Şampiy10
Magazin
Gündem

Son kahkaha atılana, son gözyaşı dökülene kadar!

"Romanlar mahzun insanı omuzları çökmüş, gözleri sönmüş, hareketsiz ve sessiz bir insan diye, yani daha açıkçası bir miskin şeklinde tasvir ederler. Bende daima bunun aksi olmuştur. Ne zaman derin bir üzüntüye kapılsam gözlerim parlar, tavır ve hareketlerim neşelenir, içim içime sığmaz olur." -Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu

Hayatı boyunca ağlamış insanların acı bir kahkahası vardır.

Başlarına ne gelirse gelsin umursamıyormuş gibi devam ederler yaşamaya.

Mizahları acıtıcı, sözleri kırıcıdır.

Biri daha gelip canlarını yakmasın diye hep çok güçlüymüş gibi görünür ve bunun onları dış dünyadan koruduğunu zannederler.

Kalplerine girmek zordur, çıkmak imkansız.

Koydukları duvarı aşmak zordur...

Ve bir kere, yalnızca bir kere size gardlarını indirdiklerinde, karşılaşacaklarınızla baş etmek de zordur.

Dışarıdan tam, kusursuz, neşeli ve hayat dolu görünen o insanların,

İçeride nasıl korkularla dolu birer harabe olduğuyla yüzleşmek zordur.

Çünkü bir yerde onlara bakıp onlardan biri olmak istemişsinizdir elbette.

Öyle ya yanmaz yıkılmaz biri olmayı herkes diler.

Sonra içeri girince...

Asıl enkazın o duvarların arkasında olduğunu görünce, hayata inancınız da sarsılır elbet bir ölçüde.

Bu hayatta hepimiz, bizden güçlü birilerinin var olduğuna inanmaya ihtiyaç duyarız.

Bizden iyi idare edebilen birilerinin varlığı rahatlatır bizi.

Oysa kimi daha yakından tanısak, özellikle en güçlü görünenleri, kendimizinkinden ağır bir enkaz karşılar bizi.

O kahkahaların aslında gözyaşı, o sert sözlerin kırma beni yakarışı olduğunu anlarız.

Dik tutacak bir kuyrukları kalmadığı için hep başı dik gezer o insanlar... Anlarız.

Anlamak yetmez, ağlarız.

Çok güçlü sandığımız birinin aslında o kadar da güçlü olmadığını anlamak bize daha iyi hissettirmez kendimizi.

Susarız.

Kaçarız.

Güntekin, Çalıkuşu'nda Feride'nin ağzından şöyle diyor:

"Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor, neyi seversem ölüyor. İşte üç sene evvel bir sonbahar akşamıyla beraber ölen genç kızlık rüyalarım, kendi küçüklerim, sonra Munise, onun arkasından belki kalbimin öksüzlüğünü avuturlar diye ümit ettiğim talebelerim. Yavrularını tehlikede gören bir ana kuş hırçınlığıyla üstlerine titrediğim bu şeyler, sonbahar yaprakları gibi birer birer sararıyor, dökülüyor. Daha yirmi üç yaşıma girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluğun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baştan başa bütün sevdiklerimin ölüleriyle dolu."

Ve ben iki gün önce bunun gerçeğiyle yüzleştim.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın kansere yakalandığını ve kanserin vücudunda birkaç bölgeye sıçradığını öğrendim.

Çok sevdiğim bir arkadaşımı, aylardır ottan b.ktan dertlerime düşüp aramamıştım bile.

Ve ben bunu hep yaparım.

Hepimiz gibi, yeni insanların çekiciliğine kapılır, garantide gördüğüm asıl sevdiklerimi ihmal ederim.

Haliyle kendimi berbat hissettim.

Dünyanın suçu üstüme yıkılmış hissettim.

Ne yapacağımı bilemedim.

Aptal gibi kaldım öyle.

Aradım.

Ameliyattaydı.

Ameliyattan çıktı.

Şimdilik ilk aşamayı atlattı.

Konuyu oradan buraya nasıl getirdim?

Söyleyeyim...

O da onlardan biriydi.

Büyük badireler atlattığı için çok gülen, hiçbir şeyi sallamıyormuş gibi görünen aslında dünyayı dert eden biriydi.

Azıcık yakından tanısanız, bu kadın neden bu kadar iyi, deli mi bu, çıkarı ne ki, derdiniz.

Çıkarı yoktu.

Öyleydi.

Çok kırılmış her insan gibi yüksek duvarlarının arkasında kırmamak, kırılmamak için direniyordu.

Elinden geldiğince sevdiklerine destek oluyordu.

Ve inadına kırıyordu onu insanlar.

En çok da en sevdikleri.

Birini kırarak, üzerek hasta edebilirsiniz.

Buna inanın.

Ona göre davranın.

İnsan olun.

İnsan bedeninde dolaşmak yetmez.

İnsan olun ve kimseyi kırmayın.

Üzmeyin.

Kimsenin karmasını bozmayın.

Ödersiniz.

Arkadaşım iyileşecek...

Endişe etmeyin.

Çünkü o gerçekten güçlü.

Hep öyleydi.

Bin vartayı atlattı.

Bin ölümden döndü.

Bunu da halledecek.

Hüznümü mazur görün.

Hayırlı pazarlar.

Yazının devamı...

Bu hafta televizyondan ağıma takılan 5 şey

"İnsanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman alacaktır. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını bilemem ama yeryüzünde kötülüklerin, ağır haksızlıkların sürekli gizli kalamayacağını, adaletin, gerçeğin yok edilemeyeceğini bilmek beni rahatlatıyor ve sevinmem için yetiyor." -Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel

1- Yolanthe Cabau'lu Mina Towers reklamı

Galatasaraylı Wesley Sneijder'ın eşi olan Yolanthe, memlekete indiği günden beri güzel yabancı yenge kontejanından ilgi odağı. Yaptığı somut bir iş yok ama popülaritesinden geçilmiyor. Kızın bir suçu yok. Biz yabancı yenge seviyoruz. Neyse bu kızımızı sonunda bir reklama koydular. Mina Towers reklamı. Nedense Kadıköy'ün Bağdat Caddesi'nin pabucunu dama atacak bir lokasyon iddiasında söz konusu kuleler. Yolanthe de sonsuz saadeti caanım Üsküdar'a Gideriken şarkısının üstüne yazılmış tuhaf sözlerle Mina Towers kulelerinde buluyor. Hayır İngilizcem beni yamultmuyorsa "towers" zaten "kuleler" demek. Düşünelim...

Reklam, Yolanthe'nin korkunç fosforlu pembe elbisesi ve ardından bir Candan Erçetin klibindeymişçesine akın akın gelen kalabalıkla korkunçluğun zirvesini görüyor. Ama daha da beteri reklamdaki kadın kim diye defalarca baktım, baktım... sonra tahmin hakkımı kullandım. Evet. Yolanthe'ymiş. Benim bile güçlükle tanıdığım bir "celebrity"i yurdum insanı nereden tanısın, çok merak ediyorum. Üstelik tuhaf makyaj, tuhaf açı ve tuhaf ışık yüzünden Yolanthe kendinden başka her şeye benziyor reklamda.

Günün sonunda resmen tüyler ürpertici bir reklam olmuş. Tebrik ediyorum. Antipati uyandırarak ilgi çekme konusunda resmen bir devrim bu reklam ama daha iyisi var...

2- Simge Sağın'lı Deichmann reklamı

Da-da-da-da-dayhman. Deichmann. Yaz desen yazamam markanın adını. Jake Gyllenhaal'ün soyadını yazmayı bile bir yılda öğrendim. Jiyllenhöööl diye telaffuz edildiğini çözmem de zaman aldı elbet.

Markaların isimleri zor olduğunda ve bağımsız olarak Türkiye pazarına girdiklerinde tutundurma için önce markanın adını kafalara kazımak gerekiyor. Bu doğru. Ama bu şekilde ve bu şiddette kazımak doğru mu bilemedim. Reklam konsepti genel olarak güzel. Son günlerin popüler şarkıcısı Simge, üç farklı fonda ve konseptte en popüler şarkısı "miş miş muş muş"u DAYHMAN'a uyarlanmış sözlerle söylüyor. Geçen yazın en popüler şarkısıydı bu. Bu kışın da en kafa şişiren şarkısı oldu tebrik ediyoruz markayı. Bir de anlayamıyorum... O kadar prodüksiyon, çaba... Reklamda kullanılan ayakkabılar resmen demode görünüyor. Neden? Bir yerinden tutunca diğer yerinden dökülmek zorunda mı reklamlar? Bu reklamdan ne öğrendik? Dayhman demeyi. Aferin bize.

3- Kürk Mantolu Maradona

Funda Özkalyoncu'nun sabah programında yaptığı Kürk Mantolu Madonna gafını sağır sultan bile duydu. Herkes ağzına geleni yazdı, söyledi, durumla eğlendi. Bana gerçekten inanılmaz gelen tek bir şey var bu konuda... Israrla kitabı okuduğunu iddia etmesi. Ve kitabın bildiğimiz popçu Madonna'nın hayatından söz ettiğine inanması. Bu tarz programlarda bu tarz cehalet gafları gırla gider. Ancak söz konusu Türkiye'de bugüne kadar en çok satmış roman. Son üç yıldır best seller o kitap. Hadi hiçbir fikrimiz yok, varmış gibi davranmamak gerekiyor. Funda sanırım 65 yaşına yakın şu anda. Yine bildiğim kadarıyla Fransız koleji mezunu. İyi derecede İngilizce ve Fransızca bilir. Eski binicidir. Yarışlarda hakemlik yapar. Şu gafı X biri yapsa eminim kimse bu kadar sallamazdı ama yaşını başını almış "kültürlü" izlenimi veren biri yapınca kıyamet kopuyor işte.

Çok üzülmüş Funda. Kuyruğu da dik tutmaya çalışıyor. Hakkında espri yapan herkesi, hepimizi engellemiş Twitter'dan. Canı sağolsun. Birileri küsecek diye biz düşündüğümüzü söylemeden geçmeyeceğiz elbette. Eminim bir daha bilmediği bir şeyi bildiğini iddia etmeyecektir. Çünkü insanların asıl öfkelendiği Kürk Mantolu Madonna'yı yanlış bilmesi değil, kitabı okuduğu ve konuyu bildiği konusunda ısrar etmesi. Her şey insanlar için diyor, konuyla ilgili en sevdiğim caps'i açıklamak istiyorum... Omuzlarına kürk almış Maradona fotoğrafının altına "Kürk Mantolu Maradona" yazan arkadaş... Hinsin!

"Madonna'nın hayatını Beren Saat mi oynayacakmış? Ama Beren Madonna'ya hiç benzemiyor ki?!" diyen arkadaş... Bir alkış da sana. Yine bir bahaneyle bilen bilmeyen iyi eğlendik. İnşallah bilmeyenler öğrenmiştir. Bilenler de çok abartmasın. Herkesin bilmediği bir şey vardır. Yeter ki bilmiyorum demeyi bilelim.

4- Aşk Laftan Anlamaz & Seviyor Sevmiyor

Naif bir ergen gibi her bulduğumda izliyorum bu iki diziyi. Aşk Laftan Anlamaz, Show Tv'de. Bu dizide en bayıldığım şey başroldeki Hande ve Burak'ın güzellikleri. Resmen ikisine de saatlerce bakmak istiyor insan. Senaryoda bir muhteşemlik yok. Konu standart. Ancak yan rollerdeki tipler de çok tatlı. Demet Gül, Merve Çağıran, Süleyman Felek, Özcan Tekdemir, Oğuzhan Karbi... Son derece başarılılar. Tamamen oyuncuların güzelliği, sevimliliği ve yeteneği izletiyor diziyi. Yönetmenin de hakkını yemeyelim elbette. Müge Uğurlar iyi kotarıyor işi. Kadın işlerini kadınlar yönetmeli. Orası kesin.

Seviyor Sevmiyor, bana kalsa sezonun en zayıf işiydi. Dergicilik dünyasını anlatmak hiç kolay değildir zira. Zaten bu dizide de aynı şey yaşanıyor. Konunun dergiyle bir alakası yok. Ortada bir dergi var. Bir yayın yönetmeni var. Bir yazı işleri müdürü var ama dergi ne dergisi anlamıyoruz. Go Flamingo kadın dergisi mi? Magazin dergisi mi? Eğer erkek dergisi değilse, aktualite, sanat ya da ekonomi, yayın yönetmeni erkek olmaz o derginin. Yoksa genel müdür mü Gökhan Alkan'ın oynadığı karakter? Bilmiyoruz. Derginin ne dergisi olduğunu bilmediğimiz gibi. Ben zaten konu reklam ajansında geçiyormuş gibi izliyorum. Ortam dergiye değil ajansa benziyor. Zaten senaryo ekibi dergicilik konusunda sıkıştığı için ana aksı hep ofis dışına taşıyor. Sakıncası da yok. Bence Deniz ve Yiğit'in karmaşık aşk ekseni daha sevimli zaten. Güney Kore dizisi She was Pretty'nin uyarlaması olan Seviyor Sevmiyor'a bayılma nedenime gelince... Bir! Çocukluğumun 90'ların şarkıları çalıyor sürekli. Geri dönüşlerinde kendi ergenliğimi-çocukluğumu görmek beni çok mutlu ediyor. Senaryoda boşluklar var dedik ama tırt demedik. Harika bir formül bence o şarkılar. Müziklerini kim yapıyorsa dizinin ona da tebrikler. İki! Zeynep Çamcı'yı inanılmaz tatlı buluyorum. Her gördüğümde ısırasım geliyor. Öyle sevimli. Yiğit Kirazcı da bu sefer aşmış kendini. Bitli bohem rolünde baya döktürüyor. Gökhan Alkan, biraz fazla karikatür oynuyor, komedi oynamıyor ama olsun... Güzel çocuk. Görüntüsü yetiyor. Ben seviyorum bu diziyi vallahi. Kim sevmiyor çok da önemli değil.

5- Hayat Bazen Tatlıdır

Hasta olduğum için geçen haftayı evde geçirdiğimi televizyonla ilgili bir yazı yazmamdan anlamışsınızdır elbette. Neyse ki ziyaret edenim boldu. Yalnızlık çekmedim. Çok şükür. Dinimiz amin.

Sadede gelecek olursak... Gani Müjde, Hayat Bilgisi'ni küçük revizelerle 15 yıl sonra yeniden yazıyor. Hamdi Alkan çekiyor. Afet Hoca rolünde Birce Akalay, Amil Müdür rolünde Ufuk Özkan oynuyor. Vay! Rüyanda görsen "Tövbe" der uyanırsın.

Çok tutmuş bir diziyi yeniden çekmeyi elbette ki mantıklı bulmuyorum. Orijinal senaryo sıkıntısı mı çekiyoruz? Hikaye mi bulamıyoruz? Biraz zorlasak buluruz bence. Çemberi kırıp farklı yazarlarla çalışmayı deneyebiliriz mesela.

Öte yandan... İş güzel görünüyor. Birce İnanılmaz başarılı yeni bir karakter daha yaratmış. Taklide düşmüyor. Kendi sınırlarını çiziyor. Ufuk Özkan hep aynı. Sanırım Benim Annem Bir Melek'ten beri her rolde aynı adamı oynuyor. Kendisini çok sempatik ve tatlı bulurum. Ama gerçek bu. Hayat Bazen Tatlıdır'da Ufuk'u izleyin, Geniş Aile'deki Cevahir okula müdür olarak atanmış sanırsınız.

Bu arada dizinin bonusu dünyalar güzeli bir kız. Simay Barlas. Alır yürür, ben size söyleyeyim. Dizi zamanla yükselecektir. İlk bölümde totalde 5. AB'de 3. olmuş. Bakacağız.

Bu hafta Koç dolunayı yaşadık. Ortalık birbirine girdi. Elbette ki hasta olduğum için ortalık karışırken ben "Ama hastayığğğğaaaam" diyerek kenarda durdum. Aferin bana.

Haftanın kalanında...

Kader kısmet ve iyilikli şeyler olsun.

Herkes sevdiğine kavuşsun.

Çok amin.

Yazının devamı...

Ben elimden geleni yaptım

"Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık." -Emrah Serbes

Arka arkaya gelen boşanma haberleri ve vazgeçen tüm kadınların ağzında aynı dört kelime: "Ben elimden geleni yaptım."

Kadınlar neden elinden geleni yapıyor?

Neden elinden geleni yapmak zorunda hissediyor?

Neden sınırları zorlanan hep kadınlar oluyor?

Kadının dünyadaki varlığı bir şeyelere katlanmak üzerine mi kurulu?

Dayanmak, çile çekmek, eziyet görmek...

Bir kadını elinde tutmak istiyorsan ona kendini suçlu hissettir, derler.

Çünkü kadınlar kendilerini her zaman suçlu hissetmeye müsaittir.

Belki de bu yüzden elinden geleni yapan kadın oluyor hep.

Hiç hak etmediği bir biçimde, hiç hak etmediği muamelelere maruz kalıyor...

Sırf elinden geleni yapmak için o kadar da sevmediği bir adama resmen tahammül gösteriyor...

Sonunda?

Eller boşta.

Çünkü böyle.

İnsan bir süre sonra verdiği çabadan sıkılıyor.

Karşılığını görememekten sıkılıyor.

O çabayı neden verdiğini bile unutuyor.

Boş bir çaba ve yıpranmış sinirler kalıyor ortada.

Kadınlar elinden geleni böyle yapıyor.

Ve elbette ki değişiyor herkesin elinden gelenin sınırı.

Birisi üç gün dayanabiliyor, birisi üç yıl.

Dürüst fikrimi soracak olursanız, elinden geleni yapanla yapmayanın elinde kalan değişmiyor.

Sadece yıpranma süresi artıyor.

Size bunu daha önce de anlatmıştım...

Ben hayatta kimseyi dört başı mamur sevemedim.

Muhtemelen bütün ekstra sevgimi başka bir insana yüklemeye acıdığım için kendime kullandım.

Ve fakat buna mukabil tuhaf bir biçimde hayatıma giren herkese kendini çok sevilmiş hissettirdim.

Herkes ama herkes çok emindi onları çok sevdiğime.

Flört ettiğim bütün adamlar, arkadaşlarım, ailem...

Onları sevmekten asla vazgeçmeyeceğime de iknaydılar.

Ego bu.

İnsan çok sevildiğine inanmayı, yeterince sevilmediğine inanmaktan çabuk başarıyor.

Ve sonra, zaman dolunca, sıkılınca ve artık elimden gelen bir şey kalmayınca, hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gittim hayatlarından.

Kendimi her şeyden çok sevmeye ve başkalarını aynı büyüklükte sevildiklerine ikna etmeye devam ettim.

Arada kendimi de ikna etmem gerekti elbette.

Böyle büyük bir sevgi bencili olduğumu düşünerek yaşamaya devam edemezdim.

Bazen ikna oldum, bazen beceremedim.

Kendimi ne kadar çok ikna ettiysem birinden, bir şeyden asla vazgeçemeyeceğime, karşımdakini de o kadar ikna ettim.

Ve tam ikna olduğum anda...

O şeyden sonsuza dek vazgeçtim.

Kimsenin göremediği, benim bildiğim, onların asla anlayamadığı şey, onlara hissettiğimi sandıkları şeyin, kendime duyduğum sevginin dışa yansıması

olduğuydu.

Kendini çok seven biriyle yan yana gelirseniz, kendinizi güvende hissedersiniz.

Hep iyi hissedersiniz.

Hiç terk edilmeyecekmiş gibi hissedersiniz.

Oysa kendini çok seven insanın elinden gelen şeyle, kendini sevmeyen insanın elinden gelen şey bir değildir...

Kendini sevmeyen biri sizin onu sevmeniz üzerinden kendi değerini belirleyeceği için, size kendini sevdirmek için çırpınır.

Kendini seven biri, ona ne hissettiğinizi önemsemez, size içinden geldiği gibi davranır.

Sizden hoşlanıyorsa bunu gösterir, ilgileniyorsa açıkça belli eder, arar, sorar...

Bu yüzden siz, çok sevildiğiniz, asla terk edilmeyeceğiniz illüzyonuna kapılırsınız.

Ama kendini çok seven insanlar, size bir duyguyu verirken sınırsız bir kaynaktan akıtmaz.

Buna çıkarcılık demeyin.

Sadece verdikleri değerin karşılığını görmeyi beklerler.

Kendine çok değer veren birine siz az değer verirseniz, elbette ki buna bir yere kadar tahammül edecektir.

Ve ne yazık ki siz, asla kurumayacak bir çeşmenin başında oturduğunuzdan artık neredeyse eminsinizdir.

Karşınızdakinin verdiklerini sömürmeye, umursamamaya, sıradan karşılamaya, hatta ondan sıkılmaya başlarsınız.

Ve gün gelir...

-Günün gelme süresi kişisine göre değişir.-

Kesilir su.

Kurur çeşme.

Neticede siz, o insanı sonsuza dek kaybedersiniz.

İşte kadınların "Elimden geleni yaptım" dedikleri şey bu genelde.

Pekçok kadının giderken, gitmeden önce "Ben elimden geleni yaptım" deme nedeni bu.

Bu cümleyi erkeklerden duyamazsınız.

Çünkü erkeklerin elinden genelde bir şey gelmez.

Gelse de yapmaya üşenirler.

Erkekler, kendilerini dünyadan bağımsız sevmeyi beceremezler.

Onların kendilerini sevmesi için bir kadının sevgisine ihtiyaçları vardır.

En kötü ihtimalle annelerinin.

Sevgililerinin, arkadaşlarının...

Günün sonunda onlar bu bağımlılıklarının asla farkında olmadan yaşar.

Oysa kadınların çoğu bilir...

Onlardaki sevginin temeli, kendilerini çok ama her şeyden çok sevebilme yeteneklerinde gizlidir.

Eğer bunun farkına henüz varmamış bir kadınsanız size tavsiyem...

Bugüne kadarki sevmelerinize bir bakın...

Göreceksiniz, kimsenin sevmeyeceği, sevmeyi asla denemeyeceği birini, bir şeyi muhakkak çılgınca sevdiğinizi sanmışsınızdır bir gün bir yerlerde.

Şimdi o şeye, o kişiye dikkatle dışarıdan bakın...

Onda kimsenin göremeyeceği, bulamayacağı tek sevilebilir yan, sizin kendinize duyduğunuz sevgidir.

Başka da bir şey değil.

Bir daha elinizden geleni yaparken bunu hatırlayın...

Ve elinizden geleni yapma sürenizi bu gerçeğe göre ayarlayın.

Sizin tek ihtiyacınız olan kendinize duyduğunuz sevgiyi yansıtacağınız bir ayna...

Kim olduğu o kadar da önemli değil.

Elinizdekine saplanmayın.

Sevme becerisinin sizden kaynaklandığını unutmayın.

Yazının devamı...

Her başarılı kadının geçmişinde, düelloya davet ettiği kötü bir aşk hikayesi bulunur

"Kimse hayatını değiştireni hatırlamaz, biliyorsun. Herkes hayatını mahvedeni hatırlar. Belki de hayatımızı asıl değiştirenler, onu mahvedenlerdir." -'99 YAZI

Demet Şener, İbrahim Kutluay'la evliliğini bitireceğini açıkladı dün.

Kanal D'de yayınlanan Renkli Sayfalar programına, Gülşen Yüksel'e bizzat mesaj attı.

Aldatıldığını açıkladı.

Yetmedi avukatı aradı.

Henüz bir dava açılmadığını ancak açılacağını, anlaşma yoluna gidilmezse ciddi bir tazminat talep edileceğini duyurdu.

Gözümün önüne Şener'in Kutluay'la ilişkilerinin ilk günleri geldi.

Kutluay'ın o dönem kiminle birlikte olduğunu artık hepiniz biliyorsunuz.

O günlerde doğmamış olanlarınızın bile bilgisi var bu konuda.

Zaten o günlerde aşırı üzülmüş olduğu için bugün yıllar sonra ben bu satırlarda yer vermeyeceğim o ünlünün adına.

Kutluay, o isimden ayrılıp Demet Şener'le birlikte olmuştu.

İkili bir süre yurt dışında yaşamış geri döndüklerinde de magazin kameralarına bir mekan çıkışı el ele poz vermişti.

Şener, 30 saniyede bir Kutluay'a sevgilim diyordu o görüntülerde.

Üstünde jean bir mont vardı onu bile hatırlıyorum.

Elini tuttuğu adama ne kadar kıymetli bir değer atfettiğini anlamıştım o saniye.

Onun için her şeyi yapmaya, her şeyden vazgeçmeye hazırdı.

Öyle de yaptı.

Kutluay da her şeyi olduğundan emin olduğu Şener için elini taşın altına soktu.

Eski nişanlısıyla evlenmek istemediği gerekçesiyle ayrılan Kutluay, Şener'le anında oturdu nikah masasına.

Soyadıyla "mükafatlandırdı" kendisini çılgınca ve her şeyi göze alarak, gözden çıkararak seven kadını.

Böylece Şener, her şeyden vazgeçerek, sevdiği adamın eşi olmayı tercih etti.

Yıllarca böyle yaşadı.

Kendi soyadını bile kullanmadı.

Kutluay'dı o artık.

Eski milli basketbolcunun eşi.

Eski nişanlıysa, bütün kariyerini değiştirerek modellikten pop prensesliğine geçiş yaptı.

Önceleri Kutluay'ın ihanetine göndermeli şarkılarla inanılmaz bir başarı yakaladı.

Sonra da bunu kariyerinin bir parçası haline getirdi.

Geçen yıllar içinde başlı başına bir krallık oldu.

Zengin oldu. Star oldu.

Aşkı buldu. Evlendi. Anne oldu.

Belki de tek istediği aşık olduğu adamla evlenmek olan bir kadın, o adamın karısı olamadı ama onun haricinde hayal bile edemeyeceği her şey oldu.

Hala kendi soyadını kullanıyor sahnelerde.

Sadece sosyal medyada eşinin, sevdiği adamın soyadı ek kendi soyadının sonuna.

Daim olsun mutluluğu.

Konuya dönecek olursak:

Herkes aslına rücu eder.

Kimseyi değiştiremezsiniz.

Bunu defalarca yazdım.

Dün sizin için başkasından vazgeçen, yarın başkası için sizden vazgeçer.

Tamam, anı yaşayın ama kendinizi mucize yaratabileceğinize ikna edip olmayacak bir adam için çılgınca çaba sarf etmeyin.

Biri size ne olduğunu en başından gösterir zaten.

Aşkınızdan kör olup görmezden gelmeyin.

Değiştirebileceğinizi düşünmeyin.

Sadakatsiz birini gördüğünüz anda kaçın.

Sorumsuz birini gördüğünüz anda kaçın.

Kimseye annelik etmek, hiçbir erkeği elininizde tutmak için çaba sarf etmek zorunda değilsiniz.

O sizin için ne yapıyor?

Kendinize bunu hep sorun.

Sizin için çaba sarf etmeyen insanlardan uzak durun.

Hiçkimse için kendinizden, hayallerinizden vazgeçmeyin.

Neticede hayatınıza giren herkes geçicidir.

En büyük aşklar, dostluklar biter, yine kalırsınız en sadık yarinizle, kendinizle baş başa.

Kendinizi herkesten her şeyden çok sevmezseniz de düşersiniz boşluğa.

Sırf seviyorsunuz diye bir adam için kendinizden fedakarlık ederseniz, o yine aynı minvalde birini bulır, üzülen siz olursunuz.

Erkekler fedakarlığı hep kadınlardan bekler.

Yapmayın.

Almadığınız şeyi vermeyin.

Kimseye kendini çok önemli hissettirmeyin.

Kimse o kadar önemli değil.

Hiçkimse.

Demet Şener'e geçmiş olsun diyor, bundan sonraki hayatında tek önceliğinin kendisi ve çocukları olmasını diliyorum.

Aldığı olumsuz tepkileri üstüne alınmasın.

Angelina Jolie-Brad Pitt yazısında da söz ettiğim gibi...

Herkesi ayakta, hayatta tutan tek şey, ilahi adaletin bir gün tecelli edeceğine inanmak.

Başka da bir şey değil.

Bu hikayede kimse Şener'in ailesinin dağıldığını görmez o yüzden.

Çocuklarına ne olacağını düşünmez.

İhanete uğramış bir kadın olduğunu önemsemez.

Kimse öyle bir hassasiyet göstermez.

Herkes geçmişi hatırlar, geçmişten söz eder.

O yüzden aldırmasın.

Böyle bir hassasiyet beklemesin.

Üstüne alınmasın.

Kimse onun biten evliliğine oh olsun demiyor...

Bu tabloda herkes geçmişe bakarak kendi yarasının bir gün iyileşeceğini umuyor.

Bence Şener de kırılan kalbi, incinen gururu, sarsılan inancı için adaleti zamanın ellerine bıraksın.

Neticede adaletin en sevimli yanı, eninde sonunda hepimiz için tecelli edecek olması değil midir?

Öyledir.

Son kertede, ekimi de yarıladık canlar.

Zaman çok hızlı geçiyor üstümüzden.

Zaman çok hızlı geçiyor.

Zaman kaybetmeyin.

Ne hissediyorsanız bugün söyleyin.

Ne istiyorsanız bugün yapın.

Sevmek ve söylemek, yaşamak ve hissetmek için çok vaktimiz yok.

Geçmişe takılmayın.

Gururunuzun esiri olmayın.

Zamana bırakın yaralarınız iyileşsin.

Siz dolu dolu yaşayın.

Hayırlı günler.

Yazının devamı...

İnsandan başka her şey olmak istiyorum

"Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında." -Hakan Günday, Az

İnsan olmanın sorumluluğu ve ağırlığının farkına varan pek az insan olduğunun farkındayım.

Mesela dünyaya bir neden için geldiğinin farkında değil pek çok insan.

Birşeyleri değiştirme isteği sıfır pek çok insanda.

Üzücü şeylere üzülmüş gibi, neşeli şeylere sevinmiş gibi yaparak geçirebileceklerine inanıyorlar hayatı.

Belki de geçiriyorlar.

Yaşadıkları kadarı yetiyor onlara.

Gerçekten sevmeyi, düşünmeyi, sevinmeyi, üzülmeyi, hissetmeyi denemiyorlar bir ömür.

Aynı sabaha 75 yıl uyanıp yiyip içip sevişip üreyip dışkılayıp geçip gidiyorlar bu hayattan.

Biraz daha para, biraz daha şöhret, daha çok kadın, daha çok seks, daha çok itibar...

Fasa fiso ne varsa onun için harcıyorlar ömürlerini.

Ben bu insanların arasında insan olmak istemiyorum.

Bambi olmak istiyorum mesela.

Başıma gelebilecek en büyük felaket bir aslanın dişlerinin arasında kalmak olurdu o zaman.

Ki buna da doğal seleksiyon der, kaderimi kabullenirdim.

Kalbi kırıla kırıla kalp krizi geçirerek ölen bir insan olmaktan iyidir.

Mesela kedi olmak istiyorum...

Açlıktan ya da soğuktan donarak ölürdüm belki...

Mahallenin çocukları teneke bağlardı kuyruğuma.

Ki buna da şehir hayatının mahvettiği doğal seleksiyon der, sineye çekerdim.

İş güç için hiç haz etmediği beş para etmez insanlara gülümsemek zorunda kalan bir insan olmaktan iyidir.

Rakun olmak istiyorum mesela...

Ya da koala...

Köpek olmak, serçe olmak...

At olmak...

At evet... Bildiğiniz at.

Herhangi bir hayvan olmak istiyorum.

İnsanın böcekten az fayda gösterdiği bir dünyada, ben "insan" diye anılmak istemiyorum.

Gelişine kötü insanları, nezaketsizleri, bencilleri sevmiyorum.

Onlara iyi davranmak zorunda değilim.

Onları idare etmek zorunda değilim.

Onlara anlayış göstermek zorunda da değilim.

Bir hayvan gibi ruhunun kokusundan tanıyorum insanları.

Kötüleri ayıklıyorum.

Kalan herkese yetecek kadar sevgim var.

Dağıtıyorum.

Ben böyle bir dünyada insan içgüdüleriyle, planlarıyla, mantığıyla yaşamak istemiyorum.

Bambi olmak istiyorum ben.

Bambi olmak ve dünyanın tüm cilvelerine şaşkın ama sevgiyle bakmak istiyorum.

5'TE 5

Sezon açıldı. Ve huzurlarınızda İstanbul gecelerinin en uğranası 5 mekanı. Buyurun buradan eğlenin...

MEYHANE: Cihangir Aliye

Mezeleri daha güzel bir mekan henüz bulunmadı. Pazar ve pazartesi günleri de açık. Ancak müdavim mekanı olduğu için özellikle cuma-cumartesi yer bulmak çok güç. Bir gün önceden yer ayırtın. Ve rakınızı keyifle yudumlayın.

ARABESK: Nişantaşı Apti

Pazar geceleri Seçil'in performansını kaçırmayın. Geçen hafta koltukların üzerinde eğleniyorduk. Öyle keyifli bir ses-performans. Sahneye şampanyanızı gönderirseniz, istediğinizi çalıyorlar, sıkıntı yok.

HAFTANIN HER GÜNÜ: Bebek Catz

Alper Toprakçı ve eşi Şebnem, 10 yıldır canlı performans yapılan mekanın sahibi. Her gece en az iki performans var. Ceynur'dan Jeyan Büyükburç'a çok çeşitli bir sanatçı listesi var. Hemen her gece eğlence garantili. Yalnız evinizin salonu büyüklüğünde bir mekan olduğu için önceden yer ayırtmanız gerekli. Hafta sonları çok kalabalık oluyor.

ALTERNATİF: Asmalımescit Slope

2013'te devraldığı Sefahathane'yi kısa sürede eski popülaritesine kavuşturan Cenk Kırmacı, bir yıldır Asmalı Mescit'te Slope'u işletiyor. Salı günleri Meyhane Gecesi ve hafta sonu dj performanslarıyla Slope, neredeyse sabaha kadar açık. Uğrayın.

YENİ: Pera Opera

Serkan Koca'nın işletmesiyle sezona merhaba diyen Opera, kadroya Candan Topdemir'i de ekleyerek güçlendi. Canlı performanslar, konserler, dans şovlarıyla bu kışın en eğlenceli mekanlarından biri olacak. Mesela bu akşam Cem Belevi, cuma gecesi Gülşen&Ozan Çolakoğlu performansı var. Kaçmaz.

Yazının devamı...

Kötü şeyleri unut, iyilikler baki

"Dur ve düşün.

şu an oturmakta olduğumuz bu metruk kafe, yarın anı olacak.

Birbirimize söylediğimiz sözlerin çoğunu hatırlamayacağız bile.

Kırdığımız kalpleri geride bırakmış, kaçırdığımız fırsatları unutmuş olacağız.

Ama kokular kalacak aklımızda.

Birbirimizin ruhuna dokunduğumuz anlar ve dostluğumuzun kokusu kalacak.

şimdi ağlıyorsun ya biri için...

Yarın gözyaşların olmayacak.

Ama şu ağladığın an, bir gedik olarak duracak hafızanda.

Her baktığında, her düşüşünde ve aynı çukurun yanına her varışında sarsacak seni.

Saçlarımın şu anki rengini hatırlamayacaksın yıllar sonra.

Seni nasıl sinir ettiğimi ya da güldürdüğümü unutacaksın.

Ama insanlığımın izi kalacak hatıranda.

Orası, senin evin olacak.

Bizim gibilerin, gerçek bir memleketi olmaz çünkü.

Bizler, evlerimizi anılarımızdan yaratırız.

Yaşadıkça daha da çok yere ait oluruz böylece.

Biz yaşamalıyız.

Yeni evlere, yeni memleketlere sahip olmak için

Daha çok insanı koklamalı, daha çok insana dokunmalıyız.

Ve şimdi üzüldüğümüzü sanıyorsun ya,

şu anın geçmiş zaman olmasını bekle.

Ne denli mutluyduk,

Anlayacaksın." -Vurgun Yiyenler

2004'te yazmıştım bu yazıyı.

üniversiteye gidiyorduk.

Fulya'da içini eşyayla dolduramayacağımız kadar büyük bir eve taşınmıştık bir arkadaşımla.

7/11. 5. Kat.

Onun odasının camından eski sevgilisinin evi görünüyordu.

Elit Rezidansın inşaatının hemen yanındaydı ev.

Arada kendini odasına kilitler, boş boş o rezidans inşaatına bakar üzülürdü.

Ağladığını bilirdim.

Bilmiyormuş gibi yapardım.

Odasına girdiğimde boş boş bakarken bulurdum onu o inşaata.

O güne kadar en büyük acıları ben çekiyormuşum gibi gelirdi.

Ve bu acılardan hiçbiri aşk acısı değildi.

O gün anladım ki dünyevi en büyük belaların başında geliyor aşk.

Kanserden bir önce, ölümden bir sonra.

Sanırım ben, arkadaşımın umutlarının inşaata kaçtığı o evde ilk kez gerçekten karar verdim yazar olmaya.

Hep yazıyordum.

Reklam yazarıydım zaten.

Reklam yazarak yaşar giderim diye düşünmüştüm o güne kadar.

O günlerde ve o evde bütün hayatımın akışı değişti benim.

Yazar olmaya karar verdim.

Bir dergide editör olarak işe girdim.

Ve hayat bir daha asla eskisi gibi olmadı.

Hem iyi yönde hem kötü yönde.

Ama şimdi meselemiz bu değil.

Günün sonunda ben bu yazıyı yazalı yıllar geçti.

Bu yazıyı alıp bir kitaba koyalı bile aylar oldu.

Ama bu yazının her satırı, her an güncel.

İnsan kaybettikten sonra anlıyor her şeyin değerini.

En çok da mutluluğun.

Mutlu anlar, üstünden zaman geçmeden göstermiyor etkisini.

Sonra dönüp bakıyorsun.

Kafana göre ayıklıyorsun iyi yerlerini hikayenin.

Kötü taraflarını unutuyorsun.

Öyle de olmalı zaten.

Bütün hikayeni kötü anların, detayların üzerine kurarsan neye yarar o yaşadığın?

Kötü anları hatırlarsan, neye yarar?

Tuhaf bir biçimde yeniliyor kendini hayat.

İnsan sevecek birilerini, bir şeyleri her zaman buluyor.

Geçmez dediğin geçiyor, bitmez sandığın bitiyor.

Ve yeniden başlıyor her şey.

Lafı uzatmayacağım.

Ne demiş şair...

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.

Ne diyorum yani?

Her şey biter... Sen iyi anları hatırla.

Hayırlı haftalar...

Yazının devamı...

Bu hafta ağıma takılan 5 mesele

"Erken vazgeçişlerim vardı benim

Seninse erken tükenişlerin

Ve gece

Uygun değildi beklemeye

Yine de bekledim...

Avucumda unutulmuş binlerce gölge

Yeraltında

Öldürülmeyi bekledim

Günışığı vururken gözüme

Ölmeyecektim

Katilim yoktu,

Katilim çok." -Nilgün Marmara, Daktiloya Çekilmiş Şiirler

1- Kim Kardashian'ın Paris'te soyulması:

Her fırsatta parasıyla hava atan, şöhreti pornodan müsebbib dünya starı KimK, Paris'teki otel odasında polis kılığına girmiş beş maskeli soyguncu tarafından saldırıya uğradı. Kafasına silah doğrultuldu. Elleri ayakları bağlanıp banyoya kapatıldı. Ve 10 milyon dolarlık mücevheri çalındı. Bunun 4 milyon doları sadece tektaşı. Kocası Kanya West'in kendisine taktığı kafam kadar kaya, evet.

Moda haftası için Paris'te bulunan Kim'in koruması o sırada kardeşi Khloe ile birlikteydi. Dolayısıyla otel odasında yalnız ve gafil avlandı.

Babaannemin yatağının altında balta ile uyuduğunu anlatmıştım size. Hayatta en büyük korkusu eve hırsız girmesi çünkü.

Malını mülkünü çok gösterme, kem gözü bol olur diyen atalarımız da halsız değil elbette. İyi tecavüz etmemişler kadına. Türkiye'de olsa tecavüz etmeden bırakmazlardı. Bu da dünyayla aramızdaki en büyük fark. Orada öldürmeseler bari diye korkuyorlar. Bizde öldürmeselerden önce ne yapmasalar bari diye korktuğumuz açık.

Giden para yerine koyulur. Kadın oturduğu yerde para basıyor sonuçta. Ama gösterişin iti uğursuzu insanın başına topladığı açık. Yaşadığı korku/travma da cabası!

Bir de üstüne bütün sosyal medya oh olsun naralarıyla inledi. Kim'in sevgiden çok nefret ve imrenme duygusundan beslendiğini zaten biliyorduk. Böylece emin olmuş olduk. Sahip olduklarınızı ne kadar çok gösterirseniz imreneniniz, özeneniniz kadar düşmanınız da bol olur. Basit denklem.

KimK'ya geçmiş olsun diyor, kızım sana söylüyorum, kızım zaten duymaz, gelinim sen işit diyorum.

Sözün özü: Gösteriş meraklılığı felakettir.

2-Taylor Swift ve kankaları:

Hollywood'un ve dünyanın en afilli kızı Taylor, o ünlü/yakışıklıdan bu ünlü/yakışıklıya sektiği özel hayatı ve süper ünlü kankalarıyla gündemden bir saniye bile düşmüyor. Taylor'ın Tayfası denilen ekipte Gigi Hadid, Bella Hadid, Kendal Jenner, Hailey Baldwin gibi süper model kızlar var.

Bu arada tayfaya girip çıkan da çok. Katy Perry gibi. Çünkü Katy, Taylor'ın eski sevgilisi John Mayer'le sevgili oldu. Taylor da her eski sevgilisine yaptığı gibi eski kankasına şarkı döşendi. Şarkının adı Bad Blood. Klibinde de tayfasını yanına alıp Katy'e savaş açtı. Katy şu günlerde Orlando Bloom ile sevgili ama Taylor ile aralarındaki kavga bitmeyecek gibi.

Taylor en son Selena Gomez'le de patladı. En yakın arkadaşı olan Selena, resmen Taylor'ın samimiyetsizliğinden yılıp kaçtı.

Çünkü Nashville doğumlu edalı işveli köylü güzeli Taylor, country şarkıcılığından pop prensesliğine giden yolu, ünlü sevgililer ve kankaların üstüne basarak yaptı. En popüler kimse onunla çıktı, en ünlü kimse onunla kanka oldu. Bildiğin çıkar ilişkisinin dibini gördü.

En son Tom Hiddleston'ı bile eski sevgilisine nispet yapmak için kullandı. Gazetecileri oldukları yere çağırdı. Flörtün başında öpüşürlerken görüntü verdi. Adamı ilişkiye mecbur etti. Sonra da ilişkiyi insan içinde yaşamak istiyor diyip terk etti. Ne oldu? Durum yine Taylor'a yaradı.

Bir kere bu tayfanın içinde olmak için, Taylor'ın hiçbir eski flörtüyle sevgili olmamak lazım. Ki bu imkansız. Kız Hollywood'un tamamını... Tövbe yarabbim!

İkincisi, sürekli kavga dövüş ediyor onunla bununla. (Kanya West'le yaşadığı rezalet silsilesi bunlardan yalnızca biri) Yancısı gibi arkasında durmak lazım. Ki bu da bir dert. Kadın skandal çıkarma fırsatı bulduğu an kullanıyor.

Üçüncüsü, Taylor'ın liderliğini kabul edip resmen yancısı olma gerekliliği ki, bu kadar birinin etrafında olmak bir süre sonra ünlü herkesin egosunu ezer.

Geçen gün Demi Lovato çıkıp yapıştırmış düşündüğüm her şeyi. "Bu tayfa" demiş, "Gerçekçi olmayan vücut ölçüleri ve samimiyetsizlikleriyle can sıkıcı. Asla böyle bir grubun parçası olmak istemezdim."

Ne yalan söyleyeyim ben de aynı şeyi düşünüyorum. Ünlü gördüğü anda yanaşıp fotoğraf çektiren wanna-be işletmeciler gibi Taylor. Tom Hiddleston'ı bile (sevgilisi varken) resmen zorla ayartmış. Partide dansa zorlamış. O görüntüleri çektirip basına sızdırmış. Bu kadar stratejik çalışan, tehlikeli bir beyini kim etrafında ister? Bar kapısına magazin çağıran yarı ünlüler gibi kadın. Haber olmak için resmen yırtınıyor. Bu kadar hırslı insanlardan korkmak gerek. Ünlü kovalayan insanlardan uzak durmak gerek. Ünlü kovalayan ünlülerden de uzak durmak gerek.

Sözün özü: Çıkarcı insanlardan uzak durun. Dünya starı olsalar bile.

3- Gigi Hadid'in uçan tekmesi:

Rus bir gazetecinin Paris moda haftasında neredeyse bütün güzel ve ünlü kadınları taciz ettiği bir hafta atlattık. Bunlardan ilki Gigi Hadid'di.

İç mimar ve milyoner Mohammad Hadid ile top model Yolanda Hadid'in kızı olan Gigi, moda dünyasının resmen taçsız kraliçesi. Kardeşi Bella'nın da ondan kalır yanı yok hani. Bu arada Hadid kardeşlerin moda aleminin Müslüman güzelleri olduklarını da belirteyim. Babaları Filistin asıllı ve Müslüman. Hatta bilmem nerenin şeyhinin akrabaları filan bunlar. Uzun hikaye. Anneleri bildiğiniz üzere Alman. Mis gibi karışım.

Bir milyonerin kızı olmasına rağmen daha bebeyken modelliğe başlayan Gigi, geçen hafta güzelliği kadar uçan tekmesiyle de konuşuldu. Kendisini taciz etmeye kalkan gazeteci Vitalii Seiduk'u yumrukları ve uçan tekmesiyle saniyesinde bertaraf etti.

Ve ardından yaklaşanı yakarım minvalinde bir açıklama yaptı.

Hatırlatmak isterim, aynı hafta Seiduk, Kim Kardashian'ın da poposunu öpmeye kalktı. Ve koruması tarafından dövüldü. Oysa Gigi, tekmeleri ve yumruklarıyla sadece kağıt bebek olmadığını cihana gösterdi.

Kendisini yakın dövüş sanatındaki başarısından ötürü tebrik ederken, dünyanın her tarafında kadınlara iş olan, kadını seks objesi gibi görüp taciz eden öküzlere de Allah bin beter etsin diyorum.

Sözün özü: Hiçkimsenin görünüşüne aldanmayın; kedi sandığınız kaplan çıkar yamulursunuz.

4-Murat Boz'un eski nişanlısını stalk'u:

Evet. Erkekler kadınlardan çok stalk yapıyor. Yani sinsice girip sevgililerinin arkadaşlarının, eski sevgililerinin instagram profillerine bakıyorlar. Bunu hem kendi arkadaşlarımda görüyorum hem de yapılan sosyolojik araştırmaların verileri aynı ikameti gösteriyor.

Peki koskoca ülkenin erkek pop starlarından biri (Bence Tarkan'dan sonra çıkmış tek star Murat Boz) bunu yapınca ne oluyor? Ülke ayağa kalkıyor.

Bunun birkaç nedeni var. İlki ve en önemlisi Murat Boz'un da eski nişanlısı Eliz Sakuçoğlu'nun da yeni ilişkileri var. Hem de Eliz evlenmek üzere. İkincisi ve bence en önemlisi, ikilinin ayrılığının üzerine dönen dedikodular. Geçmiş gün, artık ne olduğunun hiç önemi yok bence. Biten bitmiş sonuçta. Herkes yoluna devam ediyor.

Olaylardan kişileri çıkaralım ve şöyle düşünelim, size öyle ya da böyle yanlış yapmış, ayrıldığınız eski sevgilinizi stalk'luyor musunuz? Elbette ki stalk'luyorsunuz. Ve tabii ki o da sizi stalk'luyor. Sorsak hayır dersiniz ama gerçek bu. E çünkü ayrılık da sevdaya dair... Çünkü ayrılanlar hala sevgili.

Birini sevmekten ayrıldınız ya da size yamuk yaptı diye vazgeçebilir misiniz? Asla! Başkasını seviyor olmanız bir zamanlar sevdiğiniz insana olan duygularınızı değiştirir mi? Asla.

Arada stalk'lamak da sevdaya dair. Elbette like'lamamak kaydıyla. Hele ki ünlü biriyseniz, hayranlarınız o like'ı siz geri çekene kadar görür, ekran görüntüsünü alır ve sizi cümle aleme madara eder. Daha dikkatli stalk'layın. Benden size tavsiye.

Ben? Ben stalk'luyor muyum? Ben ölmüşler gibi yapıyorum. Arada bir üç kulhü bir elham okuyup ruhlarına gönderiyorum. Stalk'tan rahatlatıcı. Size de tavsiye ederim. Dinimiz amin.

Sözün özü: Herkes stalk'lar sevdiğini.

5-Rüzgar Çetin'in tahliyesi:

O oldu, bu oldu, şu oldu. Hala oluyor. Olmaya devam edecek. Olan şeyler hakkında konuşmayı sevmiyorum. Herkesin konuştuğu konularda ben susup dikkatle dinlemek istiyorum. Fırtına durunca, batık karaya vurunca, kırık şişeler, tahta parçaları... Konuşmayı tercih ediyorum. Her konuda. Bu konuda da aynı şeyi yapacağım. Herkes konuşacak, ben susacağım.

Sözün özü: Dün bir filmde şöyle diyordu, "Kanunla adalet aynı şey değildir."

Yazının devamı...

Kendini kandır

"Hiç değilse, bir yoksul, sevildiği zaman, kesin olarak, sadece kendisi için sevildiğini bilir." -Balzac, Goriot Baba

İnsan kendini kandırmadan nasıl sever?

Nasıl inanır?

Görüp de görmezden gelmezse nasıl güvenir?

Dünyanın en büyük laneti fazlasını algılayan bir beyin, hisseden bir kalptir.

İnsan kalbini kandırmadan nasıl aşık olabilir?

İnsanın kendini kandırması gerekir.

Tıklım tıkış bir partinin ortasında atılan ilk kahkahayı düşünün.

O kahkaha kadar gergin, kendine güvensiz ve birine güvenmeye muhtaçtır insan.

O kahkahanın ardında korkak ve savunmasızdır.

Yelelerini en çok kabartanlar, dünyadan en çok korkanlardır.

Ve savaş boyası sürüp çıkarız her sabah evden.

Dünya, insanın en büyük savaş alanıdır.

Burada ve şu anda ne yaşanıyorsa o kadar vardır insan.

Ve buna rağmen peşinden gelen geçmiş acımasızdır.

İyi izler bıraktıysanız dönüp baktığınızda gülümsersiniz.

İyilik saçtıysanız ve bunu hiç bilmeden yaptıysanız, kötülük gibi iyilik de peşinizden gelir.

Ve buna rağmen, yine de, kimin sizi neden sevdiğinden asla emin olamazsınız.

Bir zaman bir yerlerde önemli biri olmuşsanız mesela, o öneminizden ötürü birileri sizi sever gibi yapmışsa, o önemi yitirdiğiniz anda sevgisiz kalırsınız.

Ama zaten, sahte sevgi sevgi değildir.

Hiçkimse, hiçbir şey olduğunuzda kim sevmeye devam ediyor sizi?

Mesele bu kadar basittir.

İnsanlar çıkarları bittiğinde gider.

Oysa en büyük çıkarımız birbirimizden, duygusal tatmindir.

Erkekler sınıf atlamak için evlenir demiş dün profesör bir sosyolog.

Kadınlar da toplumun gözünde kendini aklamak için.

Ve belki de bu yüzden, o sınıf atlandığında, o kadın aklandığında bitiyor tüm ilişkiler.

İnsanlar istedikleri yere geldiklerinde bırakıp gidiyorlar çok sevdiklerini iddia ettikleri kişileri.

Çok sevdikleri şey, o insan mı, onun sahip oldukları mı, birlikte olduğu insana sunacakları mı, tartışılır.

Çıkarsız ilişki olmaz demişti bir gün biri bana.

İlişkilerini çıkar üzerine değil de aşk üzerine, sevgi üzerine kurduğun için bu kadar kolay bırakıp gidebiliyorsun demişti.

Sevgin bitiyor, gidiyorsun.

Aşkın köreliyor, gidiyorsun.

Oysa çıkarın olsa kalırdın.

"Sahip olduklarınla satın alamayacağın, üstün olmadığın hiçbir erkeği yanında tutamazsın" der babam.

"En basitini düşünelim, senin kadar kişilik sahibi birinin, kişiliksiz biriyle birlikte olması gerekir ki karşındakiyle kişiliğini paylaşabilesin" diye de ekler.

Babamın beni abartmayı sevdiğini biliyoruz.

Ama genelde doğru çıkarımlar yaptığı da yadsınamaz bir gerçek.

Hayatta bir şeyleri paylaşmak gerekiyor şüphesiz.

Karşınızdakinin size bağlanması için bir konuda sizden fakir olması da gerekiyor elbette.

Kadın için, erkek için, arkadaşlıklar için...

Her konuda durum böyle.

Parası olan, itibarı olmayan biri, itibarınız için sizinle olur.

Şöhreti olmayan biri, şöhretiniz için.

Sizden aptal biri, zekanız için.

Sizden çirkin biri, güzelliğiniz için.

Sizden sıkıcı biri, eğlenceli olduğunuz için.

Sizden cahil biri, kültürlü olduğunuz için.

Sizden az eğitimli biri, eğitimli olduğunuz için.

Sizden kötü biri, iyi biri olduğunuz için.

Koşulsuz sevgi diye bir şey yoktur.

Koşulsuz aşk yoktur.

Çıkarsız insan ilişkisi yoktur.

İnsanlar çıkarlarına göre yaşarlar.

Ve tüm bunları görmezden gelip ama aşk, ama sevgi diyenlerin hepsinin eli boştur.

Dünya tamamen bu düzen üzerine kuruludur.

Ve sadece ama sadece hiçbir şeyi olmayan insanlar, biri onları sevdiğinde, gerçekten sevdiğini bilirler.

Yine de ve illa ki kendini kandırmak gerek.

Bu gerçeği düşünmeye başladığınız anda bütün insan ilişkilerinizi sorgularsınız çünkü.

Bütün aşk ilişkilerinizin içi boşalır, kabuğu kalır.

Ki o kabuk, hepinizin kalbinde, ruhunda bomba olup patlar.

Siz yine bunları bilin ve unutun.

İnanmaya devam edin.

Kendinizi kandırmaya devam edin.

Koşulsuz aşka, sevgiye inanın.

Öyle olmasa bile öyleymiş gibi yapın.

Bakarsınız sahiden gerçek olur.

Mış gibi yapma oyunu bu...

Kendini kandırmanın zararı, insanın kendisine dokunur.

Kendini kandırmak, başkalarına zarar vermez.

Tam tersine, belki de başkalarının mutluluğu olur.

Nasıl olacağını, nasıl olmayacağını düşünmeyi bırakın.

Kendinizi kandırın.

Oldu bilin.

Olsun.

Hayırlı haftalar.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.