoksa mali piyasalarda yeni bir fırtınanın habercisi mi? “Mağlup pehlivan güreşe doymaz” sendromuna ben de yakalandım. Mali piyasalarda balon oluştu, mutlaka patlar deyip duruyorum. Göreceğiz.

Yunanistan’a bir IMF heyetinin gittiği rivayetleri çıktı. The Economist son sayısında önermişti. Özetle, ’bütçeyi sıkmayı en iyi IMF bilir, AB bu işlerden anlamaz, görevi IMF’e devretmeli’diyor. Bence haftanın haberidir. Kime niyet, kime kısmet...

Enflasyon yükseldi

Ocak enflasyonunun yüksek çıkacağı biliniyordu. Merkez Bankası da baştan uyarmıştı. Çoğunluk yüzde 2 civarında bekliyordu. Çarşamba günü açıklanan TÜİK verileri bunun az altında ama neticede beklentilerle uyumlu geldi.

Geçen yıl yüzde 0.3 olan tüketici fiyat artışı bu yıl yüzde 1.9’a yükseldi. Dolayısı ile 2009’u yüzde 6.5’la bitiren yıllık TÜFE 1.6 puan artışla yüzde 8.2’ye tırmandı. Üretici fiyatları ise yüzde 0.6 arttı. Yıllık ÜFE artışı yüzde 6.3 oldu.

Son birkaç aydır enflasyon yükseliyor mu? Hiç tereddütsüz “evet” diyoruz. Sayılar çok açıktır. Buna karşılık tüketici fiyatlarında görülen bu artışın ne anlama geldiği konusunda görüşler farklıdır.

Enflasyondaki yükselişin nedenlerine bakıyoruz. Öncelikle, başta sigara, içki ve enerjide gerçekleşen vergi artışları öne çıkıyor. Bunlar Ocak enflasyonuna katkısı yüzde 1.7 olarak hesaplanıyor.

Enflasyonu yükselten diğer etken gıda fiyatlarındaki artıştır. Gıda kaleminde yıllık artış Ocak’ta TÜFE’nin 1.5 puan üstünde, yüzde 9.7 olarak gerçekleşti. Bu olaya bir süredir dikkat çekiyoruz.

Hayat pahalılandı

Bu noktada TÜFE ile neyi ölçmeye çalıştığımızı tekrar hatırlayalım. Endeksin kökeninde vatandaşın elindeki paranın ve gelirinin satınalma gücünün nasıl değiştiği arayışı vardır. O nedenle “hayat pahalılığı endeksi” de denir.

Demek ki Ocak’ta ortalama tüketici bir önceki aya kıyasla yüzde 1.9 fakirleşti. Hayat pahalılığı reel gelirini o oranda düşürdü. Nedeni nisbi fiyatların değişmesidir. Vergi kamu hizmetinin fiyatıdır. Ocak’ta devletin reel geliri artınca tüketicininki azaldı. Aynı mantık gıda fiyatları için geçerlidir.

Gelelim kritik soruya. Nisbi fiyat değişimleri enflasyonist baskıya nasıl dönüşür? Vatandaş reel gelirindeki düşüşü telafi etmek için sattığı mal ve hizmetlerin fiyatını (ücret, kar, kira, vs.) yükseltmeye çalışır. Koşullar buna izin verir. Yaygın fiyat artışları başlar.

Ocak verileri koşulların izin vermediğini gösteriyor. İki önemli özel kapsamlı gösterge (G ve I) iki aydır eksi çıkıyor (deflasyon). Yıllık kira artışı yüzde 5’in altına indi. Velhasıl hayat pahalılanıyor ama enflasyonist baskı oluşmuyor. Aradaki fark çok önemlidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.