Şampiy10
Magazin
Gündem

İstihdam bilmeceleri

Şaşırtıcı haber internete hafta sonu düştü. Çin hükümetinden Yuan’ın değerinin piyasa koşulları tarafından belirlenebileceği yönünde işaretler gelmişti. Gözlerime inanamadım. Şüpheyle karşıladığımı söylemeliyim.

İyimser tefsir, Çin’in küresel ekonominin gerçekleri ile yüzleşmeyi nihayet kabul etmesidir. Kötümser tefsir, Yuan’ın Euro’ya karşı değer kazanmasını döviz sepetine geçerek telafi etmektir. İkincisi daha makul duruyor.

Yuan’dan söz edince aklıma aklıma aşırı değerli TL geldi. Dün sabah acaba siyasi sorunlar dövizi yükseltir mi diye bekledim. Beyhude umutlanmışım. TL az da olsa değer kazandı. Anlayan beri gelsin...


2008’le karşılaştırma

2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının ekonomiye giydirdiği deli gömleğini yıllardır eleştiriyorum. Yüksek faizler ve beraberinde gelen aşırı değerli TL’nin en büyük zararı istihdama verdiğini özellikle vurguluyorum.

Tekrar edeyim. Türkiye’nin en önemli sorunu istihdam yetersizliği ve işsizliktir. Bütün anketlerde vatandaşın da aynı kanıda olduğu çıkıyor. Her sorulduğunda önce işsizlikten şikâyet ediyor. Önce o sorunun çözümünü istiyor.

Mart istihdam verileri yayınlandıktan sonra, geçen yıla kıyasla istihdamda görülen artışa dikkat çekildi.

Ekonominin tekrar istihdam yarattığı söylendi. Sanki işsizlik sorunu hafifliyor gibi bir hava oluştu.

2009’la karşılaştırma aslında aldatıcıdır. Geçen yıl ilkbahar ayları üretimin ve satışların dibe vurduğu dönemdi. Doğal olarak istihdam da düşmüştü. Talebin toparlanması ile birlikte üretim ve istihdam da artışa geçti.

Resmin daha iyi görülmesi için biraz çalıştım. Mart sayılarını kriz öncesi yıllarla karşılaştıran tablolar hazırladım. 2008’le karşılaştırmayı bugün sizlerle paylaşıyorum. Diğerlerini de önümüzdeki aylarda yayınlarım.


Ayrıntıdaki şeytanlar

İki yılda çalışabilir yaştaki (15+) nüfus 1.7 milyon, iş gücü ise 2.3 milyon artıyor. İş gücü dışı nüfus 500 bin azalıyor. Katılım oranı 2.8 puan yükseliyor. İlk bilmece budur. Ekonomi büyürken nüfus ve iş gücü artışı paralel gidiyordu. Krizle birlikte iş gücü daha hızlı artmaya başladı. Neden?

Devam edelim. İki yılda istihdam 1.4 milyon, işsizler 1 milyon yükseliyor. İstihdam artışı tarım ve tarım-dışı arasında eşit bölünüyor. 700 bin. İkinci bilmece: Tarımda istihdam neden artıyor? Türkiye “tarımlaşma mucizesi” (!) mi keşfetti?

Vatandaş iş deyince aslında ücretli istihdamı kasdediyor.

İki yıllık artış sadece 600 bindir. Yaratılan istihdamın geri kalan 800 bini kendi hesabına çalışanlar ve ücretsiz aile çalışanıdır. Üçüncü bilmece: Bu insanlar ne üretiyor?

İlk çeyrek milli geliri yakında açıklanıyor. Takvim ve mevsim etkisi temizlenince, 2008 ilk çeyreğini yakalaması bekleniyor. Halbuki iki yılda istihdamda yüzde 6,6 artış var. Ortalama verimin aynı oranda düşmesi anlamına geliyor.

Neden?

Son olarak kriz öncesinde yüzde 11 olan işsizlik oranının canlanmaya rağmen yüzde 13,8’e tırmandığını belirtelim.

Fark (2.8 puan) katılım oranındaki artışa eşittir.

Görüldüğü gibi bilmeceler iç içedir.

Özet: işsizlik açısından iyimser olamadığımı söylemeliyim.

Yazının devamı...

AB ve Türkiye

Para Politikası Kurulu faizlerle oynamadı. Karar metninde değişiklikler var. Merkez Bankası kendini daha güvende hissediyor. Enflasyon düşer, hedef tutar diyor. Görünür gelecekte faiz arttırımı olmayacağını ima ediyor. Aylar önceden söylemiştim.

Piyasalar çalkalanıyor, euro sürünüyor ama TL değer kazanıyor. Küresel ekonomide sorunlara rağmen son haftada TL tekrar yükseldi. Türkiye aleyhine seyreden pariteyi de unutmayın. Her gördüğüm “ne oluyor hoca?” diye soruyor. Ben de “hayra alamet değildir” diyorum. Aşırı değerli TL ciddi bir tehdide dönüşüyor.

Uluslararası Yatırım Pozisyonu yayınlandı. Nomura’dan Olgay Büyükkayalı uyarmıştı. Bankalar reel kesimin off-shore şubelerine borcunu azaltıyor. Döviz kredisini içeriden veriyor. Toplam kredilerdeki artışın bir bölümü sanal oluyor.

TÜİK verilerine göre, 2009’da 590 bin çift evlenmiş. 525 bin için ilk evlilik. Ortalama yaş erkeklerde 26.3 ve kadınlarda 23. İstanbullular bir yıl sonra evleniyor. 115 bin çift boşanmış. En yüksek boşanma oranı Ege’de.


Kritik sorular

Bir süredir Türkiye-AB ilişkilerini yazmak istiyordum. 2006 öncesinde favorilerimden biri idi. “AB muhibbi” statüsünü kazanmıştım. Müzakere aşamasında geri plana düştü. Köprülerin altından çok su aktı, bir değerlendirme zamanı geldi diyordum.

Çarşamba günü Euromoney dergisi İstanbul’da bir toplantı düzenledi. Türkiye’nin geleceğinin tartışıldığı ilk panele ben de katıldım. İngiliz moderatör dış politika ile başladı. Türkiye’nin batıdan kopmasında AB’nin sorumluluğuna dikkat çekti.

Derhal kritik soruları sordu. Türkiye AB’ye üye olacak mı? Fransız ve Almanların başını çektiği “hayır” cephesine rağmen hâlâ üyeliğe destek sürüyor mu? Türkiye için AB’nin alternatif var mı? Dışarıda kalmak Gümrük Birliği’ni etkiler mi?

AB temsilcisi (büyükelçi) de panelistler arasında yer alıyordu. 150 kişi çalıştığını, AB’nin en büyük temsilciliği olduğunu öğrendik. Müzakerelerin zor bir dönemden geçtiğini kabul etti. ‘Umutsuz olmayalım’ dedi. Ama üyelik mutlaka bir gün gerçekleşir diyemedi.
Moderatör izleyicileri de kattı. AB üyeliğini destekleyenler? Çoğunluk el kaldırdı. Üyelik bir gün gerçekleşir mi? Kalkan eller azaldı. Çevremde bu tavrın giderek yaygınlaştığını görüyorum.


Farklı bir senaryo

Bir gerçeği kabul edelim. Üyeliği engelleyen ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlar değildir. Bunların hepsi bahanedir, argümanlarını çürütmek kolaydır. Gerçek neden söylenemeyen nedendir. Dindir. Türkiye halkının müslüman olmasıdır.

Bu teşhis önemlidir. Çünkü diğer itirazların tümüne çözüm bulunabilir. Türkiye demokratikleşmesini tamamlar. Ekonomisi gelişir. İşsizlik biter. Dünya koşulları değişir. Fakat din farkı kalır.

Yani “hayır” cephesi kolay gevşemez. Kabul etmek gerekiyor. O açıdan Türkiye’de seçkinlerin yaklaşımını gerçekçi bulmuyorum. Özeti şöyle: Bir gün onlar bizi davet etmek zorunda kalacak, bekleyelim, direnelim, yeter.
Türkiye için AB üyeliği dün gerekli idi. Bugün ve belki birkaç yıl daha gereklidir. Onbeş yada yirmi yıl sonra, büyük dönüşümünü kendi gücü ile gerçekleştiren bir Türkiye’nin AB’ye bakışı da değişecektir. İki tarafın da bu gerçeği anlamasında yarar görüyorum.

Yazının devamı...

Değer kaybı Euro’yu rahatlatır

Moody’s Yunanistan’ın kredi notunu dört basamak birden indirdi. Ama Türkiye hâlâ bir alt basamakta yer alıyor. Mahfi Eğilmez’in Radikal’de Salı günü çıkan yazısını okumanızı öneririm. Rating sistemini eleştiriyor ve reform istiyor. Mahfi’ye katılıyorum.

Mayıs bütçe sonuçları açıklandı. 2010 hedefi 50 milyar TL açık, 6.5 milyar TL faiz-dışı fazla idi. Beş aylık açık 10 milyar TL, faiz dışı fazla 14 milyar TL geldi. Buna sıkı maliye politikası denir. “IMF giderse popülizm gelir” tezi ne oldu? Lobi sustu.

Mart istihdam ve işsizlik verileri yayınlandı. Geçen yıla göre istihdam arttı: Toplam 1.6 milyon; tarım 600 bin, tarım dışı 1 milyon. İşsiz sayısı 330 bin düşüşle 3.5 milyona, işsizlik oranı yüzde 13.7’ye geriledi. Hiç parlak değildir. Belki ayrıntısına gireriz.

Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. Mali piyasalarda faiz artırımı öngören kalmadı. Son enflasyon ve bütçe verileri “yüksek faiz lobisini” fena vurdu. Haziran’da banko faiz arttırımı diyenlerin şimdi umudu sonbahar. Göreceğiz.

Kuru ihmal etmeyin

Mali piyasalarda “sürü davranışı” çok yaygındır. Bir gün bakarsınız herkes iyimser; biraz eleştirel tavırlar bile aforoz ediliyor. Aradan kısa bir süre geçer; karamsarlık açık artırmaya çıkar. İtirazlara gene kulak asılmaz.

Şu günlerin modası “Euro-karamsarlık”. Her gün AB’nin ve Euro Bölgesi’nin nasıl bir felakete gittiğini anlatan yeni senaryolar dolaşıma giriyor. Neler neler oluyor; ülkeler iflas bayrağını çekiyor, Euro Bölgesi dağılıyor vs.

Olayın siyaset boyutunu geçen hafta inceledim. Ekonomi politik de diyebiliriz. Analizleri neden abartılı bulduğumu anlattım. Tarafların akılcı çözümlere yanaşması ihtimalinin hâlâ güçlü olduğunu belirttim.

Olayın teknik-iktisadi boyutu döviz kurudur. Karamsar analizlerde bölge içinde kurun sabit olmasının yol açtığı sorunlar vurgulanıyor. Ama Euro’nun değer kaybının bölge ekonomisine etkilerinden hiç söz edilmiyor.

Euro’daki değer kaybının bölgeye hiç mi yararı yok? Sayılara bakmak gerekti. Eurostat’ın son derece kullanışlı bir veri bankası var. Bulgularımı sizlerle paylaşıyorum. Tüm veriler kriz öncesini yansıtan 2008 içindir.

Sayıların dili

Euro bölgesi (16 ülke) ile başlayalım. Milli gelir 9.3 trilyon euro, bölge dışına ihracat 1.6 trilyon euro, ihracat oranı yüzde 17 (Türkiye: Yüzde 18). Yani euro’da değer kaybının bölgeye talep etkisi TL’nin değer kaybı ile eşdeğerdir. Küçümsenemez.

İnsanları AB’nin dış dünyaya ihracat oranının düşük olması (yüzde 10,5) yanıltıyor. Halbuki euro bölgesi diğer AB ülkelerine (başta İngiltere, 11 ülke) ihracat yapıyor. Euro’daki değer kaybı esas onları vuruyor.

Ya Yunanistan? Milli gelir 238 milyar euro; bölge dışına ihracat 10 milyar euro, ihracat oranı yüzde 4 (!). Ama Yunanistan’ın bölge dışına hizmet ihracatı yüksektir: 21 milyar euro. Toplayınca oran yüzde 13’e çıkıyor. Düşük euro Yunanistan’ı da olumlu etkiler.

Mantık açıktır. Euro düştükçe bölge dışına ihracat artar. Büyüme güçlenir. Yunanistan da bundan yararlanır. Neticede döviz kuru işlevini yerine getirir. Kamu maliyesi sorunlarını çözmez ama düzeltme sürecini kolaylaştırır.

2009’da ortalama euro-dolar paritesi 1.40 olmuştu. Euro için parite 1.20’de yüzde 17, 1.10’da yüzde 22, 1.00’de yüzde 28 değer kaybı demektir. Az mı? TL’nin sepet bazında yüzde 17 değer kaybı bile doları bugün 1.84 TL’ye taşırdı. Ah, nerede o günler!

Yazının devamı...

Dış açığın finansmanı

Mali piyasalar haftaya nispeten iyi başladı. Baktığımda ABD borsaları açılmamıştı ama Avrupa yükseliyordu. Euro da olumlu havadan nasibini aldı. Parite 1.23’e yaklaştı. Bir sonraki düşüşe kadar moraller iyi demektir.

Bugün Mart istihdam ve işsizlik verileri çıkıyor. Ekonomik canlanma artı olumlu mevsim etkisi ile tarım dışı istihdamın artması ve işsizliğin azalması gerekiyor. Ama ne kadar? Ayrıntılara bakarız.

Otomotiv sanayii Mayıs verileri açıklandı. İlk beş ayda üretimde yüzde 46, ihracatta yüzde 52 artış var. İç satışlar ise az çok aynı kalmış. Halbuki geçen yıl ÖTV indirimi vardı, bu yıl yok. Normal koşullarda ilk yarı artışla biter. Sonrası için rivayetler muhtelif...


Finansman önem kazanıyor

Canlanan iç talep özellikle ithal mallara yönelince, dış açık hızla büyümeye başladı. Sanırım bu konuyu yeterince işledik. Aşırı değerli TL’nin ekonomiyi gene tatsız bir açmaza sürüklediğini vurguladık.

Döviz kurunun değişmediğini kabul edelim. İç taleple büyüme devam ederse dış açık hızla tırmanır. Dolayısı ile dış açığın finansmanı hakkında tereddüt ve spekülasyonlar tekrar gündemi işgal etmeye başlar.

O nedenle bugün dış finansmanın kalitesine bakmaya karar verdim. 2002 sonrası toplu verileri elimde vardı. Ama daha gerçekçi olmak için hükümetin ilk iki yılını ve kriz dönemini çıkarttım. 2005-7 arası üç yılın ortalamasını aldım. Bu yılın ilk dört ayı ile karşılaştırdım. Sonuçlar aşağıdaki tablodadır. İlk sütunda 2005-7 dönemi için yıllık ortalama sayılar milyar dolar olarak yer alıyor. İkinci sütunda farklı finansman kalemlerinin cari işlemler açığına oranları var. Son iki sütun bu yılın dört ayı için sayıları ve oranları gösteriyor.


Dış finansmanın kalitesi

Önce daha sağlıklı olduğu düşünülen borç-dışı kaynaklara bakalım. 2005-07 döneminde payı yüzde 71 iken bu yıl yüzde 9’a geriliyor. Örneğin yabancı sermaye girişinin payı yüzde 52’den yüzde 12’ye iniyor. Dolayısı ile borçlanma gereği yüzde 29’dan yüzde 91’e tırmanıyor.

Borçlanmanın yapısı da değişiyor. Kamu borçlanmasının payı yüzde 4’ten yüzde 64’e yükseliyor. Yabancıların TL tahvil alımı yüzde 10’dan yüzde 30’a çıkıyor. Buna karşılık özel kesimin borçlanma payı yüzde 84’ten yüzde 14’e düşüyor. Özellikle banka-dışı özel kesim borçlanma yerine (yüzde 64) borç ödemeye başlıyor (yüzde 22).

Neticede, 2005-07 döneminde dış açığın yüzde 29’u kadar borçlanma gereğine karşılık yüzde 79’u kadar borç alınıyor. Aradaki fark (yüzde 50) rezerv birikimine gidiyor. Bu yıl yüzde 91’lik borç gereğine karşılık borçlanma yüzde 78’de kalıyor. Aradaki fark (yüzde 13) rezervlerden ödeniyor.
İlginç bir gelişmeye dikkat çekelim. 2005-07 arasında hem Merkez Bankası hem bankalar rezerv biriktiriyor. Merkez Bankası bu yıl da rezervini artırıyor (yüzde 36). Ama bankalarda daha büyük rezerv düşüşü (yüzde 46) gerçekleşiyor.

Özetleyelim. Bir: Borç dışı finansman azalıyor, borçlanma artıyor. İki: Özel kesim borçlanması azalıyor, kamu borçlanması artıyor. Üç: Finansman fazlası rezerve gitmiyor, finansman yetersizliği rezerv eritiyor. Durum budur, bilginize.

Ortalama Dağılım Ocak-Nisan Dağılım
Milyar dolar 2005-07 % 2010 %
Cari İşlemler Dengesi -31 100 -14 100
Net Hata Noksan 1 5 -1 -9
Yabancı Sermaye Yatırımı 16 52 2 12
Hisse Senedi Yatırımı 4 14 1 5
Borçdışı Finansmanı 22 71 1 9
Borçlanma Gereği -9 -29 -13 -91
Yabancı TL Tahvil Alımı 3 10 4 30
Diğer Hükümet ve MB -4 -14 5 34
Toplam Kamu Borçlanması -1 -4 9 64
Mali kesim borçlanma 6 20 5 36
Banka-dışı Borçlanma 20 64 -3 -22
Toplam Özel Borçlanma 26 84 2 14
Toplam Dış Borçlanma 24 79 11 78
MB Rezerv Değişimi -11 -35 -5 -36
Bankalar Rezerv Değişimi -5 -15 7 49
Toplam Rezerv Değişimi (- artış) -15 -50 2 13

Yazının devamı...

“Onlar” grubu

Yeni Japon Başbakanı’nın konuşması mali piyasalara bomba gibi düştü. Kamu açığına ve borçlarına acil tedbir istiyor. ‘Gündeme iflas gelebilir’ diyor. Burnuma iç siyaset kokuları geldi. Reform karşıtlarının direncini Yunanistan örneği ile kırmaya çalışıyor.

Nisan dış ticaret endeksleri açıklandı. İthalat miktar endeksi yüzde 26, ihracat miktar endeksi yüzde 13 artmış. İki katı ediyor. İthalattaki tehlikeli patlama zaten dış ticaret sayılarında görülmüştü. Fiyat etkisinden kaynaklanmadığı kesinleşiyor.

Nisan ödemeler dengesi de yayınlandı. İlk dört ayda 14 milyar dolar cari işlemler açığı oluştu. Yıl sonu 35 milyar dolara gidiyor. Sermaye hesabında ilginç gelişmeler var. Ayrıntıları ayrı bir yazı gerektiriyor.

CNBC-e Tüketim Endeksi Mayıs sonuçları çıktı. Tüketim ne düşüyor ne artıyor. Nisbeten yüksek düzeyde ama durağanlaşıyor. Diğer göstergeler ve piyasa gözlemleri ile tutarlıdır. Önümüzdeki dönemde yatay seyrini sürdürmesini bekliyorum.


Farklı bir bakış

Benim çocukluğumda dünya çok basitti. İkiye bölünmüştü. Bir yanda “özgür dünya” karşısında Sosyalist blok vardı. Gençliğimde üçlendi. Bağımsızlar hareketi çıktı. Çin de onlara katıldı. ‘Üçüncü Dünya’ dendi.

Soğuk savaş sonrasında işler karıştı. Sovyetlerin dağılması, Avrupa Birliği, Asya ekonomilerinin yükselişi, 2009 krizi derken, ülke grubu sayısı da patladı. Say say bitmiyor. Her geçen gün yeni bir gruplaşma önerisi seslendiriliyor.

G-7, G-20, BRIC, vs, çoğunu yaratıcı bulmuyorum. Eskiler “malumu ilan” derler. Ama geçenlerde farklı bir bakışa rastladım. Yazarı Martin Walker, ünlü danışmanlık şirketi A.T.Kearney’de yönetici imiş. İlgimi çekti.
“Onlar” diyor. İngilizcesi “The Ten”. Satın alma gücü paritesine (SAG) göre milli gelir büyüklüğü sıralaması şöyle: Meksika, Kore, Türkiye, Endonezya, İran, Polonya, Tayvan, Suudi Arabistan, Arjantin ve Tayland.

Dikkatinizi çekmiştir. BRIC ülkeleri yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin bu gruba dahil değil. Bunlar çok büyük ülkeler; ayrı ele alınmaları gerekiyor. O nedenle dışarıda bırakılıyor.


Üçüncü blok

Walter küresel ekonomiyi beş hakim bloğa ayrıştırıyor. Hesaplarda 2009 yılı milli geliri (SAG) kullanılıyor. İlk iki sıranın daha uzun süre değişeceğini sanmıyorum. Ama sonrası ilginç gelişmelere gebedir.

Küresel ekonominin en büyüğü 17.8 trilyon dolarla AB çıkıyor. Onu 14.3 trilyon dolarla ABD izliyor. Üçüncü sırada 8.8 trilyon dolarla Türkiye’nin de içinde yer aldığı “Onlar” yer alıyor.

Çin tek başına dördüncü bloğu oluşturuyor: 7.9 milyar dolar. Çin’i ayrı bir kategori kabul etmesi analizi beğenmenin nedenlerinden biridir. Çin gerçekten çok farklıdır. Son (beşinci) grup ise 7.5 trilyon dolarla Brezilya, Rusya ve Hindistan oluyor.

“Onlar” grubunun ayırdedici özelliği heterojenliğidir. Farklı kıtalar, dinler ve kültürleri kapsıyor. Yazı geleceğin renkli dünyasında rekabeti şöyle özetliyor:
“Brezilya müziği, Meksika şarkıcıları, Türk edebiyatı, Arjantin dansları, Tayland sporları, Polonya mimarisi, Suudi hat sanatı ve Endonezya moda tasarımı Bollywood filmleri, Rus uzay turizmi ve Çin sanayisi ile piyasada rekabet edecektir.”

Yazının devamı...

Euro’nun geleceği tartışılıyor

Küresel mali piyasalar biraz sakinlemişe benziyor. İMKB-100 endeksi dün tekrar 54 bini aştı. Son baktığımda New York’ta Dow Jones da 10.000’e yaklaşmıştı. Fırtına bitti mi? Yoksa yeni bir fırtına öncesinin sükûneti mi? İşte bütün mesele...
TÜİK’in hesapladığı nisan sanayi üretimi, beklentilere yakın geldi. Geçen yıla kıyasla toplam sanayi üretimi yüzde 17, imalat sanayi üretimi yüzde 18,6 yükseldi. Bir önceki aya göre de her ikisi yıllandırılmış yüzde 9-10 civarında arttı. Olumludur.

Mayıs nakit gerçekleşmesi Hazine tarafından yayınlandı. Bütçenin öncü göstergesidir. Mayısta nakit dengesi 6.3 milyar TL fazla verdi. Beş aylık toplam açık ise 10 milyar TL’de kaldı. Hedefin altındadır. Bütçe iyi gidiyor.


İki toplantı

Toplantısı bol bir hafta geçiyor. Neyse ki okulda dersler bitti, notlar açıklandı. Yoksa bir bölümünü kaçıracaktım. Yazıyı bile zor yetiştirdim. Dinlemekten ve konuşmaktan yazmaya vakit kalmadı.

Salı akşamı ekonomi yönetimi ile yemek yedik. Başbakan Yardımcısı Babacan 2003’ten bu yana ekonomi köşe yazarlarıyla bir araya geliyor. Hazine Müsteşarı Çanakçı, Merkez Bankası Başkanı Yılmaz da katılıyor.

Önce yönetim bir ufuk turu yapıyor. Dünya ve Türkiye analizlerini birinci elden duyma fırsatını buluyoruz. Sonra biz anlatıyoruz. Bu kez daha çok önümüzdeki dönemin muhtemel riskleri ve alınabilecek tedbirler konuşuldu.
Elbette euro’nun geleceği de tartışıldı. Malum, iki iktisatçı iki ayrı görüş demektir. İktisatçı sayısı 20’ye çıkınca işler iyice karışıyor. Fikir birliğine vardığımızı söyleyemem.

Dün Garanti Gelecek Zirvesi paneline katıldım. Singapur’un eski BM daimi temsilcisi Mahbubeni Asya’nın yükselişini, Financial Times yazarı Wolf küresel ekonominin geleceğini anlattı. Avrupa ve euro gene başrolde yer aldı.


Kritik olan siyasettir

Euro analizlerinde dar anlamı ile iktisadi (teknik) sorunları siyasetten ayırt etmek gerekiyor. Kamu borcu sorunu ile yola çıkıyorum.

Bir kesim, kısa dönemde verilen destek sayesinde borç çevrilir ama uzun dönemde bu ülkeler borçlarını geri ödeyemez diyor. Para birliği içindeki ülke nasıl iflas eder? Para birliğini nasıl terk eder? Geçmişte örneği yoktur. İntizamlı olma ihtimali sıfırdır.

Geri planda sabit kur sisteminin getirdiği katılığa bakış yatıyor. Borçlu ülkelerde birim emek maliyetleri yüksek yani rekabet gücü düşüktür. Devalüasyon yapamadıklarına göre tek alternatif deflasyon kalıyor. İflas öngörenler bu sürecin işlemeyeceğini düşünüyor.

Neden? Teknik açıdan deflasyon ve devalüasyon eşdeğerdir. İç piyasa için üretim yapan kesimlerin reel gelirini düşürür. Ama düzeltme için gereken süre aynı değildir. Bu da bizi siyasete getirir.

İflasa direnip euro içinde kalmanın iki siyasi koşulu vardır. Bir: Düzeltmeyi zamana yayması için euro ortakları destek verir. Almanya’nın tavrı kritiktir. İki: Ülke halkı uzun dönemli çıkarlarını euro içinde kalmakta görür. Karar toplumundur.

Felaket senaryosu için iki siyasi kararın da ters çıkması gerekiyor. Olmaz demem. Ama mevcut işaretler o yönde değildir. Tarafların akılcı çözümlere yanaşması ihtimali hâlâ güçlüdür. Yani ben tedbirli iyimserliğimi sürdürüyorum.

Yazının devamı...

Gıda enflasyonu

Euro bölgesinin sorunlarından mutlu olanlar var. AB’ye zaten bir türlü ısınamayan İngiliz sağı euro’ya karşı kanının son damlasına kadar sterlini savunur. Şimdi euro beş yıl içinde dağılır diyorlar. İngiltere’den euro haberleri okurken gazetenin kimliğine bakın.
Roubini tersini düşünüyor. Euro’nun değer kaybını olumlu buluyor. İhracat artışının düzeltmeyi kolaylaştıracağını
ve bu anlamda euro üzerindeki baskıları hafiflettiğini söylüyor. Bana daha makul geliyor.

G-20 zirvesinde konuşan ABD Hazine Bakanı Geithner “dünya ekonomisinde canlanma için kimse Amerikan tüketicisine güvenmesin” demiş.

Dış fazla veren ülkeleri (Çin, Almanya ve Japonya) küresel talebe katkıda bulunmaya çağırmış.

Dikkatli okuyucum Özgür Sarıkaya hatırlattı. Pazar günü “rutubetten nem kapmak” derken bir uyumsuzluk hissettim ama üstünde durmadım. Doğrusu “buluttan nem kapmaktır”. Özür diliyorum.

En çok fakiri vurur

Mayısta tüketici fiyatlarının gerilemesini önemsiyoruz. 2003’ten bu yana mayısta enflasyonun ilk kez eksi çıktığını geçen yazıda belirttik. Özellikle gıda fiyatlarında beklenen ama bir süredir gerçekleşmeyen düzeltmeden kaynaklandığını söyledik.

Gıda harcamasının tüketici bütçesindeki payını kişi başına gelir belirler. Türkiye’de tüketim harcamalarının dörtte birini oluşturur. Zengin ülkelerde bunun yarısıdır.
O nedenle Türkiye’de tüketici enflasyonu gıda fiyatlarına daha duyarlıdır.

Bunlar ortalamalardır. Düşük gelirli kesimlerin bütçesinde gıda harcamasının payı daha da yükselir. Gıda fiyatlarının artması fakirleri özellikle vurur. Reel gelirleri daha çok düşer. Hayat pahalılığını daha çok hissederler.

Gıda fiyatlarının oluşumu da özellikler gösterir. Arzda doğal koşulların etkisi yoğundur. Kuraklık, don, hastalık vs. mahsulü ve oradan fiyatları etkiler. Ayrıca mevsimlik dalgalanmalar da yüksektir.

Bütün bu nedenlerle gıda fiyatlarını yakından izlemek gerekir. Bir süredir biz de bunu yapıyoruz. Enflasyon üzerinde gıda fiyatlarının etkisini ayrıştırmaya çalışıyoruz. Bulguları okuyucularla paylaşıyoruz.

Kırılma ve düzeltme

Son üç yılın en ilginç gelişmelerinden biri, gıda fiyatlarında uzun dönemli eğilimden bir sapmanın ortaya çıkmasıdır. Kırılma tarihi 2007 başıdır. 2003-2007 arasında gıda endeksi trend etrafında dalgalanıyordu. O tarihten itibaren hızla yükselmeye başladı.

Grafikteki kesintisiz çizgi mevsimlik etki düzeltilmiş gıda fiyatları endeksini gösteriyor. Kesikli çizgi ise endeksin uzun dönem eğilimini veriyor. İlk dört yılda fiyatlar uzun dönemli eğilimi takip ediyor. Ama sonrasında bir yükseliş dönemi başlıyor.

İki ihtimal vardır. Birincisi, gıda fiyatlarındaki kalıcı bir eğilim kırılmasıdır. Arz ve talep koşulları gıda ürünleri uzun dönemli nispi fiyatlarını değiştirmiştir. Daha açık söyleyelim. Artık gıda ürünleri pahalı kalacaktır.
Diğeri, eğilimde geçici bir sapma yaşanmasıdır. Bir süre sonra koşullar normalleşecek ve fiyatlar tekrar uzun
dönemli eğilime yaklaşacaktır. Bu takdirde eninde sonunda gıda fiyatlarında bir düzeltme yaşanacaktır.
Hangisi? Doğrusu bilmiyorum. Mayısta görülen sert düşüş düzeltmenin başlaması anlamına gelebilir. Gelmeyebilir de...

Gıda fiyatlarını yakından izlemeye
devam edeceğim.



Yazının devamı...

Mayıs’da enflasyon

Yunanistan sakinledi derken dünyayı Macaristan’ın sorunları vurdu. New York borsası Cuma yüzde 3 düştü. Günlük kayıp 400 milyar dolar Macaristan milli gelirinin dört katıdır. Diğer borsaları saymıyorum.

Eskiden ABD’de sorun çıkınca Macaristan sallanırdı. Şimdi Macaristan ABD’yi sarsıyor. Ne günlere geldik! Mali piyasaların kırılganlığını bir süredir vurguluyorduk. “Rutubetten nem kapma” aşamasına geçildiğine işaret ediyor.

Bu arada euro/dolar paritesi de 1.20’nin altına indi. Euronun değer kaybının daha bir süre devam edeceği anlaşılıyor. Alt sınır nerede oluşur? 1.00 diyenlerin sayısında artış var. Bekleyelim, görelim.

Euronun değer kaybı TL’yi olumsuz etkiliyor. Mayıs reel kuru Merkez Bankası tarafından açıklandı. Eksi enflasyona rağmen TL’de TÜFE bazında yüzde 0.6 değer artışı var. ÜFE bazında ise ancak sabit kalabilmiş. Her iki bazda da rekora çok yakındır.

En sert düşüş

Mayıs enflasyon verileri bir kez daha şaşırttı. Ay ortasında yapılan Beklenti Anketi’nde yüzde 0.6 çıkmıştı. Ben yüzde 0.2 ile en iyimserler arasında yer alıyordum. Daha önce de başıma geldi. Halbuki karamsarmışım(!).

Kısaca özetleyelim. Mayıs’ta tüketici fiyatları yüzde 0.4, üretici fiyatları yüzde 1.1 geriledi. TÜFE 2003’den bu yana ilk kez Mayıs’ta eksi çıkıyor. ÜFE daha önce Mayıs’ta eksi görmüştü (2003: yüzde 1; 2009: yüzde 0.1) ama rekor bu yılın.

Tüketici fiyatları geçen Mayıs’ta yüzde 0.6 yükselmişti. Dolayısı ile yıllık enflasyon 1 puan düştü. Yüzde 9.1’e indi. Yılbaşından itibaren hesaplanan artış da Nisan’da yüzde 4.5’dan Mayıs’ta yüzde 4.2’ye geriledi.

Sürprizin gerisinde gıda fiyatları yatıyor. 2009 sonundan itibaren gıda kategorisinde yer alan ürünlerin fiyatlarında uzun dönem eğilimlerin üstünde artışlar olmuştu. Bir düzeltme geleceği kesindi. Zamanı bilinmiyordu.

Mayıs’ta gıda kalemi yüzde 4.7 geriledi. Tahmin edileceği gibi 2003’den bu yana uzan ara en sert düşüştür. Mevsimlik etkiyi temizledikten sonra da bu durum değişmiyor. Gıda ürünlerinde düzeltmenin nihayet Mayıs’ta başladığını anlıyoruz.

Eğilim aşağı yönlü

Yıl başından bu yana enflasyonun seyri çok tartışılıyor. Geri planda para politikasının sıkılması yani faiz artırımları yatıyor. Faiz artışını savunan kesim enflasyonda kalıcı yükseliş öngörüyor. Merkez Bankası ise geçici kabul ediyor.

Ben Merkez Bankası’na katılıyorum. Daha önce bu sütunda defalarca yazdım. Vergi, gıda ve enerji fiyatları vs. nisbi fiyat değişimlerine dikkat çektim. Talep kökenli enflasyondan söz edilemeyeceğini özellikle belirttim.

TÜFE’de ve beklentilerde gözlenen yükselişin fiyatlama davranışlarına yansımasını ölçmek için kira kalemini kullanıyorum. Mayıs’ta da yıllık kira artışı yüzde 4.4’e geriledi. Bilgi için: Bir yıl önce yüzde 9.5, bir ay önce yüzde 4.6 idi.

Enflasyonda aşağı yönlü eğilim giderek güçlenecektir. Küçük kıpırdanmalar olabilir ama ana eğilimi etkilemez. Türkiye ekonomisi için, mevcut koşullarda enflasyon kayda değer bir tehlike değildir. Velhasıl “yüksek faiz lobisinin” işi çok zordur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.