Son kahkaha atılana, son gözyaşı dökülene kadar!
"Romanlar mahzun insanı omuzları çökmüş, gözleri sönmüş, hareketsiz ve sessiz bir insan diye, yani daha açıkçası bir miskin şeklinde tasvir ederler. Bende daima bunun aksi olmuştur. Ne zaman derin bir üzüntüye kapılsam gözlerim parlar, tavır ve hareketlerim neşelenir, içim içime sığmaz olur." -Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu
Hayatı boyunca ağlamış insanların acı bir kahkahası vardır.
Başlarına ne gelirse gelsin umursamıyormuş gibi devam ederler yaşamaya.
Mizahları acıtıcı, sözleri kırıcıdır.
Biri daha gelip canlarını yakmasın diye hep çok güçlüymüş gibi görünür ve bunun onları dış dünyadan koruduğunu zannederler.
Kalplerine girmek zordur, çıkmak imkansız.
Koydukları duvarı aşmak zordur...
Ve bir kere, yalnızca bir kere size gardlarını indirdiklerinde, karşılaşacaklarınızla baş etmek de zordur.
Dışarıdan tam, kusursuz, neşeli ve hayat dolu görünen o insanların,
İçeride nasıl korkularla dolu birer harabe olduğuyla yüzleşmek zordur.
Çünkü bir yerde onlara bakıp onlardan biri olmak istemişsinizdir elbette.
Öyle ya yanmaz yıkılmaz biri olmayı herkes diler.
Sonra içeri girince...
Asıl enkazın o duvarların arkasında olduğunu görünce, hayata inancınız da sarsılır elbet bir ölçüde.
Bu hayatta hepimiz, bizden güçlü birilerinin var olduğuna inanmaya ihtiyaç duyarız.
Bizden iyi idare edebilen birilerinin varlığı rahatlatır bizi.
Oysa kimi daha yakından tanısak, özellikle en güçlü görünenleri, kendimizinkinden ağır bir enkaz karşılar bizi.
O kahkahaların aslında gözyaşı, o sert sözlerin kırma beni yakarışı olduğunu anlarız.
Dik tutacak bir kuyrukları kalmadığı için hep başı dik gezer o insanlar... Anlarız.
Anlamak yetmez, ağlarız.
Çok güçlü sandığımız birinin aslında o kadar da güçlü olmadığını anlamak bize daha iyi hissettirmez kendimizi.
Susarız.
Kaçarız.
Güntekin, Çalıkuşu'nda Feride'nin ağzından şöyle diyor:
"Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor, neyi seversem ölüyor. İşte üç sene evvel bir sonbahar akşamıyla beraber ölen genç kızlık rüyalarım, kendi küçüklerim, sonra Munise, onun arkasından belki kalbimin öksüzlüğünü avuturlar diye ümit ettiğim talebelerim. Yavrularını tehlikede gören bir ana kuş hırçınlığıyla üstlerine titrediğim bu şeyler, sonbahar yaprakları gibi birer birer sararıyor, dökülüyor. Daha yirmi üç yaşıma girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluğun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baştan başa bütün sevdiklerimin ölüleriyle dolu."
Ve ben iki gün önce bunun gerçeğiyle yüzleştim.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın kansere yakalandığını ve kanserin vücudunda birkaç bölgeye sıçradığını öğrendim.
Çok sevdiğim bir arkadaşımı, aylardır ottan b.ktan dertlerime düşüp aramamıştım bile.
Ve ben bunu hep yaparım.
Hepimiz gibi, yeni insanların çekiciliğine kapılır, garantide gördüğüm asıl sevdiklerimi ihmal ederim.
Haliyle kendimi berbat hissettim.
Dünyanın suçu üstüme yıkılmış hissettim.
Ne yapacağımı bilemedim.
Aptal gibi kaldım öyle.
Aradım.
Ameliyattaydı.
Ameliyattan çıktı.
Şimdilik ilk aşamayı atlattı.
Konuyu oradan buraya nasıl getirdim?
Söyleyeyim...
O da onlardan biriydi.
Büyük badireler atlattığı için çok gülen, hiçbir şeyi sallamıyormuş gibi görünen aslında dünyayı dert eden biriydi.
Azıcık yakından tanısanız, bu kadın neden bu kadar iyi, deli mi bu, çıkarı ne ki, derdiniz.
Çıkarı yoktu.
Öyleydi.
Çok kırılmış her insan gibi yüksek duvarlarının arkasında kırmamak, kırılmamak için direniyordu.
Elinden geldiğince sevdiklerine destek oluyordu.
Ve inadına kırıyordu onu insanlar.
En çok da en sevdikleri.
Birini kırarak, üzerek hasta edebilirsiniz.
Buna inanın.
Ona göre davranın.
İnsan olun.
İnsan bedeninde dolaşmak yetmez.
İnsan olun ve kimseyi kırmayın.
Üzmeyin.
Kimsenin karmasını bozmayın.
Ödersiniz.
Arkadaşım iyileşecek...
Endişe etmeyin.
Çünkü o gerçekten güçlü.
Hep öyleydi.
Bin vartayı atlattı.
Bin ölümden döndü.
Bunu da halledecek.
Hüznümü mazur görün.
Hayırlı pazarlar.