Şampiy10
Magazin
Gündem

Zamanın sınırlarını ne çizebilir ki?

"En kötü günlerimizi 'en kötü günümüz böyle olsun'a çevirme lisansımız var. Sonuna kadar kullanalım."

Belli bir promil çaydan sonra, direkt babama dönüşüyorum.

Ve bu konuda şöyle düşünüyorum,

Annem ve babam, dünyanın en eklektik görünümlü anormalleri olmasaydı, muhakkak ki benden de standart bir kişi çıkacaktı.

Bir buçuk metreden az uzun.

Spor kulüplerinde vakit öldüren.

Berbat bi kariyerin köpeği, insanların düşüncelerini önemseyen,

Resmi mutsuzluk ayakkabısı olan babet giyen biri.

Pek sevmeyeceğim biri.

Arkadaşlık bile etmeyeceğim biri.

Oysa şimdi, kendimle uzun bir tatile çıkıp kendimi en yüksek tepeden atmadan dönebiliyorum geri.

Saatlerce yazarken, "Ulan deli, iyi ki delisin," diye gülümsüyorum kendi kendime.

Gece uyumayı hiç sevmiyorum.

Çocukken de uyuyamazdım.

Tuhaf rüyalar görüyorum.

Çocukken de görürdüm.

İç sesimin bana yapma dediği hiçbir şeyi yapmıyorum mesela.

Çok karlı görünse de içime sinmeyen bi işi, insanı sokmuyorum hayatıma.

Hep tuhaf şeylerin peşinden gidiyorum.

Tuhaf şeylere seviniyor, tuhaf şeylere üzülüyorum.

Tanıdığım her insanda birbirinden farklı şeyler buluyorum.

Her sohbetten, her insandan bir parça çalıyorum sinsice, kendime katıyorum.

Her sabah uyanıp ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum hala hayatta olduğum için.

Gerçi ben sabahları uyuyorum.

O ayrı bir mesele.

Can sıkıcı rutinlerin komedisini yakalıyorum.

Sevmediğim insanlarda sevmediğim yönlerimi.

Bütün dünyayı üç boyutlu algılıyorum.

Üçüncü boyutu görme özürüyle doğan biri için bence bu çok yeterli.

Her gün yeni bişeyler okuyorum.

Bişeyler unutuyorum geçmişimle ilgili.

Yeni anılar yaratmanın peşinden koşuyorum.

Ve buna rağmen yaşarken kaybettiğim herkesin cesedi içimde bi yerlerde istifli gibi.

Hala sıcak.

Kimi ne kadar sevdiğime karar veremiyorum.

Sanırım herkesi aynı ölçüde seviyorum.

Ya da hiçkimseyi yeterince sevemiyorum belki.

Tüm bunlara rağmen hayat aşşırı güzel bişey, dünya harika bi yer demiştim di mi?

Öyle.

Buna inanın.

Sizin işiniz inanmak demiştim di mi?

Öyle.

Buna da inanın.

Gerisini hayat belirleyecek.

Hem zaten zamanın sınırlarını ne çizebilir ki?

Aşkınızın büyüklüğü tabii...

Değişen dünyaya rağmen aşka da inanın.

Aşk dünyanın en aptal ve fakat en güzel yeri.

Ne demiş o adam...

O adam işte...

Vardı ya hani...

"Ah beybisi! Ölümün olduğu yerde, daha ciddi ne olabilir ki?"

Cevap veriyorum: Hiçbir şey.

Hayırlı hafta sonları.

Yazının devamı...

Hayatın 50 tonu

''Hiçbir muhabbet benzer nedenlerle kafayı yemiş insanların saçmalaması kadar derinlere inemez." -Emrah Serbes

1-Sevilen her şey sevgilidir.

2-21 gün haber alınamayan bir adamın hayatında başkası vardır.

3-Kimse elinde yedeği olmadan karşısındakine posta koyamaz.

4-Yalan söylemeye alışkın insan herkese yalan söyler.

5-Bağırarak konuşanlar yalancıdır.

6-Erkekler kadınları stalk'larken zekice yöntemler kullanmaz. Düz açar bakar.

7-Birşeyden tam olarak vazgeçmediğiniz sürece size asla geri dönmez.

8-İstediğiniz her şey olur ama çoğunlukla yanlış zamanda olduğu için farkına varamazsınız.

9-Kalbinizi kıran insan sayısının en az iki katı kalp kırmışsınızdır. Matematik şaşmaz.

10-Şeyleri olduğu gibi değil, olmasını istediğimiz gibi görürüz.

11-Bir şeyi elinizde tutma potansiyeliniz, ona yapışmanızla doğru orantılıdır.

12-Tesadüf diye bir şey yoktur. Farkında olmadan çağırdıklarınız karşınıza çıkar.

13-Aklınızdan geçen her kötü düşünce muhakkak ki hayata geçer.

14-Birine ne kadar çok aşık olursanız, sizi o kadar sallamaz.

15-Kaçan kovalanır ama fazla uzağa kaçmayın, bulamazlar.

16-Haklı beddualarınızın hepsi tutar. İçinizi rahatlarmak için koşullu beddua edin.

17-Beklenen hiçbir şey gelmez. Beklenmeyen her şey gelir.

18-Her şeyin değeri kaybedildiğinde anlaşılır.

19-İnsanlar değişmez, derinleşir.

20-Bir insanı maksimum üç kez affedebilirsiniz, dördüncüsü salaklıktır.

21-Gerçek dost, size gerçeği söyleyendir. Diğerleri yalandan kankadır.

22-İnsanlar hayatlarınızdaki görevlerini tamamladıklarında giderler. Buna alışın.

23-Bir ilişki bittikten sonra yeni bir ilişkiye hazır olmanız için gerekli süre, biten ilişkinin süresinin yarısı kadardır. Örneğin 2 yıllık ilişkide, ayrıldıktan bir yıl sonra gerçekten ilişki yaşamaya hazır hissedersiniz.

24-Kendinden çok söz eden insan boş insandır.

25-Fikirsiz insanlar toplantı yapar, akıllı insanlar çalışır.

26-Plansızlık başarısızlığı doğurur.

27-Bir kadın masaya oturduğu erkekle kavga ederek iletişim kuruyorsa, ona yürüyordur.

28-Erkekler kendilerine kolay yönetilebilirmiş gibi görünen kadınları seçer sonra da onlarla bir ömür azap çekerler.

29-Birinin sizden hoşlanmaması sizin bir eksiğiniz olduğunu değil, o insana uygun olmadığınızı gösterir.

30-Arkadaşlar iyidir. En iyi arkadaşlar aradığınızda orada olanlardır.

31-Erkekler kadınlara arkadaş gözüyle bakmaz. Her kadın karşısındaki erkek için "günün birinde" potansiyeldir.

32-Genelde en mazbut/terbiyeli/namuslu görünen kadınlar, tam tersi çıkar. Erkekler için de aynı şey geçerlidir. O "çok iyi çocuk" potansiyel itin tekidir.

33-Instagram'dan sürekli başka kadınların fotoğraflarını beğenen her erkek aranıyor ve o kadınla gizliden gizliye flört ediyordur. Aksine inanmayın.

34-İnsanlar kendilerinden söz ederken oldukları kişiyi değil, olmak istedikleri kişiyi anlatır. Sözlere değil davranışlara bakın.

35-Bir ilişki iki senede evlilikle sonuçlanmıyorsa ve evlenmek istiyorsanız, ayrılın.

36-Parayı kovalayan kadınlar, güzel-çirkin her erkekle ilişki yaşar. Çıkarlarını gözeten erkekler güzel-çirkin her kadınla aşk yaşar. Ortada fiziksel bir dengesizlik varsa karşınızdakinin duygularına inanmayın.

37-Bir insanın size olan sevgisi, size ayırdığı zamanla doğru orantılıdır.

38-İnsanlar genelde aşkı değil çıkarlarını seçer.

39-Mevcut hayatınızı sizden başkası düzeltemez. Mutsuzsanız yerinizden kalkıp harekete geçin.

40-Kararlılığın karşısında kimse duramaz. Sonuna kadar diretin.

41-Ayrılınca sosyal medyadan verdiğiniz mesajlar sevgilinizi geri döndürmez. Arayıp konuşun.

42-Size bir adım yürüyene koşmayın, düşersiniz.

43-Kalbinizi kıran insanları affedin ve yok sayın.

44-Çıkarları için sizi yanında tutanlar, işlerine daha çok yarayacak birini bulduklaında sizi sepetlerler.

45-Gıybet insanları kısa süreli bir arada tutar. Konu bitince iletişim biter.

46-Tek başına vakit geçirmeyi beceremeyenler başkalarıyla da mutlu olamaz.

47-Her zaman bir çıkış yolu vardır.

48-Hayat boşlukları sevmez, gidenin yeri çabucak dolar. Seçerek alın.

49-Gerçekten bir şey hissetmediğiniz kimseye umut vermeyin. Karma kaltağın tekidir.

50-Kendinizden başka kimseye güvenip kimsenin sözünü dinlemeyin.

Dinimiz. Amin.

Hayırlı haftalar.

Yazının devamı...

07 AU 1984, sağa çek! Eve döndük!

"Hepimiz için yetişkin çağımızda yapacağımız en zor yolculuk, ailemizin evine olandır. Böyle bir ev ziyareti, bizi bugünlere getiren çocukluk anılarımızı hatırlatır. Sadece aile üyelerimizle değil, eski benliğimizle de yüzleşiriz."

Yüzleşmek.

Hayatta en çok kaçtığımız şey.

Gerçeklerle yüzleşmek.

Hayatta ödümüzü en çok patlatan şey.

En azından benim için böyle.

Kafamın içi güzel bir yer ve orada kurduklarımla mutluyum ben.

Dışarıdan gelebilecek herhangi bir gerçeklik emaresini kayıtsız şartsız reddetmeye hazırım da.

Çünkü bilmek, bir şey yapmayı gerektirir.

Fark etmek, eyleme geçme zorunluluğunu doğurur.

Oysa pek çoğumuz, rahatımız bozulsun istemeyiz hiç.

İşler olduğu gibi kalsın, mevcut düzen ve algımız bozulmasın isteriz.

Bir şeyi, gerçeği fark etmekten ölümüne kaçmamız da bundandır zaten.

Öyle olduğunu düşündüğün şeylerin artık öyle olmadığını görmek, kırar parçalar insanı.

Ve yeniden yapılandırmak zaman alır.

Bazılarınızın bildiği üzere Antalyalıyım ben.

Ortaokulu Kaleiçi barlar sokağında okudum.

Bir zamanlar şehrin en janjanlı caddesi olan Işıklar'da büyüdüm.

Sonra babamın işi için İstanbul'a yerleştik.

Ve işte hayat değişti gitti...

Uzun yıllar bütün bağlarımı kopardım Antalya'yla.

Kimseyle görüşmedim.

Bensiz yaşadıkları hayatları kıskandım arkadaşlarımın.

Onlardan uzak kaldığım için kendimi hep eksik hissettim de bir yerde.

Birkaç sene evvel yeniden buluşmaya başladık.

Ve ben, yılda bir kez onları görmek için Antalya'ya gider oldum.

İnsana kendini evde hissettiren şey, başının üstündeki dam değil...

Sevdiği insanlar.

Sevildiğini hissettiği anlar.

Hayatınıza sonradan kim girerse girsin, sizi asıl halinizle bilen insanlar...

Beraber büyüdükleriniz.

Şimdi günün sonunda bakınca hepimiz farklı yerlerdeyiz.

Kızların hepsi normal hayatlar sürüyorlar en azından.

Evlendiler, "makul" birer işleri, kariyerleri var.

Birbirimize çocukken de hiç benzemezdik.

Hala benzemiyoruz.

Zaten mesele benzerlik değil...

İnsanları birbirine iyilik bağlar.

Benzerlik koparır.

Bu yaz ortaokul kız grubumuzun son bekarı Elif'i evlendirdik.

Önce İstanbul'da kendi kardeşimin düğününe katıldım ardından Antalya'ya Elif'in kınasına, düğününe yetiştim.

Söz verdim diye Angara'nın Bağları'nda göbek bile attım.

Ben... Göbek attım!

Çünkü hayat böyle bir yer...

Çünkü hayat, birbirimize bir göbeklik, bir halaylık borcumuz olan basit bir yer.

Onu zor hale getiren bizleriz.

Hayat, çocukluk arkadaşlarına, anılarına sıkı sıkıya tutunman gereken bir yer.

Ne yana savrulursan savrul, doğru yönü onlara bakarak bulacağın bir yer.

Hayat, ailenin evine/evlerine girdiğinde hissettiğin huzur.

Büyüdüğün plajda güneşe karşı içtiğin kahve.

Yürüdüğün sokaklarda amaçsızca dolaşıp gelene geçene selam verdiğin kendi küçük krallığın.

Hayat, artık aynı olmadığını bildiğin her yeri, herkesi aynı coşkuyla sevmek.

Hayat bu kadar basit işte.

Her zaman söylüyorum.

Ben unuturum.

İnsanları, yüzleri, sesleri, olayları.

O benim kendi problemim.

Ben geçen yıl flört ettiğim çocuğun adını hatırlamıyorum.

Ama konumuz bu değil zaten...

Genel olarak,

İnsan her şeyi unutur.

Bir tek ne hissettiğini unutamaz.

Rüyada da olsa, gerçekte de...

İnsan, ne hissettiğini unutamaz.

Her şeyi inkar edebilirsiniz şimdi.

Eve dönüp gerçekten sevdiklerinize sarılmak yerine, yaşanmış her şeyi yok sayıp yeni biri olduğunuza kendinizi kandırabilirsiniz.

Ve yine de içinizde oluşacak o boşluğu, kimseyle kapatamazsınız.

O hislerin yerine başka şeyler koyamazsınız.

Ben arada bir eve dönüyorum.

Aslında kim olduğumla, nereden nereye geldiğimle ve bir sonraki hedefimle yüzleşiyorum.

Beni ben olduğum için seven insanları kucaklıyorum.

Ailemle vakit geçiriyorum.

Ve aslında kime, nereye ait olduğumu hatırlıyorum.

İnsan bu dünyanın sürgünü zaten.

Anasının karnından koparıldığı anda başlıyor sürülmeye.

Bu dünyada gidecek yer çok az.

Sevilecek insan çok, sevecek zaman çok az.

Ölmeden önce sevebileceğiniz kadar sevin o zaman.

En çok da geldiğiniz yeri, eski halinizi, eski insanlarınızı sevin.

Onlar yanınıza kar.

7 MEKANDA ANTALYA

Rus turistleriyle nam salan cennet memleketimin tek özelliği ağustosta 60 dereceyi bulan hava sıcaklığı değil elbette. Çok güzel mekanları da var. Bu arada şehrin içinde Rus turist yok. İngiliz, Fransız ve Almanlar var. Şimdi size Antalya'nın içinden geçmek için 7 lokasyon.

07 AU 1984, sağa yanaş...

1-Leman Kültür

Atatürk Caddesi'nin hala en sevdiğim yeri. Her gidişimde uğrar yemek yerim. Servisi muhteşem. Garsonları muazzam. Yemekleri harika. Gidin görün.

2-Mermerli Plajı

Restoran/plaj. Falezlerin üstünde süper bir işletme yapmış adamlar. Antalya kadar eski ve kıymetli. Neredeyse hiç Türk yok. Servis elemanları çok terbiyeli. Manzarası harika. Kaleiçi'nde olması da cabası. Şehrin içinde kalıyorsanız, denize girmek için bir yere gitmeye ihtiyacınız yok.

3-Martılı Sitesi

Antalya'daki tek denize sıfır yazlık site. Lara'da. Fırsatınız varsa ve Antalya'da tatil yapacaksanız bu siteden ev kiralamanızı tavsiye ederim. Bizim aile sitenin ilk sakinlerinden. Dolayısıyla orada büyüdüm sayılır. İnanılmaz güzel bir plajı var. Bodrum'da yeni açılan beach'ler bile yanında prematüre kalıyor. Elbette ki şehrin belli başlı insanları bu sitede ev sahibi. Dolayısıyla insan kalitesi yüksek. Yatırımcılara tavsiye.

4-Public Lara

Bu yaz mekan seçimini Elif'e (Soydan) bıraktık. Yeni gelin kızımız bizi en cici yerlere götürdü. Public'e de bayıldım. Yemekler güzel, müzikler güzel, crowd'u güzel. Bir saat diye oturup gece üçte kalktık. Siz düşünün.

5-Barınak Balık Evi

Antayla'da rakı-balık yapmak için süper bir mekan. Mezelerine hasta oldum. Atmosfer güzel. Personel ve servis başarılı. İnsanların aileleriyle rahatça içebileceği keyifli bir mekan.

6-Şanlı Ocakbaşı

Bu da Seda ve Ergin'in keşfi oldu. Ben et yemiyorum ama mezelerle gayet güzel idare ettim. Söylendiğine göre Antalya'nın en iyi et yapan ocakbaşı burasıymış. Usta süper tatlı adam. Zaten mekanın sahibi. Biz pazar gecesi gittik. Full çekiyordu. O kadar da popüler.

7-Haylaz

Antalya'nın en yeni, en popüler canlı müzik mekanı. Eski Lara yolu üzerinde. Geç saatlere kadar açık. Türk pop müziği seviyor ve eğlenmek istiyorsanız, muhakkak uğrayın.

Yazının devamı...

Hak etmediğin muameleyi kendine reva görme

"Kendime de kırıldım az çok,
Hayatımdan teğet geçenlere olduğu kadar." -Birhan Keskin

Bizi masallarla uyuttular.
Sonunun hep mutlu biteceğine inandık her maceranın.
Büyük hayal kırıklıklarından kaçak kat çıktık hayatlarımıza.
Tanrıya yediririz sandık.
Verdiğimizi rüşvetler yetmedi,
Yıkım emri, ölümden önce geldi.

Biz, sonunun iyi olacağına çok inandık.
Ve sonuna kadar beklememiz gerektiğine.
Sabretmemiz, itilip kakılmalars göğüs germemiz gerektiğine.
İtilip kakıldığımızla kaldık.
Ve evet, sabrın sonu selamete çıkmadı hiçbir zaman.

Sevgiyi mesela çok yanlış anladık.
Bizi itene aşık olduğumuzu sandık.
Gösterip çekene yapıştık kaldık.
Ve günün sonunda...
Elde edilen her şey değersizleşti gözümüzde.
Atwood'un dediği gibi:
"Onu istedim, onu elde ettim, hassss...."

Ama en acayibi, bizim kadar cesur olamayan herkese bilendik.
Bizden cesur olanlara da elbette.
Bilenmek için aradığımız yer bitmedi gitti.
Bitmeyecek gibi de...

Geçen gün Taylor Swift, yine sevgilisinden ayrılmış.
Kadın o kadar çok terk edildi, o kadar çok ilişki yaşadı ki, artık gözünün üstünde kaşın var diyene tahammülü yok.
Kadın o kadar güçlü ki, aslında hayatında bir erkeğe ihtiyacı yok.
Her şeyi olan bir kadına ne verebilirsiniz ki?
Hiç.
Onu sadece çok sevebilirsiniz.
Çok.
Aşırı.
Zaten sizden başka bir şey de beklemiyor olacaktır muhtemelen.
Yeterince sevmediğinizde de ilk hatanızda sizden kolayca vazgeçecektir.
Çünkü itilip kakılmaya, stratejiye, az sevilmeye kredisi dolmuştur onun.
Bütün şansları en başından dağıttığı için size pek bir şey kalmamıştır.
Bütün sabrını tükettiği için size sabrı kalmamıştır.
Ve elbette ki kaybedecek vakti de kalmamıştır.
Bazen vakit, her şeyden kıymetlidir.

İnsanlar Taylor Swift'in tüm sevgililerini malzeme olarak kullandığını düşünüyor.
Zira Swift, pop prensesliğine giden yolu eski sevgililerine yazdığı şarkılardan döşedi.
Dolayısıyla haksız da sayılmazlar.
Ama olaya şuradan bakalım...
Ya böyle bir yeteneği olmasaydı?
Ya sıkıntısını başarıya çeviremeseydi.
Her ayrılıkta perişan olup sonunda kariyerini bitirseydi.
Ya da kendini berbat hissettiği bir ilişkide kalıp mutsuzluktan ölseydi?
Eminim herkes kendini daha iyi hissederdi.
Çünkü herkes öyle yapıyor.
Çünkü herkese bu öğretildi.
Kalkıp devam eden, yaşadığını dönüştüren kimseyi algılamakta bu yüzden güçlük çekiliyor.

İnsanlar, kendilerini itip kakanı sevdiklerini sanmayı
Ellerindeki çöpe şu veya bu nedenle dünyanın en değerli şeyiymiş gibi davranmayı daha mantıklı buluyorlar.
Çünkü böyle öğrendiler.
Çünkü başka türlüsünü bilmiyorlar.

Şimdi mevcut ilişkinize dikkatle bakın.
Arkadaşlık, aşk, aile alanında...
İyice bakın ve karar verin.
Hak ettiğiniz muameleyi görüyor musunuz?
Yoksa size değerinizin altında mı davranılıyor.
Size değerinizin altında davranan kimsenin yanında durmayın.
Basın çıkın.

Hayat kısa.
Zaman dar.

Hayırlı hafta sonları.

Yazının devamı...

Bir erkeğin yaşam kalitesi, birlikte olduğu kadının gustosu kadardır

"Aşk insanın sadece psikolojisini ve kimyasını değil; tarihini, müziğini, coğrafyasını, edebiyatını, fiziğini, beslenme çantasının içindekileri, hayat bilgisini de değiştiriyor.” -Murat Menteş

Kadınlar erkeklerden çok şey bekler.

Tarihin ilk gününden beri kadın-erkek ilişkileri kadının beklentileri üzerine kurulmuştur zaten.

-Bunun nedeninin psikolojik kökenlerine inmeyeceğim. Düşünürken bile sıkılıyorum zira.-

Erkekler genellikle ve çoğunlukla kadınların beklentilerini çaresizlik içinde dinler, yerine getirmeye çalışır, beceremez.

Tuhaf bir biçimde ilişkilerde böyle yürür bu denge.

Kadın bir şey ister, erkek yapmak istemez.

İstemeden yapar.

Mecburen yapar.

Yaptığından daha yapmadan bıkar.

Usanır.

Yılar.

Kaçar.

İşin esasında, bir kadının bir erkeğe söyleyerek yaptırabileceği hiçbir şey yoktur.

Bütün kadınlar içten içe bunu bilir.

Ve fakat nedense iş uygulamaya geldiğinde, bir şey söyleyip karşılarındaki adamın yapmasını beklerker kös kös.

Oysa erkekler sözle çalışan canlılar değiller.

Erkekler komutla idare edilebilemezler.

Varsa aklınız alırsınız kafakola, ince ince işler, her istediğinizi yaptırırsınız.

Varsa haliniz, bir adama her istediğinizi yaptırmak için plan kurar, uğraşırsınız.

Tabii bunun için ona hayatınızın en önemli şeyiymiş gibi yapışmanız gerekecek ki bu da derdinizin belanızın tek bir adam olması anlamına geliyor.

O adamın hayatınızın amacı olması gerekiyor.

Bir insanı iş edinmeyi içeriyor.

Zor iş.

Sıkıcı iş.

Dünyaya ve insanlığın kalanına çok da faydası olmayan bir iş.

Ama iş işte.

İşin büyüğü küçüğü olmaz.

Sizi ne kadar ilgilendirdiğidir mesele.

Erkeklerin tuhaf bir biçimde güdümlenmeye ihtiyacı var zira.

Tek başlarına karar verebilme, insiyatif alabilme potansiyelleri neredeyse yok.

Sorumluluk?

Sanmıyorum.

Birinin onlara akıl vermesi, yol göstermesi lazım.

Dolayısıyla karşı taraftan kendi insiyatifiyle bir şey yapmasını bekliyorsanız, daha çok beklersiniz canlarım.

Bazen tanrının kadınları doğurmaktan ziyade bu iş için yarattığını düşünüyorum.

Erkeklerin yaşamda tutunmalarına yardım etmeleri için yani.

Fena proje değil.

Ceo maaşı bağlasan yeri.

Bir gün birarkadaşım şöyle demişti bana: "Kankacım ben hamur gibiyim. Hayatımdaki kadın ne istiyorsa o şekle girerim."

Basit, temiz, içten bir itiraftı.

Gizli gerçekti.

Erkekler, sevdikleri/beğendikleri/hoşlandıkları kadın nasıl istiyorsa öyle yaşamaktan çekinmiyor.

O kadınların arkadaş grubuna giriyorlar, o kadının sevdiği mekanlara dadanıyorlar, o kadın nasıl istiyorsa öyle giyiniyorlar, o kadının istediği arabayı almak için çalışıyorlar.

İstisnalar kaideyi bozmaz ama genellikle böyle bu.

Haksız da sayılmazlar.

Neticede bu dünyayı gizlice ve sinsice kadınların dile getirmedikleri arzuları yönetiyor.

"Dile getirmedikleri arzular."

Peki bu çark neden böyle dönüyor...

Açıklayalım.

Hiçbir kadının değeri yanındaki erkekle artmaz ama her erkeğin değeri yanındaki kadınla ölçülür.

Neticede, bir vakit sonra erkek, bilerek ya da bilmeyerek, hayatındaki kadının kontrolü altına girer.

O kadının hayat görgüsü, gustosu, çevresi kadar var olur.

Dolayısıyla evet, bir erkeğin ederini yanındaki kadının kalitesi belirler.

Kamyon yüküyle parası da olsa, kralın oğlu da, böyle bu.

Gizli gerçek.

Acı ama gerçek.

Dünyaya da sahip olsan, birlikte olduğun kadın kadar varsın.

O kadın ne kadar değerli, saygın, kaliteli, görgülü, akıllı, gusto sahibiyse sen de o kadarsın.

Şahıs şirketine atadığın genel müdürün o senin.

Şirket senin ama yönetim onun.

Bunu düşünerek seçim yapmalısın sevgili kardeşim.

Şirketine her zaman en zeki, en potansiyel sahibi, en doğru kararları veren yöneticiyi atamalısın.

En kolay idare edebilecekmişsin gibi görüneni değil.

Günün sonunda o seni idare ediyor olacak çünkü.

Bunu da unutmamalısın.

Doğru kararlar alan akıllı bir yönetici mi istersin, şirketini iflasa sürükleyecek bir ahmak mı?

Seçim senin.

Çünkü hayat böyle.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil

Ve her şey tam da göründüğü gibi.

Hayırlı haftalar.

Yazının devamı...

Beni sevmek zorunda değilsin

"Bu hayatta başına gelen her şey

evrenin sana hediyesidir.

Bağışla.

Ya da s.ktir et." -Şebnem İşigüzel, Kirpiklerimin Gölgesi

Cevaplarını çok merak ettiğim bazı sorular var...

Biri sizden hoşlandığında bunu algılayabiliyorsunuz da hoşlanmadığında niye anlayamıyorsunuz?

Herkes sizi sevmek, beğenmek, onaylamak zorunda mı?

Hangi sırça köşkün bahçesinin yemişisiniz ki sizi herkes takdir edecek?

Kimsiniz?

Dünya üzerinde kapladığınız alan ne?

Ve kendinizde bunu düşünebilecek haddi nereden buluyorsunuz?

Bilmiyor musunuz, gerçek öz saygı dediğimiz şey, insanlar sizi onaylasın ya da onaylamasın, sevsin ya da sevmesin kendiniz olmaktan geçer.

Bilmiyor musunuz, başkalarına kendinizi sevdirmek, beğendirmek üzerinden yaşadığınız bir hayat çöpe gider.

Bilmiyor musunuz, en büyük ego sıçramaları, en küçük insanlarda olur.

Bilmiyor musunuz, nasıl siz birini sevmeme, beğenmeme, onaylamama lüksüne sahipseniz, başkaları da size gelen yolda aynı lüksün yolcusu.

Bilmiyorsunuz.

Öğrenin.

Özellikle siz, kız kardeşlerim...

Oturduğum her masada istisnasız üzerime düşmanca gelmeye çalışan en az iki hemcinsimle karşılaşıyorum bu aralar.

Genellikle masada tek olmak isteyen tipler bunlar.

Herkes onları dinlesin, onlara baksın, onları beğensin isteyen türden.

Kim istemez ki?

Ben istemem.

Sakince oturup yaptıklarını izliyorum uzun uzun.

Attıkları büyük kahkahaları, yaptıkları gereksiz çıkışları, masadaki herkesin ilgisini toplamak için çırpınışlarını.

Ve gecenin sonunda ya da günün...

Aynı hemcinslerim dönüp benimle sohbet etmeye başlıyorlar.

Çünkü masanın kalanının ilgisi tatmin etmiyor onları, hepsini istiyorlar.

Çünkü masada onayını almadıkları ve alamayacakları, dahası onlarla asla aynı ligde forma giymeyecek, kafa topuna çıkmayacak birinin oturduğunu zamanla anlıyorlar.

Hiç kızmıyorum.

Gülümsüyorum.

Açıktan düşmanca saldıran biri olduğunda dahi, "Beni sevmek zorunda değilsin, kendini yorma" diyorum kibarca.

Hiçbir vandal, nezaketle başa çıkamaz.

Kimsenin, kimsenin sevgisine ihtiyacı yok şu hayatta aslında.

Sevmeniz gereken tek kişi, yine sizsiniz.

Bağışlamanız, affetmeniz gereken tek kişi de...

İnsanın kendisine olan sevgisi azaldığında artıyor onay arayışı.

Sevgi arayışı.

Aşık olma potansiyeli.

Ve onu içinden çıkılmaz zavallı bir çerçeveye hapsediyor.

Hapsolmuş her kaplan, aç kalınca kendi etini yer.

Kendi etlerini yemeye başlıyor insanlar.

Görüyorum.

Üzülüyorum.

Ve fakat yine de o aç insanları sevmeye zorlamıyorum artık kendimi.

Kendini sevmeyen birini kimse sevmez.

Suçlu hissetmiyorum artık.

Sevemediğim insanlar için vicdan azabı çekmiyorum.

Kimseyi sevmek zorunda değilim.

Ve kimse de beni...

Ama bu konuyu daha önce işlemiştik.

Pek çok konuyu daha önce işledik...

Uygulayan varsa, ip sallasın.

O yüzden bu meselenin ucunu açık bırakıyorum.

Siz düşünedurun,

Ben bir ara döner kapatırım.

Hayırlı hafta sonları.

Yazının devamı...

Yazın son günü değildir o, iyi bak

"Kırılan şey sadece parçalanmaz; parçalar da elbette."

Dünyanın en güzel şeyi yaz bence.

Hiçbir mevsim olmasın, hep yaz olsun tamam derim.

Güneşi görmediğin bir sabahın ne anlamı olabilir neticede?

Hiç görmediğin bir sevgilinin olması kadar hüzün verir insana.

Oradadır, bilirsin, senden başkaları görebilmektedir ve fakat senin önünde dev bir bulut yumağı...

Yağmur, gök gürültüsü, kar...

Yaza özlem duymak için sebep mi var?

Dün son gününü geride bıraktık yazın.

Sonbahar başladı.

Doğum günüme iki ay kaldı.

Havanın soğumaya başlamasına da...

İnsanın içi burulmuyor değil.

Bunu söylediğime inanamıyorum ama

Yine de ve her şeye rağmen, tuhaf bir şekilde güzel bir yazdı.

Yaşadığımızı sonuna kadar hissettirmeyi başardı.

Eskimolar, ayakların üşümeden yaşadığını hissedemezsin der.

Bu yaz, ayaklarımızın üşüdüğü o yazdı işte.

Dolu dolu hissettik yaşadığımızı.

Öyle ki, Serdar Ortaç'ı bile haklı çıkardı.

Buralara yaz günü neredeyse kar yağdı.

Haziran başında İstanbul'da o dolu yağan günü hatırlıyor musunuz?

Ben hiç unutamayacağım herhalde.

Yıllarca o kadar dalga geçtik ama adam haklıymış!

İnsan kimseyi ölene kadar bekleyemiyormuş.

Ölüm demişken, Atatürk Havalimanına yapılan korkunç saldırıyı da es geçmek olmaz.

Bir sürü insanın haksız yere can verdiği, terörün kurbanı olduğu o kara gece...

28 Haziran 2016.

Yazdım bir kenara.

Ve hep hatırlayacağım.

O gün Bodrum'dan arabayla dönmek yerine akşamki uçağa binseydim acaba ne yaşayacaktım?

Bu soruyu da hiç unutmayacağım.

Sonra kalkışma meselesi var elbette.

15 Temmuz 2016. Darbe girişimi.

Ayaklarımızın en çok üşüdüğü geceydi o gece.

Bu yazın en soğuk gecesiydi.

Herkese her şeye rağmen bir arada durması gerektiğini öğretti bir kez daha.

Herkes tek bir amaç için döküldü sokaklara.

Neyin ne olacağı belirsizdi.

Ama bir kez daha milletçe en büyük vakaları göğüsleyip yola devam etme geleneğimizi sürdürdük.

Gücümüzü gördük.

Cesaretimize ikna olduk.

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz o günlerde, hal hatır sormak için bir alo demeyenler utansın.

Tepemizden jetler uçar ve ortalık birbirine girer, tehlike burnumuzun dibinde kol gezerken, biz onları da yazdık bir kenara.

Elbet Z raporunu alırız.

Ve 24 Ağustos 2016.

Türkiye Cerablus'a girdi.

Her zaman dediğim gibi.

Herkes hemen her konuda bir fikir yürütüp ahkam kestiği için ben yine susmayı seçeceğim.

Neyin ne olduğunu, olacağını zaman ve tarih gösterecek.

Tek bildiğim, bir gün bu tarihin önemli bir tarih olarak kayıtlara geçeceği.

O yüzden yazıyorum buraya.

Atın fav'a. Lazım olacak.

Bu arada sayısız patlama, ölüm ve son dakika haberi oldu.

Ülkenin adının önüne Son Dakika yazıldı resmen.

Hepimiz gördük.

Üzüldük.

Ağladık.

Utanarak kanıksadık.

Kabullendik.

Yaz güzeldir.

Her şeye rağmen güzeldir yaz.

Güneşin güzelleştiremeyeceği hiçbir gün olamaz.

Ya tüm bunlar kışın başımıza gelseydi?

İşte o zaman hepimiz aklımızı yitirirdik.

Aklımız kaldı mı sahi?

Kalpte biraz kahır baki de...

Akıl?

Akıl nerede yani?

İnsan, yenilenen bir canlıdır.

Parçalanır, dağılır, kırılır, kırıkları en çok kendi etine batar.

İnsan, yenilenen bir canlıdır.

Her sabah kendi kırıklarından yeniden doğar.

Yeni umutlarla.

Çünkü umudun bittiği yer, insanın öldüğü yerdir.

Umudun öldüğü gün, insanın öldüğü gündür.

Ve şunu asla unutmamanızı temenni ederim:

"Aksi ispat edilene kadar, herkes birbirinin umududur."

Umudunuzu asla kaybetmeyin.

Benim 2016 Yazım:

Çok şey söylemek istiyorum ama ne söylesem bir şeyi istaf etmiş olacağım. O yüzden susuyorum. Susmak en iyisi.

Teşekkürler Serot. Teşekkürler Camo. Hop Çek'çiler. Scotch. Bebek Catz. Teşekkürler rakı. Cin-tonik. Teşekkürler Juni. Ece Seçkin. Adeyyo. Teşekkürler Toprak. Teşekkürler Cihangir Aliye. Teşekkürler hayat. Teşekkürler aşk. Teşekkürler, teşekkür etmeyi unuttuğum herkes. Ve her şeye rağmen teşekkürler yaz. Beni biraz daha güçlendirdin. Kalbimin yerini hissettirdin. Önce parçaladın sonra iyileşmeme izin verdin.

Son kertede...

Sezen giriyor devreye:

"Yaz bitti yine mevsim sonbahar

Kim bekler kim özler bu kadar?

Sofrandaki kırıntılar, kadar bile mi olamadım?

Allahın varsa!

Bu akşam adres defterinde 'A' harfinin olduğu yerde...

Bulup ya çiz ya yak adımı..."

Hayırlısıyla, selametlisiyle.

Yazının devamı...

Çeyrek altın mafyası

"Sevdiğiyle evlenip mutlu olan var mı? Hepsi pişman, hepsi şişman."

Türk düğünü:

Okul hayatı boyunca müsamerede sahneye çıkamamış kızlarımızın içlerindeki sahne insanını ortaya çıkardıkları, aile büyüklerinin tam kadro katılımıyla gerçekleşen seyirlik gösteri. Resmi müsamere.

Evlilik fikrinin son derece romantik bulduğum yanları mevcut.

Birlikte yaşlanmak, birbirine destek olmak, beraber üremek gibi.

Nikahta keramet vardır derler neticede.

Ancak hala düğün fikrine adapte olabilmiş değilim.

Gizli bir çeyrek altın mafyası Türk düğünlerini yönetiyor zannımca.

En az çeyrek takmak şart çünkü.

Takmazsan yeminle üstünü çizerler alemlerde.

İnsan içine çıkamazsın.

Yüzüne tükürürler.

O süslemeler, çıkış müzikleri, o sahte pastalar, kameralar...

Bütün asortisiyle Avrupa'daymış gibi başlayıp gerdan kırmalarla Anadolu'nun her zerresini buram buram damarlarımızda hissettiren danslar, danslar.

Halalar, teyzeler, amcalar...

Ömründe görmediğin akrabalarının boklu bezlerinle ilgili yaptığı espriler.

Hep çeyrekleri, cumhuriyetleri, Trabzon burmalarını görmek için gibi geliyor bana.

Ha değer mi, çekilecek çile mi?

On kere daha düşünmek lazım.

Şahsıma soracak olursanız, bütün takılacak takıların üstüne evimi barkımı satar veririm de çekmem o çileyi.

Tabii...

Kendi adıma konuşuyorum.

Pazar günü kardeşimi evlendirdik.

Ben bu söylediklerimin hepsini, kendisi adına çektim.

Etkilerini minimalize etmek için yerimden az kalktım, hafızamı kaybetmiş numarası filan yaptım ama yine de çektim yani...

Aile fertleriyle arada göz göze gelip kendi müsameremize güldük.

Durumu o kadar ciddiye alamadık ki...

Bu kadar alamazdık.

Bu da başka bir sorun sanırım.

Ama konumuz bu değil.

Biz ailece her şeyle dalga geçeriz.

Halimden belli değil mi?

Düğün boyunca en mutlu insan annemdi.

Zaten tahmin edersiniz ki düğün fikri de annemindi.

Annem kalabalık ailede dört kardeşle büyümüştür.

Kalabalığa bayılır.

İnsana bayılır.

Kolundan tuttuğunu eve getiren tiplerdendir.

Kızkardeşim de öyledir.

Bense insanlara tahammül edebilmek için içerim.

Kardeşim bi yerden sonra atak geçireceğimi anladı ve beni gelin odasına alıp elime bir şişe viski verdi.

Sonrası daha kolaydı.

35 sene sonra hala babaannemden yakınan yengemi teselli ederken, annemin üçüncü göbek kuzenlerinin anlattığı çocukluk anılarımı hatırlıyormuş gibi yaparken ve 35 saniyede bir fotoğraf çektirirken çok zorlanmadım.

Sanırım.

Neyse ki hatırlamıyorum.

Hayat böyle.

Bütün o kaçtığınız çeyreklerin içine düşmeniz an meselesi yani.

Kendiniz için olmasa bile bir yakınınız için.

Seven ne yapmaz?

Size bu satırları yazarken Antalya'ya doğru yola çıkmış bulunuyorum.

İki gün sonra çocukluk arkadaşım evleniyor.

Son çocukluk arkadaşım.

Ey Türk kızı!

Son evet denildiğinde, son halay çekildiğinde, son pasta kesildiğinde ve son çocukluk arkadaşın da dünya evine girdiğinde...

Şunu bilmelisin ki, sen de çeyrek altın mafyasının eline düşmek üzeresin.

Amman aklına mukayet ol!

Sen akıllı kızsın. Aptal olma!

Se.. Se... Ses... Bir... Ki... Se...

Beyler hanımlar, çocukları pistten çekelim lütfen.

Takı törenimiz başlamak üzeredir.

Tek sıra halinde şeedelim...

Arada fotoğraf verelim.

Hepinize hayırlı halaylar, bol çeyrekli düğünler dilerim.

Muazzam bir hafta olsun.

Dinimiz. Amin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.